• Sonuç bulunamadı

2. Tahkik Bölümünde İzlenen Metot

1.1. Bitlisî’nin Câmiu’t-Tenzîl Ve’t-Te’vîl Adlı Eseri

1.1.1. Eserin Genel Özellikleri:

1.1.1. Eserin Genel Özellikleri:

Bu başlık altında müellifin tefsir metoduna değil, genel hatları ile eserin şekil ve muhteva özelliklerine değineceğiz.

Şekilsel özellikleri:

 Bazen muhtasar ifadeler kullanılmakla beraber, cümleler genellikle uzundur. Ağırlıklı olarak felsefî ve tasavvufî bir dilin kullanıldığı eserde tefennün fi’l-ibare31 sanatının yapıldığı ağdalı bir dil kullanılmıştır. Konular işlenirken meram, muhtasar bir şekilde anlatılmaktan ziyade özellikle konuyla yakından ilgili olan diğer hususlar da dakik bir şekilde incelenmiştir. Bu şekilde okuyucuya daha geniş bir perspektif sunulmuştur.

 Eserin tamamında “هنع الله يضر ،ملاسلا هيلع ،ىلاعت ،ملسو هيلع الله ىلص” vb. dua cümleleri ve “ذئنيح ،رخآ ىلإ ،ةيلآا” vb. kelimeler için kısaltmalar kullanılmıştır.  Yazma eserlerin birçoğunda görülen hareke ve kelime çatısında yer alan noktaların düşmüş olması veya noktalamalardaki hatalar, eserde sıkça görülmektedir.

 Müellif, daha önce hakkında açıklamalar yaptığı bir konu ikinci kez geçince ilk geçtiği yere atıf yapmak suretiyle tekrardan kaçınmaktadır. Eğer konunun ehemmiyetine binaen tekrar edilmesi gereken bir bilgi söz konusu olursa bu bilgiyi, sözün mahalline uygun şekilde okuyucuya sunmaktadır.

 Soru cevap üslûbu sıklıkla kullanılmıştır.

 Eserde açıklanan bir kelime veya âyetin akabinde eğer özel veya önemli bir bilgiye işaret edecekse bu, راعشإ ،ءاميإ ،هيبنت ،ةراشلإا vb. ifadeleriyle yapılmaktadır. Ayrıca önemli bazı bahisler ملعا başlığı açılarak işlenmiştir.  Eserin en temel özelliği tefsir ve tevil-işaret ayrımı ile âyetlerin zahirî ve batınî manalarının verilmesidir. Müellif önce âyetin/ayet gruplarının32 zahiri anlamını verir. Zahirî yorumları yaptığı bölümlerin başında genellikle “ريسفت”,

31 Bir defa söylenmiş bir sözü tekrarlamak gerekince, genelemeden (tekrardan) kaçınmak için, onu başka bir şekle

sokma, çeşitleme.

Bkz. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts&kategori1=veritbn&kelimesec=73342.

32 Eserde -çoğunlukla sistematik olmakla beraber- dört cildin tamamındaki âyet gruplandırmaları tek tip değildir.

Örneğin müellif, Bakara sûresinde tek âyet veya birkaç âyetin önce tefsir ardından tevilini veriyorken diğer birçok sûrede onarlı gruplar halinde âyetleri tefsir ve ardından tevil eder. Bu sayının Tâhâ sûresinde olduğu gibi 30’e kadar çıktığı yerler de vardır.

20

“ع ريسفت” başlıklarını33 kullanır. Zahirî açıdan âyeti tefsir ettikten ve ilgili konularda yorumlar yaptıktan sonra “tevil ve işaret” başlığı açarak aynı âyet grubuna geri döner ve tamamen işarî ve felsefî yorumlarla âyetleri tevil eder.34

Bununla beraber müfessirin, nadiren de olsa zahirî yorumlar yaptığı bölümlerde işarî tevillere kaydığı da görülmektedir.

 Eserde “Bil ki (ملعا), anla ki (مهفا)” lafzı ile bazen okuyucuya doğrudan hitap edilir. Bu ifadeler ile açılan bahisler müellifin özellikle dikkat çekmek istediği önemli konuları ifade etmektedir. Bazen de “ey salik, ey talip” gibi ifadelerle tasavvufî yolun yolcularına hitap edilerek öğütler verilir.

