• Sonuç bulunamadı

2. HABER ÜRETİM SÜRECİ

2.3. Medya, Sermaye ve Devlet

2.3.2. Basın özgürlüğü

Basın özgürlüğü genellikle haber, fikir ve düşünceleri, çoğaltıcı araçlarla serbestçe açıklayabilmek özgürlüğü olarak tanımlanmıştır. Basın özgürlüğü düşüncesinin kökleri bağımsızlıkta yatmaktadır. Sadece hükümet sansüründen uzak bir basın gerçeği söyleyebilir. Modern bağlamda bu özgürlük, siyasi partiler, reklamcılar ve iş dünyası gibi kurum ve kuruluşlardan bağımsız olmak anlamında genişletilmiştir (Kovach ve Rosenstiel, 2007: 36).

Büyük şirketler, holdingler ve ulus ötesi sermaye kuruluşlarının oluşturduğu güçler klasik basın özgürlüğü kavramının içini boşalttı. Artık iletişim özgürlüğüne yönelik tehlikeler sadece devletlerden ya da siyasi iktidarlardan değil, büyük şirketlerden, bunların oluşturduğu ulusal ve uluslararası tekellerden gelmektedir. Her türlü medya aracı, sermaye ve bu sermayeye hakim olanların çıkarları istikametinde yönlendirilerek, önceki monarşik ya da totaliter yönetimler kadar belki onlardan da büyük bir tehlike haline dönüştü (Demir, 2007: 2).

Sorun şurada; pazar liberalizmi, şirket yöneticilerinin de karmaşık pazar mekanizmaları içinde sansürcü işlevi gördüğünü anlamazdan geliyor. Pazar rekabeti, pazar sansürünü yaratıyor. Medyanın özel mülkiyeti özel kapris üretiyor. Enformasyon üretim ve dağıtım alanını ellerinde tutanlar, hangi ürünlerin kitlesel

çapta üretileceğini yayım öncesinden belirliyor ve böylece hangi görüşlerin resmen ‘‘fikir pazarı’’na gireceğini kararlaştırıyorlar (Keane, 1999: 96).

Cıurran’ın (2002: 194) belirttiği gibi, medya kartelleri, kamusal çıkarlara hizmet eden bağımsız güçler değil, güçlerini özel çıkarlarını ilerletmek amacıyla kullanan, kendi çıkarlarından başkasını gözetmeyen şirketlerdir. Medya ile ilgili geleneksel kavramlar, yani kamu gözcüsü, halkın temsilcisi, bilgi verici gibi kavramalar günümüz koşullarında geçerliliğini yitirmiştir. Bu kavramlar, günümüz gerçekleriyle hiçbir ilişkisi olmayan, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi sorgulanmaksızın sürekli olarak tekrar edilen eski mitlerin bir mirasıdır.

Günümüzde uygulamalara baktığımızda gördüğümüz resim, yeni medyanın temelde çevre ülkelerde yaşayan insanların temel ihtiyaçlarını karşılamaktan çok, uluslararası şirketlerin yaygınlaşması ve güçlenme süreçlerini hızlandırmak ve desteklemek için kullanılmakta bir bakıma da ‘‘yanlış bilmeyi’’ beslemekte olduğudur (Törenli, 2005: 193).

Pazar liberalizmi sansürü çok dar anlamda algılayarak kendisini böyle bir sonuca varmaktan koruyor. Ona göre sansür, çeşitli yurttaş toplulukları arasında görüş değişimini denetlemek üzere devlet tarafından kullanılan tekel gücüdür. Pazar liberalizmi basın özgürlüğünü, özel girişimcilerin kendilerini hükümet ya da kamu tarafından yüklenmek istenen görev ve kısıtlamalardan kurtarmak üzere giriştikleri uzun ve kahramanca bir mücadelenin sonucu saymaktadır (Keane, 1999: 96).

Pazar liberalizmin anlayamadığı ya da anlamak istemediği günümüzde basın özgürlüğünü tehdit eden en büyük tehlike sektördeki sermayenin burada yoğunlaşmasıyla gündeme gelen tekelleşme olgusudur. Tekelleşme sorunu, yasal düzenlemelerle önlenmediği taktirde, basında çoğulculuk yerini, ‘‘teksesliliğe’’ ve ‘‘tek yönlü haber dolaşımına’’ bırakacaktır. Bu durum doğru bilgilenme, dolayısıyla doğru seçim yapma imkanını sınırlandırarak demokratik bir siyasi işleyişe engel olmaktadır. Seçmenlerin doğru ve özgür haber alamadığı bir ülkede doğru siyasi tercihlerin yapılması, karar alma sürecine etkin katılımın sağlanması, dolayısıyla demokrasinin gelişmesi de mümkün değildir (Demir, 2007: 201).

