• Sonuç bulunamadı

Bir dü ünce hareketi olarak Anadoluculu un; derin bunalımların ve toprak kayıplarının oldu u kaotik bir ortamda, II. Me rutiyet sonrasında popülerle en ideoloji ve akımların I. Dünya Sava ı sonrasında imzalanan mütareke ile adeta iflas etmesinin ardından, onlara bir tepki olarak ortaya çıktı ını söylemek mümkündür (Uçman, 1991: 144-145). Yerelli i ön plana çıkararak Anadolu’yu çözümlemelerinde merkezi konuma yerle tiren bu akım; sınırlı, irredantist olmayan ve ma dur bir milliyetçilik formu olarak pan karakter ta ıyan slamcılık ve Turancılıktan da ayrılmaktadır.

Osmanlıcılı ı, slamcılı ı ve Türkçülü ü ele tiren yapısıyla teritoryal esasa dayanan Batı tipi milliyetçili in de bir örne i olarak görülebilecek olan Anadoluculu un 20. yy.’ın ilk çeyre inde yeni bir ba langıç, yeni bir çözüm önerisi konumunda oldu u söylenebilir. Bir di er ifade ile o yıllarda popüler olan milliyetçili in, ya anan acı tecrübelerin etkisiyle akademik manada yeniden yorumlanması olarak da ele alınabilir116. Anadoluculu un ortaya koydu u reçete, Türk kültür ve medeniyetinin merkezine Anadolu’nun alınması temeline dayanmaktadır (Uçman, 1991: 144-145). Bu reçetenin hazırlanmasında ise kültür, tarih, co rafya, arkeoloji, folklor, edebiyat, din, tasavvuf, pedagoji, sosyoloji ve felsefe ba lıca kaynaklar olarak dikkat çekmektedir. Bu kaynakların ı ı ı altında Anadolu’nun maddi ve manevi bir dökümünün çıkarılması amaçlanmakta, böylelikle uzun yıllar göz ardı (ma dur) edildi i dü ünülen Anadolu Türklü ü’nün varlı ının tanınarak yeniden aya a kaldırılması planlanmaktadır (Bayraktar, 2009: 69).

Anadolu Türklü ünün aya a kaldırılması noktasında ise, Anadolucuların ona biçtikleri “etnik çekirdek” rolünün önemli oldu u söylenebilir. Smith’in ortaya koydu u etnilerin altı ortak niteli i117 ba lamında dü ünüldü ünde, bu niteliklerin Anadoluculuk

116

O dönemde ülkede popüler bir milliyetçilik dalgasının hakim oldu u söylenebilir. Konuyu somutla tırmak adına Oran’ın ifadesiyle o dönemde milliyetçi olmamak, dü ünmemek mümkün de ildi. Herkes milliyetçiydi (Cabas, 2013).

117

Smith tarafından belirtilen etnilerin altı unsuru u ekildedir; 1-bu topluluklar için simgesel ve onlara özlerini hatırlatan “kolektif bir isim”. 2- Hayali bir soy ve farazi bir ecdadı niteleyen “ortak bir soy miti”. 3- Gerçekli i tartı ılabilir olan hatta kimi zaman mitolojik ya da yaratılmı olabilen ve bir anlamda toplulu un kader birli i içinde ortak acı, zafer, göç, kurtulu ve bunun gibi payla ılmı lıkları niteleyen“payla ılan tarihi anlar”. 4-Toplulu u di erlerinden ayıran ve farklıla tıran “ortak kültürü farklı kılan bir yada daha fazla unsur” 5- Etnik grup için kutsal niteliklerle zenginle tirilmi ataları, azizleri, yöneticiler, kanun koyucuları, airleri ve hatta Do u toplumları için ehitleri tarafından anayurt haline