 Eserde bazen 35ةّيمكح ةتكن ،ةّيمكح ةدئاف ،ةّيملع ةدئاف gibi lafızlarla konudaki ince noktalar açıklanır.

 Eserde “ أو (veya)” lafzı kullanılarak anlam sahası genişletilen işarî yorumlarda aynı âyetin farklı itibarlarla hangi manaya tekabül ettiği yani “itibarilik” durumu göze çarpar. Örneğin bir âyet, kelamî, felsefî veya tasavvufî kavramlar ile değerlendirildiğinde yahut farklı varlık kademeleri açısından yorumlanırken veya ontoloji, epistemoloji veya psikoloji açısından incelemeye tabi tutulduğunda farklı şekilde anlaşılabilir. Fakat bu farklı anlamlar, Bitlisî’ye göre birbirine tezat değildir; zira aslında hakikat birdir ve farklı varlık düzeylerinde farklı kavramlarla ifade edilir.

Muhteva özellikleri:

 Her bir sûrenin başında bulunan besmele, o sûrenin muhtevasına uygun ve diğerlerinden farklı şekilde tefsir edilmiştir.

 Sebeb-i nüzul ve hadis rivayetleri, kelimelerin i‘rabının yapılıp sarf ve nahvinin açıklanması ve kelâmî meselelerin tartışılması vb. hususlara yer verilmiştir. Nadiren şiirle istişhad yapılmıştır.

 Sûre faziletlerine dair hadisler genellikle zikredilmektedir.

33 Eserde muhtasar ifadesi ile ع ريسفت başlığından ne kastedildiğini anlayabileceğimiz bir ibareye rastlayamadık. Fakat

âyet gruplarının genellikle onlu olduğu düşünülürse ibareden ةيآ ةرشع ريسفت vb. bir anlam kastedilmiş olabilir.

34 Dördüncü ciltte ise bazı sûrelerde tefsir yorumuna hiç yer verilmezken bazılarında ise tevile yer verilmez. Ayrıca bu

ciltte tevil işaret başlığı –tek bir yer hariç- hiç kullanılmamış fakat birçok âyetin hem tefsir hem de tevili yapılmıştır.

21

 Fıkhî konuları içeren âyetler hakkında yapılan fıkhî tartışmalara yer verilmektedir. Şâfiî ve Hanefi mezhebinin görüşleri öncelenmekle beraber diğer mezheplerin görüşlerine de değinilmektedir. Şia mezhebinin fıkhî görüşlerine ise mezhebin ismine atıf yaparak36 yer verilmiştir.

 Mutezile, Haşeviye, Râfiziyye gibi farklı mezheplerin itikadî konulardaki aşırı görüşlerine cevap verilmekte ve bunlara karşı Ehl-i sünnet ve’l-cemaat anlayışı savunulmaktadır.

 Eserin “tevil-işaret” bölümlerinde ağırlıklı olarak müellifin sistemli bir şekilde âyetlere uyarlamaya çalıştığı ontolojisi işlenmektedir. Aynı zamanda kozmoloji ile ilgili konular ontoloji ile paralel bir şekilde işlenmekte; müellifin bilgi anlayışı (epistemoloji) ve insanın kalbî mertebeleri (psikoloji/etvar-ı seb‘ayı kalbiyye) hakkında yorumlar da göze çarpmaktadır. Eser tasavvufî bir tefsir olmasına rağmen tasavvufî ahlak konusu zikri geçen nazarî tasavvuf konularının gölgesinde kalmaktadır. Ahlakî kavramlar ve konular da çoğu zaman aynı felsefî perspektifle değerlendirilmektedir.

 Müellif, kendi ilmî birikim ve manevî tecrübelerinin rehberliğinde âyetlerin hem zahirî hem de batınî yönlerini açıklamaktadır. Bu durum kendisinin üslubuna da yansımaktadır; nitekim bazen, serdettiği bilgiyi bizzat tecrübe ettiğini de ifade etmektedir.

