• Sonuç bulunamadı

2.3. DİNÎ VE TASAVVUFÎ UNSURLAR

2.3.2. Tasavvufî Unsurlar

2.3.2.2. Mâsivâ

Allah’tan başka her şey294 demek olan mâsivâ, kesreti ifâde eder. Oysa Allah vâhiddir ve bütün âlem buna şâhittir (5b, 6). Allah’a ulaşmanın tek yolu mâsivâyı terk etmektir (40a, 3). Mâsivâyı terk etmenin yolu ise nefsi terbiyeden geçer:

Mā-sivādan ķaŧǾ idüp nefsüñ hemān Ĥaķ rıżāsın itse aluban pāk cān (47a, 6)

Mâsivâyı terk etmenin bir diğer yolu Allah’ı anıp zikretmek ve O’na ibâdet etmektir:

Ol dem ola maǾnį ĥāśıl pes saña

292 Uludağ, a.g.e., s. 302.

293 Kurnaz, a.g.e., s. 77.

Mā-sivā terk idesin Ĥaķķı aña (49b, 12)

Aşağıdaki örnekte nefsin isteklerine uyulmaması uyarısında bulunularak mâsivâyla olan bağın kesilmesi gerektiği ifâde edilmiştir:

Bu hevā-yı nefse uyup yılma sen

Mā-sivādan ķaŧıǾ ide gör dil u cān (82a, 11) 2.3.2.3. Nefs

Nefis, rûh, öz varlık295 anlamına gelen nefis, tasavvufta “kötü huy ve süflî arzuların tamamı”296 şeklinde tanımlanmaktadır. Nefsin,

“1. Nefs-i emmâre: İnsânı kötülüğe sevk eden nefis. 2. Nefs-i levvâme:

Yaptığı kötülükten pişman olan ve hayra yönelen nefis. 3. Nefs-i mülhimme: Allâh tarafından iyilik ilham edilen ve kötülüklerden arınmış olan nefis. 4. Nefs-i mutmainne: Îmânda hata yapmayacak derecede kötülüklerden uzaklaşmış olan nefis. 5. Nefs-i razıyye: Allâh’tan razı olan nefis. 6. Nefs-i marzıyye: Allâh’ın kendisinden razı olduğu ve rızâsını verdiği nefis. 7. Nefs-i sâfiyye veya zekiyye: Kötülüklerden tamamen arınmış olan nefis.” 297

olmak üzere yedi çeşidi vadır. Yukarıda zikredilen nefis çeşitlerinden “nefs-i emmâre”

sıkça zikredilirken “nefs-i levvâme” nâdiren zikredilmiştir. Eserde nefsin arzularından kaçınılması ve onun köle edilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Tıpkı erenlerin yaptığı gibi Allah’a lâyık ameller işlemek, Allah’a dâima ibâdet edip bu yolda çalışmak nefisten kurtulmanın yegâne yoludur:

Cehd idüben kendü nefsüñ bilesin

Ĥaķķa lāyıķ ħōş Ǿameller ķılasın (13a, 2)

Nefsüñ öldür cānıdır ger ķıl namāz eyle niyāz Dut erenler rāhını sen merd olup iy pāk-źāt (29a, 20)

İnsanı kötü işlere sevk eden nefis, Hz. Ȃdem’in Allah’ın emrine karşı gelip yasaklı meyveden yemesine sebep olmuştur:

295 Pala, a.g.e., s. 355.

296 Süleyman Uludağ, “Nefis” DİA, XXXI. Cilt, 2006, s. 527.

297 Pala, a.g.e., s. 355.

…Ādem-i Śafį ħaŧā ķılup emr-i (15) Ĥaķķı śıyup nefs-i murdārı gözleyüp iblįs telbįsine ve Ħavvā mekrine uġrayup buġday yidükden śoñra (16) çünki ħaŧāsın bildi günāhına muķırr oldı (31a, 14-16)

İnsanı kötülüğe sevk eden “nesf-i emmâre”, tıpkı dev, şeytan gibi insanı her zaman Allah yolundan alıkoymaya çalışır. İnsanın yapması gereken nefsiyle mücâdele edip onu terbiye etmek hatta yok etmeye çalışmak ve Allah’a îmân edip O’na lâyık ameller işlemektir. Dünyanın süsü, nefsi hapsetmiştir. Bu hapisten kurtulmanın yolu akıl ve ruhun ittifak etmesidir. Bu ittifak sayesinde dev ve şeytan zarar veremez (39b, 16-18).

