• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KUR’ÂN YORUMUNDA ZAHİRÎ BOYUT: TEFSİR

2.2. Âyet Yorumlarında Rivayetler

2.2.1. Sebeb-i Nüzul

2.2.2.1. Âyetler Arası Anlam-Yorum İlişkisine Dair Analizler

Bitlisî, ortak anlamda birleşen âyetleri bir araya getirmek suretiyle tefsirini zenginleştirmekte, konu ile ilgili yorumlarını bizzat Kur’ân âyetleri ile tekit etmektedir. Burada müellif, bir âyeti başka bir âyetle tefsir etmekten ziyade aynı mefhuma işaret eden âyetlerle bir hükmün/yorumun kuvvetini artırarak görüşlerinin, Kur’ân’ın genel mesajına uygunluğunu ifade etmektedir.

107

Bitlisî, “Bilinmelidir ki inkâr edenlerin ne malları ne de evlâtları Allah huzurunda kendilerine bir fayda sağlayacaktır; işte onlar cehennemin yakıtıdır” (Âl-i İmrân 3/10) âyetinin tefsirinde hiç bir mal ve evladın kâfirlere fayda vermeyeceğini ve onları azaptan koruyamayacağını vurgulayarak konu ile ilgili şunları söylemektedir:

“Sebep hususî de olsa lafız umumîdir. Kendisinden en çok istifade edilen şeylerin –mal, evlat- kişiden gitmesi ve bunların yerini acı verici sebeplerin alması, en büyük azaptır. Kişi, dünyada bela ve sıkıntılar geldiğinde bunlardan kurtulmak için mal ve evlada sığınır. O ikisi ise bu günde fayda vermez. “O gün ne mal ne de evlât fayda verir. Ancak Allah’a kalb-i selîm ile gelenler müstesna” (Şuarâ‘: 26/88-89)”339

Burada müfessir, âyet hakkındaki yorumunu, aynı mefhuma işaret eden başka bir âyetle delillendirmek suretiyle tekit etmiştir. Her ne kadar tefsirini yaptığı âyet için lafzın, zahiren hususî bir anlamı kastettiği düşünülse de Bitlisî’nin yorumuna göre âyetin hükmü umumîdir ve her iki âyet de ortak bir anlamda birleşmekte yani mal ve evladın ahirette sadece kâfirlere değil aynı zamanda hiçbir kimseye fayda vermeyeceğine işaret etmektedir. Râzî de bu âyeti tefsirinde Bitlisî’nin yorumuna benzer değerlendirmeler yaparak zikredilen âyetle istişhadda bulunmuştur.340

Benzer bir örneği “Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah’adır.” (Âl-i İmrân 3/28) âyetinin tefsirinde de görmekteyiz. Bitlisî, tefsirinde şu sözlere yer vermektedir:

“﴾Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler﴿ Haber (cümlesi) suretinde (bir) inşa (cümlesi)dir. Sebeb-i nüzul ise şudur: Bir grup Yahudi, dinleri konusunda Müslümanları şüpheye düşürmek için bazı Müslümanların yanına kardeşlik ve dostluk görünümünde geldiler. Buna binaen Allah, kâfirlerle dostluğu yasakladı. Tıpkı şu âyetler gibi: “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin.” (Mücadele: 58/22) “Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” (Mümtehine: 60/1)”341

339 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 15.

340 Râzî, c. 7, s. 181.

108

Bitlisî, müminlerin kâfirleri dost edinmesi yasağını 3/28. âyet bağlamında ifade ettikten sonra, aynı emre işaret eden diğer âyetleri delil getirir. Buna göre âyetten çıkan “kâfirleri dost edinme yasağı” hükmü, başka âyetlerle desteklenmiş, Müslümanca duruş tasvir edilmiştir. Aynı şekilde Râzî de, tefsirinde kâfirleri dost edinme yasağını bu âyetleri zikrederek açıklamaktadır.342

Bitlisî, aynı mefhuma işaret eden âyetleri, tefsirinde bir araya getirmekle konunun daha iyi anlaşılmasına çalışmakta ve Kur’ân’ın genel olarak aynı manayı vurgulayan birden fazla âyetle meseleye eğildiğini ifade etmektedir. Bununla beraber örnekleme yaptığı âyetlerin, kendisinden sıkça istifade ettiği Râzî tefsirinde de yer alıyor olması ve konu bağlamında bilindik sayılabilecek bir özelliğe sahip olmaları, Bitlisî’nin tercihlerinin bir orijinalliğinin olmadığını ve tefsirlerdeki mevcut müktesebatı doğrudan alıntılamak suretiyle eserinde yer verdiğini de göstermektedir. Mevcut literatürün muhtasaran zikri diyebileceğimiz bu ameliyesinde vurgulanmak istenen nokta, âyetteki mefhumun, bütüncül açıdan Kur’ân mesajındaki pozisyonunu gösterme ve verilmek istenen mesajın daha iyi kavratılma kaygısı olarak değerlendirilebilir. Burada gözden kaçırmamamız gereken bir husus daha vardır ki o da tefsir literatürü içerisinde, ortak anlamda birleşen ve aynı mesajı vurgulayan âyetler ile ilgili yeterli miktarda değerlendirmelerin yapılmış olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla müellifimiz kaynaklarından istifade ederek bahsi geçen konuları değerlendirmiştir.

