• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KUR’ÂN YORUMUNDA ZAHİRÎ BOYUT: TEFSİR

2.1. Âyet Yorumlarında Dil Ve Mantık Verileri

2.1.3.4. Kelimenin Köküne Dair Açıklamalar

2.1.4.2.2. Mecaz-ı Mürsel

Hakikî manası ile mecazî manası arasındaki alaka (mecaza sebep olan ilişki), teşbihten başka bir şey olan mecazlara mecaz-ı mürsel denir.272 Bitlisî, “Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okurlar.” (Âl-i İmrân 3/113) âyet-i kerîmesini tefsirinde şunları söyler:

“Yani geceleyin Allah’ın âyetlerini ve kelamını tilavet ederler, okurlar. (İfade, bu vaktin, gecedeki zaman) dilimlerinin en şereflisi ve en bilineni olduğuna dikkat çekmek için ve teheccüt namazına, onun faziletine, sevabının çokluğu ile hususiyetlerinin seçkinliğine bir işaret olsun diye, cüz’ü (söyleyip) küllü kastetmek yoluyla (yapılmış) bir mecaz-ı mürseldir. “Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceği umulur.(İsra 17/79)”273

Bu âyet-i kerîmede mecaz-ı mürselin örneklerinden biri görülmektedir. Bitlisî, bu mecazdaki alakanın274 cüziyyet olduğunu ifade eder. Cüziyyet ilgisi ise, kelimenin hakîkî manası ile mecazî manası arasındaki kurulan alaka (ilgi) çeşitlerinden biri olup, parçanın söylenip bütünün kastedilmesidir. Buna göre âyetteki secde ifadesi ile namaz kastedilmektedir; zira secde halinde tilavet nehyedilmiştir. Namazdan bir cüz olan secde zikredilmiş ama içinde kıraat olan namaz ibadeti kastedilmiştir. Yaptığı bu açıklamalar

269 Zemahşerî, c. 1, s. 325.

270 Beydâvî, c. 2, s. 34.

271 Beğavî, c. 1, s. 344.

272 Kazvînî, el-Îzâh, s. 277.

273 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 184.

274 Kelimenin hakikî manası ile mecâzî manası arasındaki ilgilerin en önemlileri şunlardır: Sebebiyyet, müsebbebiyyet,

85

ile zımnen teheccüt namazının önemine işaret eden Bitlisî, vermek istediği bu mesaja İsra sûresi 79. âyeti de delil getirerek bahsi tamamlar.

Müellifimizin değindiği bu edebî incelik, kaynakları olan Beydâvî, Râzî, Zemahşerî, Beğavî ve Sa‘lebî’de vurgulanmamıştır. Yalnız Râzî, geceleyin Kur’ân okumayı, teheccüd namazı kılmak şeklinde yorumlayarak Furkan 25/64, Müzzemmil 73/2, 20 ve Bakara 2/238 âyetlerini buna delil olarak getirmektedir. Âyetin devamındaki “secde ederler” ifadesini de aynı bağlamda değerlendiren Râzî, secdenin sadece namazda olduğuna işaret etmektedir. Bitlisî, âyette tilavet ve secde fiillerinin teheccüte işaret ettiği yorumunu, hem teheccüt vaktinin ehemmiyeti ile ilgili hikemî noktaya vurgu yaparak hem de âyette, mecaz-ı mürsel yapıldığını, -mecaz alakasını (cüziyyet) da belirterek- açıklamaktadır.

