• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KUR’ÂN YORUMUNDA ZAHİRÎ BOYUT: TEFSİR

2.1. Âyet Yorumlarında Dil Ve Mantık Verileri

2.1.1.2. Âyetin Mefhumu ve Sarf (Etimoloji) İlişkisine Dair Analizler

Bitlisî, yer yer, âyetin mefhumu ile ilgili görüşlerini aktararak, kelimenin etimolojik özellikleri ile âyetin bağlam ve mesajı arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir. Bu şekilde kelimenin etimolojik çatısı ile ilgili analizler yapmakta ve kendi görüşleri ile kelimenin etimolojik yönü arasında bir ilişki tesis etmektedir. Konu ile ilgili Âl-i İmrân sûresi 6. âyetin tefsiri örnek olarak verilebilir:

“﴾ُءاَشَي َفْيَك ماَحْرَلأا ي ف ْمُكُرِّوَصُي ي ذَّلا َوُه﴿ tam-nakıs, kadın-erkek, kısa-uzun, siyah-beyaz, güzel-çirkin, saîd-şakî ve bunların dışındaki özellikleri ve ameller açısından (şekillendirir). Âyet, Allah’ın, kemal-i kudretine, eksiksiz hikmetine, iradesinin kapsayıcılığına işarettir. İsa (a.s.) ise böyle değildir. Öyleyse, nasıl ilah olabilir? Onun, bazılarını diriltip öldürmesi, körün görmesini sağlaması ve bazı hastalıkları tedavi etmesine gelince –özellikle onun da böyle olması- bunlar, Allah’ın irade, kudret ve dilemesiyledir ve ulûhiyeti gerektirmez; çünkü bu durum İsa’nın (a.s.) zatından olmuş olsaydı daimî olarak bu hallerin onda var olması gerekirdi.

ُمي كَحْلا ُزي زَعْلا َوُه َّلَ إ َهَل إ َلَ

﴾ ) (Daha evvel) işaret edilen şeyin (bilgilerin) bir tasrihidir. (Zira âyetin baş tarafında) Hristiyanların (Hz. İsa’nın (a.s.) ulûhiyet) iddialarında kendisine tutundukları şeyin (delillerin) hükümsüzlüğüne işaret edilmişti; çünkü ilah, ancak ezelî ve ebedî olarak, kâmil bir kudret, her şeyi kuşatan bir ilim ve

155 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’t-te’vîl (Tahkikli metin), s. 85.

156 Sa‘lebî, c. 3, s. 68.

59

üstün hikmet sahibi olandır. (Âyetteki) mübalağa sığası da buna delalet eder. Hz. İsa (a.s.) ise böyle değildir.”158

Bitlisî, âyetin başı ve sonu arasındaki ilişkiyi dikkat çekici bir üslupla anlatmış; kelimedeki mübalağa sığasının, âyetin tefsirini destekler mahiyette bir delil olduğu vurgusunu yapmıştır. Buna göre Hristiyanların ulûhiyet iddialarının hükümsüzlüğü, Allah’ın ilmi ve hikmetinin kemâli cihetiyle de ortaya çıkmaktadır ve Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin mübalağa sığasında gelmiş olması, zımnında Hz. İsa’nın (a.s.) ilah olmadığını belirtir; zira onda, bir ilahta olması gereken kâmil ilim, kudret ve hikmet yoktur.

Bitlisî’nin yorumu, kendi kaynakları içerisinde özellikle Râzî’nin yorumu ile benzerliği açısından dikkat çekmektedir; zira o da Bitlisî gibi âyetin bağlamı ile mefhumu arasında bir irtibat kurar ve âyeti, Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyetini merkeze alan bir şekilde yorumlar. Râzî, âyet hakkında şu ifadelere yer verir:

“Buna göre Azîz, Cenâb-ı Hakk'ın kudretinin tamlığına; Hakîm ise ilminin mükemmelliğine işarettir. Bu da, Hz. İsa’nın (a.s.) bazı gaybları bilmesinin ve bazı suretlerde öldürmeyi ve diriltmeyi meydana getirmeye kadir olmasının, onun ilâh olmasına kâfi gelmeyeceğine dair, daha önce geçmiş olan açıklamaların takriridir (yeniden bir anlatımı ve tekididir). Çünkü ilâhın kudretinin mutlaka tam olması gerekir ki bu da Azîz’dir; ilminin de mükemmel olması gerekir ki bu da

