• Sonuç bulunamadı

yüzyılda yayımlanmış letaifnamelere gelmeden önce, basılı mizaha kadar edebiyatımızda nasıl bir geleneğin hüküm sürdüğüne bakmak gerekir. Sözlü

1837-1928 YILLARINDA YAYIMLANMIŞ LETAİFNAMELERİN TANITIMI

XIX. yüzyılda yayımlanmış letaifnamelere gelmeden önce, basılı mizaha kadar edebiyatımızda nasıl bir geleneğin hüküm sürdüğüne bakmak gerekir. Sözlü

1. BÖLÜM

1837-1928 YILLARINDA YAYIMLANMIŞ

çıkardıkları Hayal ile Diyojen mizah dergilerinde Karagöz esintisi net olarak hissedilir yani sözlü ürünler, yazılı kültür ürünlerini beslemeye devam eder.

Geleneksel Türk tiyatrosundan gelen Karagöz ve Hacivat tiplemeleri, mizah dergilerinde yer alan fıkra ve karikatürlerde boy göstermeye başlar.

Karagöz’ün nüktelerinde Türklüğe has tecelliler noksansız görülür. Evvela her Türk gibi saf ve dürüsttür. Dost bildiği herkese evinin kapısını olduğu gibi ruhunun her köşesini de açar. Nükteleri; sun’i, yapmacık, halka dert çıkartan, ikiyüzlü, dalkavuk, menfaatçı kişi ve kuruluşları hedef tutar. Özgürlüğe âşıktır. Tevazu ve özverilik temel felsefesidir. Çoğu zaman haksızlığa uğrar fakat hoşgörülüdür. Toplumun ekonomik ve sosyal yaralarını bilir, onlara kendi varlığında hedef olmaktan kaçınmaz. Güldürür fakat güldürüken düşündürür, güldürürken sadece gülünç olmaz. Hacıvad ise Osmanlılık terkibi içinde ayrı, okumuş-yazmış fakat ilmini rahatı için ustaca kullanmayı tercih etmiştir. Karagöz’ü de kendisine benzetmek ister. Onun için devamlı olarak çekişirler. Hacıvad, Osmanlıca konuşur; Karagöz, Türkçe cevap verir ve onun kafiyeli, adeta manzum konuşması ile öylesine inceden inceye alay eder ki, bu taşlamada, devletin Cumhuriyet devrinde bile devam eden halkın anlayamadığı resmi dilini hicveden duygu vardır. Hacıvad, görünüşteki ağırbaşlılığına rağmen, zaman zaman gülünç taklitçiliğe düşer. Karagöz’ün pratik ruhu karşısında Hacıvad’ın bürokrat kafası, adeta halk önünde devlet gibidir (Kutay 2013: 18-21).

Karagöz’ün etkisiyle ortaya çıkan bir diğer seyirlik oyun, orta oyunudur. Kutay;

sözlü, gözlü, kulaklı mizah edebiyatının son aşaması olarak orta oyununu gösterir ve Karagöz’ün devamı niteliğinde olduğunu söyler. Sözle esprileri, hareket ve mimiklerle çizgileri daha kalabalık seyirci önüne çıkarmak ihtiyacı ile hayal perdesi nükteler, espriler, cinaslar, devrin taşlaması mihveri etrafında toplanarak yerini orta oyununa bırakır (Kutay 2013: 21-23). Karagöz’de olduğu gibi, orta oyununda bulunan tiplerin de XIX. yüzyıl latifelerini desteklediği ve fıkralarda da okuyucunun karşısına çıktığı dikkat çeker.

Matbaa sayısının artmasıyla gelen güç, Türk mizah ve karikatürünün Osmanlı toplumunda herkese ulaşmasını sağlar. Bu artışın ve yaygınlaşmanın arkasında, azınlık basınının olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle XIX. yüzyılın mizah basınına en fazla katkıyı sağlayan Teodor Kasap’tır denebilir.

