• Sonuç bulunamadı

Tarihsel süreç içerisinde kazandığı bilgi birikimiyle insanoğlunun gerçekleştirdiği yeni gelişmeler, oluşturduğu toplumsal yapının gelişerek dönüşüme uğramasına yol açmıştır. Bu dönüşümde sadece yapısal anlamda bir değişiklik değil; toplumu oluşturan insanlararası ilişkilerin dönüşerek farklılaşması dikkati çekmiştir. Her toplumsal yapı, kendini oluşturan ve şekillendiren kendine özgü işleyiş mekanizmalarını ve bir takım ilişkiler bütününü bünyesinde barındırmaktadır. Toplumsal yapı unsurları, işleyişi ve toplumun doğasından kaynaklanan bir takım sorunların farklı bakış açılarıyla ele alınması söz konusu toplumsal yapının daha iyi analiz edilerek anlaşılmasında önemli ipuçları sunacaktır.

Sanayi toplumunun temel ekonomik probleminin sermaye birikimi olduğunu ifade eden Bell (1999: 116-118), işçi ve işveren sosyal ilişkilerinin sürdürüldüğü mekanın işletme veya firmalar olduğuna dikkat çekmektedir. İşveren-işçi arasında yaşanan çeşitli çatışmalar ise, temel sosyal problemler olarak değerlendirilmektedir.

Buna karşın, sanayi sonrası toplumun ise temel problemi bilginin organizasyonudur (Dura, 1990: 51). Sanayi sonrası toplum anlayışının bu probleme çözüm sunacak temel kurumlarını üniversiteler, akademik enstitüler ve araştırma kuruluşları olarak ele almaktadır. Çünkü burada esas olan sermaye bilgi ve bilgiye dayalı örgütlenmelerdir (Bell, 1999: 116).

Tablo 3: Sanayi-Sonrası Toplumun Yapısı ve Problemleri

Eksen Prensip

Teorik Bilginin Merkezliği ve Kodlanması

Ana Kurum Üniversite

Akademik Enstitüler Araştırma Kuruluşları

Ekonomik Alan Bilime Dayalı Sektörler Ana Kaynak Beşeri Sermaye

Siyasal Problem Bilim Politikası Eğitim Politikası

Yapısal Problem Özel Sektörle Kamu Sektörü Arasında Denge Sağlanması

Tabakalaşma: Temel Giriş

Beceri

Eğitim ve Öğretim

Teorik Sorun “Yeni sınıf”ın Dayanışması

Sosyal Tepkiler Bürokratikleşmeye Direnme Rakip Kültür

Kaynak: Bell, 1999: 118’den uyarlanmıştır.

Sanayi sonrası toplum anlayışının bir başka yapısal özelliği ise toplumda ana kaynağın beşeri sermaye olmasıdır. Temeli hizmet sektörüne dayanan sanayi sonrası toplum anlayışında kas gücü ve enerji değil; bilgi ön plana çıkmaktadır. Bu noktada kişilerin eğitim düzeyi ve becerileri önem taşımaktadır. Bu durum, işgücünde sanayiye doğru bir yönelişi doğuracak ve zamanla bu değişimin bir adım daha ileri giderek “mavi yakalı işçilerden” “beyaz yakalı işçilere” geçişle devam edecektir (Bell, 1999: 124-127). Erkan (1998: 125), bilgi toplumunda en çok etkilenecek alt yapı birimini sanayi sonrası toplumun ana kaynağı olan personel altyapısı olarak tanımlamaktadır. Yeni teknolojileriyle dönüşüme uğrayan enformasyon yönetimi çok önemli bir noktaya gelerek (Lyon, 1988: 43) yüksek beceri gerektiren hizmet sektörüne ve profesyonel mesleklere doğru yönelişe (Belek, 1999: 139) neden olmuştur. Bu durum, kol gücüne ihtiyacın azalarak sağlık, eğitim ve diğer toplumsal hizmetler gibi “sosyal hizmet” alanında görülen gelişmeler ile araştırma, bilgi işleme ve sistem analizini vb. içine alan yönetici, araştırmacı, bankacı ve reklamcıları içeren

“teknik ve profesyonel hizmetler” alanında artışları gündeme getirmiştir (Mattelart, 2005: 78). Bireyler ise bu gelişme karşısında, sosyal yaşamın diğer tüm alanlarında olduğu gibi kendilerini geliştirme yönünde çaba sarfetmeleri gerektiğinin farkına varacak; hatta kimi zaman kendi konumlarını daha iyi bir noktaya getirmek bir yana mevcut konumlarını korumak için gerekli olan bilgi ve donanıma ulaşma zorunluluğu içerisinde hissedeceklerdir (Fındıkçı, 1996: 54).

