• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KUR’ÂN YORUMUNDA ZAHİRÎ BOYUT: TEFSİR

2.2. Âyet Yorumlarında Rivayetler

2.2.1. Sebeb-i Nüzul

2.2.3.2. Yorum-Hadis İlişkisine Dair Analizler

Hüsâmeddin Ali el-Bitlisî’nin tefsiri, âyetlerin hadislerle yorumlanması ve yapılan yoruma hadislerden şahitler getirilmesi hususunda zengindir. Bir önceki başlıkta gördüğümüz üzere bunu, doğrudan âyet veya âyetteki kelime ile ilgili varit olmuş rivayetleri kullanarak yaptığı gibi âyetle ilgisini kendisinin tesis ettiği rivayetleri kullanmak suretiyle de yapmaktadır.

Bu meyanda, Bitlisî, bazen âyetleri doğrudan hadislerle tefsir etmektedir. Bunu, âyet ile arasında bir anlam ilişkisi olduğunu düşündüğü hadisleri vererek yapmaktadır. Bir önceki başlıkta incelediğimiz tefsir şeklinden farklı olarak burada Bitlisî, âyeti başka bir açıklama yapma ihtiyacı duymadan doğrudan hadis ile tefsir etmektedir. Burada seçilen hadislerle âyetler arasında sebeb-i nüzul,sebeb-i vürûd veya âyetle ilgili olarak irat

391 Âyetin meâli: “Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma

atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir; halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.”

127

edilmiş olmak gibi cihetlerden bir ilişki söz konusu değildir. Metinde verilen hadisin, âyeti tefsir ettiği düşüncesi ise Bitlisî’nin, âyetler ve hadisler arasında bağlantı kurma başarısını göstermektedir. Dolayısıyla Bitlisî, âyet ile hadis arasında kendi dirayeti ile bir ilişki tesis etmekte ve yorumlarını bu tema üzerinden gerçekleştirmektedir. Bitlisî’nin tesis ettiği bu ilişki onun dirayet kabiliyetini göstermesi açısından önemlidir.

“(Ey Resulüm!) de ki: Allah’a ve Resulüne itaat edin. Şayet yüz çevirirseniz Allah kâfirleri sevmez” (Âl-i İmrân 3/32) âyetinin yorumunda Bitlisî, Allah’a itaati, onun emirlerine uymak, yasaklarından kaçmak ve kalbi korumak olarak anlar; zira ona göre kalp Allah’ın tecellilerinin mahallidir. Allah resulüne itaat ise aza ve organları, malayani ile meşgul olma ve kendileriyle ilgili şeyleri terk etme (hususunda onları) koruyarak resule uymakla gerçekleşebilir. Bitlisî, “yüz çevirirlerse” ifadesini Allah ve Resul’ünün bizzat ilgili oldukları konularda onlardan yüz çevirmek yani itaatsizlik etmek olarak anlar. Âyetin sonundaki “Muhakkak ki Allah kâfirleri sevmez.” ifadesini de bu zaviyeden değerlendirir ve Hz. Peygamber’e ait şu hadis ile âyet-i kerîmeyi açıklar:

“﴾ َني ر فاَكْلا ُّب حُي َلَ َ َّالله َّن إَف﴿ Allah Resulü (s.a.s.) buyurdu ki: “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. İmama itaat eden bana itaat etmiş olur. Bana isyan eden Allah’a isyan etmiş olur. İmama isyan eden bana isyan etmiş olur. Bana isyan eden Allah’a isyan etmiş olur.” Allah’a kalp ve azalarla isyan eden Yüce Allah’a karşı kâfir olmuştur. Bu hadiste “tevella”nın (yüz çevirme) küfür olduğuna dair bir delalet vardır ki bu da muhabbetullahı ortadan kaldırır. Allah’ın muhabbeti ise müminlere mahsustur.”393