dü üncesindeki kar ılıkları “Anadolu Türklü ünün etnik çekirdek olarak görüldü ü” tezini destekler niteliktedir. Nitekim “kolektif bir isim” olarak Anadolu Türkü’nün belirlenmesi; “ortak bir soy miti” olarak Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen ve bu co rafyayı Türklü ün slamla tırdı ına duyulan inanç; “ortak zafer” olarak 1071 Malazgirt; “ortak acı ve payla ılan tarihi anlar” olarak ezilen ve ma dur olan, a a ılanan Anadolu, bunun örnekleri olarak sunulabilir. Buna ek olarak Smith’in anlatımında yer alan di er üç unsurun da Anadolucularda kar ılıklarının bulundu u söylenebilir. Bunlardan ilki aynı zamanda Smith’in 4. ve 5. niteliklerini olu turan; “kendi müstakil kültürünü, co rafi, dini ve etnik unsurları harmanlayarak olu turan ortak kültürü farklı kılan unsurlar” ve “atalar, yöneticiler, airler ve ehitler tarafından anayurt haline getirilmi olan, kutsal bir içerik ta ıyan toprak parçası”dır. Bunlardan 4. niteli in kar ılı ı olarak di er Türk milletlerinden farklıla an “Anadolu kültürü”; 5. niteli in kar ılı ı olarak ise “Vatan Anadolu” gösterilebilir. Ayrıca tüm bu bahsedilenlerle ba lantılı olarak “ortak soy, ortak tarihi anlar ve ortak kültür üzerine in a edilen toplumun büyük bir kesiminde yaratılmaya çalı ılan dayanı ma duygusu” Smith’in altıncı özelli ini kar ılamaktadır. Smith’in etnilerin niteliklerini sayarken ortaya koydu u bu son niteli in aslında Anadolucu dü ünürlerin ula maya çalı tıkları hedef oldu u söylenebilir.

Anadolucuların, “Müslüman Anadolu Türkü”nü, çekirdek etni olarak görmesi ve bu ba lamda kültüre atfettikleri önem, yine etnilerin süreklili inde kültürün önemini vurgulayan Smith’le örtü mektedir. Nitekim Smith’e göre; “bir nüfus birimi için ortak olan sembolik, dü ünsel ve normatif ö eler”, “nesiller boyunca onları bir arada tutan adetler ve töreler” ve son olarak “onları di er halklardan ayıran duygular ve tavırlar”dan olu an üç ö e bulunmaktadır (Smith, 2002a: 138). lerleyen kısımda detaylıca anlatılacak olan Türk kültür ve medeniyetinin merkezine Anadolu’yu alan Anadoluculukta da kültüre yapılan bu vurgu ve bu unsurların yansımaları fazlasıyla görülecektir.

Türk kültür ve medeniyetinin merkezine Anadolu’nun alınması fikrinin, 20. yy.’ın ba larında, vatan konusunda ba layan tartı maların stiklal Sava ı döneminde sava ın Anadolu topraklarında geçmesi ve Anadolu’nun Sevr ile tartı ma konusu edilmesine getirilen ve yurt haline getirilen “kutsal bir içerik ta ıyan toprak parçası”. 6- nüfusun büyük bir kesiminde var olan “dayanı ma duygusu”(Smith, 2010: 42-45).

paralel olarak kazandı ı önemle alakalı oldu u söylenebilir. Nitekim Anadolu’nun sadece bir vatan olarak de il, aynı zamanda kendi içerisinde dinamikleri olan bir kaynak olarak kabulünün de bu yıllarda dikkat çekecek ölçüde yo unluk kazandı ı görülmektedir (Topçu, 2010: 101). 19. yy.’ın ortalarına kadar vatan do ulan-ya anılan, köy- ehir iken (Kushner, 2009: 103), 19. yy.’ın sonları ve 20. yy.’ın hemen ba larında sırasıyla mparatorluk sınırları, Müslümanların ya adıkları co rafya ve son olarak neredeyse Adriyatik’ten Japon denizine kadar uzanan Türklerin ya adıkları bütün co rafya olmu tur. Milli mücadele sonrası Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte ise vatan; Misak-ı Milli ile belirlenmi olan “Anadolu co rafyası” olarak ekillenmi tir (Durgun, 2011). ekli olarak ya anan bu dönü ümün, modernizmin ve milliyetçili in etkisiyle birlikte içerik olarak ya andı ı da söylenebilir. Zira artık vatan “de er yüklü”, “u runa ölünebilecek” olan bir toprak parçasına dönü mektedir.