1.1.2. Kaynakları

Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’t-te’vil’in mukaddimesinde, küçük yaşlarından itibaren âyetlerin mana inceliklerini anlamak arzusu ile tefsire dair pek çok eser mütalaa ettiğini ve ileriki yaşlarında bu eserlerden edindiği bilgiler ve gönlünde parlayan nurlarla Kur’ân’ın esrar ve hakikatlerini ortaya koyan bir tefsir yazmaya karar verdiğini ifade etmektedir. Kendi ifadelerine göre o, keşf ve şuhûd sahibi ehlullah (zümresindeki) muhakkiklerin kalpleri dirilten sözlerini eserinde bir araya getirmeye ahdetmiş, eserini Allah’ın yardımı ile telif etmiştir. Bu yüzden Bitlisî, eserini sadece Vâhid, Ehad, Ferd ve Samed olan Cenâb-ı Hakk’a izafe ettiğini de sözlerine eklemektedir. Bitlisî’nin bu beyanları, kendisinin, kesbî bilgi sahibi olmasının yanı sıra ilhama mazhar olduğunu da

36 Atıf konusuna özellikle değindik; çünkü Bitlisî’nin yaşadığı dönemde henüz Safevî şiiliği kendi hüviyetini tam olarak

kazanıp hâkim olmadı ise de Şiilik, müstakil bir mezhep halini almış olmalıdır; zira Bitlisî, eserinde şia ve Ehl-i sünnet ayrımını fıkhî meselelerde net bir şekilde yapmaktadır.

22

göstermektedir. Bitlisî, eserinde tefsir ve te’vili bir araya getirdiğini ve bu eserin, hem mükemmel bir eser hem de en güzel Kur’ân yorumu olduğunu iddia etmektedir. Ayrıca bu tefsirin telifinde meşhur imamlara ait eserlere dayandığına özellikle dikkat çekmektedir. Dolayısıyla o, - iddiasına göre- hem kendinden önceki ilmî gelenek hem de Allah’tan gelen ilham ile elde ettiği ledünnî bilgi ışığında eserini telif etmiştir.

Bu ifadelerinden sonra Bitlisî, sözlerine şöyle devam eder: “İmam Nasruddin Ömer Kadı Beydâvî’ye (k.s.) nispet edilen tefsire, makamı tahkikte ve meramı türetmede tam olarak (dayanılmıştır). Rivayetlerin üsluplarında imam ve dinde müçtehit Muhyi’s-sünne Beğavî’nin Me‘âlimu’t-tenzîl’i ve bazı yerlerde Sa‘lebî’nin tefsirine dayanılmıştır. Güvenilir (olduğu konularda) İmam Cârullah Allame el-Harezmî’nin tefsirine müracaat edilmiştir.” Bu sözlerinden sonra Bitlisî, Ankebut sûresine geldiğinde Şihâbüddin el-Hindî’nin (849/1445) “el-Bahrül-mevâc ve’s-sirâcul-vehhâc” isimli tefsirine rastladığını, bundan da çok istifade ettiğini övgü dolu sözlerle beyan eder.37

Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere Bitlisî, önemlerine binaen, bazı eserleri kaynak olarak kullandığını, tefsirin mukaddimesinde beyan etmiştir. Mukaddimede ismen zikrettiği bu eserlere tekrar tefsir metni içerisinde atıfta bulunmamıştır. Bununla beraber tefsirin kaynakları, sadece mukaddimede ismi geçen bu beş eserle sınırlı değildir. Metin içerisinde, ya eser ismi ya da müellif ismi zikredilerek kendisine atıfta bulunulan kaynaklar da vardır. Biz burada bazı önemli noktalara daha kolay işaret edebilmek için kaynak olarak kullanıldığı, tefsirin mukaddimesinde isimleri zikredilerek belirtilen eserleri ve mukaddimede isimleri verilmese bile metinde kendisine atıfta bulunulan eserleri aşağıdaki tasnifle vermeyi uygun gördük. Bu kaynaklardan bazıları yoğunluklu olarak “tefsir” bölümlerinde kullanılmakta iken bazıları daha ziyade “tevil-işaret” bölümlerinde kullanılmaktadır.

Mukaddime’de İsimleri Tasrih Edilen Temel Kaynaklar:

1. Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrahim es-Sa‘lebî en-Nîsâbûrî (ö.