Bitlisî, bazen de âyetin anlam çerçevesini çizdikten yahut vurgulamak istediği noktayı zikrettikten sonra, yer yer, aynı anlamı destekleyen başka bir âyet vermek suretiyle âyeti âyet ile açıklamaktadır. Bu şekilde metinde âyetin tefsir faaliyetine müfessirin yorum cümlesiyle başlanmakta, bu yorumun zihinde ortaya çıkaracağı kapalılığın giderilmesi veya oluşan sorunun cevaplanması için başka bir âyete müracaat etmektedir. Bitlisî’nin, Âli İmran sûresi 20. âyetinin343 tefsirinde söyledikleri onun bu yorum şeklini göstermesi bakımından dikkat çekmektedir:

“﴾ْا ْوَّلَوَت ن إَو﴿ Eğer haktan yüz çevirirlerse, senin üzerinde onlara dair bir sorumluluk yoktur. ﴾ُغَلاَبْلا َكْيَلَع اَمَّن إَف﴿ (Sana düşen) risaletin tebliği, davetin ulaşması ve hidayetin iletilmesidir. ﴾ داَب عْلا ب ري صَب ُ ّاللهَو﴿ (Allah) onların hidayeti ve dalaletini,

342 Râzî, c. 8, s. 11.

343 Âyetin meâli: “Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: ‘Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim.’

Ehl-i kitaba ve ümmîlere de: ‘Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?’ de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir.”

109

saadet ve şekavetini (görür). “(Resûlüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” (Kasas: 28/56)”344

Bitlisî, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) risâlet vazifesinin tebliğ merkezli olduğunu ve insanları ancak Hakk’a davet edebileceğini ifade etmektedir. Eğer insanlar bu davete karşılık vermezse Hz. Peygamber (s.a.s.) bu durumdan sorumlu değildir. Bitlisî, âyeti bu şekilde açıkladıktan sonra bu anlamı, Kasas sûresi 56. âyetle istişhadda bulunarak açıklamakta ve hidayetin sadece Allah’ın elinde olduğunu vurgulamaktadır. Burada müfessir, dolaylı olarak Ehl-i sünnetin üzerinde ısrarla durduğu “hidayet ve dalalet Allah’tandır” görüşünü benimsediğini de göstermiş olmaktadır. Bitlisî’nin tefsir kaynaklarını incelediğimizde ilgili âyetin tefsirinde, Kasas sûresi 56. âyetle istişhad yapılmadığını görmekteyiz. Benzer bir örnek “Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.” (Âl-i İmrân 3/129) âyetinin tefsirinde de yer almaktadır:

“﴾ ضْرَلأا ي ف اَمَو تاَواَمَّسلا ي ف اَم ّ لِلَو﴿ Cenâb-ı Hakk kendi nefsini mâlik-i mutlak olmakla tazim etti. O, mülkünde nasıl dilerse, öyle tasarrufta bulunur.

(ءاَشَي ْنَم ُبِّذَعُيَو ُءاَشَي ْنَم ل ُر فْغَي) Büyük günahlar ve üzerinde ısrar edilen küçük günahlar(dan) –ki onlar da büyük günahtır- (dilediğini affeder ve dilediğine azap eder). ﴾ روُفَغ ُ ّاللهَو﴿ Küçük günahlar üzerinde ısrar eden kullarına (gafûrdur). Onlara bedduada acele etme. Azabın ( ُبِّذَعُيَو kelimesinin), iki mağfiret ( ُر فْغَي- روُفَغ ) arasında geçmesi ve rahmetin bu ikisinin arkasından gelmesinde şu âyetin ima ettiği şeye işaret edilmektedir: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer: 39/53)”345

Bitlisî, Cenâb-ı Hakk’ın hem büyük hem de küçük günahlardan dilediğini bağışlayabileceğini, dilediğine de azap edebileceğini söylemektedir. Âyet-i kerîmedeki “dilediğine azap eder” cümlesinin Allah’ın affediciliğini vurgulayan “dilediğini bağışlar” ve “Allah gafurdur” anlamlarındaki iki mağfiret ifadesinin arasında geçmesini de Allah’ın rahmetinin büyüklüğüne bağlamaktadır. Fakat âyetteki bu edebî incelik, ilk bakışta anlaşılmadığı için Bitlisî, Allah’ın rahmetinin gazabını geçtiğini, Zümer sûresi 53. âyetle istişhad yaparak delillendirmekte ve Allah’ın bütün günahları bağışlayabileceğini vurgulamaktadır. Bitlisî, yine bu yorumuyla kendi mezhebî duruşunu göstermektedir; zira Havariç ve Mutezile’ye göre kişi büyük günahından tövbe etmeden ölürse ebedî olarak

344 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 43.

