• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KUR’ÂN YORUMUNDA ZAHİRÎ BOYUT: TEFSİR

2.1. Âyet Yorumlarında Dil Ve Mantık Verileri

2.1.2.4. İ‘rab-Metinsel Bağlam İlişkisine Dair Analizler

Bitlisî, bir âyetin i‘rabını yaparken âyetle ilgili nahiv bilgisini vermenin dışında, bazen de kelimenin i‘rab özellikleri ile âyetin bağlam ve mesajı arasındaki ilişkiye dikkat çeker.

192 Râzî, c. 8, s. 13. 193 Âyetin metni: ﴿ َنيِذَّلاَو اَذِإ ْاوُلَعَ ف ةَشِحاَف ْوَأ ْاوُمَلَظ ْمُهَسُفْ نَأ ْاوُرَكَذ َهّللا ْاوُرَفْغَ تْساَف ْمِِبِوُنُذِل نَمَو ُرِفْغَ ي َبوُنُّذلا َّلاِإ ُهّللا َْلَو ْاوُّرِصُي ىَلَع اَم ْاوُلَعَ ف ْمُهَو ﴾َنوُمَلْعَ ي

Meâli: “Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah'tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir.”

194 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’t-te‘vîl (Tahkikli metin), s. 208.

68

“Şüphesiz yerde ve gökte Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz.” (Âl-i İmrân 3/5) âyeti hakkında yaptığı şu yorumlar dikkat çekmektedir:

“Âyet, zımnen ve icmalen bilinen şeyin (kayyûm isminin) açıklamasıdır; zira mümkinât bilinmeden onların hallerini düzenlemeye güç yetirmek (kâim olmak) muhaldir. (Âyet) Cenâb-ı Hakk’ın ilminin kemaline işaret eder. Nitekim onun ilmi, malumâtın tamamına, ihtiyaç miktarlarına ve zaruret mertebelerinin tamamına mütealliktir. Herhangi bir şey O’nu, başka bir şeyden engellemez; çünkü nefiyden sonra gelen nekra, umum ifade eder.”196

Bitlisî, ilk olarak, âyetin sibakıyla münasebetine değinir ve Cenâb-ı Hakk’ın kayyûm oluşunu, ulûhiyet cihetiyle değerlendirir. Buna göre ilim ve kudret arasında kopmaz bir bağ vardır; zira mümkinâtın hallerini tedbire güç yetirilmesi için önce mümkinâtın tüm hallerinin bilinmesi gerekir. İşte beşinci âyette de Cenâb-ı Hakk’ın, -ikinci âyette icmâlen zikredilen- kayyûm oluşu hakikatine açıklama getirilerek, Onun mutlak güç ve ilim sahibi olduğu ifade edilmektedir. Allah’ın ilminin mutlaklığı konusunda Bitlisî’nin getirdiği delil ise, âyette geçen “şey” kelimesinin nekra oluşudur; zira kendisinin de ifade ettiği gibi nefiyden sonra gelen nekra, umum ifade eder. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın ilmi, var olan her şeyi kapsar. Bitlisî, âyet-i kerîmeyi kelâmî bir konuyu merkeze alarak yorumlamış, bunu yaparken de nahiv kurallarını konu bağlamında kullanarak tefsirini zenginleştirmiştir. Bu yorumunda Bitlisî’nin gayesi, nahiv kaidelerini vermek veya âyetin i‘rabını yapmak değil, itikadî bir meselede, inancını diğer disiplinlerle de desteklemektir. Bitlisî’nin yorumları ile Râzî’nin âyetle ilgili yorumları muhteva ve üslup açısından benzerlik göstermektedir. Bununla beraber Râzî, yukarıda zikredilen nahiv bilgisini âyetin tefsirinde bir istişhad malzemesi olarak kullanmamaktadır.197 Dolayısıyla Bitlisî, Râzî’nin kendisine sunduğu perspektifi, farklı bir açılımla Âl-i İmrân sûresinin ana gayesi olan ulûhiyet meselesinin tahlili için kullanmakta; âyetin delalet ettiği mana inceliklerinin hangi nahvî temele dayandığına işaret etmek suretiyle de Râzî’nin yorumunun tahkikini yapmaktadır. Bitlisî, bağlı bulunduğu kelâmî çizgiyi eserine sürekli yansıtmakta özellikle sûre bağlamında ön plana çıkan ulûhiyet meselesine sıklıkla gönderme yapmaktadır. Allah’ın mutlak hâkimiyetini eserinde sık sık vurgulayan Bitlisî, Âl-i İmrân 40. âyette198

