• Sonuç bulunamadı

2. HABER ÜRETİM SÜRECİ

2.2. Medya ve İdeoloji

2.2.1. Althusser ve Gramsci

Eleştirel haber araştırmaları, Louis Althusser ve Antonio Gramsci’nin ideolojiye ilişkin açıklamalarından yaralanmıştır. Kültürel çalışmalar çerçevesinde yapılan haber araştırmaları açısından Althusser’in ‘‘Devletin İdeolojik Aygıtları’’ ve Gramsci’nin ‘‘Hegemonya’’ kavramları önem taşımıştır. Siyaset bilimi kökenli kuramcılar, dilsel süreçler ile toplumsal güç-iktidarın kurulması arasındaki ilişkinin saptanmasına yönelik önemli düşünceler ortaya koymuşlardır (Özer, 2011: 24-25).

Althusser’in ‘‘Devletin İdeolojik Aygıtları’’ ve Gramsci’nin ‘‘Hegemonya’’ kavramlarının kültürel çalışmalar üzerindeki etkisi toplumların içerisinde yer alan toplumsal pratiklerin incelenmesi için bir gerekçe inşaa edilmesine yardım etmiştir (Özer, 2011: 25). Althusser’in bir pratik olarak ideoloji kuramı, azınlığın çoğunluk

üzerindeki iktidarının baskıcı olmayan araçlarla sürdürülmesinde ideolojinin rolünü vurgulamaktadır (Gürses, 2005: 182).

Çam’ın (2008: 193) belirttiği gibi, Althusser, devletin aygıtlarını ideolojik ve baskı aygıtları olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Hükümet, yönetim, ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler baskı aygıtı olarak örneklenirken; Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA), dini, öğretimsel, ailevi, hukuki, siyasal, sendikal, haberleşmesel ve kültürel nitelikli ideolojik aygıtlar olarak nitelendirilmiştir. Althusser, devletin baskı aygıtlarının zor kullanarak, buna karşılık DİA’ların ise ideoloji kullanarak işlediğini ifade etmektedir.

Hegemonya kavramı Gramsci’nin kullandığı anlamda, yani yöneten sınıfların, yönetilen sınıflar üzerinde zor kullanarak değil; bu sınıflar üzerinde rızaya dayanan bütünlüklü bir otoritenin kurulması anlamında kullanılmaktadır. Bu rıza da medya aracılığı ise sağlanmaktadır. Althusser, medyayı, Gramsci’ye dayanarak geliştirdiği ‘‘Devletin İdeolojik Aygıtları’’ nosyonunun içine yerleştirir. DİA’lardaki yeniden üretim, ideoloji aracılığı ile gerçekleşir (Poyraz, 2002: 14).

Althusser’e göre, aileden okula, din kurumlarından medyaya, tüm toplumsal kurumlar ideolojinin taşıyıcılarıdır. Bu kurumlar, özneler aracılığıyla var olurlar ve pratiklerinde hem özneleri hem de ideolojiyi üretirler. Medya metinlerinin ideolojik söylemler olarak ele alınması ile medya, yine öznenin oluşum sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır (İnal, 1996: 60-61).

Medya, toplumun meşruluğunun kazanılması sürecinde önemli rol oynar. Althusser’e göre, kapitalizm ve kapitalizm öncesi toplumsal biçimlenişlerde egemen sınıf, kendi iktidarını yalnızca doğrudan baskıyla değil; ideolojik aygıtların, yine ideolojiye dayanan baskıyla birlikte sürdürmüştür (Özbek, 2011: 146).

İlke olarak, ‘‘egemen sınıfın’’ devlet iktidarını elinde tuttuğunu dolayısıyla ‘’Devletin Baskı Aygıtı’‘nı elinde bulundurduğunu düşünürsek, egemen sınıfın DİA’larda da etkin olduğunu kabul etmemiz gerekir. Çünkü DİA’larda gerçekleşen de bütün çelişkileriyle birlikte sonuçta egemen sınıfın ideolojisinin ta kendisidir. Bildiğimiz kadarıyla, hiçbir sınıf ‘‘Devletin İdeolojik Aygıtları’’ içinde ve üstünde kendi

hegemonyasını uygulamadan devlet iktidarını kalıcı olarak elinde tutamaz (Althusser, 2006: 66-67).

Althusser’in DİA’lar arasında saydığı medya, egemen sınıfın ideolojisinin en fazla yoğunlaştığı alandır. Bu durumda, devletin haber üretme aygıtı olarak tanımlanan ‘‘merkez medyanın’’, toplum içindeki tahakküm kurma ve tabi olma oyununda ne kadar etkin bir rol oynadığı daha net anlaşılmaktadır. Medyanın bu oyundaki rolü bir yandan durum tanımlayıcı ve anlam üretici olmak, öte yandan da bu tanım ve anlamları yeniden üreterek fikirler pazarına sunmaktır (Dursun, 2004: 159).