Örnekte görüldüğü üzere âyetteki “Allah kâfirleri sevmez” ifadesi doğrudan Hz. Peygamber’in bir hadisi ile tefsir edilmiştir. Buna göre Hz. Peygamber’e itaat, Allah’a itaat demek iken, ona isyan Allah’a isyan demektir. Bitlisî, bu hadis-i şeriften hareketle “Allah’ın emrinden yüz çevirmenin” küfür olduğu sonucuna varır ki ona göre bu durum Allah’ın muhabbetini ortadan kaldırır. Hadis-i şerif kapsamında resule isyan Allah’a isyan demek olduğuna göre resule isyan edenin küfre düşeceği anlamı, okuyucuya hissettirilmektedir. Hadis-i şerifte zikri geçen imama isyan durumu ise resule isyan demektir. Resule isyan da Allah’a isyan anlamına geldiğine göre ilâ nihaye kendisine itaat edilmesi gereken ve birbirinin temsilcisi konumunda olan (Resul Allah’ın, imam Resul’ün) kimselere isyan, Allah’a isyan ve küfre düşmenin sebebidir. Bitlisî, hem

128

vurgulamak istediği mesajı içeren hadisle âyet arasında bir ilişki tesis etmiş hem de bir değer silsilesi halinde Allah’a, resule ve imama itaatin ehemmiyetine vurgu yapmış olur. Bitlisî’nin, âyetin müfessiri olarak kullandığı bu hadis, kütüb-i sitte kaynaklarında yer alan sahih bir hadistir.394 Bu hadisin kütüb-i sittede yer alan bazı versiyonlarında “imam” yerine “emîr” veya “emîrim” lafızları da yer almaktadır. Sa‘lebî ise hadisi “imam” lafzı ile vermektedir. Bitlisî, rivayeti, Sa‘lebî’den, onun verdiği lafız ile almıştır. Sa‘lebî de, bu âyeti, zikri geçen hadisle istişhad yaparak tefsir etmiştir.395 Bitlisî’nin hadisin devamında, Sa‘lebî’den farklı olarak “muhabbetullah” kavramına odaklanması ise tasavvufî bir altyapıyı hissettirmekle beraber Sa‘lebî’nin çizgisini, kendi zamanına hangi perspektifinden yansıttığını da göstermektedir. Dolayısıyla Bitlisî, Allah ve resulüne itaat emrinin yer aldığı bu âyetin yorumunu bir hadis-i şerif ile yapmış ve hadisi âyetin müfessiri kılmıştır. Bu şekilde âyetle hadis arasında irtibat kurmuş dolaylı olarak âyetin anlam sahasını -özellikle peşi sıra gelen cümleleri ile- genişletmiştir.

Hüsâmeddin Ali el-Bitlisî, âyetlerde vurgulanan ahlakî davranışların önemine sıklıkla dikkat çeker. Konuyu çoğu zaman bir hadis-i şerif ile desteklemek yahut hadisin kapsamı ile paralel şekilde genişletmek suretiyle ahlakî mesajlar verir. Bitlisî, bu usulle, ilim talebesinin, âyetten çıkarması gereken mesajları anlamasına yardımcı olur ve onu, hem ahlakî hem amelî (ibadet) davranışlara sevk etme gayesi güder. Tefsirinde özellikle ahlakî meselelere vurgu yapmasında ve en doğru davranış şekillerine işaret etmesinde, onun, Nurbahşî tarikatında hilafet makamına yükselmiş bir mürşit olmasının da etkisi olduğu düşünülebilir; zira tefsirin genelinde müfessir, seyru sülukunu sürdüren sâlike hitap ederek insan-ı kâmil noktasına nasıl ulaşılacağını didaktik bir üslup ile verir.