2.1.4.2.3. İstiare

(Hakikî mana ile mecazî mana arasındaki) alakanın, benzeşme (teşbih) olduğu mecaza, istiare denilir.275 Bitlisî, “Allah’ın ipine topluca sarılın…” (Âl-i İmrân 3/103) âyet-i kerîmesini tefsirinde ip (habl) istiaresini şu sözlerle açıklar:

“﴾ َّالله لْبَح ب اوُم صَتْعاَو﴿ Yani kitabına veya resulüne, dinine ve İslam’a veya ehl-i beytine veya sahabeye veya âlimlere. ﴾ا عي مَج﴿ topluca. (İfadenin), “yardımını isteme, onun himaye ve korumasına güvenme” için temsil olması caizdir. Tıpkı yüksek ve yüce bir mekândan sarkan, kopmasından korkulmayan sağlam bir ipe tutunmak gibi… “İp”, onun ahdine, “tutunmak” ise ahde güvenmekten istiaredir. Yahut “ip” istiaresinin, uygun düşen şeyle terşihi (müşebbehün bihe uygun bir şeyle zikri) de caizdir. Yani Allah’tan yardım istemek ve O’na güven üzere toplanın; O’ndan ayrılmayın. Yahut ibadete doğru Allah’ın ahdine tutunmak üzere toplanın. -ki o da Allah’a iman, ona kulluk ve itaattir.- Veya Hz. Peygamber’in (s.a.s.): “O, Allah’ın en sağlam ipidir. Onun mucizeleri (harika yönleri) ve ilginç (orijinal) halleri eksilmez. Onunla konuşan doğru söyler. Onunla amel eden doğru yapmış olur. Onunla hükmeden adil olur. Ona çağıran ve Ona bağlanan doğru yolu bulmuş olur” hadisi sebebiyle “kitabına tutunmak üzere toplanın” (anlamında da yorumlanmıştır).”276

Bitlisî, âyet-i kerîmedeki “ip (habl)” istiaresine dikkat çekerek âyetin mecazen ifade ettiği anlamı açıklamaya çalışır. “İp (habl)” istiaresinin hangi anlamlarda kullanılmış olabileceğini “veya” lafzı ile aralarında tercih yapmadan okuyucuya sunar. Sunduğu her bir alternatif, aslında birbirine yakın anlamları ifade eder. Allah’a güven, O’na kulluk,

275 Kazvînî, el-Îzâh, s. 285.

86

Kur’ân-ı Kerîm gibi yorumların hepsi yüksek mekândan sarkan sağlam bir ip ile kurtarıcı olmak özelliği cihetiyle ortaktır. Nasıl ki ip, kuyuda kalanı kurtaran bir araçsa, kişinin Allah’a güvenmesi, Ona kulluk etmesi ve Kur’ân-ı Kerîm de onun manevî kurtuluşu için birer araçtır. Zemahşerî277, Râzî278 ve Beydâvî279 de, âyetteki “ip” istiaresine değinerek taşıdığı mecazî anlamı benzer şekilde açıklamaktadırlar.

2.1.4.2.4. Teşbih

Bir şeyin, başka bir şey ile aynı manada (vasıfta) ortak olduğuna delalet etmektedir.280

Teşbih-i mürekkeb, birçok yönlerin birleşmesiyle meydana gelen teşbihtir. Teşbih-i müfred ise, bir lafzın başka bir lafza benzetilmesidir. Bitlisî, Âl-i İmrân sûresi, 117. âyet-i kerîmedekâyet-i281 teşbihe şu sözlerle işaret eder.

“ ﴾ُهْتَكَلْهَأَف﴿ Yani onlara bir ceza olarak, rüzgâr, onların ekinlerini helak etti. Bu da teşbih-i mürekkeptir. Bu yüzden teşbih edatının, ekine değil de rüzgâra getirilmesinde mahzur görülmemiştir. Teşbih-i müfret olması da caizdir. Yani rüzgârın helak etmesinin misâli ya da onların infak ettiklerinin misâli, helak edici rüzgâr misâli gibidir. O da işlenmiş topraktır.”282

