• Sonuç bulunamadı

2. HABER ÜRETİM SÜRECİ

2.3. Medya, Sermaye ve Devlet

2.3.1. Medyanın dönüşümü

19. yüzyılın ortalarına doğru, otuzlu yıllarda İngiltere, Fransa ve ABD’de kanaat basınından, ticari basına doğru bir geçiş başladı. Daha yüzyılın ortalarına gelindiğinde bir dizi gazete işletmesi anonim şirket olarak örgütlenmiştir. Sadece gazete işletmesinin özel ticari çıkarları ağırlık kazanmakla kalmadı; gazete, bir kapitalist işletme olma doğrultusunda gelişme gösterdikçe, ona nüfuz etmeye çalışan güç odakların etki altına girdi. Bu yüzyılın ikinci yarısında büyük günlük gazetelerin tarihi, basının, ticarileşmesi ölçüsünde sermaye tarafından yönlendirilebilir ve kontrol edilebilir hale geldiğini ispatlar niteliktedir (Demir, 2007: 11).

Bu dönemden itibaren ilk kez toplumsal sorumluluk düşüncesinden giderek uzaklaşan piyasaya dayalı bir gazeteciliğin yükselişine tanık oluyoruz. Bugün, gazeteciliği diğer ticari çıkarların gölgesinde bırakan şirketler grubu gazetelerinin oluşturduğu ve giderek kabaran bir listeyle karşı karşıyayız (Kovach ve Rosenstiel, 2007: 33).

Türkiye’deki medyanın da dönüşümü fazla uzun sürmemiştir. Ülkemizdeki medya da 1980’li yıllardan sonra dünyada egemen olan neo-liberal politikalara dayalı ‘‘küreselleşme’’ denilen süreçte, kapitalizmin yeni birikim stratejisi içinde çok özel bir yer edinmiştir. Medyanın yapısı medya-sermaye-devlet sacayağını oluşturacak biçimde yeniden inşaa edilmiştir (Kaya, 2009: 10).

Bu üçlü yeni yapı, eleştirel çalışmaların bir dalı olan ekonomi-politik yaklaşımın, ‘‘Haber kavramı, medya kuruluşlarının sahiplik ve mülkiyet yapısı, siyasal iktidarlarla ilişkilerinin ve toplumdaki işlevinin genel kapitalist ekonominin dinamiklerinden yola çıkarak, egemen değerleri biçimlendiren ve yansıtan bir metadır’’ tanımını doğrular niteliktedir (Çebi, 2002: 254).

Bu dönemde tanık olunan değişikliklerden belki de en köklü olanı kitle iletişim sistemi düzenlemelerinde gerçekleşmiştir. Bu değişimin temel etmeni, uygulanan neo-liberal politikalar ve teknolojik gelişmeler olarak gösterilmektedir. Bu gelişmeler neticesinde basın olarak bilinen dönem kapanmış, medya olarak isimlendirilen yeni bir dönem açılmıştır (Kaya, 2009: 111).

Dünyadaki değişimin kısa sürede Türkiye’de hissedilmesinde o dönemde iktidar olan Turgut Özal hükümetinin, ABD ve Avrupa’da yükselmekte olan liberal politikaları Türkiye’de de uygulamak istemesinin önemli payı olmuştur. ‘‘24 Ocak Kararları’’ alınarak, yeni liberal politikalar uygulamaya geçirilmiştir. Liberal politikalarla birlikte, Türk medyasında da sermaye ağırlığı artmaya başlamış ve medyanın ticarileşmesi yolunda önemli rol oynanmıştır (Demir, 2007: 181).

Kaya’nın (2009: 245)’te belirttiği şekilde, Türkiye’de mesleği gazetecilik olmayanların basın sektörü dışında biriktirdikleri sermaye, giderek medya alanında

hakimiyet kurmuştur. Dinç Bilgin Grubu’nun da tasfiye olmasından sonra basın alanında daha önce mevcut sermaye sahiplerinden kimse ayakta kalamadı.

Türkiye’nin son çeyrek yüz yıllık yaşamına medya etkinlikleriyle damgasını vurmuş grupları şöyle sıralamak mümkündür: Doğan Grubu, Çukurova Grubu, Doğuş Grubu, Turgay Ciner Grubu, Çalık Grubu, Dinç Bilgin Grubu, Uzanlar Grubu, Erol Aksoy Grubu, İhlas Holding Grubu (Kaya, 2009: 248).

