• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KUR’ÂN YORUMUNDA ZAHİRÎ BOYUT: TEFSİR

2.2. Âyet Yorumlarında Rivayetler

2.2.1. Sebeb-i Nüzul

2.2.3.1. Âyet-Hadis İlişkisine Dair Analizler

Hüsâmeddin Ali el-Bitlisî, tefsirinde, âyetlerle doğrudan veya dolaylı olarak ilgili hadislere yer vermektedir. Bu meyanda, hem tefsirinin genelinde hem de Âl-i İmrân sûresinde -sûre veya âyet bağlamında- fezâilu’l-Kur’ân ile ilgili rivayetlere yer vermeye çoğunlukla dikkat etmektedir.372 Fezâilu’l-Kur’ân, Kur’ân-ı Kerîm’in üstünlüklerini ve onun bazı sûre ve âyetlerinin manevî ve uhrevî değerini konu edinen disiplindir.373

Fezâilu’l-Kur’ân başlığı altında zikredilen, sûre ve âyetlere dair faziletlerin anlatıldığı hadisler, tefsirde zayıf ve mevzu haberlerin en sık girdiği alanlardan biridir.374 Özellikle Sa‘lebî tefsiri fezâilu’l-Kur’ân ile ilgili sıhhat derecesi birbirinden farklı hadisler zikretmektedir. Bitlisî de Sa‘lebî’den fezâilu’l-Kur’ân ile ilgili hadisleri sıhhatini

372 Tefsirlerde yer alan sûre faziletleri ile ilgili meşhur olmuş bazı hadisler hakkındaki değerlendirmeler için bkz. Saffet

Sancaklı, “Sûrelerin Faziletiyle İlgili Bazı Tefsirlerde Yer Alan Apokrif Hadislerin Kritiği”, Diyanet İlmi Dergi, c. XXXVIII, sy. 3 (2002), s. 147-172.

373 Ayrıntılı bilgi için bkz. Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 201-204.

121

soruşturmadan alır. Bu bağlamda hem sahih hem de zayıf hadisler Bitlisî tefsirinde yer almaktadır. Örneğin Âl-i İmrân sûresi başında besmele tefsiri yaparak söze başladıktan sonra Âl-i İmrân sûresinin faziletini anlatan şu hadisleri verir:

“İbn Mesud dedi ki: “Her kim ki Âl-i İmrân sûresini okursa o zengindir.”375 Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini öğreniniz. O ikisi, iki çiçektir. O ikisi kıyamet günü iki melek suretinde gelir. (Bu sûreler), kendilerini okuyana cennete girinceye kadar şefaat eder.”376 (Bir başka hadis-i şerifinde): “Bakara ve Âl-i İmrân sûresini Cuma geceleri okuyan için iki kanat yaratılır. O iki kanat ile sırat köprüsü üzerinde uçar.”377 buyurdu.”378

Bitlisî’nin eserinde aktardığı, sûreyi okumaya ve öğrenmeye teşvik eden bu rivayetler, Sa‘lebî tefsirinde de yer almaktadır.379 Konu ile ilgili hadisleri sadece zikretmek ile yetinen Bitlisî, Sa‘lebî’de geçtiği şekli ile bu hadisleri eserine almakta; böylelikle insanları, bu sûreyi okumaya teşvik etmektedir. Hadislerin mefhum olarak gayet açık ve anlaşılır olması faziletler bahsi açısından ek bir açıklama ihtiyacını ortadan kaldırır. Hadislerden ilki, aynı zamanda Darimî’de, üçüncüsü ise Müslim’de geçmektedir. İkinci hadis-i şerifi ise Bitlisî’nin verdiği lafızlarla hadis kaynaklarında tespit edemedik. Muhtemelen Bitlisî, bu hadisi, mevzu/zayıf olup olmadığını soruşturma ihtiyacı hissetmeden kaynağı Sa‘lebî’de geçiyor olmasından hareketle eserine almıştır. Bitlisî, bu üç hadis dışında Âl-i İmrân sûresinin fazileti ile ilgili Sa‘lebî’de zikredilen diğer hadislere380 ise eserinde yer vermemektedir. Muhtemelen Bitlisî, verdiği kadarlık bilginin konuyu açıklamada yeterli olduğuna kanaat edip diğer hadisleri zikre gerek görmemiştir. Bir diğer örnek ise “Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilâh yoktur” (Âl-i İmrân 3/18) âyetinin tefsirinde yer alır. Bitlisî, âyetin tefsirini yapıp, âyet hakkındaki çeşitli meseleleri tartışır ve son olarak âyetin fazileti ilgili rivayetleri de vererek sözlerini tamamlar:

“Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu: “Her kim bu âyet-i kerîmeyi uyuyacağı vakit okuyacak olursa, Allah Teâlâ ona Kıyamet gününe kadar kendisi için

375 Darimî, Fezâilu’l-Kur’ân 16.

376 Sa‘lebî, c. 3, s. 5.

377 Müslim, Salatu’l-Müsafirîn ve Kasruhu 42 (252).

378 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 1.

379 Sa‘lebî, c.3, s. 5.

380 Sa‘lebî’de zikredilen diğer hadisler şunlardır: “Kim Âl-i İmrân sûresini cuma günü okursa, güneş batıncaya kadar

ona Allah Teâlâ rahmet, melekler de istiğfar ederler.”, “Âl-i İmrân’ı okuyan kimseye kıyâmet günü sırat üstünde, okuduğu her bir âyetin karşılığında emniyet verilir.”

122

mağfiret dileyecek yetmiş bin tane varlık yaratır.” Hz. Peygamber (s.a.s.) buyurdu ki: “Bu âyet, kıyamet günü sahibini getirir. Allah Teâlâ der ki: Muhakkak, benim bu kulum için bir ahdim vardır. Ben ahde vefalı olmaya daha layığım. Benim katımda cennete girin.” Bu âyeti işitenin şöyle demesi gerekir: ‘Ben Allah’ın kendisine şahit olduğu şeye şehadet ederim. Allah bu şehadetini emanet etmiştir. Bu şehadet, Allah katında benim için bir emanettir.’ Bu şehadetle kıyamet günü getirilinceye kadar (bunu söylemesi gerekir).”381

Bitlisî, Cenâb-ı Hakk’ın vâhidiyyetini vurgulayan yukarıdaki âyetin faziletine dair iki hadis-i şerif aktarır. Zikrettiği hadislerden her ikisi de Sa‘lebî382 tefsirinde yer almaktayken Beğavî383, eserinde sadece ilk hadise yer verir. Yakın lafızlarla Sa‘lebî tefsirinde yer alan ilk rivayeti, bu lafızlarla, her hangi bir hadis kaynağında tespit edemedik. Görüldüğü kadarıyla Bitlisî, Sa‘lebî’den edindiği âyetin faziletine dair olan rivayeti almış; hadisin güvenilirliği veya mefhumu hakkında değerlendirme ihtiyacı hissetmeden ikinci hadise geçmiştir.

İkinci hadis ise aralarında küçük lafız farkları olmakla beraber hem Sa‘lebî hem de Beğavî tefsirlerinde yer almaktadır. Bitlisî, tercihini Beğavî’den yana koymuş, hadis metninde lafzen, Beğavî’yi tercih etmiştir. Bununla beraber hem Sa‘lebî hem de Beğavî hadisin râvisinin hadisi nasıl elde ettiğini anlatan olayı eserlerinde zikretmişlerdir. Bu hadiseye göre Kufe’ye ticaret maksadı ile giden Gâlib el-Kattân, el-A‘meş’in (ö. 148/765) bir gece teheccüd namazında Âl-i İmrân 18. âyeti okuduğunu ve “Ben de Allah’ın şahitlik ettiği şeye şehadet ediyorum. Bu şehadetimi Allah’a emanet bırakıyorum ve bu benim Allah nezdindeki bir emanetimdir. Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır” dediğini işitmiştir. Gâlib, A’meş’e bu âyet hakkındaki haberi sorunca, A‘meş -onu bir yıl beklettikten sonra- Hz. Peygamberin (s.a.s.) “Kıyamet gününde bu emanetin sahibi getirilir. Yüce Allah şöyle buyurur: Kulum bana bir ahit vermişti. Verilen sözleri yerine getirmeye en layık olan benim, haydi kulumu cennete koyunuz” buyurduğunu söylemiştir.