Althusser, hiçbir sınıf DİA’lar üstünde egemenlik oluşturmadan devlet iktidarını sürekli olarak elinde tutamaz saptamasını yapmaktadır. Althusser, daha sonra ideolojiyle işleyen DİA’ların asıl işlevinin ne olduğunu araştırmaya yönelmiştir. DİA’ların asıl işlevi, tıpkı devletlerin baskı aygıtında olduğu gibi, var olan toplumsal ilişkilerin sürekliliğini sağlamaktır. Yani üretim ilişkilerinin yeniden üretimini sağlamak. DİA’ların her biri bu amaç için kendilerine özgü yollardan katkıda bulunurlar. Siyasal DİA, bireyleri devletin siyasal ideolojisine uyumlu kılar, iletişim DİA’sı egemen ideolojiyi yurttaşlara yayar (Özbek, 2011: 148-149).

Lenin’in devlet iktidarını eline geçirmiş olan Sovyet proletaryası, ‘‘proletarya diktatörlüğü’’nün geleceğini ve sosyalizme geçişi güvence altına alsın diye DİA’larda devrim yapmak gerektiği konusundaki ısrarı buna en iyi örnektir (Althusser, 2006: 67).

Devlet, iktidarı elinde bulunduranların denetimi altındaysa eğer, aynı zamanda rıza üretim sürecini yaratan araçları da elinde bulundurmaktadır. İnsanlar, DİA’lar ile kendi çıkarlarını kapsamayan bir alan içinde yer alabilmektedir. İdeolojik pratiklerin en yaygın ve en görülmez pratiklerinden birisi Althusser’in deyimiyle ‘‘çağırma’’ ya da ‘‘seslenme’’dir. Her iletişim bireye seslenir ve seslendiği bireyi toplumsal bir alanın içine yerleştirir, yani toplumsallaştırır (Gürses, 2005: 179).

DİA’ların yeniden üretme işlevine değinen Mutlu (2005: 370), Althusser’in her şeyden önce ideoloji ile diğer toplumsal pratikleri arasındaki ilişkiyi, yeniden-üretim kavramı aracılığıyla düşünmeye çalıştığını anlatmaktadır. İdeolojinin işlevi, toplumsal üretim ilişkilerini yeniden üretmektir. Toplumsal üretim ilişkileri, herhangi bir toplumsal formasyonun veya herhangi bir üretim tarzının maddi varlığı için

zorunludur. Üretim tarzının unsur veya etkenleri bizzat sürekli olarak üretilmeli ve yeniden üretilmelidir. Bunun sonucunda, ideolojinin çeşitli ideolojik aygıtlar aracılığıyla yaptığı şey, toplumsal üretim ilişkilerini daha geniş anlamda yeniden üretmektir.

Üretim ilişkilerinin yeniden üretimi büyük ölçüde, devlet iktidarının devlet aygıtlarında uygulanmasıyla, yani bir yandan DİA’larda, öbür yandan ‘‘Devletin Baskı Aygıtı’’nda uygulanmasıyla sağlanmaktadır. Ancak DİA’larla sağlanan üretim, rızayla gerçekleştiği için daha kalıcı olmaktadır. ‘‘Devletin Baskı Aygıtı’’nın ‘‘kalkanı’’ ardında üretim ilişkilerinin yeniden üretimini de büyük ölçüde sağlayan DİA’lardır. Egemen ideolojinin, yani devlet iktidarını elinde tutan egemen sınıfın ideolojisinin rolü de ağırlıklı olarak burada gerçekleşir (Althusser, 2006: 69-71).

Medyada çalışan insanlar, bizzat ideolojik temsil alanını üretmekte, yeniden üretmekte ve dönüştürmektedirler. Bunlar genelde ideolojiyle maddi metalar dünyasını üreterek diğerlerinden farklı bir ilişki içinde bulunmaktadırlar (Mutlu, 2005: 378). Eleştirel düşüncenin kitle iletişim araçlarıyla ilgili eleştirileri, bu araçların ürettiği ideolojinin egemen sınıfın ideolojisi olduğu yönündedir. Egemen sınıf kitle iletişim araçlarına sahip olarak kendi ideolojilerini yaratmaktadır ve topluma bu ideolojiyi kendi araçlarıyla benimsetmektedir (Kılıçaslan, 2008: 117).

Gramsci’nin devlet ve sivil toplum ayrımı ise Althusser’in aygıtlar kavramını çağrıştırır. Gramsci’nin devlet kavramı, toplumsal iktidar anlamında sivil toplum çerçevesinde ele alınması gereken, yönetici sınıfın egemenliğini haklı kıldığı ve sürdürdüğü, yönetilenlerin etkin rızalarını da kazandığı uygulamaların ve kuramsal faaliyetlerin bir bileşkesidir (Gürses, 2005: 180).

Gramsci için hegemonyanın uygulandığı alan, esas olarak toplumsal sınıfların iktidar için mücadele ettikleri sivil toplum alanıdır. Siyasal iktidar tarafından, hegemonyayı kazanmak üzere sivil toplum alanında ideolojik mücadele verilmektedir (Çam, 2008: 243).