Bitlisî, “Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.” (Âl-i İmrân 3/160) âyetinin tefsirinde şu sözlere yer verir:

“﴾ َُّالله ُمُكْرُصْنَي ْن﴿ إ Düşmana karşı ﴾ ْمُكَل َب لاَغ َلاَف﴿ size üstün gelecek yoktur. ﴾ ْمُكْلُذ ْخَي ْن إَو﴿ sizi hakir görüp mağlup ederse ﴾ ْمُكُرُصْنَي ي ذَّلا اَذ ْنَمَف﴿ düşmanı sizden engellemeye

﴿ ه دْعَب ْن م

﴾ yani kahır ve galebeden sonra ﴾ َنوُن مْؤُمْلا لَّكَوَتَيْلَف َّالله ىَل َعَو﴿ hallerin tamamı, amellerin hepsi ve fiillerin genelinde. Miraç gecesi Cenâb-ı Hakk, Nebi’ye (s.a.s.) dedi ki: “Ey Ahmet! Benim katımda bana tevekkülden ve taksim ettiğim şeye

394 Buharî, Cihâd ve Siyer 109; Ahkâm 1; Müslim, İmâret 8, (hadis: 32, 33); Nesâî, Bey‘at 27; İbn Mâce, Mukaddime

1 (hadis: 3); Cihâd 39 (hadis: 2859); Ahmed, 2/244, 252, 270, 313, 342, 416, 467, 471, 511.

129

rızadan daha faziletlisi yoktur.” Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Kim insanların en güçlüsü olmak isterse, Allah’a tevekkül etsin. Kim insanların en şereflisi olmak isterse, Allah’a karşı takvalı olsun. Kim insanların en zengini olmak isterse, kendi elindekinden çok Allah’ın nezdindekine bel bağlasın.” “Allah’a gereği gibi tevekkül etseydiniz aç olarak sabahlayıp tok olarak dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı.”396

Müfessir, âyet-i kerîmedeki “Müminler Allah’a tevekkül etsinler” emrinin kapsamını açıklamakta; her iş ve koşulda mutlak tevekkül sahibi olunması gerektiğini kısaca belirtmektedir. Bu yorumun arkasından tevekkülün önemine ve Allah katındaki değerine işaret eden hadis-i şerifleri doğrudan vermek suretiyle tefsir faaliyetini sürdürmektedir. Metinde verilen hadislerden ilki, hadis kitaplarında yer almadığı gibi Bitlisî’nin rivayet kaynakları olan Sa‘lebî ve Beğavî’de de yer almamaktadır. Bu hadis, tespit edebildiğimiz kadarıyla Şiî âlim Ebû Muhammed el-Hasan b. Muhammed ed-Deylemî’nin (h. VIII. Yy) İrşâdu’l-Kulûb adlı eseri ile Şiî hadis kaynağı olan Bihâru’l-Envâr’da yer almaktadır.397

İkinci hadis, sadece Sa‘lebî398 tefsirinde, üçüncü hadis ise hem Sa‘lebî tefsirinde hem de İbn Mâce ile Ahmed’de399 yer almaktadır.

Bihâru’l-Envâr’ın yazarı Meclisî (ö. 1110/1698) Bitlisî’den sonra yaşamış ve eserinde belirttiğine göre zikri geçen ilk hadisi Ebû Muhammed Deylemî’den almıştır. Dolayısıyla Bitlisî’nin, bu hadisi Bihâru’l-Envâr’dan almış olması mümkün değildir. H. VIII. asırda yaşamış400, hadis ve tasavvuf alanlarında meşhur, Şiî âlimlerden biri olan Ebû Muhammed Deylemî ise hadisi Hz. Ali’den (r.a.) naklen rivayet etmektedir. Bitlisî’nin bu eserdeki hadisleri kullanmış olabileceğine dair başka her hangi bir bulguya raslamadığımız için hadisin, İrşâdu’l-Kulûb’tan alınıp alınmadığını tespit edemedik. Fakat bu örnek bize, Bitlisî’nin, Sa‘lebî’den aldığı hadisler dışında özellikle tasavvufî açıdan beslendiği farklı kaynaklarının olduğunu ve muhtemelen yaşadığı coğrafyanın da etkisi ile Şiî literatür hakkında bilgiye sahip olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte seçilen hadislerin, sıhhat açısından tartışmalı olsa da Sünnî itikadı ile çelişmemesi, Bitlisî’nin Şiî-İmamiyye-İsmailiyye-Râfiziye vb. çizgide olmadığı düşüncesini de

396 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 233-236.