Kavurucu rüzgâr, henüz yeşermekte olan ekini nasıl yakıp kavurursa, onların dünya hayatında sarf ettikleri mallar da kendilerine bir iyilik getirmek şöyle dursun, aksine, dünya ve ahiret hayatlarının mahvına sebep olur. Âyet-i kerîmedeki temsilde, müşriklerin harcadıkları mal ve paralar ile ekin arasında bir benzerlik yoktur; ama birinci kısmın neticesi (harcamaların fayda sağlamayacak olması) ile ikinci kısmın neticesi (rüzgârın helak ettiği ekinin fayda sağlamayacağı) birbirine benzemektedir.283 Âyette müşebbeh ve

müşabbehun bihin, her birinin mürekkep olduğu, yani birçok unsurun bir araya gelmesi

ile benzetme yapılabildiği için, mürekkep teşbih vardır. Bitlisî de, âyet-i kerîmedeki teşbihin, mürekkep teşbih olduğunu; bu yüzden de teşbih edatının, ekine değil de rüzgâra getirilmesinde her hangi bir mahzur olmadığını ifade eder. İkinci bir görüş olarak ise

277 Zemahşerî, c. 1, s. 386.

278 Râzî, c. 8, s. 151-152.

279 Beydâvî, c. 2, s. 73.

280 Kazvînî, el-Îzâh, s. 217.

281 Âyetin meâli: “Onların, bu dünya hayatında yapmakta oldukları harcamaların durumu, kendilerine zulmetmiş olan

bir kavmin ekinlerini vurup da mahveden kavurucu bir rüzgârın durumu gibidir. Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.” Âyetin metni: ُلَثَم﴿ اَم َنوُقِفنُي ِفِ ِهِذ ِه ِةاَيَْلْا اَيْ نُّدلا ِلَثَمَك ٍحيِر اَهيِف رِص ْتَباَصَأ َثْرَح ٍمْوَ ق ْاوُمَلَظ ْمُهَسُفنَأ ُهْتَكَلْهَأَف اَمَو ُمُهَمَلَظ ُهّللا ْنِك َلَو ْمُهَسُفنَأ ﴾َنوُمِلْظَي

282 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 186.

87

âyetteki teşbihin, müfret olabileceğini söyler. Her iki görüş ile ilgili geniş açıklama yapmaz. Bitlisî’nin kaynaklarından Zemahşerî284 konuyu genişçe işlemiş; Beydâvî285 ise konuya Bitlisî’nin yorumlarına göre daha ayrıntılı değinmiştir.

2.1.4.2.5. Kinaye

Asıl anlamın murat edilmesi caiz olmakla beraber, kendisiyle mananın gereği kastedilen bir sözdür.286 Bitlisî, Âl-i İmrân sûresi 77. âyetteki287 kinayeye şu sözleri ile işaret eder:

“Allah, onlarla konuşmaz” ifadesi, “Kıyamet günleri onlara bakmaz” (Âl-i İmrân 3/77) ifadesinin delil olması hasebiyle Allah’ın gazabından kinayedir; zira bir kimseye kızan ve küçümseyen ondan yüz çevirir, onla konuşmaz, ona iltifat etmez ve onun tarafına yönelmez. Allah Resulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah bir şeye rahmet etmeksizin bakmaz288. Eğer cehennem ehline nazar etmesi söz konusu olsaydı onlara muhakkak rahmet ederdi. Fakat Allah, onlara bakmamaya hükmetti.”289

Kinayeli lafız, asıl manasında kullanılabileceği gibi vaz‘ olunduğu mananın dışında da kullanılabilir. Dolayısıyla kastedilen mecazî anlam olabileceği gibi hakikî anlam da olabilir. Bu âyet-i kerîmede ise Allah’ın, ahdini satanlarla konuşmaması, zahirî anlamın kastedilmesine bir mani bulunmamakla birlikte Allah’ın gazabından kinayedir. Bitlisî’nin konu ile ilgili açıklamaları yakın ifadelerle Beydâvî’de yer almaktadır.290 Bitlisî, konuyu daha da zenginleştirmek için Sa‘lebî aracılığıyla edindiği rivayet literatüründen de istifade eder; fakat kendisinin, hadis olarak naklettiği rivayet291, Sa‘lebî tefsirinde Ebu Amr el-Cûn’î’nin sözü olarak geçmektedir.292

Âl-i İmrân suresi özelinde Bitlisî’nin tefsirinde belagat ilminin yeri konusunu genel olarak değerlendirirsek şunları söyleyebiliriz:

Bitlisî, belagat alanında vukufiyet sahibi olduğunu hem âyetlerdeki edebî sanatlara işaret ederek hem de bu sanatların anlama kattığı zenginliği açıklayarak göstermektedir.