Dursun’un (2004: 154) belirttiği gibi, Gramsci’ye göre hegemonyanın temel elemanları rıza ve iknadır. Toplumda belli sınıflar ekonomik ve ideolojik anlamda

çeşitli şekillerde ezilmektedir. Ezilen grupların rızasını medya aracılığı ile almak isteyen güçlü grupların çabalarını, Gramsci ‘‘hegemonya’’ terimiyle karşılar.

Gramsci, hegemonya sözcüğünü bir yönetici gücün, kendi egemenliği için hükmettiği insanların rızasını alma biçimi olarak kullanmaktadır. Hegemonya, genel olarak, bir egemen iktidarın kendi yönetimi için hakimiyeti altındaki insanların rızalarını kazanmada başvurduğu pratik stratejiler alanı olarak tanımlanabilmektedir. Hegemonya, ideolojiyi de içine alan geniş kategori olarak göze çarpmaktadır (Dursun, 2001: 31).

Gramsci, yönetici gücün varlığını sürdürmesi ve hakimiyetini devam ettirmesi için hükmettiklerinin rızasını kazanmasını ve onayını almasını sağlayacak farklı stratejiler üretmesini talep etmektedir. Hegemonyanın dayatmak, cezalandırmak, baskı altında tutmak ve disipline etmekten çok yönetmek, yönlendirmek ve örgütlemek anlamlarını içerdiği görülmektedir (Çam, 2008: 237).

Gramsci’nin ‘‘hegemonya’’ kavramı, kültürel çalışmaların anahtar kavramlarından birisi olmuştur. Hakim sınıflar, hegemonyayı ideoloji ile çalıştırmaktadır. Yasa, polis, ordunun yanında aile, eğitim sistemi ve basın gibi üstyapı kurumları hegemonyanın başarıldığı esas alandır ve bu alanda ideoloji aracılığıyla işlemektedir. Söz konusu ideolojinin üretildiği en önemli alanlardan biri de medyadır (Özer, 2011: 35-36). Gramsci’ye göre toplumun yönetimini eline geçirmiş sınıfın egemenliğinin gelişmesiyle de yine bu yönetici sınıfa ait olan ideoloji, toplumun bütün katmanlarına ve etkinliklerine medya aracılığıyla yayılır (Özbek, 2011: 131).

Gramsci, egemen sınıfın ideolojik yapıyı nasıl organize ettiğini sorgulama sınırına alır. Bu teorik ve ideolojik geçeklerin en dinamik bölümü basındır. Gramsci, yayınevlerinin örtük ya da açık, ama belirli bir programlarının olduğunu ve bir akıma bağlı olduklarını vurgular. Kamuoyunu doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak etkileyen ya da etkileyebilecek olan her şey ona aittir (Özbek, 2011: 133).

Gramsci’ye göre, bir grubun diğer gruplar üzerindeki baskısı iki şekilde kendini gösterir: ‘‘Dominasyon’’ ve ‘‘moral-entellektüel liderlik.’’ O halde günümüzde

kendilerini toplumun organize edicisi olarak gören politikacılar ve sermayedarlar (baskın sınıf) ile kendilerini toplumun eğiticisi, moral önderi olarak gören gazeteciler arasında toplumsal rızanın üretimi açısından ciddi bir iş birliği söz konusudur (Dursun, 2004: 155).

Siyasal iletişimin amacına ulaşması için hedef kitleyi ikna etmek gerekir. Bu ikna etmede kullanılacak olan ideolojik dil jargonu, siyaseti yapan kişi ve onun çevresi tarafından belirlenir. İdeolojik dil jargonu belirlendikten sonra, hedef kitleye çeşitli iletişim araçlarıyla gönderilir (Kılıçaslan, 2008: 10).

Damlapınar (2005: 124), medyanın ikna edici özelliğinde dikkati çekmektedir. Günümüzde çoğu zaman hükümetleri ayakta tutan şey doğal olarak başka bir alternatifin olmaması ya da öyle gösterilmesidir. Halkı zorla razı etmek her zaman mümkün değildir. Bunun için razı olan tarafın, bu durumun kendileri için kaçınılmaz sonuç ya da yararlı bir durum olduğu yolunda ikna edilmesi gereklidir. İktidar, sahip olduğu iletişim araçlarıyla becerisini gösterir.

Dünyada cereyan eden olayların çoğu hakkında bilgi edinimi ve kanaat oluşumu büyük ölçüde, milyonlarca kimsenin paylaştığı basın ve televizyondaki haber söylemine dayanır. Muhtemelen başka hiçbir söylem tipi bu kadar çok insan tarafından aynı anda paylaşılmaz ve okunmaz. Bundan ötürü haber söyleminin güç potansiyeli devasa olup, haber raporlarının şemalarının, başlıklarının ve üslubunun yakından incelenmesinin siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel iktidarın uygulanımını ve bu uygulanımı destekleyen ideolojilerin iletişimini ve edinimini anlamak açısından hayati bir önemi vardır (Küçük, 2005: 353).