Eserde, nefis için çeşitli teşbihler kullanılmıştır. Örneğin, “nefs-i emmâre” ifrit ve deve teşbih edilirken “nefs-i levvâme” de periye teşbih edilmiştir:

Nefs-i emmāre durur Ǿifrįt ü dįv

Nefs-i levvāme perįdür tācver (129a, 14)

Nefsin kaynağı şehvet ve cimriliktir, bunlar terk edilmedir:

Buħl u şehvetdür ķuvāsı nefsinüñ

Terkin ur ki çekmeyesin infiǾāl (144b, 13)

Eserde nefisle ilgili olarak “Nefsini bilen Rabbini bilir.” hadisinden “men aref”

şeklinde iktibas yapılmış, kendi nefsini bilmeyenin kâmil olmadığı ifâde edilmiştir:

ǾÖmri itme maĥv taśrįfe telef

Kendü nefsüñ bil oķuyup men Ǿaref (13a, 7)

Kendü nefsin bilmeyen kāmil degül Kimdir aña gevden u cāhil degül (96a, 5)

2.3.2.4. Bâtın, Zâhir

Bâtın, “iç, gizli, derûn, iç nihan, gizli âlem”298 zâhir ise “dış, bir şeyin görünen tarafı”299 demektir. Bu iki kavram birbirinin zıddı olup genellikle bir arada kullanılmıştır. Eserde bu iki kelimeye çok az yer verilmiştir:

Bu Süleymān-nāmeden śāĥib-kemāl

298 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 67.

Žāhirinden diñledük nedür maķāl (144b, 7)

Bāŧınından daħı diñle remzini

Saña senden şerĥ ider bir ħōş-miŝāl (144b, 7) 2.3.2.5. Fenâ, Bekâ

Geçici olma anlamına gelen fenâ kelimesi tasavvufî anlamıyla “kötü huyların ve davranışların yok olması”300dır. Kalıcı olma anlamına gelen bekâ ise tasavvufî anlamıyla “Allah’ın sıfat ve nitelikleriyle süslenmesi ”301dir. Bu âlem fânîdir ve âlemde mevcut olan her şey de geçicidir (83a, 3). Bâkî olan yalnızca Allah’tır (83a, 2).

Eserdeki örneklerin çoğunda âlemin fânîliğine değinilmiş; dünyanın geçici süs, haz ve zevklerine gönül verilmemesi gerektiği uyarısında bulunulmuştur:

Zįnetine süflinüñ virme göñül

Kim degül bāķį ķamusı küllü fān (82a, 14)

Hz Süleymân’a adâleti elden bırakmaması ve asla bu âlem mülküne aldanmaması uyarısında bulunulmuş; bu âlemin fânî, âhiretin ise bâkî olduğu ifâde edilmiştir:

Ǿadl u dādı elden ķomayasın ve cihān milkine ġarre olmayasın kim cihān fānįdür bāķį āħiretdür aña göre ŧāǾat (7) idesin…(16a, 6-7)

2.3.2.6. Vahdet, Kesret

Vahdet, “birlik, teklik, bütünlük”302; kesret, “çokluk, bolluk, ziyâdelik”303 anlamlarına gelmektedir. Her şeyden münezzeh olan Allah, mutlak ve tektir. Kâinattaki mevcûdat onun tecellisinden ibârettir. Tasavvufta kesret vahdetin zıddıdır. Vahdete ulaşmanın yolu kesretten yani mâsivâdan kurtulmakla mümkündür. Eserde vahdet kelimesi, kesret kelimesine göre daha sık zikredilmiş, Allah’ın birliğine şahitlik edilip şükredilmesi istenmiştir (98a, 20-21; 98b, 1).