37 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl, ŞAP 109, vr. 1b. Bitlisî, eserinde ayrıca naklettiği tarihi bilgileri tam tespit için,

23

427/1035): El-Keşf ve’l-beyân ‘an tefsîri’l-Kur‘ân (Tefsîru’s-Sa‘lebî):38

Rivayet tefsiri olarak bilinen eser, mükemmel ve sahih bir tefsir olarak nitelendirildiği halde özellikle sûrelerin faziletine dair mevzu hadislere, Şîa kaynaklı bazı rivayetlere ve İsrailiyat türü kıssa ve haberlere yer vermesi açısından eleştirilmiştir.39 Bitlisî’nin, tefsirinde rivayet kaynağı olarak kullandığı en önemli iki kaynağından biridir.

2. Ebû Muhammed Muhyi’s-sünne Hüseyin b. Mes‘ûd b. Muhammed el-Ferrâ’ el-Beğavî (ö. 516/1122): Me‘âlimü’t-tenzîl (Tefsîru’l-Beğavî)40

Eser, önemli rivayet tefsirlerindendir. Beğavî, eserinde âyetleri hadislerle, sahabe ve tabiîn müfessirlerinin ve daha sonraki âlimlerin görüşleriyle açıklamaktadır.41 Bitlisî, sebeb-i nüzul, hadis-i şerifler ve selefe ait kaviller için ana kaynak olarak bu esere başvurmaktadır.

3. Ebu’l-Kasım Cârullah Mahmud b. Ömer b. Muhammed ez-Zemahşerî (ö. 538/1144): el-Keşşâf ‘an hakâiqı gavâmizi’t-tenzîl ve uyûni'l-ekâvil fî vücûhi’t-te’vîl42

Mutezile âlimlerinden Zemahşerî’nin ağırlıklı olarak dirayet metoduyla yazdığı tefsiridir. Bu eser, özellikle Osmanlı medreselerinde sıkça okutulmuş ve üzerinde birçok haşiye, şerh ve ta’lika çalışması yapılmıştır.43 Bitlisî, hem dilbilim ile ilgili konularda hem de Zemahşerî’nin bazı tevillerini değerlendirmek amacıyla Keşşâf’tan alıntılar yapmaktadır.44

4. Nâsırüddîn Ebû Saîd (Ebû Muhammed) Abdullah b. Ömer b. Muhammed el-Beydâvî (ö. 685/1286): Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl45

38 Sa‘lebî’nin terceme-i hali için bkz. Ahmet b. Muhammed el-Ednerevî, Tabakâtü’l-Müfessirîn, Süleyman b. Salih

el-Hazzî (thk.), Medine-i Münevvere: Müessesetu’r-Risâle, 1997, s. 334; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul: Ravza, 2008, c. 1, s. 406-407.

39 Bkz. M. Akif Koç, Tefsirde Bir Kaynak İncelemesi, Ankara: Kitabiyat, 2005, s. 15; ayrıca bkz. Emrullah Ulgen,

“Ebu İshak Es-Sa‘lebî ve El-Keşf vel-Beyan Adlı Tefsirindeki Metodu”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi SBE, 2006).

40 Beğavî’nin terceme-i hali için bkz. Ednerevî, s. 158-159; Bilmen, s. 461-462.

41 Ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Eroğlu, “Müfessir Beğavî, Hayatı ve Tefsirindeki Metodu”, (Yayımlanmamış Doktora

Tezi, Atatürk ÜİF, 1987).

42 Zemahşerî’nin terceme-i hali için bkz. Ednerevî, s. 172-173; Bilmen, s. 464-471.

43 Keşşâf üzerinde yapılan şerh ve haşiye çalışmaları hakkında bkz. Şükrü Maden, “Tefsirde Şerh Hâşiye ve Ta‘lîka

Literatürü”, Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi, c. 3, sy. 1 (2014), ss. 187-192.

44 Örnek olarak bkz. Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl, ŞAP 110, vr. 17-b; 23-b.