Vatan algı/olgusundaki bu de i imin ele tirel bir bakı la nakledilmesi daha sonra detaylıca incelenecek olan Anadoluculuk akımının sembol isimlerinden Remzi O uz’dan hareketle somutla tırılabilir. Arık’a göre mparatorluk’ta, Müslümanlı ın ideal oldu u zamanlarda a ırlık merkezi “Makamat-ı Mübareke118” iken Osmanlılık, bir ideoloji olarak kurgulandı ında bu gayenin a ırlık merkezi yine anavatan dı ındaki yerlerdedir. Son olarak Turancılıkta ise vatan yine Anadolu dı ında tanımlanmı tır (Arık, 1974: 50-51; Arık, 1940a: 9; Arık, 1940b: 128). Buradan hareketle vatan anlayı ındaki bu dönü ümün Anadoluculu u do uran sebeplerden birisi olarak görmek mümkündür. Çünkü Anadoluculuk; o tarihe kadar son iki yüz yılda mecrasını dı arıda veya hayali co rafyalarda arayan bir anlayı ın reddiyesi üzerine kurgulanmı , bunun da suçunu büyük ölçüde Osmanlı mparatorlu u’na yüklemi bir akım olarak ele alınabilir.

Bu noktada bir parantez açarak Anadolu’nun durumuyla ilgili bilgiler verilmesi faydalı olabilir. Tarihsel bir bakı açısıyla incelendi inde, Osmanlı mparatorlu u’nun do du u ve yükselmesinde büyük pay sahibi oldu u Anadolu’nun, özellikle yükselme devri sonrasında geri plana itildi i söylenebilir. Geni lemeye yönelik bir politika izleyen, bu ba lamda yönünü daha çok Avrupa’ya çeviren Osmanlı, Anadolu’yu daha ziyade gelir ve insan kayna ı olarak görmü , geni lemek için ihtiyaç duydu u askeri

118

kayna ı da yine bu co rafyadan kar ılamı tır. Buna kar ılık mparatorlu un bu bölgesine herhangi bir imtiyaz tanımamı ve yine di er bölgelerde oldu u gibi milli ya da ırki özelliklerinden dolayı Anadolu’ya özel bir önem atfedilmemi tir. Ayrıca Anadolu’da ya ayan “cahil”, “köylü” ve “göçebelerin” saray nezdinde itibarlarının olmamasına ek olarak, bunlara kar ı merkezin zamanla negatif bir algı içine girdi i de söylenebilir. Bu iki yönlü algının (gerek merkezin Anadolu’daki halkın cahil oldu unu dü ünmesi, gerekse Anadolu’daki halkın merkezin kendisini cahil gördü ünü dü ünmesi) bir gerekçesi olarak ise Osmanlı devlet adamlarının ço unun mparatorlu un Anadolu dı ındaki bölgelerinden gelmeleri gösterilebilir. Bundan dolayıdır ki Anadolu’nun onların gözünde ekstra bir öneme sahip olması gibi bir durum söz konusu de ildir (Kushner, 2009: 103-105).