2.3.2.7. Dünya

300 Uludağ, a.g.e., s. 70.

301 A.g.e., s. 70.

302 Ali Durusoy, “Vahdet” DİA, XLII. Cilt, 2012, s. 430.

303 Pala, a.g.e., s. 267.

Dünya, eserde geçiciliği, aldatıcılığı dolayısıyla söz konusu edilmiştir. Dünya fânîdir, üzerinde oturanlar er ya da geç göçecektir. Dolayısıyla dünyaya bağlanılmamalı,

gönülden dünya muhabbeti giderilmelidir. Geçici olan bu dünyada her doğan ölecektir:

MaǾnide yüz biñle birdür bir iy yār Kim geçer ķalmaz cihān şöyle ki var

Göz yumup açınca bu çarħ-ı felek Dürlü dürlü levne girür āşkār (31a, 3)

Aşağıdaki örnekte dünya bir köprüye benzetilerek her gelenin bu köprüden geçeceği ifâde edilmiştir:

Ĥāl-i Ǿālem bu durur Ǿārif bilür yoķdur gümān

Kim cihān bir köprüdür her kim gelürse tįz geçer (129a, 5) 2.3.2.8. Terk

Terk, Allah’tan gayrı her şeyi bırakmak 304 şeklinde tanımlanır. Tasavvufta dört şekli vardır:

“1. Terk-i dünya: Zahit bütün dünya nimetlerini, malı ve mülkü ahiret için terk eder. 2.Terk-i ukbâ: Arif cenneti ve oradaki nimetleri, ilahi cemâli temaşa için terk eyler. 3. Terk-i hestî: Sâlik kendi varlığını da terk ederek, Hak’ta fâni olur. Terk-i terk: Kâmil ârif terki de terk eder; aklında ve zihninde terk diye bir kavram kalmaz.”305

Allah’a ulaşmanın yolu mâsivâyı, nefsi, kibri, kini, cimriliği ve şehveti terk etmekten geçer:

Mā-sivāyı terk iden Ĥaķķa irer Bāŧıl işi terk iden Ĥaķķı erer (40a, 3)

Terk idicek buħl u ħışm ile kibr

Müǿmin ola nefs olmaya kebįr (54a, 7) 2.3.2.9. Zühd, Takvâ

304 Kurnaz, a.g.e., s. 82.

Zühd, “her türlü zevke karşı koyarak kendini ibâdete vermek”306, takvâ ise “Allah’tan korkma, dînin yasak ettiği şeylerden sakınma”307 anlamlarına gelmektedir. Ömrünü Allah’a ibâdet ederek geçiren Zâhid, dinin yasaklarından uzak durup buyurduklarını yerine getirir. Zâhid’in böyle ömür sürmesi Hz. Süleymân tarafından beğenilip takdir edilmiştir (60a, 15-17).

2.3.2.10. Gönül

Tasavvufa göre gönül Allah’ın evidir. Yere göğe sığmayan Allah bir gönle sığar, dolayısıyla gönül her zaman temiz tutulmalı ve hiçbir zaman yıkılmamalıdır.

Dünyanın muhabbeti, süsü gönülden atılmalıdır.308 Eserde gönül ile ilgili pek çok teşbih örneği vardır:

Gönlün Mekke’ye teşbih edildiği aşağıdaki örnekte buranın asla meyhâneye dönüştürülmemesi uyarısında bulunularak Allah’ın gönle nazar etmesinin koşulunun gönlü saf, temiz tutmaktan geçtiği zikredilmiştir:

Ķalbüñi śāf eyleriseñ pür-hüner Günde yetmiş biñ kez ide Ĥaķ nažar

Beyt-i Ĥaķı ķılma büt-ħāne śaķın

Mekkedür ķalb itme mey-ħāne śaķın (49b, 6)

Gönlün çerağa teşbih edildiği örnekte gönül pâk olunca ten ay gibi ışık verir:

Bir meŝel var itmegil ķāl ü nizāǾ

O zücāce cism olur göñül çerāġ (47a, 4)

Tende ķalbüñ pāk oluncaķ tābnāk

ŞuǾle virür cismüñe çün meh semāk (47a, 5)

Sadefin âdeme teşbih edildiği bir diğer örnekte gönül de güherdir. Onun için Allah bu gönle nazar eder:

306 Nejat Sefercioğlu, Nevʻî Divanı’nın Tahlîli, 2. bs., Akçağ Yayınları, Ankara, 2001, s. 53.

307 A.g.e., s. 53.

308 Kaplan Üstüner, Divan Şiirinde Tasavvuf (14. -15. Yüzyıllar), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s. 273-280.

