• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KUR’ÂN YORUMUNDA ZAHİRÎ BOYUT: TEFSİR

2.1. Âyet Yorumlarında Dil Ve Mantık Verileri

2.1.2.1. Âyetlerin İrabına Dair Analizler

Hüsâmeddin Ali el-Bitlisî, bazı âyetleri tefsir ederken doğrudan ve muhtasar bir şekilde, âyette geçen kelimenin nahiv cihetinden durumunu söylemekle yetinir. Tartışma ve açıklamalara girmeden, kelime ve cümlelerin i‘rabı hakkında tespitte bulunarak bahsi tamamlar.

Âl-i İmrân sûresi 36. âyet-i kerîmenin162 tefsirinde Bitlisî, “Onu doğurunca (اَهْتَعَضَو اَّمَلَف)” ifadesindeki (اَه) zamirinin, hal itibariyle müennes olduğunu söylemektedir.163 Buna göre İmrân’ın hanımı için gayb kategorisinde olan karnındaki bebeğin cinsiyeti, zımnen Cenâb-ı Hakk’ın ilmini de (bebeğin cinsiyetini bildiğini) tekrar hatırlatır şekilde müennes zamir formunda gelmiştir. Beydâvî, kelimedeki zamirin hal olduğu için müennes oluş durumunu daha mufassal bir şekilde açıklamaktadır.164 Dolayısıyla Bitlisî ile aralarında lafız benzerliği yoksa da aynı bilginin, temel kaynağı olan Beydâvî’de yer alıyor olması Bitlisî’nin kaynağındaki bilgileri ihtisar ederek kullandığına bir örnektir.

Benzer bir örneği “Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven (ةنمأ), bir uyku (اساعن) indirdi…” (Âl-i İmrân 3/154) âyetinin tefsirinde de görüyoruz. Âyetteki “اساعن” kelimesinin i‘rabını yapan Bitlisî, kelimenin, “ةنمأ”den bedel-i iştimal165 olduğunu ifade eder.166 Bu açıklaması ile uykunun güvenden bir cüz olmadığını söylemekle beraber aralarındaki rahatlama ve güven ilişkisine de vurgu yapmış olur. Bitlisî’nin temel kaynaklarından Beydâvî, kelimenin i‘rabına farklı vecihleri ile işaret etmektedir. Ona göre “اساعن” kelimesi ya “ةنمأ”den bedel olarak mansuptur ya da

162 Âyetin meâli: “Onu doğurunca, Allah, ne doğurduğunu bilip dururken: Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Oysa erkek,

kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum, dedi.”

163 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’t-te’vîl (Tahkikli metin), s. 70.

164 Beydâvî, c. 2, s. 30.

165 Bedelu’l-iştimal, mübdelun minhten bir parça olmamakla beraber onunla aralarında bir ilişki olan ve onun

kapsamına giren bedeldir.

62

mefuldür. Beydâvî, kelimenin bedel olması ihtimaline değinmekte; fakat bedelin hangi çeşidine girdiğine işaret etmemektedir.167 Bitlisî ise Beydâvî’nin sunduğu bu iki vecihten ilkini tercih ederek bu veçhin (bedel oluş) türüne de (iştimal) işaret eder. Bununla beraber diğer veçhi zikretme gereği görmez, doğrudan tercih yapmak suretiyle kelimenin i‘rab veçhine dair kanaatini eserine yansıtır.

Burada spesifik bir bilgi olarak bedelin türüne işaret edilmesi, Bitlisî’nin, kaynaklarının tahkikini yapma konusundaki ameliyesine bir diğer örnektir. Bununla beraber zikri geçen bilgi, Bitlisî tefsirine has değildir; zira Bitlisî’den önce yaşamış olan Ebu Hayyân da tefsirinde, âyetteki bedelin, bedel-i iştimal olduğunu ifade etmektedir.168 Bitlisî’nin, Ebû Hayyân tefsirinden istifade edip etmediğine dair tefsir içerisinde her hangi bir karine bulunmamakla beraber, Bahru’l-muhît’in, Bitlisî’nin eserinden çok daha önce kaleme alınmış olması bu bilgiyi Bitlisî’ye has olmaktan çıkarır.