397 Ebû Muhammed el-Hasan b. Muhammed ed-Deylemî, İrşâdu’l- Kulûb, Kum: İntişarat-ı Kemal el-Melik, 1426, c.

1, bab: 54, s. 177; Muhammed Bakır b. Muhammed Taki el-Meclisî, Bihâru’l-Envâr, 2. Basım, Beyrut: Müessesetü'l-Vefa, 1983, c. 74, s. 21.

398 Sa‘lebî, c. 3, s. 195.

399 İbn Mâce, Zühd 14, (H: 4164); Ahmed, 1/30, 52.

400 Müellifin vefat tarihi tam olarak bilinmemekle beraber bazı araştırmalar onun, h. VIII. asır âlimlerinden olduğunu

130

desteklemektedir. Yukarıdaki hadislerden sadece sonuncusu sahih bir hadis olarak Sünnî literatürde yer almaktadır. Bu bağlamda, Bitlisî’nin hadisleri kritize etmediği ve kaynaklarından doğrudan alıntıladığı tekrar görülmektedir.

Tıpkı yukarıdaki örnekte olduğu gibi “Topluca Allah’ın ipine sarılın” (Âl-i İmrân 3/103) âyetinin tefsirinde Müslümanların kardeş olduklarını ve aralarındaki davranış hukukunu açıklayan hadislere401; “Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilâh yoktur” (Âl-i İmrân 3/18) âyeti bağlamında ilmin önemine vurgu yapan hadislere vb. yer verişi402, Bitlisî’nin, aynı gayesine matuf yorum şeklidir. Bu ameliyesinde asıl amaç, hayırlı amele sevktir ve eldeki rivayetlerle de somut bir Müslümanca yaşayışın portresi çizilir. Dolayısıyla bu hadisler, bir tartışma ya da bir fikrin ispatı için argüman getirmek amacıyla değil, âyetteki mesajın daha da iyi anlaşılması için kullanılmaktadır.

Bitlisî, düşünce dünyasını şekillendiren ve âyetleri anlama şekline tesir eden ilmî ve tecrübî birikimini net bir şekilde Kur’ân tefsirine yansıtmaktadır. Kendi bakış açısını merkeze alarak hemen her konuda hadislerle istişhad yapmakta ve görüşlerinin ilmî meşruiyetini ifade etmektedir. Önce konu ile ilgili düşüncesini belirtip ardından da konuyla kendi düşünce dünyası zaviyesinden ilişkilendirdiği hadis/hadisleri vermek suretiyle görüşlerinin genel çerçevesini çizen müfessir, bunu yaparken tartışmaya girilmesini lüzumlu gördüğü konularda meseleyi değerlendirir ve görüşünü çeşitli deliller ile ispatlamaya çalışır. Bu istişhad şeklinde Bitlisî’nin, kendi ilmî ve tasavvufî kimliği ön plana çıkmaktadır.

Örneğin “Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilâh yoktur.” (Âl-i İmrân 3/18) âyetinin tefsirinde Bitlisî, şu ifadelere yer verir:

“﴾ مْل عْلا وُلوُأَو ُةَك ئ َلاَمْلاَو َوُه َّلَ إ َهَل إ َلَ ُهَّنَأ ُ َّالله َد هَش﴿ Allah’ın şehadeti, Onun, birliğine dair deliller yaratması; melekler ve ilim sahiplerinin şehadeti ise bunu ikrardır. Âyet her ikisine de delalet eder. Tıpkı (Ahzab 56. âyette) Allah ve melekler için “salat”ın anlam farklılığını (ifade eden) “Allah ve melekleri ona salat ederler”

401 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 164.