24

Beydâvî, Eş‘arî kelamcısı ve Şâfiî fakîhi olup adı geçen eseri Envâru’t-tenzîl, îcaz (ihti-sar) harikası kabul edilen meşhur bir dirayet tefsiridir. Osmanlı medreselerinde tefsir alanında en çok okutulan46 ve üzerinde en fazla şerh ve haşiye çalışması yapılan eser olarak karşımıza çıkmaktadır.47

5. Şihâbüddin Ahmet b. Şemseddin Devletâbâdî el-Fâzıl el-Hindî (849/1445): el-Bahru’l-mevâc ve’s-sirâcu’l-vehhâc

Hindistan’da yetişen tefsir, fıkıh ve nahiv âlimi olan el-Fâzıl el-Hindî’nin, Sultan İbrahim Şarkî’ye ithaf ettiği bu eser, Farsça bir Kur’ân tefsiridir. İlk altı sûreye ait bölümü 1880 yılında Leknev’de basılmıştır.48 Bitlisî, eserinin mukaddimesinde, Ankebut sûresine geldiğinde Şihâbüddin el-Hindî’nin tefsirine rastladığını ve ondan istifade ettiğini belirtir. Tefsirinde de sadece müellif ismine atıf yaparak alıntılar yapar.49

Zikri geçen bu beş eser, temel kaynak olarak kullanıldıkları, Câmiu’t-tenzîl ve’t-tevîl’in mukaddimesinde açıkça belirtilen eserlerdir. Bu eserlerden sonuncusu olan Fâzıl el-Hindî’nin el-Bahru’l-Mevâc ve’s-Sirâcu’l-Vehhâc adlı eserinin matbu veya mahtut bir nüshasına ulaşamadık. Bu nedenle değerlendirmelerimizi diğer dört eser üzerinden yapacağız.

Bitlisî’nin ismen tasrih ettiği kaynaklarının, Sünnî-Eş‘arî tefsir paradigması açısından konumunu, tefsir edebiyatının tekâmül seyrini merkeze alan bir tasnif üzerinden ele alacağız. Bu konuda İbn Haldun’un (ö. 808/1406) tasnifi dikkat çekmektedir. O, tefsiri iki kısma ayırmakta; selefe ait rivayetlerin isnatları ile nakledildiği tefsir türüne naklî tefsir ismini vermektedir. İbn Haldun’a göre ikinci sınıf tefsirler ise dile dayanır ve bu tefsir türü, dilbilimin bir meslek/sanat haline gelmesinden sonra oluşmuştur. Dolayısıyla tefsir kitabiyâtında, öncelikle nakil ağırlıklı ansiklopedik eserler, sonrasında, belagat ilminin kemale ermesine paralel olarak dil ve belagat ağırlıklı tefsirler kaleme alınmıştır.50 Tefsir geleneğini bir soyağacı geleneği olarak nitelendiren Velid Salih ise, tefsirin bir soyağacı kitabiyât türü olduğunu ve devamlı kadim kaynaklara dayandığını

46 Mefail Hızlı, “Osmanlı Medreselerinde Okutulan Dersler ve Eserler”, UÜİFD, c. 17, sy. 1 (2008), s. 35.

47 Beydâvî tefsirine yazılan şerh ve haşiyeler için bkz. Maden, ss. 194-211.

48 K. A. Nizami, “Devletâbâdî”, DİA, c. 9, İstanbul: TDV, 1994, s. 242-243.

49 Örnek olarak bkz. Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl, Süleymaniye Ktp. ŞAP 109, vr. 38-b; ŞAP 111, vr. 228-a.

50 Yunus Ekin, “Osmanlı Müfessiri Ebussuud Efendi’nin İslam Tefsir Geleneğindeki Yeri”, Osmanlı Araştırmaları

25

ifade eder. Ona göre bu kadim kaynaklar, tefsirin çekirdeğini oluşturmakta ve tefsirde belirleyici rol oynamaktadır; zira bu çekirdek, temeldir ve bireysel otoritelere (râvilere) atfedilir ki bu râviler, yorumu yapılan konunun meşruluğu için başvurulan kaynaklardır. İlaveten otorite kabul edilen bireylerin hiyerarşisinde devamlı surette değişiklik vardır. İktibas edilen çekirdek malzeme de durağan değildir, bazen ilavelerle zenginleştirilir, bazen süzgeçten geçirilip daha rafine hale getirilir, yeniden değerlendirilir ya da basitçe reddedilir. Tefsir soyağacı geleneğinde tefsir çekirdeğinin de bir gelişim seyri gösterdiğini ifade eden Salih, bu öz’lerin -Sünnî ve Şiî mirasıyla beslenen tasavvufî çekirdek gibi-, hava geçirmez şekilde düğümlenmiş (durağan) varlıklar olmadığını bilakis birlikte yaşayan ve yarışan, hatta pek çok zaman uyumlu bir kalıba dökülen birer bütün olduğunu söyler.51

