• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KUR’ÂN YORUMUNDA ZAHİRÎ BOYUT: TEFSİR

2.2. Âyet Yorumlarında Rivayetler

2.2.4. Selef Kavli

2.2.4.1. Selefin Tefsirine Dair Analizler

Hüsâmeddin Ali el-Bitlisî, bazen, bir âyetin veya âyette geçen bir kelimenin tefsirini doğrudan, selefin, o âyet veya kelime hakkındaki görüşlerini vererek yapmaktadır. Bu şekilde zımnen, âyetin, selefin yorumladığı zaviyeden de değerlendirilebileceğini ifade etmektedir.

Örneğin Âl-i İmrân sûresi 7. âyetin417 tefsirinde muhkem ve müteşabihi tanımlarken konu ile ilgili çeşitli görüşler olduğunu söylemekte ve bu kavramların hangi manaya geldiğini selef kavilleri ile ortaya koymaktadır. Bitlisî, ilgili bölümde İbn Abbas’ın “Muhkem nesh

eden ve kendisiyle amel edilendir; müteşabih ise nesh edilendir; kendisine inanılır ama onla amel edilmez” sözünü aktarmaktadır. Sözlerinin devamında Ali b. Ebî Talha’nın (ö.

143/760) muhkem ve müteşabih konusundaki görüşünü, ona atfetmeden “bazıları da (buna şunları ekleyerek) artırmıştır.” diyerek verir. Buna göre “muhkem, nâsih, helal, haram, Allah’ın hududu, ferâiz, kendisine inanılan ve kendisi ile amel edilen şeyleri; müteşabih ise mensuh, kendisine inanılan fakat kendisi ile amel edilmeyen şeyleri” kapsar. Bitlisî, konuya İbn Abbas’ın diğer bir görüşünü vererek devam eder: “Muhkem âyetler üçtür. En‘am sûresindeki âyet ve İsra ile Bakara sûresindeki benzerleri”.418 Bitlisî, aynı pasajın devamında Muhammed b. Cafer b. ez-Zübeyr’e ait olan “Muhkem, tevilde tek bir veçhe ihtimal taşıyan, müteşabih ise birçok veçhe ihtimal taşıyandır.” sözünü de isim zikretmekten “bazıları şöyle der:” diyerek verir.419

Bitlisî’nin muhkem ve müteşabih tanımlarında dikkat çeken en önemli nokta, tüm rivayetlerin temelde her zaman ve zeminde geçerliliğini koruyan ilke ve emirlere işaret ediyor olmasıdır. Özellikle ilk sırada zikredilen İbn Abbas’ın birinci görüşü, muhkem olan, yoruma ihtiyaç duymayan ve hiçbir kapalılığı olmayan âyetlerin daima hükmen geçerli olduğuna vurgu yapmaktadır. İkinci tanım ise bunları, Kur’ân’da üç grup âyetle sınırlandırır. Bu âyet gruplarından her biri tüm dinlerde ortak olan Allah’a şirk koşmamak, anne-babaya iyilik, adam öldürmemek gibi evrensel ilkeleri vurgulamaktadır.

417 Âyetin meâli: “Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’ân’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır.

Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Hâlbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler (râsihûn) ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar.”

418 “De ki: Gelin size, Allah’ın neleri haram kıldığını okuyayım…” (Enam 6/151-153) âyetleri ve onun benzerleri olan

İsra (17/23-39) ve Bakara sûrelerindeki (2/83-84) ilgili âyetler.

139

Bu emirler, hem tüm ilahî dinlerde mevcut olan hem de kendisiyle amel edilme zorunluluğu kıyamete kadar değişmeyecek olan temel dinî ve ahlakî yasalardır.