131

âyetinde olduğu gibi. “Âlimler” ile kastedilen ilme’l-yakîn ve ayne’l-yakîn mertebesine ulaşanlardır. Hz. Peygamber (s.a.s.): “Güneşi (gören) gibi bildiğinde şahitlik et”403 buyurmuş olduğu için şehadette muteber ilim, bu ilimdir. İşte onlar da rasihûn (denen) âlimlerdir. 404

Âyet-i kerîmede Allah’ın, meleklerin ve ilim sahiplerinin ortak bir fiil olarak “Allah’ın birliğine” şahitlik ettikleri söylenir. Allah’ın şahit olması ile melekler ve ilim sahiplerinin şahit olmasını ayrı kategorilerde değerlendiren Bitlisî, tıpkı Ahzab 56. âyette olduğu gibi fiilin her bir özne için farklı anlam taşıdığını ifade eder. Buna göre Allah’ın şehadeti, O’nun birliğine dair deliller yaratması; melekler ve ilim sahiplerinin şehadeti ise bunu ikrardır. Âlimler ile kimin kastedildiği yani hangi âlimlerin Allah’ın birliğine şahitlik etme makamında olduğu sorusuna ise şöyle cevap verir: “Âlimler” ile kastedilen ilme’l-yakîn ve ayne’l-ilme’l-yakîn mertebesine ulaşanlardır. İlme’l-ilme’l-yakîn, katî surette edinilmiş kesin ve sağlam bilgiyi ifade eder. Ayne’l-yakîn ise kesin bilginin gözle görmek suretiyle bir derece daha kuvvet kazanmasıdır. Bu iki mertebenin üstünde ise hakka’l-yakîn mertebesi vardır ki o da bilinen ve şahit olunan şeyin bizzat yaşanması halidir. Bitlisî, bu ifadeleriyle, Allah’a şahitlik etmek için bu son mertebede olmayı zorunlu görmemekle beraber, -en azından- onun varlık delillerini müşahede edecek seviyede ilmî bir yetkinlik ve hal sahibi olmak gerektiğini söylemiş olur. Ardından Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “bir şeyi güneş gibi bildiğinde şahitlik et” emrini de delil getirerek Allah’ın vahdaniyetinin bizzat şahidi olmanın “ilim sahibi” olmak anlamına geldiğini ifade eder. İşte bu da âyette 7. âyetteki “ilimde rasîh olanlar” ifadesiyle kastedilen zümredir.

Bitlisî’nin, bu hadisi, âyet bağlamından kendisinden aktardığı kaynağı Râzî’dir. Râzî, konu ile ilgili eserinde şu sözlere yer verir: “Âyetteki ilim sahiplerinden maksat, Allah’ın birliğini kat‘î delillerle bilen kimselerdir; çünkü haber (verme), ilme dayalı olduğunda şehadet, makbul olur. İşte bundan ötürü Hz. Peygamber (s.a.s.), “Bir şeyi güneş gibi bildiğinde, şahadet et” buyurmuştur. Bu (durum), bu yüce derece ve şerefli mertebenin ancak usul âlimleri (kelâmcılar) için söz konusu olduğunu gösterir.”405

Bitlisî, Râzî’nin aynı âyetin tefsirinde zikrettiği bu hadisi eserine almakta; fakat Râzî’den farklı bir bağlamda işlemektedir. Her ikisi de Eş‘arî geleneğinden geliyor olsa da Râzî ile Bitlisî arasındaki önemli bir fark vardır ki o da Bitlisî’nin, mürşit bir mutasavvıf oluşudur.

403 Razi, c. 7, s. 199.

404 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 31.

132

Onun bu eseri de hem amelî hem de nazarî tasavvuf ile ilgili konularda görüşlerini yansıtır. Râzî ise daha ziyade kelâmî yönü ile ön plana çıkmış bir tefsir yazmış ve bu vasfı ile tanınır olmuştur. Dolayısıyla Râzî’nin, bilginin bütün delilleri ile sabit olması hakkında delil olarak getirdiği bu hadis, Bitlisî’nin eserinde bilginin sadece ilim-zihin düzeyinde değil aynı zamanda müşahede (somut olarak varlık kazanması) düzeyinde bilinmesi (ayne’l yakîn) durumuna delil kılınmıştır.