284 Zemahşerî, c. 1, s. 396-397.

285 Beydâvî, c. 2, s. 82.

286 el-Hatip el-Kazvînî, Telhis ve Tercümesi, (haz. Nevzat H. Yanık, Mustafa Kılıçlı, M. Sadi Çöğenli), 1. Basım,

İstanbul: Huzur Yayın Dağıtım, t.y., s. 125.

287 Âyetin meâli: “Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette

bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.”

288 Onun bakışı, haddizatında rahmeti demektir.

289 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 121.

290 Beydâvî, c. , s. 55.

291 Bu yanlış aktarım, bizzat Bitlisî’nin nakil hatası olabileceği gibi müstensih hatası da olabilir.

88

Açıklamaları çoğunlukla meramı anlatacak şekilde muhtasar ve tartışmadan uzaktır. Müfessir, meânî ilminden takdim-tehir, kasr, istifham vb., beyan ilminden ise mecaz, istiare, teşbih ve kinaye vb. sanatlara dikkat çekmektedir. Çoğu zaman kaynakları ile aynı meyanda açıklamalar yapan Bitlisî, yer yer kendi yorumlarına da yer vermektedir. Bitlisî, belagat ilmine dair konularda özellikle Zemahşerî ve Beydâvî’den istifade etmiş; mensubu olduğu Sünnî-Eş‘arî tefsir geleneğinin dilbilim çizgisini muhafaza etmiştir. Kaynaklarından aldığı bilgiler, yer yer ihtisarlar, bazen de ziyadelerle tefsirinde yer bulmakta; eserde, Bitlisî’ye intikal eden bu müktesebat, ilmî terminolojinin aktif olarak kullandığı bir formda okuyucuya sunulmaktadır. Bitlisî’nin özellikle kendinden önce oluşan bu tefsir edebiyâtını, belagat ilmi de dâhil olmak üzere diğer ilmî disiplinlerin kattığı perspektif ile tekrar gündeme taşıması, yorumun temellerine vakıf olduğunun ve bu geleneğin bir sonraki taşıyıcı halkası olma konusundaki başarısının göstergesidir. Dolayısıyla Bitlisî, kaynaklarından aldığı bilgiyi sadece alıntılamamış, aynı zamanda bu bilgilerin hangi ilmî temellere dayandığını, kavramsal çerçeveyi de yerinde kullanarak işlemiştir. Bu şekilde kendisine ulaşan müktesebatın tahkikini yapmış, kaynaklarından aldığı bilgileri gerekli düzenleme ve katkılarla revize ederek okuyucuya sunmuştur.

2.1.5. Mantık

“Kurallarına uyulduğunda zihni hataya düşmekten koruyan bir ilim”293 olarak tanımlanan mantık ilmi, doğru düşünmenin usul ve ölçütlerini verir. Gazzâlî öncesi dönemde daha çok filozofların ilgi alanında olan mantık, kelamcılar ve fıkıhçılar tarafından dinî meselelerin izahında bir tür akıl yürütme biçimi olarak kullanılmıştır.294 Ancak Gazzâlî295 ile birlikte mantık, dinî ilimlerde doğru akıl yürütmenin bir aracı haline dönüşmüş ve dinî

293 Cürcânî, s. 210.

294 Kur’ân-ı Kerîm’de doğru bilgi edinme, araştırma, aklını doğru kullanma, inceleme, ibret alma, tefekkür ve tezekkür

etme, bir şeyin bilincine varma, fıkhetme gibi kavramların yer aldığı çok sayıda emir ve tavsiyelerle aklî faaliyetlere dikkat çekilmesi; yine Hz. Peygamber’in, Muâz b. Cebel’in hüküm verirken Kitap ve Sünnet’te çözümünü bulamadığı meselelerde kendi reyi ile karar vereceğini bildirmesinden memnun olduğunu belirten ifadelerinde görüldüğü gibi aklî kanıt ve istidlâl yöntemini onaylayıcı bir tavır ortaya koyması, Müslümanların mantığa yönelmesinde etkili olmuştur. (İbrahim Emiroğlu, “Mantık”, DİA, c. 28, Ankara: TDV, 2003 s. 20).