Bitlisî, muhkem ve müteşabihten bahseden pasajın ilerleyen kısımlarında konu ile ilgili Basra mutezilesine mensup Mutezilî tefsir, kelam ve fıkıh âlimi Esamm’a (ö. 200/816) ait bir görüşe de yer vermektedir. Bitlisî’nin aktardığına göre Esamm şöyle demiştir:

“Muhkem, delâleti açık ve sarih olandır. Meselâ, Allah Teâlâ’nın, mahlûkatı yaratmasıyla alâkalı olarak şu âyetlerde bildirdiği şeyler gibi... “Sonra, nutfeyi de alaka haline getirdik” (Müminun: 23/16); “Canlı olan her şeyi sudan yarattık” (Enbiya: 21/30) ve benzeri. Müteşâbih ise, bilinip ortaya konulabilmesi için, düşünüp tefekkürde bulunmaya ihtiyaç gösteren şeydir. Meselâ “Allah kabirlerde olanları diriltir” (Enbiya: 21/30) âyeti gibi... Eğer (âlimler), bu hususu iyice tefekkür edip düşünürler ise, onlara göre müteşâbih olan, muhkem hale gelir; çünkü ilk başta yaratmaya kadir olan, onu tekrar yaratmaya da kadirdir.”420 Konu ile ilgili tartışmaya girmeyen Bitlisî, diğer görüşleri “bazıları ise şöyle demiştir” diyerek verir. Bitlisî’nin, özellikle bu âyetle ilgili birbirinden farklı birçok görüşü alt alta vermesi, konu ile ilgili söylenmiş farklı görüşleri bir bütün olarak okuyucuya sunma kaygısında olduğunu hissettirir. Fakat burada aktarmayı tercih ettiği rivayetlerin birbirini temel konularda tamamladığı görülmektedir. Buna göre, delaleti açık, yoruma ihtiyaç duymayan konular muhkem, bunların dışında kalanlar ise müteşabih olmaktadır. Eğer Bitlisî’nin, bu zaviyeden muhkem ve müteşabih konusunu değerlendirdiği varsayılırsa bu, bizi, Bitlisî’nin muhkem âyetlerin sahasını daraltıp yoruma açık müteşabihlerin sahasını genişlettiği sonucuna götürür; zira aktardığı görüşler topluca değerlendirildiğinde kendisinin, konuya bu açıdan baktığı hissi uyanmaktadır.

Bitlisî’nin selef kavillerine müracaatta öncelikli kaynağı olan Sa‘lebî ise eserinde seleften birçok şahsın farklı görüşlerine de yer vermiş; Bitlisî ise bu selef kavillerinden bir kaçını almıştır. Her ne kadar eserinde zikrettiği görüşler ile bir tercih yapmış olduğu izlenimi veriyorsa da Bitlisî’nin sözü uzatmak istemediği de düşünülebilir.

Hüsâmeddin Ali el-Bitlisî, bazen de seleften gelen ve bizzat âyeti tefsir kastı ile yapılan yorumları aktarmak suretiyle âyetleri açıklar. Müfessir, selefe ait bu sözler için bazen ek bir açıklama yapma ihtiyacı duymaktayken bazen ise doğrudan rivayetleri nakletmeyi,

140

meramın anlaşılması için yeterli görür. Örneğin Âl-i İmrân sûresi 21. âyeti421 uzunca tefsir ettikten sonra Hasan el-Basrî’ye (ö. 110/728) ait sözleri nakletmek suretiyle onun, âyeti nasıl yorumladığını nakleder. Hasan el-Basrî âyet hakkında şunları söylemektedir:

“Bu âyet, korku ve tehlike zamanlarında, emr-i bi’l-ma‘ruf, nehy-i ‘ani’l-münker (iyiyi yayma, kötülükten sakındırma) yapan kimselerin mertebelerinin, yücelik bakımından peygamberlerin mertebelerinin hemen peşinden geldiğine delâlet etmektedir.”422 Bu görüş hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunmayan Bitlisî, Hasan Basrî’ye ait tefsir veçhini vermek suretiyle Ehl-i kitaptan bahseden bu âyetin taşıdığı inceliğe temas etmiş, âyetin kapsamını genişletmiş ve genel bir yargıya varmış olur. Bitlisî, ayrıca bu rivayetin arkasından verdiği bir hadis-i şerif ile bu yorumu destekler: “Cihadın en faziletlisi, zâlim bir hükümdara karşı hakkı söylemektir.”