Bitlisî, bu yorumu ile Râzî’nin yorumunu bilgide ilk mertebe olarak anladığını ve âyet kapsamındaki râsih olan âlimlerin, bilgide her iki mertebeye sahip olan kişiler olduklarını söyler. Bitlisî, bilginin son noktası olan hakka’l-yakîni ise bu tasnife dâhil etmez. Dolayısıyla âyet bağlamında kendisine gönderme yapılan “Râsihler” ilimdeki ilk iki mertebeye sahip olan ulemâdır. Buradan hareketle Bitlisî’nin hakka’l-yakîn mertebesini, ilimde rusûhun üstünde, farklı ve daha yüce bir kategori olarak tanımladığı düşünülebilir. Bitlisî, bu yorumu ile bir açıdan Râzî’nin yorumunu yetersiz bulduğunu bir açıdan da aynı geleneğin devamı olduğunu göstermiş olur.

Metinde yer alan hadis ise merfu olarak ve daha uzun bir şekilde Beyhakî’de geçmektedir.406 Bitlisî, lafzen Râzî’de geçen şekli ile hadisi birebir alıntılamıştır. Çoğunlukla hadisleri Sa‘lebî ve Beğavî’den alıntılayan Bitlisî’nin, az sayıda da olsa diğer kaynaklarından hadis edindiği bu örnek üzerinde görülmektedir.

Bitlisî, eserin bazı yerlerinde açıkça Râzî’nin görüşlerine katılmadığını da ifade eder. Yukarıdaki âyetin devamında yer alan “Muhakkak ki Allah katında din, İslam’dır” (Âl-i İmrân 3/19)” âyeti hakkındaki yorumları buna örnek verilebilir.

Bitlisî, “Allah katında din İslam’dır” âyetini açıklarken -ismen Râzî’ye atfederek- Râzî’nin konu ile ilgili görüşlerini verir ve onun, -bu âyette geçen bağlamda- İslam ve imanın aynı şey olduğu konusundaki sözlerini407 delilleriyle reddeder. Bitlisî’ye göre iman, itaat ve kalbî tasdiktir. İslam ise zahirde boyun eğme anlamına gelir. Bu nedenle her iki kavram aynı anlama gelmemektedir. İman ile amelin (burada amel, zahirî itaat demek olan İslam’a karşılık gelmektedir) birbirinden farklı şeyler olduğunu hem âyet

406 Beyhakî, c. 7, s. 455 (hadis:10974). Hadis Beyhakî’de şu lafızlarla yer almaktadır: Hz. Peygamber’e, şehadetten

soruldu. O da Güneşi görüyor musun?” diye cevap verdi. Şahıs, “Evet” deyince Hz. Peygamber “Bunun gibi gördüğüne şahitlik et, aksi halde şahitliği terk et” buyurdu.

133

hem de hadisten delil getirerek ifade eder. Bitlisî, Kur’ân-ı Kerîm’deki “İman eden ve sâlih amel işleyenler” diye başlayan bütün âyetlerin bu gerçeği gösterdiğini aynı zamanda “İman nedir? İslam nedir?” ifadelerinin yer aldığı meşhur Cibrîl hadisinin de bu hakikati ortaya koyduğunu belirtir.408

Bitlisî’nin yorumuna delil olarak getirdiği Cibrîl hadisi kütüb-i sittede yer alan sahih bir hadistir.409 Bu örnekte görüldüğü gibi Bitlisî, konu ile doğrudan ilgili olan âyet ve hadisleri net bir şekilde kullanarak sağlam delillerle fikirlerini ortaya koymuş; kendi görüşlerini, temel kaynaklarına eleştiriler yaparak da savunmuştur.