Bu değişim medyada holdingleşme ve başka sektörlerde faaliyet gösteren sermaye sahiplerinin medya alanına el atmasıyla sonuçlanmıştır. Medyadaki mülkiyet yapısı eskisinden çok farklı bir hale gelmiştir. Beraberinde ticari kuralların geçerli olduğu bir medya yapısı meydana getirmiştir. Bu büyük gruplar, medyayı kendi ticari amaçları için kullanmaktan çekinmemişler, bunun için siyasi iktidarlarla da zaman zaman çok farklı ilişkilere girmişlerdir (Demir, 2007: 194-200).

Gazeteciliğin bu izolasyonu ‘‘kazancı artırmak’’ üstüne kurulu bir stratejiyi de beraberinde getirdi. Ticari hesap verebilirliği haber merkezine taşımak, beraberinde yeni bir ticari dili de gazeteciliğe sokmuştur. Çeşitli şirketlerde bunun anlamı, haberlere bir pazarlamacılık dili getirmek ve okuyucularla izleyicileri ‘‘müşteri’’ olarak algılamaktadır (Kovach ve Rosenstiel, 2007: 65).

Ticari medyalar kuruluşlarının doğası gereği kar amaçlıdır. Yayın politikaları da hiç kuşkusuz ticari çıkarları istikametinde şekillenir. Burada üzerinde durulması gereken nokta, özel girişimin kurduğu yayın kuruluşlarının yaşamsal kaynaklarını reklamlar oluşturur. Dolayısıyla oluşturdukları yayınlar da içerik ve biçim açısından bu yönde, ticari girdi sağlamaya, para kazanmaya yöneliktir (Demir, 2007: 69).

Karlarını, dolayısıyla reklam gelirlerini ve okuyucu sayılarını arttırma kaygısı, basın kuruluşlarının haber konularının seçiminde ve sunumunda egemen olan haber değerlerini etkilemekte, bu süreç içinde örgütsel kontrolün yanı sıra profesyonelliğe ilişkin normlarda gazetecilerin pratiklerini belirleyen ve tanımlayan kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır (İnal, 1994: 164).

Kar amacı gidilerek üretilen haberler, bağımsız ve nesnel gerçeklik değildir. Ekonomik ve politik alan içindeki gazeteciliğin itibarlı tanıklarının gerçekleştirdiği anlamlandırma pratiklerince ve gazeteciliğin anlamlandırma pratiklerince üretilen bir gerçekliktir (Dursun, 2001: 128).

Neo-liberal hegemonya sayesinde kamusal çıkar, pazara endekslenerek belirlenmeye başlayınca, kar peşinde koşmak medya kuruluşlarının birinci işlevi olarak olağanlaşmıştır. Hakim görüş olan liberal yaklaşım tarafından medyanın birinci işlevi, ‘‘toplumun genel çıkarlarının bekçiliğini yapmaktır’’ diye sunulmaktaydı. Bu sav, bir özdeyiş olarak geride, tarihin sayfalarında kalmıştır. Medya kuruluşlarının pratiği, yayın organının bünyesinde yer aldığı şirketler grubunun çıkarlarının bir aracına indirgenmiş ve bekçiliğine dönüşmüştür (Kaya, 2009: 296-297).

Ekonomideki büyük sermaye sahipleri medya sektörünü diğer yatırımlarından farklı görmemektedir. Onlar için kar zarar sonuçları işletmelerindeki ana faktör konumunda bulunmaktadır. Bu kar bazen sermayedarın basın alanı dışındaki işlerinde, basının gücünü kullanarak elde ettiği başarılar olarak da kendini gösterebilmektedir. Çünkü basın dışı sermaye sahiplerinin ilk amaçları basından maddi kazanç elde etmek değil onun etkileme gücünden yararlanmaktır. Türk ekonomisinden bir zamanlar banka sahibi olmadan büyük iş adamı olmak çok güçken, bugün ise başarılı bir iş adamı olmanın ve işleri rayında götürmenin yolu medya sahibi olmaktan geçmektedir (Şimşek ve Uğur, 2008: 174).

Yeni kapitalist birikim düzeni içerisinde medya patronu olmak, üretimin yanı sıra dağıtım kanallarının da patronu olmak anlamına gelmektedir. Bu türden medya sahipliği günümüzde büyük şirketlerin rakiplerini saf dışı etmek ve içinde bulundukları pazar ortamını kendi çıkarları doğrultusunda etkilemek için kullandıkları kilit stratejilerden birisi haline gelmiştir. Şüphesiz bu sahipliğin ve ayrıcalıklı konumun sürdürülebilmesi için gerekli maliyetler yükseltilir ve tekel ortam yaratılır ki rakipler daha tehlike oluşturmadan saf dışı bırakılır (Törenli, 2005: 183-184).