Hasan el-Basrî’nin âyet hakkındaki tefsiri, her ne kadar Bitlisî’nin aslî rivayet kaynakları olan Sa‘lebî ve Beğavî tefsirlerinde -ilgili âyet bağlamında- yer almıyorsa da Râzî, bu yorumu, tefsirinde zikredilen hadis-i şerif ile beraber vermiş423 ve bu konuda her hangi bir ek açıklama yapmamıştır. Yalnız, Bitlisî, hadiste bir ihtisar yapmış Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu sözü cevaben söylediği “Hangi cihat daha üstündür” sorusunu nakletmemiştir. Bitlisî de tıpkı Râzî gibi art arda bu iki rivayeti naklederek konunun hikemî yönüne dikkat çekmiştir. Bitlisî’nin, selefe ait bazı rivayetleri ediniminde temel rivayet kaynakları ile sınırlı kalmadığı ve özellikle dirayet alanında istifade ettiği kaynaklarda delil olarak zikredilen başka nakilleri de eserine aldığı görülmektedir. Bitlisî’nin Râzî’den aldığı bu hadis-i şerif, İbn Mâce, Ebu Davud ve Tirmizî’de de geçmektedir.424

Diğer bir örnek ise “Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilâh yoktur.” (Âl-i İmrân 3/18) âyetinin sonunda yer alan “Allah’tan başka ilâh yoktur” ifadesini şu sözlerle tefsir eder:

“Şehadeti tekrar etti (mükerreren söyledi); çünkü ilki, dava mahallidir. İkincisi hüküm mahallidir. Cafer-i Sâdık (r.a.) şöyle demiştir: “Birinci cümle vasfetmek ve tevhit etmek, ikincisi ise resmetmek ve talim etmektedir. Yani ‘Siz, Allah’tan başka ilâh yoktur, O Azîzdir, Hakîmdir, deyiniz’ demektir.” Onu (kelime-i

421 Âyetin meâli: “Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adaleti emreden

insanları öldürenler (yok mu), onlara acı bir azabı müjdele!”

422 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 44.

423 Râzî, c. 7, s. 208.

141

tevhidi) tekrar etti; çünkü o, zikirlerin en şereflisidir. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Zikirlerin en faziletlisi, ‘la ilahe illallah’tır.”425

Bitlisî, âyet hakkında özellikle şehadet kavramı çerçevesinde uzunca bir tartışma yapar ve geniş bir şekilde bu âyeti tefsir eder. Âyetin sonundaki kelime-i tevhidin niçin âyette mükerreren geçtiğini belirttikten sonra bu görüşüne delil olmak üzere Cafer-i Sâdık’ın sözlerine atıfta bulunur. Bu şekilde âyet hakkındaki görüşünü hem selefe ait bir tefsir ile hem de konu ile ilişkilendirdiği bir hadis-i şerif ile yorumlamış olur. Buna göre ilk kelime-i tevhkelime-id, Allah’ın teklkelime-iğkelime-inkelime-i haber veren bkelime-ir cümledkelime-ir. İkkelime-inckelime-iskelime-i kelime-ise Müslümanların kelkelime-ime-kelime-i tevhidi söylemesi gerektiğini ifade eder.

Bitlisî’nin âyet hakkında yaptığı “ilk kelime-i tevhidin dava, ikincisinin hüküm mahalli olduğu” yorumu ve peşi sıra gelen rivayet, aynen Sa‘lebî tefsirinde de yer almaktadır. 426

Yalnız bu rivayetin ardından Bitlisî’nin yaptığı ziyade Sa‘lebî tefsirinde yer almaz. Bitlisî, ikinci bir hikmet olarak kelime-i tevhidin zikirlerin en şereflisi olduğu için tekrar edildiğini söyler ve buna İbn Mace ve Tirmizî’de427 de geçen ve bu konuda meşhur olmuş bir hadisi delil getirir.

Bitlisî’nin bu aktarım ve ziyadesi, Sa‘lebî’den yaptığı alıntıyı kabul etmekle beraber konuda eksik kalan bir noktanın ikmali için kendi dirayeti ile yaptığı yorumu göstermesi ve bağlı bulunduğu geleneğin tahkikini en sağlıklı bir şekilde yaparak görüşünü temellendirme hususundaki yetkinliğini ortaya koyması açısından önemlidir. Aynı zamanda ikinci hikmet ve birinci hikmet arasında da uyum vardır. İkinci kelime-i tevhidin talim amaçlı oluşu yani Müslümanların kelime-i tevhidi öğretişi ile kelime-i tevhidin zikirlerin en faziletlisi oluşu, birbirinin devamı ve mütemmimidir. Bu şekilde Bitlisî, kendi kaynaklarından aldığı bilginin devamı niteliğinde yeni yorumlar yapmaya ve tefsirini zenginleştirmeye çalışmıştır.