Anadolucuları bu görü lere iten tarihsel ve sosyolojik bir arka plandan, daha açıkçası geleneksel dönem imparatorluk devletlerine has kaçınılmaz çevresel artların varlı ından da bahsetmek gerekir. Bu ba lamda ilk de inilmesi gereken husus; Osmanlı Devleti’nin, millet sistemi olarak anılan sistemi uygulayan, tebaasını etnik farklılıklara göre de il, inanç ve bunların mezheplerine göre sınıflandıran bir imparatorluk oldu u hususudur. Bu sınıflandırma dahilinde devlet bürokrasisi de tıpkı di er imparatorluklarda da oldu u gibi milletler üstü bir karakter ta ımaktadır. Bununla ba lantılı olarak yönetim kademesinde mparatorlu un tebaası içerisinde yer alan, azınlıklardan ve dev irmelerden olu an bir yönetici kesimine de rastlamak mümkündür. Ba langıçta herhangi bir rahatsızlık unsuru olmayan hatta son derece akılcı ve i levsel oldu u söylenebilecek olan bu durumun 19.yy’da milliyetçilik hareketlerinin hız kazanmasıyla birlikte, birtakım ho nutsuzluklara sebebiyet verdi i dile getirilebilir. Zira Anadoluculu un bir anlamda ötekile tirdi i Osmanlı’ya daha ziyade bu konuda ele tiri oklarını yöneltti i de söylenebilir. Fakat burada unutulmaması gereken bir konu olarak ve tarih yanılgısına dü meden bu durum de erlendirildi inde, milliyetçilik ça ı öncesinde bu gibi ikayetlerin olabilmesi de pek mümkün de ildir. Zira bu ancak, ya anan sava lar ve i galler kar ısında milliyetçi duyguları yo unla an bir toplumun, milli bilince ula ması sonrasında ortaya çıkabilecek olan de er yüklü bir algıdır. Buradan hareketle geçmi tarihte kurumsalla an bir devlette 19. yy.’a gelinceye kadar modernizmin bir getirisi ve etnik aidiyetle yakından ili kili oldu u söylenebilecek de er yüklü kavramlar olan “vatan”,

“kurucu unsur”, “etnik çekirdek” vb. kavramlardan bahsedilebilmesi de pek mümkün de ildir.

Milliyetçilik hareketleri ortaya çıkmadan önce de gerilemekte olan ve adeta da ılmasına ramak kalmı bir imparatorlu un, içinde bulundu u durum da Anadoluculu un ortaya çıkaca ı iklimi hazırlayan faktörler içerisinde de erlendirilebilir. Zira sava meydanlarındaki ba arısızlıklar, bir me ruiyet bunalımı içinde bulunan padi ahlık makamı, kötüle en mali durum ve tüm bunlara çözüm bulamayan aydın ve yönetici sınıf, bu iklimin olu masında oldukça etkili olmu tur.

Sava ve ganimetin büyük ölçüde belirleyici oldu u Osmanlı ekonomisinde, özellikle sava meydanlarında ardı arkası gelmeyen hezimetler, büyük toprak kayıplarına ve ekonomik yapının sarsılmasına neden olmu tur. Her ne kadar bu gidi atın düzeltilmesi için reformlar ve yenilikler aracılı ı ile önlem alınmaya çalı ıldıysa da ba arıya ula ılamamı tır ( nalcık, 1996: 161-162). Bu reformların bir parçası olarak Avrupa’ya gönderilen ö renciler Batılı ideoloji ve yönetim anlayı ından da etkilenerek ülkelerine dönmü lerdir. Bu gençler Batı’yı daha yakından tanımanın verdi i heves ve idealizmle, bir yandan devletin nasıl kurtulaca ı sorusuna cevap ararlarken, di er yandan da padi ahın me ruiyetini sorgulamaya ba lamı lardır. Batılı ideolojilerden büyük ölçüde etkilenen ve yeni olu an bu aydın sınıf, devleti kurtarma misyonu içerisinde çözüm ararken yeni önerilerde bulunmu lardır. Nihayetinde halis niyetlerle ortaya çıkan bu grup ve akımlar gerek birbirleri, gerek ise devlet yönetimiyle giri tikleri iktidar mücadelesi sonucunda, çözüm olmak bir yana, özellikle Abdulhamit döneminde devlet yönetiminin de tepkisini çekerek kaotik ortamı beslemi tir. Bu ba lamda devleti kurtarma misyonu içerisinde gidi atı de i tiremeyen aydınlar ve onların ba arısız önerilerinin Anadoluculuk için ideolojik bir zemini de hazırladı ı söylenebilir. Zira yıllardır ata yadigarı olan bu topraklardan haberdar olunmasına kar ın adeta de erinden yeni yeni haberdar olunan bir mücevher gibi Anadolu ı ıltısıyla aydınları cezbetmi ve “bu ı ık etrafında” farklı grupla malar olmu tur (Topçu, 2010: 101).