şu sözlere yer verir:

196 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’t-te’vîl (Tahkikli metin), s. 5.

197 Râzî, c. 7, s. 158.

69

“﴾ءاشي ام لعفي الله﴿ Allah, hazfın takdiri üzere müpteda, “ َك لَذَك” ise mukaddem haberdir. Yani uzak görme ve tuhaf görme. Allah’ın bu emri ve işi senin bu fiilin ve işin gibidir. “ ُءاَشَي اَم ُلَعْفَي” ise beyandır ve mahzuf müptedanın haberidir. Yani Allah’tan sadır olan işlerin tamamı, sana yaptığı gibidir. Çünkü O, dilediğini dilediği şekilde yapar. Onun kazasını çeviren ve hükmü dolayısıyla Onu cezalandıran yoktur. Allah’ın dilediği, olmuştur ve ebediyete kadar da olmaya devam edecektir. Dilemediği de asla gerçekleşmez.”199

Müfessir, âyetin i‘rabını yapıp anlamını açıkladıktan sonra âyetin kelâmî bağlamıyla arasında bir ilişki kurmaktadır. Bitlisî’nin yorumlarında, Allah’ın dilemesi ve mutlak hâkimiyeti konusu net bir şekilde işlenmektedir. Beydavî, âyetin i‘rabı ile ilgili bilgilere tefsirinde yer vermiş olmakla beraber, Bitlisî’nin, bu bilgilerden hareketle yaptığı kelâmî açılımı yapmamıştır.200 Dolayısıyla diğer örneklerde de görüldüğü gibi Bitlisî, lafzın ve anlamın tespitinde beslenme kaynaklarının biraz daha ötesine geçerek anlamı yorumlama konusunda özel bir gayret göstermiştir.

Bitlisî’nin, sûrenin/âyetin genel mesajını/mesajlarını merkeze alarak yaptığı yorumlarına bir diğer örnek ise “(Bunlar) Sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah'tan) bağışlanma dileyenlerdir”201 (Âl-i İmrân 3/17) âyetidir. Bitlisî, âyetin kendisi ile başladığı sâbirîn kelimesinin bir önceki âyete atıf olmasına rağmen niçin başında atıf harfi bulunmadığını şu sözlerle açıklar:

“Arkasından gelen sıfatların aksine “ َني ر باَّصلا”deki atıf, saadetlerin ancak sabır ile tamamlanacağına dikkat çekmek üzere terkedilmiştir. Onun ( َني ر باَّصلا) dışında atfedilen şeyler, ancak sabır ile kâmil olur. Bundan dolayı ecrin çoğu sabradır. Sûre de sabır ile bitmiştir: “Ey iman edenler! Sabredin…” (Âl-i İmrân 3/200) Sabır, sabrettiklerinde imanın yarısı kılındı. “Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık” (Enbiyâ 21/73)”202

Örnekte görüldüğü gibi Bitlisî, hem âyetteki i‘rabî bir inceliğin ortaya çıkardığı mana zenginliğini hem de sûrenin genel mesajı ile ilişkisini ifade eder. Buna göre âyette “ َني ر باَّصلا” kelimesindeki atfın terkedilmesinin hikmeti, tüm güzel hasletlerin ancak sabırla kâmil manada vücut bulacak olmasıdır ve sûrenin sabır emri ile bitişi de bu hakikatin

﴿ ِّبَر َلاَق َلاَق ٌرِقاَع ِتَِأَرْماَو ُرَ بِكْلا َِنَِغَلَ ب ْدَقَو ٌمَلاُغ ِلِّ ُنوُكَي ََّنََّأ ءاَشَي اَم ُلَعْفَ ي ُهّللا َكِلَذَك

199 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’t-te’vîl (Tahkikli metin), s. 77.