Yā śadef ādem durur göñli güher Anuñ içün Ĥaķ ider aña nažar (49b, 8)

Allah’ın nazargâhı olan gönül dâima temiz tutulmalı ve her zaman alçakgönüllü olunmalıdır:

Göñlüñ alçaķ dut ki aśluñ oldı ħāk Lįk ķalbüñ eyle śāfį tābnāk (21a, 19)

Şeytanın gönülde yol bulmaması için nefsin terbiye edilmesi, gönülden cimriliğin, öfkenin ve kibrin atılması gerektiği vurgulanmıştır:

Nefsi çāker itmesine eyle cehd

K’itmeye göñlüñe şeyŧān dilde ķaśd (54a, 6)

Terk idicek buħl u ħışm ile kibr

Müǿmin ola nefs olmaya kebir (54a, 6)

Esere göre müminin gönlü Allah tarafından yedi kat yaratılmıştır. Bu katların adları eserde şu şekilde zikredilmiştir:

… Ĥaķ TeǾālā müǿminüñ göñlin daħı yidi ķat yaratdı (13) evvel ki ķatına śadr dirler anı İslām ile bezedi nite kim kelāmında buyurur ki ķavluhu TeǾālā fe-men yeşraħ śadrahu liǿl-İslām (14) ikinci ķatına ķalb dirler anı įmān ile bezedi ķavluhu TeǾālā uleǿike ketebe fį-ķulūbihimuǿl-įmāne (15) üçünci perdesine şeġaf dirler anı ħalķuñ birbirile şefāǾatile sevgüsile (16) bezedi ķavluhu TeǾālā ķad şeġafehā ħabben dördünci ķatına fuǿād dirler anı Ĥaķ TeǾālā dįźārıla bezedi (17) ķavluhu TeǾālā mā keźebeǿl-fuǿādü mā-rāǿe 309 beşinci ĥıyyatüǿl-ķalb dirler anı Allāh TeǾālā kendü muhabbeti (18) sevgüsile bezedi ķavluhu TeǾālā innǿallāhe yuħibbüǿl müteŧahhirįn altıncı ķatına sevdā dirler ol (19) Ǿālimler yiridür ķavluhu TeǾālā Ǿallemnāhu min ledünnā Ǿilmen yidinci ķatına behcetüǿl-ķalb dirler (20) ol Ĥaķķuñ nažargāhıdur (114a, 12-20)

2.3.2.11. Ȃrif

Ȃrif, tasavvufta “Allah Teâla’nın kendi zatını, sıfatlarını, isimlerini ve fiillerini müşahede ettirdiği kimse”310 şeklinde tanımlanır. Münkirin zıddı olan ârif, mânevî arınma sayesinde sezgi ve derunî tecrübe ile öğrenendir. Gönlü yalnızca sevgi ve

309 Kurʼan-ı Kerîm, Necm sûresi, 53/11: “Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı.”

neşeyle dolu olan ârif, ne dünya ile ne âhiretle, ne cennetle ne de cehennemle ilgilenir;

o yalnızca Allah’la ilgilenir çünkü yalnızca Allah’a âşıktır. O, Allah’ın lütfunu da kahrını da hoş karşılar.311 Eserde âriflerin az uyuyup saatlerce Allah’a ibâdet ettikleri ifâde edilmiştir (27a, 21; 27b, 1-4).

Ȃrif olan adâletli ve nefsini bilendir. Nefsini bilen muradına erecektir:

Çün cihānda Ǿārif-i Ĥaķ ol dād

(10) Nefsi bilseñ ĥāśıl olur her murād (49b, 10) 2.3.2.12. Vird, Zikr

Zikr, tasavvufî mânada “Allah’ı anmak ve hatırlamak; onu unutmamak ve gaflet halinde olmamak”312tır. Dervişlerin yüksek sesle ve bir ağızdan yaptıları “zikr-i celî”

ve gönülden yapılan “zikr-i hafî” olmak üzere zikrin iki çeşidi vardır.313 Eserde zikr kelimesi genelde “zikr-i Hak” terkibi ile anılmış ve oldukça yaygın kullanılmıştır.

Kuşlardan meleklere, âriflerden Sâm’a ve Hz. Süleymân’a her yaratılan gerek kendi lisanıyla gerek gönlüyle Allah’ı zikretmiştir (2a, 9; 18b, 20-21; 39b, 6-7; 43b, 16-17).