Son olarak de i en dünya konjonktürünün Anadoluculu un ortaya çıkmasında önemli bir dı faktör oldu undan bahsedilebilir. Bu ba lamda ele alınabilecek olan dı faktörlerden ilki olarak, ku kusuz, bu ça a adını veren milliyetçilik görülebilir. Ba ımsız milletlerin ve ulus-devletlerin sahneye çıkmasını sa layan bir ideoloji olan

milliyetçili in yaygınla arak hakim ideoloji olması, ulus-devlet modelinin egemen devlet formu haline gelmesi, aydınlar tarafından önerilecek olan çözümlerin de yine bu eksende olmasını beraberinde getirmektedir. Fakat I. Dünya Sava ı’nın kaybeden cephesi içerisinde yer alan Osmanlı’da, milliyetçilik temelli bu önerinin nispeten içe dönük, sınırları belirli, ya anılan kayıplardan sonra elindekini korumaya yönelik, yayılmacı olmayan bir karakterde oldu u söylenebilir. Dı faktörlerden ikincisi olarak ise sömürgecilik yarı ından ve bununla paralel olarak geli ti i söylenebilecek olan de i en ticaret yollarının, mparatorluk üzerindeki olumsuz etkisinden bahsedilebilir. Zira sömürgecilik noktasında di er devletlerle yarı a dahi girmeyen mparatorlu un, bu ba lamda ticaret yollarının da yer de i tirmesiyle birlikte bir yandan mali anlamda büyük gelir kayıplarına u rarken, di er yandan ise merkezi jeopolitik konumunun da önemsizle meye ba ladı ı söylenebilir.

Anadoluculuk hareketi119, kısaca bahsedilen bu arka planın olu turdu u artlar içerisinde, Hilmi Ziya Ülken’in ifadesiyle, II. Me rutiyet’in Osmanlıcılık, slamcılık ve Turancılık eklindeki üç yaygın ideolojisine kar ı, bir tepki olarak Mütareke yıllarında do an hareketlerden birisidir. Hareketin sistemli bir biçimde ortaya çıkı ı her ne kadar 20. yy.’ın ilk çeyre inde olduysa da daha öncesinde ya anan bir takım olaylar gözlerin Anadolu co rafyasına çevrilmesini sa lamı , bir anlamda Anadolu hakkında yeni bir farkındalı ın ortaya çıkmasına yol açmı tır.

Bu bir dizi olaydan ilki olarak 1872’de Anadolu’da meydana gelen iddetli kuraklık sonrasında iddetli kı ın da etkisiyle ya anan açlık ve göç gösterilebilir. Kuraklı ın, iddetli kı la birlikte binlerce Anadolu insanının ölümüne yol açması, gözleri Anadolu’ya çevirirken; yapılan çe itli yardım kampanyaları ve basının bundaki payı dikkatleri Anadolu üzerine toplamı tır120.

119

Hilmi Ziya Ülken, eserlerinde “Anadoluculuk” kavramı yerine aynı içerikle “Memleketçilik” kavramını kullanmaktadır.

120

Bu farkındalı ın bir örne i olarak Mehmed Ali Tevfik’in ba yazarı oldu u “Basiret Gazetesi”nde bu kampanya dahilinde, “ stimdad” ba lı ı ile yazılan bir yazı oldukça dikkat çekicidir.