200 Beydâvî, c. 2, s. 36. 201 Âyetin metni: ﴿ َنيِرِباَّصلا َينِتِناَقْلاَو َينِقِداَّصلاَو ِراَحْسَلأاِب َنيِرِفْغَ تْسُمْلاَو َينِقِفنُمْلاَو

70

tekrar izharıdır. Bitlisî’nin dikkat çektiği bu i‘rabî incelik, kendi tefsir kaynaklarında zikredilmemiştir.

Nahiv ilminin, Bitlisî’nin eserindeki yerini resmeden bu örneklerde de görüldüğü gibi, Bitlisî, tefsir eserlerinde görmeye alışık olduğumuz şekilde âyetlerin i‘rabını yapar. Diğer alet ilimleri ile beraber, nahiv bilgisinin de yardımıyla âyetin anlam çerçevesini çizen müfessir, yer yer, i‘rabını yaptığı âyeti muhtasar bir şekilde açıklamak ve âyetin bağlamı ile kelimelerin i‘rabı arasında ilişki kurmak suretiyle tefsirinin, bir malumat yığınına dönüşmesini engellemiştir. Bitlisî’nin özel olarak, kelimenin i‘rab vecihleri ile kazandığı anlam çeşitliliğini ortaya çıkarmaya çalışması ve istişhadla yahut örneklendirmek suretiyle konuyu zenginleştirmesi de dikkat çekmektedir. Burada üzerinde durulması gereken husus, Râzî sonrası müfessirlerin, bir kelime veya âyetin i‘rabı ile ilgili yeni bir şey söyleyip söyleyemeyeceğidir. Müellifimizin eserini telif ettiği dönem göz önüne alındığında, kendinden önceki süreçte nahiv ilmine dair ıstılahların net bir şekilde yerine oturduğu ve tefsir ilmi açısından Kur’ân-ı Kerîm’deki kelime ve cümlelerin i‘rabına dair çeşitli ve ayrıntılı bir müktesebatın oluştuğu görülmektedir.203 Dolayısıyla Râzî sonrası dönemde eser telif eden bir müfessir için “Yeni bir şey söylemiş midir?” sorusundan ziyade, “Bilgiyi nasıl ve hangi amaç için kullanmıştır?” sorusunu sormak daha yerinde olacaktır. Nitekim müellifimizin tespit ettiği nahvî bilgilerin tamamı tefsir eserlerinde zaten mevcut bilgilerdir. Bununla beraber, Beydâvî tefsirini ana kaynak olarak kullanan Bitlisî, eserden istifade ederken bilgileri çoğunlukla aynı ifadelerle, bazen de yakın ifadelerle aktarmış, genel usulünde olduğu gibi kaynak ismi zikretmemiştir. Aynı şekilde müfessir, Râzî’nin Mefâtihu’l-Gayb isimli eserinden de istifade etmiş; mevcut bilgiyi kendi üslubuyla ve önemli gördüğü noktaları vurgulayarak vermiştir. Bu durum onun bağlı bulunduğu gelenek çerçevesinde dilbilim konularına eğildiğini göstermektedir. Müfessirin bilgiyi hangi amaç için kullandığı sorusuna ise şöyle cevap verebiliriz: Bitlisî, özellikle itikadî meseleleri tartışabileceği âyetlerde, kaynaklarından edindiği bilgileri, sadece aktarmakla yetinmemiş; âyet hakkında tespit ve yorumlar yapmaya devam etmiştir. Bunu, en somut şekilde, âyetin i‘rabı ile konu bağlamında işlenen kelâmî bahisler hakkındaki yorumlarında görmek mümkündür. Eserinde, âyetler ile İslamî