Mebusan Meclisi’nin mizah gazete ve dergilerini yasaklayan hükümet tasarısını reddederek ciddi deyimi ile ayrılan gazete ve dergilerin çıkış şartları içinde yayınlanabileceğini kabul etmesi, büyük hareket yaratır: 1870 ile 1877 arası, mizah basın hayatında sadece velûd devre olmakla kalmaz, Türk mizahının temel ırsiyyetini de temsil eder. Mizah basını, 1878’den 1908’e kadar tam bir susma ve sinme devrine girer. Sadece Türk mizahı değil, tüm Türk basını, 1878-1908 arasında mutlak bir karanlık içindedir. 10 Temmuz 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet, birincisinin kaybolduğu gibi sessiz sedasız gelmiştir. Artık, her tecellisi ile Sultan Hâmid’e alışmış olanlar, 1908’de (Padişahın kanun-u esasinin mebusan meclisini toplamak hususundaki maddesini tatbik mevkiine koyduğunu) ilan ederler. 1908’in son üç ayı ile 1909’un ortasına kadar çıkan mizah mecmua ve gazetelerinin sadece

adları bile sütunlar tutacak çoğunluktadır. Yayın yapanlar, ilk günleri hatta haftaları ve ayları çekingen denemelerle geçirseler de sonraları korku yerini hınca benzeyen coşkunluğa bırakır. Gazeteler, dergiler birbirini kovalar. Asık yüzlerde tebessüm ihtiyacı, diğer bütün hislerden ve ihtiyaçlardan daha derin olduğundan, çıkanların çoğu mizahi nitelik taşır (Kutay 2013: 49, 69, 75, 131-133).

Meşrutiyet mizahında zamanla hicvin ya da yerginin yükselmesinde, kaybedilen savaşların ve izlenen yanlış politikaların rolü büyüktür. Gülin Öğüt-Eker, askeri yenilgilerin, gülmenin az ve sert eleştirilerle dolu hicivlerin yoğun olduğu mizah ürünlerinin ortaya çıkmasına sebep olduğunu öne sürer. Meşrutiyet dönemi mizahına damgasını vuran marjinal mizah anlayışının sonucu olarak da, bu keskin hicivlerin yanında, modern eğlenceye bir geçiş süreci olan Direklerarası eğlence tarzının ortaya çıktığını belirtir. Bu dönem mizahı, Osmanlı mizahının özelliklerini taşımakla birlikte, “yazılı, basılı mizaha geçiş” ve mizahın yönetiminde köklü değişikliler de içermektedir. Meşrutiyet döneminde, özelde hicvi, genelde mizahı kullanan yazar ve şairler arasında önemli isimler olarak Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Rasim, Namık Kemal ve Ziya Paşa sayılabilir (Öğüt-Eker 2014:

105). Mizah dergilerini dolduran fıkra ve mizahi yazıların bir kısmı, adı geçen yazarlar ve diğer mizah yazarları tarafından bir kitapta toplanarak yayımlanmaya başlar. Bunlar, 1837–1928 yılları arasında letaifname olarak sınıflandırılmayacak ama mizahı bir araç olarak kullanan yazarların mizahi kitaplarıdır. Bu kitaplarda amaç, mizahın eleştiriye hizmet etmesini sağlamak ve yergi unsurunu mizahla desteklemektir.

Yergi unsurunu mizahla besleyen XIX. yüzyıl yazarlarından biri Direktör Âli Bey’dir. Abdülaziz Avadallah ve Sait Uylaş, Direktör Âli Bey’in, mizahını yaratırken sözlü kültür unsurlarını büyük bir ustalıkla kullandığını ifade ederler:

Tanzimat Dönemi’nin mizahi nesrinin kuvvetli temsilcilerinden biri olan Âli Bey, zeki buluşları ve Nasreddin Hoca’dan beri sürüp gelen tarihi, ananevi Türk zekâsının yeni bir görünüşü mahiyetindeki satirik esprileriyle dikkati çeker. Âli Bey, Tanzimat’tan sonra 1870 yılında Teodor Kasap tarafından haftada üç gün olarak bu topraklarda çıkarılan Osmanlı Devleti’nin Diyojen isimli ilk mizah dergisinde uzun müddet hemen hemen tek başına çalışmış ve devrin içtimai hatta siyasi hayatını karikatürize eden mizahi makaleler yazmıştır. Aynı muharririn Lehçetü’l-Hakâyık (1897) adını verdiği mizahi lügat kitabı ise, “Akça: Milyon Tohumu; Bahşiş: İhsân-i cebrî (zoraki bağış);