295 Gazzâlî, mantık bilmeyenin ilmine güven olmayacağını şu şekilde belirtmektedir: “Bu mukaddimede

medâriku'l-ukûl (aklın işleyişi) ve bunların had (tarif) ve burhâna münhasır olduğundan bahsedeceğiz. Ayrıca hakiki tanımın şartı ile hakiki burhanın şartını ve bunların kısımlarını, Mihakku'n-Nazar ve Mi'yâru'l-ilm adlı kitaplarımızda olduğundan daha özlü ve kısa olarak anlatacağız. Bu mukaddime, usûl ilmi cümlesinden olmadığı gibi, onun özel bir mukaddimesi de değildir. Aslında bu mukaddime, bütün ilimlerin bir mukaddimesidir ve bu mukaddimeyi tam olarak kavrayamamış kimselerin ilimlerine kesinlikle güven olmaz. Bu mukaddimeyi yazmamayı dileyen kişi, 'Birinci Kutub'un Kitab bahsinden başlasın. Usûl-u fıkh ilminin başlangıcı orasıdır. Bütün nazarî ilimlerin bu mukaddimeye ihtiyacı ne kadar ise, fıkıh usûlünün ihtiyacı da o kadardır”. İmam Gazzâlî, el-Mustasfa (İslam Hukukunda Deliller ve Yorum Metodolojisi), Yunus Apaydın (çev.), Kayseri: Rey, 1994, s. 11.

89

meselelerle ilgili tartışmalarda adabı ve usulü öğretmesi bakımından, günümüze kadar temel bir ilim olarak yerini korumuştur.296 İkinci olarak medrese eğitiminin ders müfredatlarında mantığın azımsanamayacak derecede yer alışı, mantık ilmine verilen değeri göstermekle birlikte aynı zamanda bu eğitim sisteminde bilginin naklinin ve muhafazasının nasıl bir temele dayandığına işaret etmektedir.297

Gazzalî sonrası İslam ilim geleneğinde, mantık ilminin sağladığı sistematik düşünmenin, kelam ve fıkıh dışındaki disiplinlerde de -tefsir, hadis gibi- kendini göstermesi bu ilmî sürecin doğal bir sonucudur. Müfessirlerin aklî bir faaliyet olarak yürüttükleri tefsir ve tevil ameliyelerinde mantık ilminin usul ve kaideleri zaviyesinden çıkarımlarda bulunmaları kaçınılmazdır. Özellikle geç dönem müfessirleri -hassaten şark coğrafyası- mantık ve felsefe gibi ilimlerde temeyyüz etmiştir. Bu müktesebat doğal olarak âlimlerin tefsir eserlerine de yansımakta, mantık ilmine ait kelime ve kavramlar ile meramlar anlatılıp, bu ilmin kaideleri çerçevesinde değerlendirmeler yapılmaktadır.298 Aklî bir faaliyet olarak dirayet tefsirleri başta olmak üzere felsefî tefsirlerde bu ilmin nesnel bir çıkarım yapma aracı olarak kullanıldığı görülmektedir.299

Bitlisî, eserinde, mantık ilminin sağladığı sistematik düşünme örneklerini sıkça ve ustalıkla okuyucuya sunar. Bu durum, onun bu ilimdeki yetkinliğini göstermekle beraber farklı disiplinlerdeki müktesebatını Kur’ân tefsirine yansıtma konusundaki başarısını da göstermektedir. Aşağıdaki örneklerde müfessirin, mantık ilmini amacına uygun bir şekilde Kur’ân’ın anlaşılması için bir alet ilmi olarak nasıl kullandığı görülmektedir.