203 İrabu’l Kur’ân alanında yazılan eserlere, Nehhâs’ın İ‘râbü’l-Ķur‘ân’ı, Ahfeş el-Asgar’ın el-Kitâbü’l-Ferîd fî

i‘râbi’l-Ķur‘âni’l-Mecîd’i, Mekkî b. Ebû Tâlib, Müşkilü i‘râbi’l-Ķur‘ân, Zemahşerî’nin Nüketü’l-i‘râb’ı örnek olarak verilebilir.

71

ilimler arasındaki irtibatı en pratik şekliyle kullanan müfessir, sıradan gözüken bir nahiv bilgisini bile temel itikadî değerlerin inceliklerini sunan bir delil mesabesinde kullanır. Bunu bazen nahiv ilmine ait bir kaideyi delil olarak kullanmak suretiyle, bazen ise nahiv kaidesinin kazandırdığı anlam zenginliğinin verdiği açılımla yapar. Bu konuda ana kaynakları olan Beydâvî ve Râzî tefsirinin ötesine geçmeye çalışmakta, bu eserleri bilgiyi sadece alıntıladığı değil ürettiği bir kaynağa dönüştürmektedir. Bu şekilde kaynaklarının ve kendisine ulaşan bilgilerin bir nevi tahkikini yapan Bitlisî, bu yorumların, ilmî ve hikemî temellerine işaret etmektedir. Dolayısıyla diğer örneklerde de görüldüğü gibi Bitlisî, lafzın ve anlamın tespiti için beslendiği kaynaklarından ilham alarak, lafzî anlamı yorumlama konusunda özel bir gayret göstermektedir.

2.1.3. Lügat

Fetihlerin çoğalıp farklı dil ve kültürlerin İslam’a dâhil olmasının tabii bir neticesi olarak hem diğer milletlerin Arapçayı kolayca öğrenebilmeleri hem de fasih dilin muhafaza edilmesi gayesiyle Arap dili, kendine has kaideler sistemiyle ilmî bir disiplin hüviyeti kazanmıştır. Özellikle lügatçiler Kur’ân âyetlerindeki anlamı kapalı kelimeleri, imkânlar nispetinde anlamaya ve açıklamaya çalışmışlardır. Bir kelimenin manasını izah için, o kelimenin Arap şiiri ve dilindeki kullanımını araştırmışlar, elde ettikleri bulgularla bu kelimeleri açıklamışlardır. Bu metot, özellikle lügavî tefsir diye sınıflandırılan dilsel açıklamaların fazlaca yer aldığı tefsir eserlerinde sistemli bir şekilde uygulanmıştır.204

Müfessirin bilmesi gereken bu ilim205 sayesinde vaz‘ edilişine göre müfret lafızların açıklaması ve medlulü bilinir.206

Birçok müfessirde olduğu gibi Bitlisî de, kelimelerin lügavî tahlilini yaparken dilsel verilerle delillendirme metotlarına başvurmuş ve kelimelerin kendisinden müştak oldukları asıllarına işaret etmek suretiyle âyet-i kerîmeleri tefsir etmiştir.

204 Ayrıntılı bilgi için bkz. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, 1. Basım, Ankara: Fecr Yayınları, 1996, c. 1, s. 249-257.

Başlıca lügavî tefsirler: Ferrâ’nın Meâni’l-Kur’ân’ı, Ebu Ubeyde’nin Mecâzu’l- Kur’ân’ı, İbn Kuteybe’nin Tevilu Müşkili’l-Kur’ân’ı vb.

205 Suyûtî, el-Itkân, s. 864.

72