Yeni dönemde sadece mülkiyet yapısı değişmemiş, sektörün yapısı ve genel görünümü de kökten değişmiştir. Medya örgütlerinin büyük bir kısmı son otuz yıldaki ele geçirmelerin sonucunda finans ve endüstriyel sermaye alanındaki tekel

şirketlere bağlanmışlardır. Bunun sonucunda da medyanın temel demokratik rolü (Devleti gözleyen bir kamu gözcüsü) büyük yara almıştır (Curran, 2002: 186-192).

Büyük sermaye grupları içinde medya kuruluşlarının işlev ve önemi giderek artmaktadır. Hem basın hem de yayıncılık anlamında faaliyet gösteren kurumların çok büyük bir çoğunluğunun, medya dışındaki enerji, petrol, otomotiv, inşaat, finans gibi sektörlerde de faaliyet gösteren holdinglerin bir parçası olduğu görülmektedir. Medya sektöründe belirli bir etkinlik kazanmış olan konsolidasyon, çeşitlenme, uluslararasılaşma gibi eğimler arasından yoğunlaşma ele alındığında, medya ve iletişim sektöründe kontrolün, giderek çok az sayıdaki şirketin eline geçtiği görülmektedir. Böylesi bir ortamda ekonomik güç ve baskı, şu veya bu oranda ürün içeriği, yani dolaşımda olan fikir ve görüşler üzerinde etkili olmaktadır (Çam, 2008: 120-125).

Demir’in (2007: 201) vurguladığı gibi, unutulmamalıdır ki iletişim sektöründeki tekelleşme, öteki sektörlerden çok daha önemli ve tehlikelidir. Çünkü demokratik rejimin sağlıklı işlemesiyle yakından ilgilidir. Halkın gerçekleri doğru ve tam olarak saptırılmadan, yönlendirilmeden öğrenemediği; her türlü düşüncenin özgürce açıklanmadığı ve geniş yığınlara ulaşamadığı bir ortamda halkın siyasi tercihlerini sağlıklı biçimde yapması, gerektiğinde tepki göstermesi, demokratik baskı gruplarının etkin bir işlerlik kazanması beklenemez. Bu durumda ise sağlıklı ve tam bir demokrasinin varlığından söz etmek güçtür.

Medya organlarının temel görevi, doğru bilgiyi topluma iletmektir. Bilginin iletildiği ortamlarda bir tekelleşme söz konusu olur ise medyanın temel işlevi olan gerçek bilgiyi taşıma ve aktarma fonksiyonu bozulmuş demektir. Çünkü medya üzerinde söz sahibi olan tekelci zihniyet kendi tercihlerini, isteklerini ve özel düşüncelerini yansıtan bilgiyi aktarır. Bu da alıcının yani toplumun doğru bilgi almasına engel olur (Şimşek ve Uğur, 2008: 182).

Medya patronluğu diğer şirket patronluğuyla benzer değildir. Medya sahipliğinin bir takım toplumsal sorumlulukları vardır. Ancak görüldüğü üzere bugün, bu sorumluluk halka karşı azalmış, mali başarılar birincil sorumluluk haline gelmiştir (Kovach ve Rosenstiel, 2007: 56).

Buradaki temel sorun, bağımsız, alternatif ve muhalif görüşlerin dolaşıma girme imkanının giderek kaybolmasıdır. Bu doğrultuda, medya içeriği anlamında medyada görünürlüğü belirgin olan ve neo-liberal dünya görünüşünü ifade eden düşünce, yorum ve sembollere muhalif olabilecek düşüncelerin bulunmaması ciddi bir sorun oluşturmaktadır (Çam, 2008: 112).

Kapitalist ekonomi-politiğin işlediği sistem içerisinde Türkiye örneğinde de yaşanan bu durum, ülkelere özgü farklılıklar göstermekle birlikte temelde benzeşmektedir. Dolayısıyla haberciliğin, üzerinden para da kazanılabilecek kişisel bir uğraş olmaktan çıkıp, kurumsal anlamda yani sermayedarın yaptığı yatırımın karşılığını almak istediği bir sektör ya da iş kolu haline gelmesinde, bu alanda ürün-haber satışından elde edilecek kar ya da siyasal iktidarlarla olan ilişkiler üzerinden sağlanacak çıkarlar önemli ölçüde belirleyici olmuş; haber medyasının ekonomi-politiği, medya kuruluşlarının başta hissedarlarını, ardından da reklamcıları ve siyasi dostlarını hoşnut etmek adına gündemi belirlemeye çalıştığı bu çerçeve içerinde biçimlenmiştir (Törenli, 2005: 180).