Günümüzde medya gruplarından herhangi birinde çalışan bir gazetecinin grubun basın dışı işlerinin bulunduğu sektörler hakkında yapacağı haberlerde rahat olması ve taraf tutmaması mümkün değildir. Tekelci basında çalışan gazeteci eğer

aksi bir tutum takınacak olursa kısa bir sürede kapının önüne konacağının bilincindedir. Durum böyle olunca da görevi; toplumu tarafsız bir şekilde bilgilendirmek olan gazetecilerin zorunlu olarak yanlı haber yapmaları kaçınılmaz olmaktadır. Bu nedenle de basın sektöründe ortaya çıkan tekeller sadece belli çevrelere değil tüm topluma zarar vermektedir (Şimşek ve Uğur, 2008: 180).

Yatay ve dikey tekelleşme olgusu, basının, demokratik, özgürleşimci ideallere açık, marjinal görüşlerin de sesini duyurabileceği bir yer olarak örgütlenmesini neredeyse bütünüyle engellerken, gazete ve televizyonları, tek biçimli, tekdüze içeriklerin yer aldığı iletişim araçlarına dönüştürmüştür. Haber medyası, ticari kaygılarla, kamu hizmetine yönelik bir yayıncılık anlayışını terk etmekte ve tekdüze içerikleri, ‘‘halk böyle istiyor’’ biçiminde bir açıklama ile pazar mekanizmasının mantığını kullanarak haklılaştırmaktadır ve basın özgürlüğüne en büyük darbeyi kendisi vurmaktadır (İnal, 1996: 193-194).

Medyanın yayın politikalarını yönlendiren reklam verenler de toplumda çoğulculuğu engelleyen faktörlerin başında gelir. Medya iki yönden kıskaca alınmıştır. Sonuçta hem tekelleşmiş medya sahipleri, hem de reklam verenler sermayenin temsilcileridir. Bu durumda büyük sermayenin izin verdiği kadar bir basın özgürlüğü var olacaktır. Bu durum basın özgürlüğü ile serbest pazarı özdeşleştiren yaklaşımı kuşkulu kılmaktadır (Demir, 2007: 21).

Medya kuruluşlarının büyük çoğunluğu ticari amaca yönelik olarak yayın yapan, reklam gelirlerinin başarıyı belirlediği yayın organları konumundadır. Özellikle medya patronları açışından değerlendirildiğinde ilan ve reklamlar bir medya kuruluşu açısından vazgeçilmez araçlardır. Çok yönlü olarak baskı altına alınan bir iletişimcinin haberde objektifliği sağlama konusunda fazla şansının olmayacağı da açıktır (Güz, 2005: 73-74).

Bostancı’ya (1998: 136) göre, uzun tartışmalar sahne olan ve üzerinde replikler geliştirilen özgürlük de gerçekte basının ahlaken umursadığı bir değer değildir. Özgürlüğün pratikteki yani gerçek dünyadaki karşılığı, basının sözcüsü olduğu kesimlerin toplumsal pastadaki paylarını artırmak için kullandığı etkili bir araç oluşudur.

Basın özgürlüğü kavramına ait olduğu mantalitenin ötesinde mistik bir kutsallık kazandırma çabalarının en önemli sebeplerinde biri yayınların adeta sorgulanamaz bir alana çekilme arzusu ve böylelikle kamusal alana yansımayan, esasen doğası gereği yansıması da oldukça zor ilişkileri saklama düşüncesidir. Medya, basın özgürlüğünü eleştirel yaklaşımlardan kendini koruyacak bir zırh olarak görmektedir. Böylelikle kendine karşı gelebilecek itirazlar, daha baştan o kutsallığın totaliter havasıyla savuşturulur (Bostancı, 1998: 138).

Buraya kadar anlıyoruz ki pazar rekabetinin basın özgürlüğünü garantili olarak sağladığı varsayımının inanılır olduğu günler çoktan geride kaldı. Basın özgürlüğünün savunucuları eleştirilerini daha çok pazara dayanan iletişim medyasının devlet tarafından denetlenmesine yöneltmişlerdi. Bugün ise tam tersine iletişim pazarları iletişim özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Pazara girmek isteyenlere karşı engeller koyarak, tekellere izin vererek, seçenekleri sınırlayarak ve enformasyonun egemen tanımını kamusal yarar kavramından uzaklaştırıp özel olarak tasarruf olunabilen bir metaya yaklaştırarak yapmaktadır bunu. Özetle, iletişim özgürlüğü ile pazardaki sınırsız özgürlük arasındaki yapısal bir çelişki bulunduğunun kabulü zorunludur (Keane, 1999: 95).