110

cehennemde kalacaktır. Ehl-i sünnete göre ise bir Müslüman günahı helal saymadığı müddetçe Allah’ın kendisi için takdirine göre muamele görecektir. Cenâb-ı Hakk onu dilerse cehenneme atar; dilerse cennetine kabul eder. Bitlisî’nin yorumunda yer alan Zümer sûresi 53. âyetle istişhad, onun temel tefsir kaynaklarındaki ilgili âyet yorumlarında yer almamaktadır.

Bitlisî’nin bu tercihleri bir âyetin anlaşılmasında başka bir âyetin fonksiyonel olarak kullanılabildiğini göstermektedir. Fakat daha evvel de ifade ettiğimiz gibi ikinci âyetin birinci âyete şahit getirilmesi müellifin bir tercihidir ve onun Kur’ân’a bir bütün olarak hangi zaviyeden baktığının da göstergesidir.

Bitlisî, buraya kadar işlediğimiz gibi âyetler arası anlam-yorum ilişkisini ifade etmenin yanı sıra bazen de âyetlerde geçen kelimeleri müstakil olarak incelemektedir. Bir kelimenin anlamını tespit ederken o kelimenin geçtiği diğer âyetlere de atıf yapmaktadır. Bu şekilde Kur’ân yorumunda, lafzî anlamı tespit aşamasını, Kur’ân’a bütüncül yaklaşım yöntemi ile tamamlamış olmaktadır. Bu konu bir yandan dilbilim açısından kelimelerin nasıl açıklandığını göstermekte346 diğer yandan âyetlerle yapılan delillendirmelerin sadece genel âyet mefhumları için değil daha özel kelime tahlilleri için de kullanıldığını göstermektedir. Örneğin “Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime’yi tasdik edici, efendi, iffetli (ا روُصَحَو) ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler.” (Âl-i İmrân 3/39)

“﴾ا روُصَحَو﴿ Kendisi için sağlam bir şarttır. O, kök anlam olarak, kuşatma ve hapsetme demektir. “Düşmanın hapsedilmesi” tabiri bundan gelir. “Biz cehennemi kâfirler için bir hapishane yaptık.” (İsrâ: 17/8)”347

Bu örnekte Bitlisî, tefsirini yaptığı “ا روُصَح” kelimesinin, kök anlamına işaret eder ve kelimenin, bu anlamda kullanıldığı bir âyeti delil getirmek suretiyle lügat manasını vermiş olur. Müfessirin tefsir kaynaklarından Beğavî348, lügavî anlamı vermekle yetinmekte; Sa‘lebî349 ise lügavî anlamı zikretmenin yanı sıra aynı âyetle istişhad yapmaktadır. Farklı bir örnek ise “Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, (O’nun

346 Bkz. “nahiv”, “sarf”, “lügat” bölümleri.

347 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 76.

348 Beğavî, c. 1, s. 349.

111

huzurunda) eğilenlerle beraber sen de eğil.” (Âl-i İmrân 3/43) âyet-i kerîmesinde görülmektedir:

“Denilmiştir ki: “Kunût” ile kastedilen, taatin idamesi ve ibadeti yerine getirmede sebat etmektir. “Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse, (o inkârcı gibi) midir?” (Zümer: 39/9). Sücûd ile kastedilen ise namazdır. Tıpkı şu âyette olduğu gibi: “..Secdelerin ardından..” (Kâf: 50/40)”350

3/43. âyetin tefsirinde Bitlisî, âyetteki “secde edin” emri ile namazın kastedildiğini ifade etmektedir. Burada kelimenin lugavî anlamına değil, Kur’ân’daki vecihlerinden birine dikkat çekmektedir. Bu yorumunu Kaf sûresi 40. âyetle de delillendirmektedir. Râzî de tefsirinde bu âyetle istişhad yaparak aynı yoruma yer vermektedir.351 Her iki örnekte de Bitlisî’nin kaynaklarından edindiği bilgiyi kendi üslubu ile harmanlayarak sunduğu ve seleflerinin çizgisini takip ettiği görülmektedir.

2.2.2.2. Müfessirin Çeşitli Görüşlerinin Âyetlerle Temellendirilmesine Dair