Sanayi sonrası toplum anlayışının bir başka yapısal problemi ise siyasal alanda düğümlenmektedir. Siyasal örgütlenmenin, toplumun gelişebilmesi veya mevcut durumunu koruyabilmesi için eğitim ve bilim politikaları üzerinde çalışması gerekmektedir. Aksi halde toplumun temel dinamiği olan bilginin yüksek kitlesel tüketim ve buna bağlı olarak yüksek kitlesel bilgi üretimi ile dengeleneceğine ilişkin görüş (Masuda, 1983: 30), enformasyon üretimi ve tüketimdeki çeşitli ülkelerde yaşanan orantısızlıklarla -örneğin, Japonya ve ABD’de enformasyon üretimi enformasyon tüketimine oranla 2.5 kat daha fazladır- çürütülmüş olur (Dordick ve Wang, 1993: 107). Bu durum, söz konusu üretimin toplumsallaşamadığının bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda yüksek kitlevi bilgi üretiminin her zaman yüksek bir tüketim talebiyle karşı karşıya gelemeyeceğinin de bir kanıtı olarak değerlendirmek mümkündür. Toplumun beklentilerine uygun eğitim ve bilim politikaları üretemeyen siyasal yönetim, daha fazla enformasyona sahip olan insanlarla çok daha az enformasyon elde edebilme olanağı bulunan insanlar arasındaki uçurum her geçen gün daha da arttıracaktır (Reddi, 1991: 368). Bunun önüne geçilebilmesi için gerçekleştirilecek eğitim ve bilim politikaları yanında toplumun bilgiye erişim olanaklarının da gözetilerek iyileştirmeler yapılması gerekmektedir. Bunun sağlanması, toplumun güçsüz kesiminin sunulan enformasyona hem “fiziksel” olarak hem de “kullanım yeteneği” bakımından erişiminin sorgulanmasından geçmektedir (Geray, 2003: 135).

Özel ve kamu sektörü arasında dengenin sağlanması da sanayi sonrası toplumunun yapısal problemlerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Kamu sektörünün tüm alanlarda etkin bir şekilde işlev görmesini engelleyen bir takım kaynak eksikliklerinin önüne geçerek, bilişim alt yapısının ülke içinde yaygınlaşabilmesi ancak kamu ve özel kuruluşların birbiriyle eşgüdümlü çalışmasına

bağlıdır (Erkan, 1998: 161). Kamu sektörü tarafından yapılacak kamusal yatırımların, ancak özel sektörün yapacağı bir takım AR-GE yatırımlarıyla desteklenmesiyle etkin ve istenen sonuçların alınabileceği vurgulanmaktadır.

Bunların yanında bilgi toplumunun kavramsallaştırılmasında yaşanan teorik sorun “yeni sınıf” dayanışmasıdır. Sanayi sonrası kuramının özel kuruluşlar ve kamu kuruluşlarında çalışan artan sayıda beyaz yakalı, mesleki ve teknik katmanları açıklamaya çalışan “yeni sınıf” ve “bilgi temelli elitler” gibi kavramlar sunduğu ifade edilmektedir (Frankel, 1991: 235). Bir anlamda “yeni sınıf” anlayışı egemen sınıf olarak kapitalist sınıf anlayışının yerini almaktadır. Çünkü profesyonel ve teknik sınıfın gelişme oranı, vasat iş gücünün iki katına karşılık gelmektedir. Üniversitlerde, araştırma örgütlerinde, meslek topluluklarında ve hükümette kendine geniş ölçüde yer bulmaya başlayan yeni bir aydın sınıftan bahsedilebilir (Mattelart, 2004: 61-62). Bu durum, sınıfsız bir toplum yapısının gerçekleşeceği varsayımına ters düşmektedir. Bununla ilgili olarak Lyon (1988: 62-63), enformasyon toplumunda güç paylaşım dengelerinin nasıl işlediğine değinerek; gücün sadece bilgi işçilerinde değil; aslında bilim ve teknolojinin araçlarını kendi baskın konumlarını pekiştirmek amacıyla kullanan başta bulunan teknokratlarda toplandığına işaret eder. Daniel Bell’e (1999: 20) göre:

“Sanayi toplumu, malların üretiminde insanların ve makinaların koordinasyonuna dayanmaktadır. Sanayi sonrası toplum ise, değişim veya yeniliğin yönetimi ve toplumsal

kontrol amacıyla bilgi etrafında organize edilmektedir ve bu durum, politik olarak yönetilmesi

gereken yeni gruplara ve sosyal ilişkilere yol açmaktadır.”

Teorik bilgi donanımına sahip olan teknokrat sınıfın, gelişmiş toplumlarda yeni bir siyasal güç merkezi oluşturduğu görülmektedir. Sanayi sonrası toplum yapısında, yükselen “yeni sınıf”ın kendine has üretim gücü ve kullandığı yönetim araçlarıyla üretim biçimleri üzerinde fiili bir denetim kurduğundan söz edilmektedir (Gouldner, 1993: 17-24). Weber (1993: 195), teknik beceriye sahip yöneticilerin sanayi işletmelerinde, bürokratların da devlette yükselerek ön plana çıkacaklarına işaret eder. Bu durum ekonomide ve devlet yönetiminde yeni bir otorite ve hakimiyet biçimini doğuracaktır (Bell, 1999: 68).

Bilgi toplumunun sağlayacağı gelişmelerle birlikte işsizliğin yerini özgür zamanın alacağına işaret edilmektedir (Belek, 1999: 164). Özgür zaman kavramına Dordick ve Wang (1993: 107) karşı çıkarak, bilgisayar ve bilgisayarla ilişkili sistemlerin yaygınlaşmasıyla insanlara boş zaman sağladığı yönündeki yaygın inancın, 1970’lerde Amerika’da çalışma saatlerinin artmasıyla birlikte geçerliliğini yitirdiğini ifade etmektedirler. Yazarlar bu görüşlerini, son yirmi yılda, 1970’li yıllara nazaran çalışanların, 168 saat daha fazla çalışmaya başlaması ve boş zaman ya da özgür zaman diliminde % 40 oranında bir azalmaya gidildiği verileriyle desteklemektedirler.

Enformasyon teknolojisinin gelişmesiyle birlikte göz ardı edilen ve çözülmesi gereken sorunlardan biri de teknolojik araçlar noktasında gelişmiş olan ülkelerin var olan çeşitli sosyal sorunlarının göz ardı edilmesi tehlikesidir (Schiller, 1993: 277). Elektronik teknoloji ve teknik alanında gerçekleştirilen ilerleme, yaşattığı coşkuyla çözüm bekleyen çeşitli sosyal sorunları karanlıkta bırakan bir aldatmacayı yaşatır. Teknik ilerlemenin yönünün, işlevlerinin ve hızının toplumsal ilgilerce belirlendiğini ileri süren Habermas (1997: 54), bunların ise bir bütün olarak sistemin korunmasına yönelik bir ilgiye kaydığına işaret eder.