Rivayet bu şekli ile hem Sa‘lebî hem de Beğavî tefsirlerinde yer almaktadır. Fakat Bitlisî, rivayeti bütün olarak aktarmamakta; sadece Hz. Peygamber’in (s.a.s) sözünü olduğu gibi nakletmekte ve A‘meş’in bireysel içtihadı ile namazda âyetin peşi sıra okuduğu bu duayı, A‘meş’e isnat etmeden, “Bu âyeti işitenin kıyamete kadar böyle demesi gerekir” sözleri ile virt haline getirilmesi gereken bir dua gibi sunmaktadır. Görüldüğü üzere Bitlisî,

381 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 34.

382 Sa‘lebî, c. 3, s. 31.

123

doğrudan olayın tamamını anlatmaktansa rivayeti, işlerlik kazanacağı bir formda sunmayı tercih etmektedir. Özetle hadiseden doğal olarak çıkarılması gereken bir sonucu tavsiye ederek hadisteki bilginin pratik bir hal almasına çalışmakta ve gerekli gördüğü yerde rivayetin sunduğu perspektifi yakalamak için bazı tasarruflarda bulunduğunu göstermektedir. Burada A‘meş’e ait bir sözün, ona isnat edilmeden kullanılması ilmî gözükmese de aslında rivayetin tamamından çıkarılması gereken derslerden biri de bu duayı okumanın gerekliliği olduğu için Bitlisî, sadece bu kısma odaklanmış ve rivayetin tamamını aktarmamıştır.

Bu hadis, Beyhakî’nin Şuabü’l-iman ve Taberânî’nin Mucemu’l-Kebîr adlı eserlerinde yer almakta ve senedindeki râvilerden ikisinin zayıf olduğu bilinmektedir.384 Her ne kadar hadisin sıhhat değeri konumuz dışında ise de görülmektedir ki bu hadis, kütüb-i sitte başta olmak üzere sahih hadis kaynaklarında sağlam bir rivayet zinciri ile bize ulaşmamıştır. Böyle bir hadisin kullanımı ise ilmî bir problem olarak algılanmamış; bilakis insanları faydalı bir amele teşvik için esere alınmıştır. Bu tavır, fezâil hadislerinin tefsir metinlerinde yer almasının temel mantığı ile de örtüşmektedir.

Bitlisî, eserinde bazı âyetlerle doğrudan ilgili olan haberlere de yer vermektedir. Bizzat âyetler hakkında söylenmiş bu hadisler, Hz. Peygamber’in (s.a.s.), âyetle yaşayan toplum ve ahlakî değerler arasında nasıl bir bağ kurduğunu da göstermektedir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) bazı âyet-i kerîmeler hakkında -sebeb-i nüzul rivayetleri dışında- çeşitli beyanlarda bulunmuş ve âyetin sağladığı perspektiften hareketle ashabına yönlendirmeler yapmıştır. Bu yönlendirmeler, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) tefsir örneklerini göstermekle beraber Bitlisî’ye tefsirinde ilham kaynağı olmakta; hatta Bitlisî, âyetleri bu hadislerle doğrudan tefsir etmektedir. “Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, ‘Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur’ demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.” (Âl-i İmrân 3/75) âyet-i kerîmesini tefsirinde Bitlisî, şu sözlere yer verir:

384 Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali Beyhakî, Şuabü‘l-iman, Ebû Hacer Muhammed Zaglul (thk.), Beyrut:

Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1990, c. 2, s. 464 (hadis: 2414); Ebü’l-Kâsım Süleymân b. Ahmed Taberânî, el-Mu‘cemü'l-kebir, Hamdi Abdülmecid Selefî (thk.), 2. Basım, Beyrut: Dâru İhyai't-Türasi'l-Arabî, 1984, c. 10, s. 199 (hadis: 10453).