Hakîm’dir.”159

Biz bu ifadelerden hareketle Râzî’nin “Azîz” ve “Hakîm” kelimelerinin etimolojik yapısının yani mübalağa sığası olmalarının ne tür bir anlam zenginliği meydana getireceğini bildiğini söyleyebiliriz. Muhtemelen Râzî, bu bilgi ışığında mübalağa sığasına uygun düşen tarza “Allah’ın kudret ve ilminde benzersiz şekilde kâmil olduğu” vurgusunu yapmaktadır. Bununla beraber o, eserinde, âyetin mesajı ile sarf ilminin bize sunduğu veriler arasındaki irtibata değinmemiş; yorumunun temel gerekçesinin kelimelerin sığalarının manaya etkisi olduğunu açıkça beyan etmemiştir. Bitlisî ise kendi yorumlarında bu eksikliği gidermiş, okuyucunun zihninde kapalılık kalmayacak şekilde vezin-anlam arasındaki ilişkiyi açıklamıştır. Bitlisî, bu surette kendi kaynağının bir nevi tahkikini yapmakta; selefinden devraldığı yorum müktesabatını doğru argümanlarla temellendirmektedir.

158 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’t-te’vîl (Tahkikli metin), s. 6.

159 Bkz. Fahruddin Muhammed b. Ömer er-Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, Imâd Zeki el-Bârûdî (thk.), Kahire:

60

Sarf ilmi açısından Bitlisî’nin tefsiri hakkında genel bir değerlendirme yapmamız gerekirse Bitlisî, tahlil edeceği kelimelerin, müfret ve cemi oluşlarına, lâzım-müteaddi durumlarına, vezinlerine ve kelimelerin sîğalarının anlam üzerindeki etkisine işaret etmekle beraber, sarf ilmi ile ilgili meselelere detaylı bir şekilde girmemiştir. Sadece zaruret miktarınca bu dil biliminin söz konusu verilerinden istifade ederek konuyu işlemiştir. Âyet tefsirinde veri olarak kullandığı sarf bilgilerinin tamamına yakını doğrudan veya dolaylı olarak kendi tefsir kaynaklarında da yer almaktadır. Bununla beraber müellifin, kaynaklarından istifade ederken kendi amacına uygun şekilde bu disiplini kullandığı da dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu disiplin, seleflerinde olduğu gibi, Bitlisî tarafından da ağırlıklı olarak lafzın zahirî anlamının doğru bir şekilde tespiti amacıyla kullanılmıştır.

Bitlisî, sarf bilgisi ile âyetin bağlam ve mesajı arasında sağlam bir köprü kurmaya çalışmış, özellikle de sûrenin genel karakteristiğini oluşturan kelâmî meselelerde sarf ilminin verilerinden istifade etmiştir. Bitlisî’nin, bir dil tefsirciliği yapmadığı; fakat ulûhiyet konusundaki hassasiyetini, dilsel veriler de dâhil olmak üzere ilmî müktesebatını kullanarak okuyucuya yansıttığı görülmektedir. Bitlisî’nin eserinde gördüğümüz bu aşama, artık (Kur’ân’ın anlaşılmasına yardımcı) aletlerin değil, bizzat Kur’ân’ın mesajının yine bu aletlerin istimdadı ile konuşulduğu bir örnekliği ifade eder.

2.1.2. Nahiv

Arapça terkiplerin i‘rab, bina ve diğer cihetlerden hallerinin kendisiyle bilindiği kuralları ifade eden nahiv ilmi160, şer’î ilimlere ulaşmada alet ilimlerinden biridir. Tıpkı sarf ilmi gibi tefsir usulü kaynaklarında, müfessirin ihtiyaç duyduğu ve bilmesi gereken ilimlerden biri olarak kabul edilir.161 Müfessirin, nahiv cihetinden, kelimenin cümle içinde yüklendiği görevi bilmesi ve bu görev münasebetiyle kelimenin ifade edeceği manalara vakıf olması gerekmektedir. Nitekim hem Kur’ân lafzının korunması hem de ilahî muradın anlaşılabilmesi için Kur’ân âyetlerinin i‘rabını yapmaya, başka bir ifade ile nahiv ilmine ihtiyaç vardır. H. II. asırdan itibaren müstakil olarak yazılan i‘rabu’l- Kur’ân

160 Cürcânî, s. 216.

61

eserleri de dâhil olmak üzere tefsir eserlerinin neredeyse tamamında nahivle ilgili meselelere az veya çok yer verildiği görülmektedir.

Bitlisî de, âyetleri tefsir ederken nahiv ilmi açısından kısa bir değerlendirmeye tabi tutmaktadır. Aşağıdaki örneklerde Bitlisî’nin nahiv bilgisini kullanışı ve bu bilgilerle kendi tefsir kaynaklarının mukayesesi verilmektedir.