Kul, devletini yüce kılmak için şükretmeli ve arzuladığı cennet için de her zaman Allah’ı zikretmelidir:

Ķul gerek ki dāǿim ide źikr-i Ĥaķķı her zamān Tā kim andan şākir ola ol ġanį müsteǾān

Şükr iderseñ devletüñi yüce ķıla Ĥaķ TeǾālā

Źikr iderseñ rūzį ķıla raĥmet idüp ol cinān (58a, 2)

Vird, “Günlük duâlar, düzenli bir şekilde belli zamanlarda okunmak üzere âyet, hadis ve ermişlerin sözlerinden derlenmiş duâlar”314a denir. Eserde vird ve çoğulu olan evrâd kelimesi zikr kelimesine göre daha az anılmıştır. Zikr gibi vird ya da evrâdı da her mahlûkat kendi lisanınca okumuştur (70b, 5; 71a, 3; 77b, 9; 97b, 4-6).

311 Süleyman Uludağ, “Ȃrif” DİA, III. Cilt, 1991, s. 361-362.

312 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 393.

313 Pala, a.g.e., s. 493.

2.3.2.13. Himmet

Sözlükte, “gayret, emek, çalışma, çabalama”315 anlamlarına gelen himmet, tasavvufta

“Bir kemal halini veya diğer bir şeyi elde etmek için bütün ruhani güçleriyle birlikte kalbin Hakk’a yönelmesi”316dir. Eserde kelimenin geçtiği örneklerde Allah’tan himmet beklenilmiştir (77a, 18-20; 88a, 7; 99b, 10).

Ĥaķ TeǾālā’dan dilerem ide inśāf ol emįr

K’ide himmet vire niǾmet çekmeyevüz ıżŧırār (88a, 7)

İy kerem gānį mürivvet maǾdenį gānį seħā

Bir faķįrem pūla muĥtāc eyle himmet ķıl Ǿaŧā (99b, 10) 2.3.2.14. Tekebbür, Riyâ

Kibir kelimesi sözlükte “ Büyüklük, kendini büyük görme, başkalarını küçük görme, mütevazı olmama”317 şeklinde tanımlanmaktadır. Kibir, şeytandan miras kalmıştır (29a, 12). Şeytan Allah’ın “Hz. Ȃdem’e secde edin!” emrine karşı gelip kıyâmda durup kibirlendiği için Allah tarafından feriştelik donu çıkarılıp dergâhtan kovulmuştur (28b, 6-21).Eserde “garre olmak” şeklinde de anılan kibrin terk edilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur:

Buħl u şehvet kibr ü kini eyle terk

Ĥaķ rıżāsın ŧutup eyle Ĥaķķı berk (111b, 16)

Hz. Süleymân’a nasîhat verilen aşağıdaki örnekte Hz. Süleymân’ın adâletten sapmaması ve cihân mülküne garre olmaması uyarısında bulunulmuştur. Bunun yanında dünyanın geçici, âhiretin bâkî olduğuna vurgu yapılarak her zaman Allah’a ibâdet edilmesi gerektiği ifâde edilmiştir:

…yā Süleymān naśįĥatum budur ki Allāha lāyıķ Ǿamel ķılasın innaǿllāhe yeǿmuru biǿl-Ǿadli veǿl-iĥsāni mūcebince (6)Ǿadl u dādı elden ķomayasın ve cihān milkine ġarre olmayasın kim cihān fānįdür bāķį āħiretdür aña göre ŧāǾat (7) idesin… (16a, 5-7)

315 Devellioğlu, a.g.e., s. 371.

316 Uludağ, a.g.e., s. 170.

Nice Süleymânların geldiği bu cihân sarayında halkına, devletine karşı kendini beğenip büyüklük taslayanların ellerinden yüzükleri alınmıştır:

…Süleymān nebį ġāyet şād u ħandān (19) oldı ve ol mertebeye lāyıķ olduġına şād u ħandān oldı secde-i şükir ķıldı ve dünyā muĥabbetin (20) göñlinden çıķardı zįrā taĥķįķ bildi kim bu cihān serāyına nice biñ biñ Süleymānlar gelmiş şöyle ki (21) anlaruñ ħātemlerinden bir Ǿālį-ķubbe yapılmış ve āħir ol Süleymānlaruñ her birisi uşaġı ve irisi devletlerine [83a] (1) ġarre olduķları ecilden ellerinden ħātemleri gitmiş… (82b, 18-21; 83a, 1)

Kibr, tevâzu kelimesinin zıddıdır. Tevâzu sahibi fazl ve kemâl bulurken kibir sahibi her iki dünyada mutluluk bulamaz:

Her kim alçaķlıķ iderse bulasır fażl u kemāl

Kim tekebbür dü-cihānda bulmayısar baħtyār (28a, 19)

Nûh tûfanı hâdisesine telmih yapılan örnekte yüce dağlar sâhip oldukları özelliklerinden dolayı kendilerini beğenip gururlanmıştır. Arafat dağı bu yüksek dağlara nispetle daha alçak olduğu için Allah’a hâl dilince münâcat edip O’ndan kendisini şereflendirmesini istemiştir. Allah, Arafat dağının münâcatını kabul etmiş ve Nûh’un gemisi tûfan esnasında Arafat dağına konmuştur. Arafat dağı tevâzunun temsilcisidir. Allah’ın nazargâhı da alçak olan gönüldedir (21a, 4-18).

Gösteriş, ikiyüzlülük gibi anlamlara gelen riyâ tasavvufta “Hak rızası için yapılmayan ihlassız işler ve samimiyetsiz ibâdetler”318 anlamına gelmektedir. Eserde riyâ daha çok

“bi-riyâ” şeklinde anılmış olup yalansız, riyâsız yapılan ibâdetler için kullanılmıştır:

Bilesince on iki bin enbiyā

Ĥaķķa ŧāǾat ider idi bį-riyā (43a, 14)

Mescid içre Şeh Süleymān Ĥaķķa iderken çoķ şükr Bį-riyā ķılup namāzı ideriken ol źikr (43b, 19) 2.3.2.15. Dergâh

318 Uludağ, a.g.e., s. 297.

Dergâh, sözlükte “Tarikat mensubu şeyhlerle, dervişlerin ikâmetgâhı olan büyük tekke”319 şeklinde tanımlanmasına rağmen eserde daha çok “dergâh-ı Hak” şeklinde Allah’ın katı olarak anılmıştır:

…ol mürsel peyġāmber benüm günāhumı Ĥaķ TeǾālādan dileye ve Süleymān-ı Ekbere daħı (21) rūz-ı maĥşerde raĥmet olsun temennā ide tā ki ol mürsel peyġāmberüñ nefesi dergāh-ı Ĥaķda maķbuldür…(72a, 19-21)

Eserde Hz. Süleymân’ın dergâhı ifâdesiyle Hz. Süleymân’ın bulunduğu yer, makam kastedilmiş olup benzer örnekler sıklıkla kullanılmıştır (42a, 8-12; 105b, 24).

Dergâh kelimesi, sevgilinin ikâmet ettiği yer anlamıyla da kullanılmıştır. Sevgilinin ikâmet ettiği yeri dergâha teşbih eden âşık, burayı ziyâret ettikten sonra terk etmek istemez. Hatta “mülk-i Süleymân”ı dahi istemez. Ȃşık için sevgilinin dergâhı âdeta cennettir. O yüzden Firdevs-i Rıdvân’ı istemez:

KaǾbe-i kūyuñ nigārā dil ziyāret ideli

Dergehüñ terk idüben milk-i Süleymān istemez (82b, 7)

Ŧūbį-ķaddüñ var iken serv-i revānı n’eylerem

Dergehüñ cennet yiter Firdevs-i Rıđvān istemez (82b, 9)

2.3.2.16. Tecellî

Görünmek, açığa çıkmak, zuhur etmek anlamlarına gelen tecellî, tasavvufta “Gaybdan gelen ve kalpte ortaya çıkan nûrlar”320 demektir. Tecellînin “Tecellî-i Âsâr, Tecellî-i Ef’âl, Tecellî-i Esmâ, Tecellî-i Rahîmî, Tecellî-i Rahmânî, Tecellî-i Sıfât, Tecellî-i Suhûdî, Tecellî-i Zâtî” 321olmak üzere çeşitleri vardır. Eserde tecellî kelimesi, Hz.