124

“﴾ َب ذَكْلا ّالله ىَلَع َنوُلوُقَيَو﴿ Allah’ın nebisine, bunun, Tevrat’taki vahiy olduğu konusunda (yalan söylerler). ﴾َنوُمَلْعَي ْمُهَو﴿ Allah’a dair (uydurdukları) yalan ve iftiraları (bilmektedirler). Allah Teâlâ, Tevrat’ta emaneti ehline vermeyi emretti. (Konu ile ilgili şu da) söylenmiştir: Yahudiler Kureyş’ten bir adamla (ticarî) anlaşma yaptı. Adam Müslüman olunca, ona, “dinini terk ettin, hakkın gitti” dediler ve bunun kitaplarında yazdığını iddia ettiler. Bu âyet indiğinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) âyet hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Cahiliyeden kalma her şey ayaklarımın altındadır. Emanet hariç. O, iyiye de kötüye de iade edilir.”385

Yahudilerin, emaneti sahibine vermemelerini Tevrat’la gerekçelendirmelerine bir reddiye sayılabilecek bu âyet, onların bile bile Allah’a iftira attıklarını söyler. Bitlisî, âyetin anlamını kısaca verdikten sonra âyetle ilgili varit olan haberleri zikreder. Hz. Peygamberin (s.a.s.) emanet hariç tüm cahiliye adetlerini hükmen ortadan kaldırdığını belirten bu rivayetle, emaneti sahibine teslim etmenin önemine de vurgu yapılmış olur. Böylelikle âyette vurgulanan ahlakî değer, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sözü ile de teyit edilmiş; özetle âyetle doğrudan ilgili bir hadisin yardımı ile âyetin tefsiri yapılmıştır. Bitlisî’nin aktardığı bu rivayet, Sa‘lebî tefsirinde aynı âyet bağlamında yer almaktadır.386

Biz zikri geçen hadisi metindeki bağlamı ve lafızlarıyla her hangi bir hadis kaynağında tespit edemedik. Sa‘lebî aracılığıyla yapılan bu aktarımın, rivayet değeri itibariyle sorunlu olması Bitlisî’nin hadisleri kritik etmeden eserine aldığının ve selefi Sa‘lebî’nin çizgisini -rivayet aktarımlarında- devam ettirdiğinin diğer bir örneğidir. Bu yorum şekline benzer bir örnek Âl-i İmrân sûresi 103. âyetin tefsirinde de görülmektedir.387

Bitlisî, bazen de âyetlerde geçen bazı kelimeleri ya Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kelimeyi doğrudan açıklayan ya da kelimenin anlamını ortaya koyan hadislerle istişhad yapmak suretiyle tefsir eder. Örneğin “Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime’yi tasdik edici, efendi (ا دِّيَسَو), iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler.” (Âl-i İmrân 3/39) âyetinin tefsirinde şu sözlere yer verir:

“﴾ا دِّيَسَو﴿ O’nun vasfıdır. »دوسي داس«’den feîl (ليعف) veznidir. O da “kendisine tabi olunan ve sözüne uyulan lider” demektir. (Seyyid kelimesinin) “dinde reis” demek olduğu da söylenmiştir veya “ahlakı güzel” demektir. Saîd b. Cübeyr’in (r.a.) “O, kendisine itaat edilendir.” dediği rivayet edilmiştir. (Kelime hakkında) şu da

385 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 119.

386 Sa‘lebî, c. 3, s. 97.

125

söylenmiştir: O, büyük ve şerefli olandır. Zünnûn-i Mısrî’den rivayet edilmiştir ki: “Kıskanç olan, efendi olamaz”.

Allah Resulüne “Senin ümmetinde seyyid var mıdır?” diye soruldu. O da söyle cevap verdi: “Evet (O), Allah’ın kendisine mal verdiği, hoşgörüyle rızıklandırdığı kimsedir. Böyle bir kimse şükrünü eda eder ve şikâyetini insanlara yapmaz.” Kelimenin, “dinde önder” demek olduğu da söylenmiştir. Yani ilim, hilm, ibadet, kerem, anlayış, züht ve vera‘da (önder demektedir.) Bu manaların tamamını kendinde bir araya getiren kişi seyyidu’s-sâdâttır. O aynı zamanda hayrın menbaı ve bereketin kaynağıdır. Bu yüzden “sâdâtın adetleri, adetlerin sâdâtıdır” denilmiştir.”388

Seyyid kelimesini etimolojik açıdan inceleyen Bitlisî, konu ile ilgili mevcut rivayetleri bir araya getirmek suretiyle kelimenin tanımını ortaya koymaya çalışır. Özellikle Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “senin ümmetinde seyyid var mı?” sorusuna verdiği cevaba dikkat çeker ve kelimeyi, hadis-i şerifteki açıklaması ile beraber anlar. Bitlisî, aslında “seyyid” kelimesi ile zahirî ve batınî dindarlık arasında bir ilişki kurmuş, tüm iyi vasıfları kendinde toplayanı ise “efendilerin efendisi” olarak tasvir etmiştir. Bu insanlar o denli yücedir ki onların en basit alışkanlıkları bile, diğer tüm alışkanlıklar içinde en kıymetli olanlardır. Bitlisî, bu hadis-i şerifle kelimenin anlam sınırlarını çizmekte ve buradan hareketle de âyeti tefsir etmektedir.