“Ey vatanın bütün evlatları, iyice dü ünelim! E er biz Anadolu halkının yardımına ve ihtiyaçlarının kar ılanmasında zerre kadar kusur edersek sa kolumuzu kırmı oluruz. Askerimizin ço u, rençberimizin ço u, Anadolu’da yeti en karde lerimizdir. Giderilmesi gereken ihtiyaçlarımızın ço u onların himmetleri, çalı maları sayesinde meydana geliyordu. Bu vatan çocukları bizim en mukaddes hizmetlerimizde bulundukları halde biz de böyle kara bir günde imdatlarına yeti emezsek ne vakit yeti ece iz? Yapaca ınız yardımı, gösterece iniz yi itli i edece iniz gayreti dü ünelim. Kendimize edece imiz,

Ku kusuz bu tarihten sonra de i en konjonktürel artların da etkisiyle basın ve aydınların Anadolu’yla daha yakından ilgilendikleri söylenebilir. 1902’de (Adanalı) Süleyman Vahid’in Mısır’da, halk Türkçesi ile çıkardı ı, ayda iki defa yayınlanan Anadolu Dergisi bunun ilk örneklerinden biridir121. 1903’te çıkarılan ura-yı Ümmet’te yayınlanan air Hüseyin Siret’in “Anadolu Mektupları”da bu minvalde ekillenen eserlerden bir di eri olarak görülebilir (Mardin, 2006: 274). Bahsi geçen dergi ve mecmuaların dı ında “Anadolu” adıyla 1908’de Konya’da Mehmed Burhaneddin ve 1912’de Haydar Rü tü tarafından zmir’de çıkarılan mecmualar da görülmektedir. Tüm bu dikkatlerin, kültürel ve edebi akımların siyasal bir harekete dönü mesinin ise 1924’te “Anadolu Mecmuası”nın yayın hayatına ba lamasıyla birlikte oldu u söylenebilir.

Ülken, Anadolu Mecmuası’na giden ve Anadoluculuk hareketini olu turacak sürecin ilk tohumları olarak; 1917 yılında Türk Oca ı çerisinde “Büyük Türkçülü e”/“Turancılı a” kar ı “Küçük Türkçülük” veya “Türkiyecilik” eklinde ortaya çıkan görü leri göstermektedir (Ülken, 2013: 712) 122. Bu ayrı ma, 14 Haziran 1918’de Türk Ocakları’nın ikinci kongresinde daha da belirginle mi tir. Türk Ocakları içerisinde ya anan bu ayrı manın izlerinin, Ocak Nizamnamesi üzerinde yürüyen bir tartı mada görülebilmesi mümkündür123.

kinci kongre kapsamında Ocak Nizamnamesi’nin de i tirilmesine yönelik yapılan ve hararetli tartı malara sahne olan 28 Haziran 1918 günü yapılan toplantıda, tartı maların daha çok Ocak Nizamnamesi’nin ikinci maddesi etrafında odaklanmakta oldu u

kendimize yapaca ımız, bu yardım neticede yine bize hayır olacak, bize destek olacaktır (Basiret, 1290’dan aktaran Kushner, 2009: 105).

121

Derginin ilk sayısında giri cümlesi olarak yazılan “Esselam-ü Aleyk ey mübarek Anadolu. Ey koca Türkeli. Merhaba ey sevgili küçük Asya, ey mukaddes vatan. Eyadi-i zülm-ü istibdat, hane ve ka anelerini viran, ehl-ü ayalin olan ehl-i slamı peri an eylemi tir. La havle ve la kuvvete illa billah.” (Anadolu, 1320: 1) denilmekte. 1900’lerin hemen ba ında halka ve Anadolu’ya yakla ma iste i açık bir ekilde görülmektedir.

122

Buna ek olarak bu tarih öncesinde de münferit, Anadolucu söylemi andıran hareketler oldu unu belirtmekte fayda vardır. 1915’te Türk Oca ı’nın zmir ubesinde verdi i konferanslarla Turan idealinin gerek duygusal gerekse dü ünsel olarak bir vatan olamayaca ını belirten Necip Türkçü bunun örneklerinden biridir. Vatanın, mekani bir unsuru olarak ülke ve topra ı gören Necip Türkçü’ye göre Anadolu ve Rumeli Türklü ünün ön plana çıkarılması gerekmektedir (Huyugüzel, 1988: 74-75).