Cüce: Büyük adamların yakından görünüşü; Timsah: Tohuma varmış kertenkele;

Şiir: Darası alınmış söz; Âlim: Bir şey bilmediğini bilen; Kabuk: Libâs-ı eşcâr (ağaçların elbisesi); Moda: Maymunların mabudu; Neş’e: En doğru feylosofluk”

örneklerinde görüldüğü gibi, kelimelerde bulunan zarif, bilgi, zekâ ve tecrübe mahsulü karşılıklarla Türk edebiyatında haklı bir sevgi uyandırmıştır (Avadallah ve Uylaş 2010: 153).

Âli Bey’in Lehçetü’l Hakayık mizahi sözlük çalışması gibi, mizahi içerik taşıyan kitapların yayımlandığı dönem XX. yüzyılın ilk çeyreği olarak karşımıza çıkar. Bu kitaplar daha çok gazetelerde yayımlanmış yazıların derlemesidir ve bazıları mizahi nitelik taşır.

Letaifnamelerden farklı içeriğe ve fıkralara sahip kitaplardan ilki Ziya Şakir’in Küçük Fıkralar’ıdır. Küçük Fıkralar, 1908(1326)’de İstanbul’da yayımlanmıştır, 60 sayfa uzunluğundadır ve içinde altı adet mizahi hikâye bulunmaktadır.

1911’de yayımlanan bir diğer kitap, Refik Halit Karay’ın Kirpinin Dedikleri adlı eseridir. Yapıt, hiciv ve mizahı birlikte içeren 33 metinden oluşmaktadır:

İlk baskısını 1911’de yapan Kirpinin Dedikleri, Refik Halit Karay’ın Meşrutiyet sonrası parti mücadeleleri çerçevesinde yazdığı mizah yazılarını içeren mizah ve hiciv alanında en ünlü eseridir. Yazarın II. Meşrutiyet devrinde yazın hayatına başlaması ile kısa bir sürede kendini bulduğu mizah alanında yaptığı çalışmaların bir ürünü olan bu yapıt başta Kalem, Cem, Şehrah olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yayımladığı yazıların bir araya getirilmesiyle oluşmuştur (Tuncer 1994: 587). Eserde yazar özellikle II. Meşrutiyet devrinden başlamak üzere ülkeye hürriyeti getirme sevdasıyla çok sert ve kanlı politikalar güden İttihat ve Terakki Fırkası’nı edebî kişiliği, psikolojik tahlil yeteneğiyle betimleme ve tasvirlerden yararlanarak oldukça sevimli, akıcı ve iğneleyici bir üslupla eleştirmektedir (Yenal 2013: 339).

Ahmet Rasim’in 1917’de yayımladığı Cidd ü Mizah’ta edebi, kültürel, siyasi ve sosyal konulara dair yazılar bulunmaktadır:

Cidd ü Mizah, Ahmet Rasim’in Balkan Savaşları’nın yaşandığı günlerde (1912-1913), çoğunluğu Tasvir-i Efkâr’da yayımlanmış yazılarından derlenmiştir. 57 makaleden oluşur. 1917’de kitap olarak basılan eserde, yazılar kronolojik olarak sıralanmamıştır. Cidd ü Mizah aynı zamanda, yazarın bir dönem bu gazetedeki sütununun da başlığı olmuştur. Bunlar görünüşte mizahî, arka planda ise ciddî yazılardır (Yıldız 2006: 31).

İbrahim Alaaddin Gövsa’nın 1926’da yayımladığı Şen Yazılar, dönemin mizah kitapları arasında yer alır:

İbrahim Alaaddin Gövsa’nın Şen Yazılar’ı Akbaba ve Zümrüdüanka adlı mizah gazetelerinde yayımlanan yazılarından oluşmaktadır. 43 adet yazının yer aldığı eserde, mizahî hikâyeler ve latifeler bulunmaktadır. Şakaların konuları günlük olaylardan oluşmaktadır. Hikâyelerinin konularını ise genellikle yazarın gözlemleri oluşturmaktadır. Bazı hikâyeler ise yabancı yazarların eserlerinden değiştirilerek alınmıştır (Gürel 1992: 161-162).