Mûsâ’nın Tûr dağında Allah’la konuşması ve Allah’ın Tûr dağına tecellî etme hâdisesine yapılan telmihler dolayısıyla anılmıştır:

O kelįmüñ Mūsā çün sevdük anı

(18) Ŧūruñ üzre söyleşüp ögdük anı (65b, 18)

319 Cebecioğlu, a.g.e., s. 124.

320 A.g.e., s. 480.

Ħāk-i Mūsā ķıldı ola kāmil-Kelįm

Bād-ı Īsā ķıldı bula ĥay remįm (77b, 15) 2.3.2.17. Aşk

Divan edebiyatında en çok işlenen konuların başında gelen aşk, sarmaşık anlamına gelen Arapça “ışk” kelimesinden türemiştir.322 Sözlükte “Şiddetli ve aşırı sevgi; bir kimsenin kendini tamamen sevdiğine vermesi, sevgilisinden başka güzel görmeyecek kadar ona düşkün olması”323 şeklinde tanımlanan aşk, hakikî aşk ve mecazî aşk olmak üzere ikiye ayrılır. Mecazî aşk sevgiliye duyulan sevgi iken hakikî aşk ise Allah’a duyulan sevgidir.324 Mecazî aşk, hakikî aşka ulaşmanın bir aracı, bir yoludur ve bu yoldan geçilerek hakikî aşka ulaşılır.325 Hakikî ve mecazî aşkın işlendiği eserde Firdevsî, fasihten söyleyeceklerini işitmesini isteyerek Allah aşkından gâfîl olmaması uyarısında bulunmuştur:

Nuŧķını Firdevsinüñ gūş it śaĥįĥ

ǾIşķ-ı Ĥaķdan ġāfil olma iy faśįĥ (34a, 7)

Hakikî ve mecazî aşkın berâber zikredildiği aşağıdaki örnekte Firdevsî hakikî aşk olmasa bile mecazî aşk için çalışılmasını öğütlemiştir:

Olmasa Ǿışķuñ ĥaķįķi dil-nüvāz

Cehd ķıl bārį ola Ǿışķ-ı mecāz (34a, 6)

Başında aşk olanın her dâim gözünde yaş, dilinde de sevgiliyi öven sözler vardır:

Başda Ǿışķı olur elinde risāl

Gözde yaşı dilde yār medĥi maķāl (54b, 18)

Sevgili, gönül alıp aşk satan bir tüccardır. Âşık ise bu aşkı alıp bağrını yakmaya tâliptir:

Dil alur Ǿışķın śatar maĥbūb var

Ŧālibüñ baġrın yaķar maŧlūb var (34a, 2)

322 Ceylan, a.g.e., s. 176-177.

323 A.g.e., s. 177.

324 Üstüner, a.g.e., s. 105.

325 A.g.e., s. 105.

Leylâ ve Mecnûn kıssasına telmih yapılan aşağıdaki örnekte Mecnûn kelimesi tevriyeli kullanılmıştır:

ǾIşķınuñ Leylāsı Ǿaķlum çünki Mecnūn eyledi

Çıķmasun dilden ħam-ı zülfüñi zencįr eylerem (4a, 3)

İçinde aşk ve sevgi olmayan biri âdeta bir hayvan gibidir. İnsan yalnızca gövdeden ibâret değildir. Onu insan yapan taşıdığı gönüldür, gönlündeki aşktır, sevgidir:

Her kimüñ ki Ǿışķı yoķ ĥayvān durur Anı insān śanma kim gevden durur (34a, 5)

Allah’ın Hz. Muhammed’e olan sevgisinin anlatıldığı örnekte “Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım.” hadisinden “levlâk” kelimesiyle iktibas yapılmıştır:

ǾIşķına olmış durur eflāk anuñ

Kim dinüpdür ĥaķķına levlāk anuñ (78b, 8)

Divan şiirinde aşkın ve âşığın temsilcileri vardır. Pervâne ve şem bu temsilcilerdendir.

Pervâne, mum ışığının etrafında döner ve öyle bir zaman gelir ki kendini mumum alevine bırakır.326 Cânın pervâneye, cemâlin şemʻe teşbih edildiği örnekte semenderin narsız, pervânenin de şemsiz olamayacağı ifâde edilmiştir:

Cān cemālüñ şemǾine pervāne olaldan āh ki dil

Çün semender nār-ı Ǿışķa yandı olmaz nārsuz (96a, 20)

Hakikî aşkın anlatıldığı aşağıdaki örnekte de “kerm-i çeres” neden sıcakta Allah’ı lisanıyla zikrettiğini açıklamıştır:

…iy seĥergāh Ĥaķķa Ǿibādet iden insān ŧāǿifesi ve iy śubĥ-demden (13) dillü dilince Allāh źikr iden seĥer ķuşçuġazları sizlere ne oldı kim bu güneş ıssısından ķaçup śovuķ (14) gölgelere gidersiz anı bilmez misiz ki muĥabbetuǿllāh ıśıcaķlıķda bulınur görmez misiz pervāne-i muĥibbüǿllāh (15) ıśıcaķlıķda bulduġı ecilden ve ıssılıgı daħı odda sezdügi cehetden kendi özin āteşi şemʽįye vurup (16) nārına yanup nūr olur imdi hem-çünān ki güneş şemǾį Ħudādur ve pervāne-i Ǿālem eşyādur ki Ǿışķ ile raķśa (17) girüp cevelān ururlar pes size ne ĥāl oldı ki ĥarrı āftābdan ķaçarsız diyüp suǿāl idicek kimse ŧanmadı… (27b, 12-17)

2.3.2.18. Âşık

Tutkun, vurgun, düşkün anlamlarına gelen âşık327, tasavvufta “Nefsini dünya nîmetlerinin çekiciliğinden arındıran, bütün bağlılığı ve sevgisi Allah’a olan kimse”328 demektir. Eserde daha çok klasik âşık tipi konu edilmiştir. Aşağıdaki örnekte dilbere gönül vermeyenin sâdık, kahr ateşinde yanmayanın ise âşık olmadığı ifâde edilmiştir:

Ķahr odına yanmayan Ǿāşıķ degül

Dilbere dil virmeyen śādıķ degül (34a, 4)

Ȃşık sevgilisini herkesten ve her şeyden kıskanır hatta o derece kıskanır ki sevgilinin şarap rengi dudaklarının şaraba değmesine dahi dayanamaz, bağrı kebaba döner:

LaǾl-i mey-gūnden içürse ger şarāb ǾĀşıķuñ baġrın ķılur ķahr kebāb (34a, 4)

Sevgiliden ayrı düşen âşığın gönlü; nara yanan odun olur, ateş olur, göğe çıkan duman olur:

Cān-ı Ǿāşıķ göñli āteş dūd olur

Hicr-i yārį nāra yanan Ǿūd olur (54b, 13)

Gül açınca bülbül gülün aşkından feryat, figan eder. Âşık da bir bülbüldür ve onun payına da hep ağlama, sızlama düşer:

Gül tebessüm ider efġān Ǿandelįb Zįra zārį Ǿāşıķa olur naśįb (54b, 13)

Hz. Yaʻkûb’un kıssasına telmih yapılan örnekte Hz. Yaʻkûb nasıl ki Hz. Yûsuf’un hasretinden gözyaşı dökmüşse, âşığın gönlü de sevgilinin saçlarından dolayı perîşan olmuştur:

Dil perįşān oldı Ǿuşşāķ ol zülf-i śanem miŝāl

Çeşm-i YaǾķūb Ǿazįzān ĥasretünden dökdi ķan (71a, 14) 2.3.2.19. Akıl

327 Uludağ, a.g.e., s. 48.

328 İlhan Ayverdi, Kubbealtı Lugatı Misalli Büyük Türkçe Sözlük 1 A-G, 4. bs., Kubbealtı, İstanbul, 2011, s. 196.

Akıl sözlükte “İnsandaki idrak kabileyeti”329, tasavvufî düşünceye göre ise “Hak ile bâtılı birbirinden ayırt etmeye yarayan bir nûr ve İlâhî hitâbı anlamaya yarayan bir âlet”330 şeklinde tanımlanmaktadır. Eserde daha çok nefsin zıddı olarak ele alınan akılla ilgili olarak olumlu görüşler hâkimdir. Görüşlerden bazıları şu şekildedir: Akıl, Hak ile bâtılı ayırt etmeye yarar (64b, 1-2). Allah’ın adâleti ve cümle müşkilât onunla

Akıl sözlükte “İnsandaki idrak kabileyeti”329, tasavvufî düşünceye göre ise “Hak ile bâtılı birbirinden ayırt etmeye yarayan bir nûr ve İlâhî hitâbı anlamaya yarayan bir âlet”330 şeklinde tanımlanmaktadır. Eserde daha çok nefsin zıddı olarak ele alınan akılla ilgili olarak olumlu görüşler hâkimdir. Görüşlerden bazıları şu şekildedir: Akıl, Hak ile bâtılı ayırt etmeye yarar (64b, 1-2). Allah’ın adâleti ve cümle müşkilât onunla