123

Nizamname’nin o günün artlarında yetersiz oldu una, Türkçülü ün bir dönü üm geçirdi ine ve artık eski nizamnamenin üzerinde bazı de i iklikler yapılması gereklili ine de inen Ha im Nihad Bey’in konu ması üzerine nizamnamenin yenilenmesiyle ilgili bir grup olu turulmu ve bu grup tarafından 28 Haziran 1918’de yapılacak toplantı öncesi çe itli taslak ve tasarılar hazırlanmı tır (Türk Yurdu, 1334a: 229-231’den aktaran Çınar, 2013: 52).

söylenebilir. Daha önce “Türk Oca ı Esas Nizamnamesi” olarak yayınlanan tüzük çerçevesinde “Cemiyetin maksadı Akvam-ı slamiye’nin bir rükn-i mühimi olan Türklerin, milli terbiye ve ilmi, içtimai, iktisadi seviyelerinin terakki ve ilasıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalı maktır.”(Türk Oca ı Esas Nizamı, 1918: 1, 2.Madde) eklindeki ikinci maddenin, encümenin hazırladı ı “Oca ın maksadı Türklerin harsi birli ine ve medeni kemaline çalı maktır. Oca ın faaliyet sahası bilhassa Türkiye’dir” eklinde de i tirilmesi önerisi tartı maları da beraberinde getirmi tir. Zira ba ta Dr. ükrü Eflatun, Hüseyin Abbas ve Hamdullah Suphi’den olu an bir grup gerçekten de i e Anadolu’dan ba lanması gereklili ini kabul etmekle birlikte, ”bilhassa Türkiye” ifadesinin tüzükte yer alması, Türkiye dı ındaki Türkleri incitece i ve tasarlanan “büyük vatan” fikrini yıprataca ı gerekçesiyle yapılan oylama sonucunda reddedilmi tir (Türk Yurdu, 1334: 4299’dan aktaran Üstel, 1993: 51). Bu tartı ma aynı zamanda “Türkiyecilik” kavramının da ilk kez kullanılmasını içermektedir. Nitekim bu kavramın ilk olarak, tartı manın di er kanadında yer alan, Halide Edip tarafından kullanıldı ı da iddia edilmektedir124 (Tachau, 1963: 166’dan aktaran Bingöl ve Paki , 2011: 117).

Bu tartı madan kısa bir süre sonra Halide Edip, 30 Haziran 1918 tarihli “Vakit Gazetesi”nde yayınladı ı “Evimize Bakalım: Türkçülü ün Faaliyet Sahası125” (Adıvar, 1334a: 1) ba lıklı yazısı ile iddialarını sürdürerek tartı mayı bir ba ka platforma ta ımı tır. Yazı 1918’de kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti’ne ö retmen gönderilmesi fikri ile ilgili bir tartı maya cevaben kaleme alınmı , dı Türklerden ziyade elimizdeki kaynakların Anadolu için seferber edilmesi gereklili inden bahsedilmi tir. Ana temasında Turancılı ın hayalperest bir akım oldu u görü ü bulunan yazısında, o gün için gerek yalnızca Müslüman Türkleri kapsayan, gerek ise din ba ı dı ında etnik olarak Türk olan ve gayrimüslimleri de içine alan Turancı görü e ait, “ırkların” bir teori, bir iddia olmasına kar ın, milletlerin bir realite oldu unu öne sürmektedir. Halide Edip milletleri siyasal sınırlar içerisinde ya ayan halklar olarak görmektedir. Böylelikle Türkçülü ün hayali sınırlardan uzakla arak, realist olan siyasal sınırlar içerisine

124

1927 yılında bu maddenin “Türk Oca ının faaliyet sahası sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırlarıdır” eklinde de i tirildi ini belirtmekte fayda vardır. Bunda ku kusuz Sovyet Rusya ile olan ili kilerin ve