Bu örneklerde gördüğümüz gibi Bitlisî, tefsirinde yer yer, bir kelimenin i‘rabını, ek açıklamalar yapma ve diğer muhtemel vecihlere değinme ihtiyacı duymadan verir. Ayrıca Bitlisî, bazı kelime veya ibareler ile ilgili farklı vecihleri, aralarında tercih yapmadan okuyucuya sunmaktadır. Muhtemel olan bu vecihleri “لمتحي ،زوجي ،وأ” gibi lafızları kullanarak ve tartışmaya girmeden verir. Burada dikkatimizi çeken husus, Bitlisî’nin ister tercih yaparak doğrudan kelimenin i‘rabına işaret etsin, isterse de her hangi bir tercih yapmadan farklı vecihlerin ihtimallilik durumuna işaret etsin, bu tür nahvî konularla ilgili tartışmalara girmekten kaçınmasıdır.

Örneğin “Kendilerine Kitap’tan bir pay verilenleri ( باَت كْلا َن م ا بي صَن) görmüyor musun ki, aralarında hüküm vermesi için Allah’ın Kitab’ına çağrılıyorlar da sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyor.” (Âl-i İmrân 3/23) âyetindeki “ َن م” harf-i cerrinin ya teb‘îz için (ba‘z manasında) ya da beyan olduğunu muhtasaran ifade eder.169 Buna göre âyetteki harf-i cerrin, teb‘iz için olma ihtimali ile Ehl-i kitaba, kitabın tamamından değil sadece bir kısmından bir pay verildiği ifade edilmiş olur. İkinci ihtimal ise harf-i cerrin beyan anlamında olmasıdır. Bu durumda ibare “kendilerine bir kısım kitap verilmiştir” anlamına gelmektedir. Bu bilgiler, Bitlisî’nin Beydâvî tefsirinde de aynı şekilde yer

167 Beydâvî, c. 2, s. 104.

168 Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf b. Alî el-Endelüsî, el-Bahrü’l-muhît, Muhammed Rıdvan Araksusî (thk.), Fadi

el-Mağribi, Dımaşk: Darü’r-Risaleti’l-Alemiyye, 2015, c. 6, s. 217.

63

almaktadır.170 Beydâvî de tıpkı Bitlisî gibi ek bir açıklama yapmadan i‘rab vecihlerini zikretmekle yetinmektedir. Dolayısıyla Bitlisî, bu konuda, ana kaynağı olan Beydâvî tefsirine dayanmaktadır.

Bitlisî, Âl-i İmrân sûresi 128. âyet-i kerîmede171 yer alan “veya onlara azap eder ( ْمُهَبِّذَعُي ْوَأ)” kelimesinin i‘rabını yaparken ise şu sözleriyle tahlilî bir üslup benimsediğini göstermektedir:

“﴾ْمُهَبِّذَعُي ْوَأ﴿ Şayet küfürde ısrar ederlerse (onlara azap eder). Şüphesiz ki sen onları uyarmak veya onları hidayete davet etmek üzere gönderilmiş bir kulsun. (Kelime, önceki âyette geçen) “ ْمُهَت بْكَي ْوَأ”e atıftır. “نأ” edatının gizlenmesi ile “رملأا”e veya “ءيش”e matuf olması da caizdir. Yani onların durumlarından veya tövbelerinden veya azaplarından sana bir şey yoktur veya iradî fiilleri ve ihtiyarî amellerinden sana bir şey yoktur. Şöyle de denilmiştir: “وأ”, “نأ ىلإ” manasındadır. (Yani) Allah, onların tövbelerini kabul eder de sen de buna sevinirsin. Yahut onlara azap eder de yüreğin soğur.”172