Bu yapısal sorunlar yanında ülkelerin uluslararası alanda birbirleriyle olan ilişkilerinde de bir takım değişiklikler ve bunun getireceği bir takım problemler söz konusu olabilir. Enformasyon toplumu fikrini ortaya koyanlar, gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki dengesizliği, bilginin üretilmesi, işlenmesi ve ulaşılması sürecindeki dengesizliklere bağlamaktadır. Gelişmiş ülkelerden teknolojiler aracılığıyla taşınan enformasyonla bu dengesizliğin ortadan kaldırılabileceğine inanılmaktadır (Geray, 2003: 122-123). Oysa iletişim hızlarında yaşanan eşitsizlikler, bilgi tekellerinin oluşmasına neden olmaktadır (Mattelart, 2004: 54). Bu eşitsizlik, enformasyon üretme, dağıtma ve elde etme kapasiteleri açısından da dünya ülkeleri arasında yeni bir eşitsizliğin oluşmasına yol açarak (Hamelink, 1991b: 267); tüm dünyadaki enformasyon akışında gerek yön, gerek hacim ve gerekse nitelik açısından görülen dengesizliği daha da artıracaktır (Dordick ve Wang, 1993: 100). Ayrıca teknolojiyi üreten ülkeler; teknolojiyi tüketen ülkeleri bağımlı ve

güdümlü bir yararlanma yolunu seçmeye mahkum bir pozisyona itmektedir (Güneş, 2006: 30-31).

Teknoloji ve enformasyon açısından dışa bağımlı ülke insanının, gelişmiş ülkeler tarafından belli anlam çerçeveleri oluşturularak; kendi başına düşünebilme, eleştirebilme gibi bir takım özelliklerini zayıflattığı görülmektedir (İnam, 2004: 31). Uluslararası enformasyon / iletişim endüstrisini kontrol eden dev şirketler, üçüncü dünya ülkelerinin medya sistem yapılarını, işleyiş mekanizmalarını ve mesajların içeriklerini kısıtlı da olsa belirleyebilmektedir. (Kaplan, 1991: 6). Özellikle sinema, eğlence, seyahat, müzik ve spor gibi pek çok alanda endüstri ile kuşatılan ülkeler, kendilerini geliştirmek bir yana çevrelerindeki merkez ülkelere daha da bağımlı hale gelebilmektedirler.

Doğanın sömürülmesi anlayışının terk edilerek doğayı sömüren değil; doğal çevre ve alt yapının kendini yenilemesine fırsatlar tanıyan bilgi toplumu (Erkan, 1998: 125) üretim anlayışı fikrine Frankel (1991: 128-129) katılmadığını ifade eder. Bu görüşünü de çok uluslu şirketler ve askeri-sanayi kompleksler tarafından elektronik, sibernetik ve uzay sanayileri kapsamında gerçekleştiği bilgisiyle destekler. Buna göre yazar, sanayi sonrası toplum aşamasını yaşayan gelişmiş ülkelerde söz konusu sanayi alanlarının çok önemli yer teşkil ettiğini ve bu nedenle çevreyle dost -yenilenebilir- enerji kaynaklarını tercih eden ve nükleer enerji kullanmayan bir toplum yaklaşımının pek de mümkün olmadığının altını çizmektedir.

Bilgi toplumunun yukarıda ele alınan yapısal özellikleri ve bir takım işleyiş sorunları yanında iş yaşamı, aile yaşamı, buna bağlı olarak bireysel alışkanlıklar ve sosyal hayat gibi neredeyse hayatın tümü üzerinde bir takım etkileri olacaktır. Hızlı kentleşme, kalabalık şehirler, trafik, karşılaşılan çeşitli çevre sorunları ve bu sorunların yansıması olarak çeşitli psikolojik sorunlar da yine toplumu oluşturan bireylerin baş etmesi gereken problemler arasında yer alacaktır (Fındıkçı, 1996: 54- 55). Toplumun yapısında gerçekleşecek bu değişimler ve yaşanan sorunların bir kısmı teknolojik gelişmelerle ilişkilendirilebileceği gibi bir kısmının ise teknolojiyle yarı yarıya bağıntılı olduğu söylenebilir (Toffler, 1972: 446).

Bilgi toplumumun yapı ve işleyiş sorunlarına ilişkin bu değerlendirmelerden sonra, enformasyon toplumu anlayışının topluma ve toplumsal ilişki biçimlerine hakim olmasıyla ve onun sağlayacağı teknolojik gelişmeler sonucu gündelik yaşamda hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı fikrine ulaşmak mümkündür. Burada, birey olarak kategorikleştirilen toplum yapılarından hangisinin üyesi olunduğu ve ülkenin gelişmişlik düzeyi açısından nerede yer aldığı büyük önem taşıyacaktır.