O, tefsiri, soyağacı kitabiyâtı şeklinde tanımlamak suretiyle hem bu edebî türün iç mekanizmasını tarif etmeye hem de tefsirin gelişimini anlamaya çalışmaktadır. Bu metot ile “Tefsir kitabiyâtının en önemlileri hangileridir?” sorusuna cevap vermeye çalışan Salih, önemli olma durumunun tespiti için bir ölçüm aletine ihtiyaç duyulduğunu, bunun da eserin kullanım sıklığı olduğunu söylemektedir. Yani bir metnin merkezîliği, ondan yapılan iktibaslarla doğru orantılıdır. Başka bir ifadeyle, ana gövdenin organik bir şekilde büyümesini sağlayan eserin aslında kendisi, ana tefsir gövdesinin çekirdeği haline dönüşmektedir. İbn Abbas’tan (ö. 68/687) nakil yapan h. 7. asır müfessiri, aynı yorumu iktibas eden Sa‘lebî ile bir değildir. Sa‘lebî, İbn Abbas’tan (İbn Abbas tefsirinden) doğrudan nakil yaparken daha sonraki bir müfessir, aracılar vasıtasıyla bunu gerçekleştirmektedir. Bu ilişkide muhtemelen Sa‘lebî’nin kendisi ana gövdeye dönüşmektedir.52

Salih, tefsir kitabiyâtını bu şekilde tasnif etmek suretiyle hangi eserlerin ne ölçüde ana gövde olduğunu tespite de çalışmaktadır. Yaptığı sınıflandırmanın ilk çeşidi -İbn Haldun’un tasnifine de benzer şekilde- ansiklopedik tefsirdir. Bu sınıflandırma tüm büyük tefsirleri içine almaktadır. Sonraki müellifler için bu tefsirler, giriş kapısı mahiyetindedir; çünkü bu tefsirler, onlara alanla ilgili müşterek birikimi özetleme imkânı vermekte ve ayrıca İslam dini geleneğinin kültürel ve entelektüel çevresindeki sonraki

51 Bkz. A. Velid Salih, “Arapça Tefsir Tarihi Yazımında Başlangıç Mülahazaları: Kitabî Yaklaşım Tarihi”, İsmail

Albayrak (çev.), Çukurova ÜİFD, c. 15, sy. 1, (2015), s. 284.

26

gelişmeleri de katma olanağı sağlamaktadır. Bu tefsirlerin örnekleri Taberî (ö. 310/923), Mâturîdî (ö. 333/944), Sa‘lebî, Vâhidî (el-Basît adlı tefsirin müellifi olarak) (ö. 468/1076), Râzî (ö.606/1210), Kurtubî (ö. 671/1273), Ebu Hayyân (ö. 745/1344) vb. tefsirleridir.

İkinci çeşit tefsir ise medrese modeli eserlerdir. Bu eserler, ansiklopedik eserlerden sonra ortaya çıkmıştır. Bu tür tefsirler, ansiklopedik tefsirlerden doğmakta ve onlara dayanmaktadır. Medrese modeli tefsirler, özel nedenler sebebiyle telif edilmişlerdir. Bu nedenler, ya kolay okunabilirlikle ilgili olan metnin dizaynıyla irtibatlıdır ya da Kur’ân tefsirinde belirli bir ideolojiyi destekleyen dogmatik yapıdan kaynaklanmaktadır. Bu tür tefsirler, herhangi bir tevil probleminin, geniş bağlamında tartışılmasından kaçınılarak tefsirdeki temel meseleleri özetlemektedir. Medresede tefsir eğitimi, bu eserlerin ders kitabı olarak okunmasına dayanmaktadır. Bu tür tefsirlere örnekler ise Zemahşerî, Beydâvî, Beğavî, Hâzin (ö. 741/1341) ve Celâleyn tefsirleridir.