Bitlisî’nin Hz. Peygamber’den aktardığı bu hadis-i şerif, Beyhakî’nin Şu‘abu’l-İmân adlı eserinde geçmektedir. Beyhakî, senette yer alan Ebu Hürmüz adlı şahsın zayıf olduğunu söylemektedir.389 Hadis, -tıpkı diğer örneklerde de görüldüğü gibi- Sa‘lebî tefsirinde yer almakta390 ve Bitlisî, bu hadisi, sıhhatini soruşturmadan ve ilk kaynaklara müracaat etmeden almaktadır. Burada dikkatimizi çeken husus, hadisin hem Sa‘lebî’de hem de hadis kaynağında daha uzun bir şekilde rivayet edilmesine rağmen Bitlisî’nin bu hadisi ihtisar etmesidir. Hadisin baş tarafında yer alan “İbn Abbas’tan nakledildiğine göre o dedi ki: Ben Allah Resulü ile beraber oturuyordum. Üzerlerinde sefer kıyafetleri olan 13 kişi geldi ve hem Allah Resulüne hem de insanlara selam verdiler. Sonra ‘İnsanlardan seyyid olan kimdir, Ey Allah Resulü? diye sordular. Bunu üzerine Peygamber ‘O, Yusuf b. Yakup b. İshak b. İbrahim’dir’ buyurdu” kısmı, Bitlisî’nin eserinde zikredilmez. Bitlisî, hadisin, doğrudan kelimenin şerhi olarak kullanabileceği tanım kısmına odaklanarak baş tarafını hazfetmiştir. Bu surette o, kendisine intikal eden bilgiyi, âyetin mesajına

388 Bitlisî, Câmiu’t-tenzîl ve’l-te’vîl (Tahkikli metin), s. 75.

389 Beyhakî, c. 7, s. 440.

126

uygunluğunu merkeze alarak revize etmiş, kaynağı Sa‘lebî’den edindiği literatür bilgisine âyet bağlamında işlerlik kazandırmıştır. Burada hadiste tanımlanan seyyid kelimesinin âyetteki seyyid kelimesinin müfessiri olması Bitlisî’nin bir tercihidir. Zira Sa‘lebînin tefsirinde bu kelimenin şarihi olarak anlaşılabilecek farklı rivayetler olmasına rağmen Bitlisî, bu rivayetleri teker teker sahabîye isnat ederek eserine kaydetmemiş; rivayetlerin genel olarak vurguladığı öz manayı “Yani ilim, hilm, ibadet, kerem, anlayış, züht ve vera‘da (önder demektedir.) Bu manaların tamamını kendinde bir araya getiren kişi seyyidu’s-sâdâttır. O aynı zamanda hayrın menbaı ve bereketin kaynağıdır. Bu yüzden “sâdâtın adetleri, adetlerin sâdâtıdır” denilmiştir.” ifadeleri ile vurgulamıştır. Bu şekilde kendisine ulaşan rivayetlerin mefhumlarını cem etmiş ve bu mefhumların değerlendirmesini yaparak bu vasıflara sahip olanların, efendilerin efendisi olduğunu söylemiştir. Bitlisî’nin bu tasarrufu hem Sa‘lebî gibi tüm literatür bilgisini aktarma kaygısı taşımadığını hem de kendisine intikal eden bu literatür bilgisine nasıl işlerlik kazandırıp revize ettiğini göstermektedir; zira sahabîye atfetmeden kullandığı bu tanımlar, onun, rivayet kanallarını değil mefhumu ön plana çıkardığını göstermektedir. Kelime açıklamalarında hadislerin nasıl kullanıldığına benzer bir örnek de Âl-i İmrân sûresi 14. âyette391 geçen “kıntâr” kelimesinin tefsirinde yer almaktadır.392