Bitlisî, “ ْمُهَبِّذَعُي” kelimesinin i‘rabına dair tercihini ilk cümlesi ile ortaya koymakta ardından farklı bir alternatifin de caiz olabileceğini ifade etmektedir. Bu muhtemel veçhin delalet edeceği manaya da işaret eden Bitlisî, son olarak zayıf bir kavil olarak (ليق) üçüncü bir vecih daha zikreder. Bitlisî’nin konu ile ilgili açıklamaları çok yakın ifadelerle Beydâvî tefsirinde de yer almaktadır.173 Bu örnekte dikkatimizi çeken nokta ise, Beydâvî’nin üçüncü muhtemel vecih (لمتحي) olarak zikrettiği “وأ, “نأ ىلإ” manasındadır” görüşünü Bitlisî, zayıf bir kavil (ليق) olarak ifade etmesidir. Bu örnekte o, dolaylı bir şekilde pasif bir alıcı olmadığı göstermekte ve kendi değerlendirmesini de metinde vermektedir. Müfessir, zayıf gördüğü bir görüş varsa, onu da kîle )ليق( vezni ile verir. Âyetin i‘rabı ile ilgili meselelerde sadece zayıf gördüğü kavle işaret etmekle yetinen Bitlisî, görüşlerini gerekçelendirmez ve tartışmaya girmez. Bitlisî’nin bu üslubuna Âl-i İmrân 97. âyet-i kerîmeyi174 örnek olarak verebiliriz:

“Bu ‘Makâm-ı İbrahîm’dir. ( َمي هاَرْب إ ُماَقَم) Mahzuf bir müptedanın haberidir. Yahut “ تاَيآ” kelimesinden bedel-i baz minel küll’dür. Atf-ı beyan olduğu da söylenmiştir

170 Beydâvî, c. 2, s. 21.

171 Âyetin meâli: “Ki bu işte senin yapacağın bir şey yoktur yahut (Müslüman olsunlar da) tevbelerini kabul etsin, ya

da (ısrar ederlerse) onlara azap etsin diye (Allah Bedir'de size yardım etti). Çünkü onlar zalimdirler.”

172 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’t-te’vîl (Tahkikli metin), s. 197.

173 Beydâvî, c. 2, s. 90.

174 Âyetin meâli: “Orada apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü

yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.”

64

(ليق) ki “ تاَيآ”tan kastedilen kaskatı bir taştaki ayak izidir ve ayağının topuklara kadar ona batmasıdır.”175

Beydavî, âyetteki izafetle ilgili, Bitlisî’den daha farklı bir değerlendirme yapar. Ona göre “ َمي هاَرْب إ ُماَقَم” ifadesi haber değil, haberi mahzuf olan bir müptedadır. Yani ibare “ ماقم اهنم ميهاربإ” demektir. Bu görüş farklılığı dışında diğer bilgiler, Beydâvî tefsiriyle örtüşmektedir.176 Râzî ise tefsirinde, Bitlisî’nin görüşüne yakın bir yoruma yer vermektedir.177 Âyetin tefsirinde kîle vezniyle zikredilen görüş ise Zemahşerî’ye aittir.178 Dolayısıyla müellif, tıpkı Beydâvî gibi, Zemahşerî’nin tercih ettiği görüşün zayıflığına hükmederek eserinde bunu kîle vezniyle (temriz kalıbıyla) belirtmiştir. Bu görüşe göre “makam-ı İbrahim”, “ayâtun beyyinât” ifadesini açıklamaktadır. “Makam-ı İbrahim”in harem bölgesindeki alametlerden sadece biri olduğu ve onun dışında da başka alametler (âyetler) olması dolayısıyla Bitlisî’nin görüşünün daha isabetli olduğu söylenebilir. Bitlisî, bir kelimenin i‘rabını yaparken nadiren kaynağına işaret eder. Âl-i İmrân sûresi tefsirinde, sadece “De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın...” (3/26) âyetinde i‘rabını yaptığı kelimeye dair bilgi kaynağını zikretmiştir. Âyette geçen ﴾ كْلُمْلا َك لاَم﴿ ifadesi hakkında şu kısa açıklamayı yapar:

“Mal sahiplerinin kendi mallarında tasarruf etmesi gibi kendisinde tasarrufun mümkün olduğu şeylerde tasarruf eder. Bu kelime Sîbeveyh’e göre ikinci nidadır. (Allahumme’deki) mîm ise sıfat olmasına manidir.”179

Âyetin i‘rabı ve Sîbeveyh’in görüşü ile ilgili verilen bilgiler, Beydâvî tefsirinde aynı şekilde yer almaktadır.180 Bitlisî’nin, Sîbeveyh’ten doğrudan nakil yapmadığı ve kendi ana kaynağı olarak Beydâvî’nin, kendi eserinde ana gövdeye oturduğu bu örnekte de açık bir şekilde görülmektedir.