Üçüncü tür tefsir ise haşiye modeli tefsirdir. Bu tefsirler, medrese ders programlarında tefsir öğretmek için kullanılan meşhur üç medrese tarzı tefsir üzerine yazılan şerh tefsirlerdir: Zemahşerî’nin Keşşâf’ı, Beydâvî’nin Envâru’t-tenzil’i ile Mahallî (ö. 864/1459) ve Suyûtî’nin (ö. 911/1505) Celâleyn tefsiri. Haşiyelerin tefsir tarihindeki rolü oldukça önemlidir; çünkü bu haşiyeler vasıtasıyla tefsir sanatı değerlendirilip geliştirilmektedir.53

Bu tasnife göre ansiklopedik tefsirler kategorisine giren Sa‘lebî tefsiri, kendinden önceki tefsir kitabiyâtını toplaması bakımından büyük ehemmiyeti haizdir54 ve kendisinden sonra kaleme alınan hemen hemen bütün tefsirleri etkilemiştir.55 Beğavî ise tefsirinde, Sa‘lebî’nin eserini yeniden düzenlemiştir. Rivayetlerin yanı sıra kendinden önceki ve

53 Velid Salih, s. 287. Velid Salih sözlerine şunları da ekler:

Bu sınıflandırma kasıtlı olarak içerik tarifinden kaçınmaktadır; çünkü tefsirlerin pek çoğu tekdüze kaleme alınmadığı gibi tefsirin bir yazım türü olarak da hermenötik yapısı tek metot kullanan bir eser üretmemiştir (bu tür özellikleri yansıtan eserler, en güzel medrese modeli tefsirler başlığı altında gruplandırılabilir). Eserin işlevi benim sınıflandırmamda belirleyici etkiye sahiptir.

Klasik tefsir kitabiyatının üç gruba ayrılması tefsirlerin sınıflandırılmasıyla ilgili bütün problemleri çözecek anlamına gelmemektedir. Bu sınıflandırma sadece tefsir kitabiyat türünün hakikatine daha yakın gruplandırmadan ibarettir. (Velid Salih, s. 287-288).

54 Koç, s. 15.

55 Koç, s. 17. (dipnot:) hatta Velid Salih’e göre, ilk hicri asırların tefsir birikimini yansıtması bakımından Sa‘lebî’nin

tefsiri Taberî’nin tefsirinden bile daha kuşatıcıdır. Çünkü Taberî, sadece rivayetleri derlemeyi gaye edindiği halde, Sa‘lebî buna ek olarak rivayetlerde görülemeyen sözgelimi mistik, filolojik ve teolojik birikimi de eserine dâhil etmiştir (Velid Salih’ten naklen; Walid Saleh, The Quran Commentary, 70, 224)

27

dönemindeki ilmî ve sosyal müktesebatı eserine taşıyan Sa‘lebî’nin ve onun eserinin revize edilmiş haliyle Beğavî’nin tefsirleri, hem Râzî gibi ansiklopedik tefsirlerin hem de Zemahşerî, Beydâvî gibi medrese modeli tefsirlerin temel kaynaklarından biri olmuştur.56

Sünnî-Eş‘arî çizgi -Zemahşerî için rivayet/ilmî müktesebât aktarımlarında- Sa‘lebî tefsiri ile ana bir damar olarak kendinden sonraki tefsirlerde yerini bulmuştur.

Dirayet yönleri ile ön plana çıkan Zemahşerî ve onun eserini temel kaynak olarak kullanan Beydâvî ise Sünnî-Eş‘arî çizginin ikinci kuvvetli kanadını yani dilbilim yönünü temsil etmektedirler. Her ne kadar Zemahşerî, Mutezilî bir müfessir ise de Sünnî cephenin kendisine itiraz etmediği beyanî-belagî konularda bu geleneğin ana damarlarından birisi olmayı başarmıştır. Buraya kadar özetlemeye çalıştığımız bu Sünnî-Eş‘arî ilmî geleneğin tefsir kitabiyâtının gelişim seyri açısından Bitlisî’nin eserinde nasıl makes bulduğunu kısaca tespit etmemiz gerekirse şunları söyleyebiliriz.

Bitlisî, eserinde zikrettiği rivayetleri Sa‘lebî ve Beğavî’nin tefsirlerinden almakta fakat metin içerisinde bu iki tefsire tekrar işaret etmemekte ve bu rivayetlerin senetlerini hazfetmektedir. Hadis-i şerifler başta olmak üzere, sahabe ve tabiîn sözleri, selef ulemasının nakilleri, isrâilî rivayetler ile farklı kıraatlere dair rivayetler, bu iki eserden nakledilen öncelikli bilgilerdir. Müfessir, eserinde zikrettiği bu rivayetleri herhangi bir