• Sonuç bulunamadı

2. HABER ÜRETİM SÜRECİ

2.3. Medya, Sermaye ve Devlet

2.3.4. Yeni dönemde medya ve siyaset

Tezin buraya kadar olan bölümlerinde medya-siyaset ilişkilerine yer yer değindik. Bu bölümde genel olarak bir değerlendirme yapılacak ve medya ile siyaset kurumları arasında menfaat sağlamaya yönelik kurulan ilişkiler ele alınacaktır.

Türkiye’de hem etkinliğin garantisi, hem de ayakta kalabilmenin garantisi olarak devletle ilişkiler, siyasal iktidarlarla ilişkiler, medya sahipleri tarafından özellikle tercih edilmektedir. Diğer taraftan siyaset kurumunun da geçmişte olduğundan çok daha fazla bir avantaj olarak bu ilişkiye yaklaştığını görmek gerekir. Onlar için de gazetelerin iktidara yakın olmaları ya da gerektiğinde iktidarın işlerliği için kullanılabilmeleri veya asıl kritik zamanlarda kendi iktidarlarının kritik edilmesinde, eleştirilmesinde bir faktör olmaktan medyanın çıkartılması büyük bir avantaj. İşte bu karşılıklı avantaj, karşılıklı bağımlılık doğurmaktadır (Damlapınar, 2008: 76).

Ekonomi-politikçiler, ürünü belirleyenin medyanın arkasındaki ekonomik güç olduğunu iddia ederler. Tabiatıyla bu ekonomik gücün, hareket noktası evrensel değerler, kamunun aydınlatılması vs. gibi ‘‘şatafatlı sözler’’ değil, karın ve kazancın nasıl maksimize edilebilmesi için siyasal iktidarlarla kurulacak ilişkiler oluşturur (Bostancı, 1998: 140-141).

İktidarlar, basına yönelik olarak yasal veya yasal olmayan bazı uygulamalarda bulunabilirler. Medya gücünü elinde bulunduranlar da devletin bazı imkanlarından yararlanmak amacıyla medyayı bu amaçlar doğrultusunda kullanabilirler. Her iki şekilde de demokrasi açısında olumsuz sonuçlar ortaya çıkar. İktidar partileri medyaya krediler, ihaleler ve ticari bir takım çıkarlar sağlayarak kendi iktidarlarına destek sağlamakta, medya da elindeki kamuoyunu yönlendirme gücünü çıkar sağladığı iktidarlar lehine kullanarak devletin sağladığı imkanları artırmak için gayret sarf etmektedir (Demir, 2007: 203).

Medyanın mülkiyet yapısındaki değişmelerin bir sonucu olarak, medyanın hükümetle ilişkilerini doğrudan etkilemiştir. Bazı araştırmacılar, medya kartellerinin aslında şirket kazancını artırmak için zaman zaman siyasal baskılar yaptığını ifade

etmektedir. Siyasal baskının arkasında yatan neden kamuoyunun çıkarı değil, karın artırılması çabasıdır (Curran, 2002: 193).

Siyasi iktidar, özellikle Türkiye gibi ülkelerde çeşitli teşvik ve kayırmalarla medya tekellerini desteklerken, medya tekelleri buna karşılık siyasi otoritenin istediği yönde toplumu yönlendirmeye çalışmaktadır. Bu durumun sonucu olarak demokrasinin önemli kurumlarından biri olan medya demokrasinin yozlaştırılmasının aracı haline gelmektedir (Demir, 2007: 205).

Basın, iktidar merkezi değiştiğinde yeni iktidar ilişkileri alanına hızla uyum göstermekte, karmaşık ideolojik ve iktisadi ilişkiler içinde kendine bir yer benimseyerek özgürlük taleplerine gölge düşürecek manipülatif yayınlarda bulunmaktadır. Medyanın yayın politikasını devletten alınan ihaleler ve krediler başrol oynamaktadır. Bu durum, basının varoluş misyonuna büyük zarar vermektedir (Bostancı, 1998: 136).