Bitlisî’nin eseri onun tasavvufî açıdan yaptığı bazı içtihatları da yansıtmaktadır. Örneğin “…Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.” (Âl-i İmrân 3/41) âyetin tefsirinde âyette vurgulanan gece gündüz Allah’ın zikrini şu sözleri ile açıklar:

“Amaç, gece gündüz zikrin devamıdır. (Âyet,) İrfan sahibi âbidin hakkının ve (emirlere) uygun hareket eden itaatkâr kişinin vazifesinin, göz açıp kapayıncaya kadar bile Mabud’un zikrinde gaflet etmemek olduğunu hissettirmektedir. Zira kul, daima onunla beraber ve nihaî olarak onun huzurundadır. “O, nerede olursanız olun, sizinle beraberdir” (Hadid: 57/4) Onu bir lahza unutsa hiçbir şekilde telafi edilmeyecek şekilde saadet elinden kaçıp gider. Şayet bu hal üzere ölse kâfir olarak ölür. “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle de dirilirsiniz” -hadis-i şerif-.”410

Bitlisî’nin tasavvufî duruşunu gösteren bu yorumunda o, kulun her an Allah’ın huzurunda olduğunu, dolayısıyla göz açıp kapayıncaya kadar bile onun zikrinden gafil olmaması gerektiğini anlatır. Kişinin Allah’ın zikrinden gafil olduğu bir anda ölmesi ise onun kâfir olması demektir ki bu görüşüne “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle de dirilirsiniz” sözünü delil getirir. Bitlisî’nin vardığı bu sonuç, kelâmî ve fıkhî açıdan tartışmaya açık olmakla beraber tasavvufun insan-ı kâmil ile ulaşmak istediği ve “her an Allah’la beraber olan mümin” anlayışına uygunluk arz eder. Bununla beraber Bitlisî’nin kalbin, Allah’ın zikrinden gafil olması hali ile dinden çıkma anlamında kişinin küfre düşeceğini kastettiğini söylemek güçtür; çünkü o, burada irfan sahibi âbidden bahseder. Yüce bir makamda bulunanın kalbinin her an Allah’a bağlı olması gerektiği düşüncesinin doğal bir sonucu olarak bu kişinin, gaflet ile Allah’tan uzaklaşması durumu, onu,

408 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 34.

409 Buharî, İmân 37; Müslim, İmân 1; İbn Mâce, Mukaddime 9; Ahmed, 1/51, 52; 2/ 107, 426; 4/ 129, 164.

134

makamından aşağı düşürecek ve haddizatında bulunduğu mertebenin hakikatini inkâr etmiş sayılacaktır.

Bitlisî’nin hadis formunda sunduğu “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle de dirilirsiniz” ifadesi hadis kaynaklarında her hangi bir isnat ile Hz. Peygamber’e izafe edilerek geçmemektedir. Hadisi, eserinde tespit edebildiğimiz ve Bitlisî’den önce yaşamış olan tek kişi Nîsabûrî’dir (h. 728). O, Zuhruf sûresini tefsirinde bu rivayete açıkça Hz. Peygamber’e ait bir hadismiş gibi yer verir.411 Bitlisî’nin bu âyet bağlamındaki yorumları ve istişhadı, kendi kaynaklarında yer almaz. Dolayısıyla bu hadisi, tespit edemediğimiz başka bir kaynaktan öğrenmiş olmalıdır. Bu durum, Bitlisî’nin rivayet aktarımlarında, kendisini, ana kaynakları ile sınırlamadığını da göstermektedir.

Bitlisî’nin hadislerin yardımı ile âyetleri tefsirini genel bir bakışla değerlendirirsek şunları söyleyebiliriz:

Bitlisî, rivayetlerinde Sa‘lebî ve Beğavî tefsirini kaynak olarak kullanmaktadır. Âyetlerin zahirî yorumlarını yaptığı tefsir bölümünde aktardığı hadis rivayetlerinden tamamına yakını bu kaynaklarda geçmektedir. Zaten kendisi de eserinin mukaddimesinde bu duruma değinmiş, rivayetlerde başvuru kaynaklarının Sa‘lebî ve Beğavî olduğunu