Medyada çıkar amaçlı oluşan siyasi partizanlık da hükümetin ciddi biçimde gözetime tutulmasını engellemektedir. Serbest pazar kuramında sağdaki partizanlığı, soldaki partizanlık dengelemektedir ve böylece hangi parti iktidarda olursa olsun hükümeti hedef almaya hazır bir basın daima bulunmaktadır. Ancak bu durum sağlıklı bir yapı doğurmamaktadır (Curran, 2002: 195).

Demir’in (2007: 205) de değindiği gibi, kazancı maksimize etmeye yönelik amacın bir sonucu olarak, Türkiye’de medya-devlet ilişkileri tamamen ekonomik çıkarlara dayalı bir zemine oturmuştur. Türk medyasının ezici bir çoğunluğu gazetecilik dışında her işi yapar hale gelmesi nedeniyle bağlı bulundukları holdinglerin çıkarlarını korumak için siyasi iktidarlara yönelik yayın politikalarında değişikliğe gidebilmektedir. Medya grupları, devletin elindeki ekonomik imkanları kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmek için ellerindeki yayın organlarını bu amaçla kullanmakta tereddüt etmemektedirler.

Medyanın işlevi, toplum adına iktidarı denetlemek yerine iktidar sahipleri adına toplumu denetlemeye dönüşmüştür. Bununla paralel olarak sermaye grupları faaliyet gösterdikleri diğer iş sahalarını genişletmektedirler. Özelleştirme

pastasından ise payına düşeni fazlasıyla almaktadırlar. Bu yeni denklem, medyanın “4. Kuvvet” pozisyonuna büyük darbe indirmiştir (Kaya, 2009: 232).

Medya farklı görünümlerle de olsa, bazen devlet, bazen sermaye eksenli etkilerin odağında olmaya devam etmektedir. Görünüşte daha özgürlükçe ortamlarda olmakla birlikte, ulusal ve uluslararası sermaye ve bu sermayeye hakim güçler tarafından yönlendirilen medya, faşist, komünist, tek adam ya da tek parti yönetimi altındaki baskıcı dönemlerdeki gibi ancak daha örtülü şekilde, asıl işlevlerinden gitgide uzaklaşmaktadır (Demir, 2007: 238).

Bu karmaşık ve temiz olmayan ikili ilişkilerin bir sonucu olarak son yıllarda yapılan ‘‘toplumsal güvenilirlik’’ araştırmalarına göre, siyaset ve medya ‘‘güvenilmeyen’’ alanların başında gelmektedir. Gerçekten de siyasetin bir yöneticilik sanatı olarak mevcut sorunlara çözüm üretme mekanizması olmaktan çok bizatihi sorunların müsebbibi olduğuna dair tartışmaların tutar noktaları bulunabilir. Ancak söz konusu araştırmalarda güvenilmezlik açısında siyasetin ortağı olan ikinci kurumun ‘‘medya’’ olması siyaset ve medya aktörleri arasındaki kaçınılmaz ilişkiyi ortaya çıkarmaktadır. İktidar ve medya organları arasındaki çıkar sağlamaya dayanan ve gizli kapaklı sürdürülen ilişki biçimlerinin, her iki sitemin de güvenilirliğinde belirleyici etkiye sahip olması ayrı bir tartışma konusudur (Damlapınar, 2008: 9).

Demokratik düzenler için basının ‘’ideal konumu’’, liberal felsefenin devletin kahredici gücüne karşı vatandaşın korunması kaygıları çerçevesinde düşünülebilir. Nasıl yargı ‘‘idarenin eylem ve işlemlerine karşı vatandaşa itiraz hakkı tanıyan bir güç’’ ise, basın da hem iktidarın belirlenmesinde hem de onların iktidar etme süreçlerinde vatandaşın etkinliğini artıran, bir bakıma yönetime katılımı sağlayan kurumdur. Ancak bu ‘‘güvenirlik’’ çizelgesinden görüyoruz ki ideal edilen fonksiyon ile gerçeklik arasında hiçbir benzerlik yok (Bostancı, 1998: 135-136).

Medyanın ticarileştiği ve bundan dolayı çoğulculuğun zayıfladığı bir düzende, demokrasi çoğunlukla medyayı elinde tutanların, yani büyük sermayenin istediği yönde işleyecektir. Medya sahiplerinin politikaya etki etmeye çalışmaları ve

kendilerine bu konuda çıkarlar edinme çabaları da demokrasinin sağlıklı işlemesini önlemektedir (Demir, 2007: 23).

Medya sektöründeki yapısal dönüşümün medya içeriklerine yansımayan ikinci boyutu, medyanın topluma iletilmesi gereken bilgi ve haberleri iletmekten vazgeçmesi ya da çarpıtarak aktarmasıdır. Medya, bünyesinde yer aldığı şirketler grubunun, sponsorların, reklam verenlerin, patronların dost ve yakınlarının çıkarlarına uygun olmayacak, siyasi iktidarla ilişkileri zedeleyecek bilgi ve haberleri halka aktarmayarak oto sansür uygulamaktadır. Böylelikle, medya tarafından demokrasi sekteye uğramaktadır. Medyasına güvenini yitirmiş bir toplumda demokrasi hem eksik kalacak hem de demokrasi adına ne varsa sürekli bir tehdit altında olacaktır (Kaya, 2009: 255-302).

Geçmişte, kapitalizmin ilk aşamalarında devletin kontrolünde olan kitle iletişim araçları daha sonra bu denetimden kurtulmak maçıyla verilen demokrasi mücadelesi nedeniyle siyasal iktidarı denetleyen ‘‘4. Kuvvet’’ olarak anılmaya başlanmıştır. Günümüzde kapitalizmin ulaştığı yeni aşamada, Devlet (İktidar)-Sermaye-Medya ilişkisi köklü bir biçimde değişerek yeniden kurulmuştur. 1980’li yıllardan başlayarak günümüze kadar ulaşan dönem içerisinde Devlet-Sermaye-Medya füzyonu tamamlanmıştır (Kaya, 2009: 228-229).

Genel olarak, 1980’den sonra oluşan yeni dönemindeki hızlı dönüşümle birlikte medya-siyaset ilişkisi de farklı boyutlara taşınmış, medya ve siyasetin yanına ticaret de eklenerek ilişkiler daha da işin içinden çıkılmaz hal almıştır. Medya, siyaset ve ticaret hem birbirinden etkilenen hem de birbirini besleyen unsurlar haline gelmiştir. Liberal yaklaşımın vazgeçilmezi olan ‘‘ayna’’, ‘‘gerçekliğin’’ değil, ‘‘sermayenin, devletin ve reklam verenlerin’’ çıkarlarının yansıtıcısı olmuştur (İnal, 1995: 14).

Bugünün Türk medyası ise 2002’de iktidara gelen AK Parti ile yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Türk medyasının hakim gruplarını 2000’li yılların başında Doğan, Çukurova, Uzan, Ciner ve Doğuş oluşturmaktaydı. Uzan Grubu, AK Parti ile girdiği siyasal rekabetin ardından medya sektöründen ilk tasfiye olan sermaye sınıfı olmuştur (Kaya, 2009: 248)

2000’li yıllarda da Türk medyasının lokomotifi olmayı başaran Doğan Grubu, hükümet ile ilişkilerini ticari çıkarlarına göre şekillendirmiştir. Doğan Grubu, hükümeti istediklerini elde ettiğinde desteklemiş, aksi durumda ise eleştirmiştir. AK

Parti iktidarı, yarı dargın yarı barışık ilişki yürüttüğü Doğan Grubu karşısında kendi medyasını şekillendirmiştir.

Bir çok sektörde yatırımları bulunan Çalık Grubu, AK Parti döneminde Türk medyasında sivrilen, güçlenen yeni bir aktör olarak çıkmıştır. Çalık Grubu, holding çatısındaki karmaşık yapısına medyayı da ekleyerek güçlenmenin, siyasal iktidarla ilişkiye girmenin yolunu bulmuştur. Ciner Grubu’na bağlı Sabah-ATV Grubu şirketleri 1 Nisan 2007’de TMSF’ye geçmiş, sonrasında ise Çalık Grubu’na satılmıştır. Çalık Grubu, AK Parti’nin en önemli destekçisi olmuş ve diğer sektörlerdeki yatırımlarını hızla artırmıştır. Kendisini ‘‘muhafazakar demokrat’’ olarak adlandıran AK Parti’nin iktidarında, ‘‘İslami kesim’’ de medyada mülkiyet ve kontrol alanını hızla genişletmiştir (Kırmızıoğlu, 2010: 77).