Ayrıca yazar, Şen Yazılar’ın önsözünde mizahın kendine göre anlamını ifade

eder ve öneminden söz eder:

Beni bu kitabın muhteviyatını yazdığım müddet zarfında ‘kalem safahatı’ yapmış addedenler bulunabilir. Ben bittabi bu fikirde değilim ve o fikirde olsaydım o yazıları toplayıp şimdi imzam ile neşr etmezdim. İnsanların gülmek hassasından dolayı diğer hayvanlardan ayrıldıkları düşünülürse mizahı hafiflik ve şaklabanlık sayan ekşi yüzlü ham ervah kişilerin mertebesi anlaşılır. Bana göre mizah, ince olduğu kadar hürmete şayan bir iştir çünkü tebessüm üstündür. (...) Yobazlık eksildikçe bu nevi şakanın kıymeti artacaktır. Edebi mizah, ne sırıtkanlara ne somurtkanlara değil, belki tebessümün kıymetini bilen erbab-ı i’zâna hitap eder (Gövsa 1926: 3).

1926’da yayımlanan bir diğer mizahi yapıt, Ahmet Rasim’in Gülüp Ağladıklarım adlı eseridir:

Gülüp Ağladıklarım, Ahmet Rasim’in Mütareke Dönemi’nde (1918-1919) Yeni Gün, Zaman ve Vakit gazetelerinde yayımlanan yazılarından derlenmiştir. 95 makale ve fıkradan ibaret olan bu eser 1926 yılında basılmıştır. Eserde, İstanbul’un şahsında Birinci Dünya Savaşı’ndan yorgun çıkan Türk milletinin ruh hali yansıtılmaya çalışılmıştır. Yazıların içerik açısından ortak bir noktası vardır: Hepsinde, Türk halkına yönelik düşman karşısında tek vücut olmaya ve direnişe bir çağrı vardır (Yıldız 2006: 31).

1928’de Hammamizade İhsan (İhsan Hamamoğlu), Hamsiname adlı eserini yayımlar. Hamsiname, hamsi üzerine yazılmış metinlerden oluşan bir yapıttır.

158 sayfa uzunluğundaki eserde, hamsi kültürüne dair kimi mizahi metinler yer alır. Hamsi konulu en kapsamlı yapıt olması bakımından edebiyatımızda bir ilktir.

Mizahi köşe yazılarını ya da mizahi öyküleri derleyen yukarıda adı geçen yazarlar da döneme ayna tutarlar. Bu yazarların letaifname yazarlarından farkı, gündemdeki konular üzerinden ilerlemeleridir. Letaifnamelerde ise hem gündemdeki konular hem de insana dair değişmeyen unsurlar ve özellikler vardır.

Her iki alanın da güldürüken düşündürmeyi ve kimi yerde mizahı kullanarak yermeyi hedeflediği görülür.

XIX. yüzyıl letaifnamelerine dair ilk bilgiler, Dursun Yıldırım’ın Türk Bitiği Araştırma ve İnceleme Yazıları adlı eserinde yer alır. Yıldırım, Türk fıkralarının toplanması, bir araya getirilip yazıya alınmasının tarihinin oldukça gerilere uzandığını ve bilinen ilk koleksiyonların da XVI. yüzyıla ait olduğunu ifade eder:

Bu tarihten sonra kütüphanelerde, fıkraları bir araya getiren ve “Letaifname” adı verilen yazma mecmuaların sayısında artış gözlenir. XVI. yüzyıldan itibaren bu türün ürünlerine karşı toplum hayatında ilgi artmıştır. Türk hayatında matbaanın etkin bir rol oynamaya başladığı XIX. yüzyıl içinde, fıkraların toplanıp yayınlanması, geniş okuyucu kitlesine ulaştırılması faaliyetine hız kazandırır. Bu yayınlar arasında kimi fıkra derleyicileri, koleksiyonlarının ihtiva ettiği ürünler hakkında, eserlerine açıklayıcı nitelikte bilgiler veren önsözler eklemişlerdir. Kimi yayıncılar, bu ürünlerin kültür hayatımız açısından ehemmiyetleri üzerinde durmuş, kimileri bunları bir sınıflamaya tabi tutarak okuyucuya ulaştırmaya çalışmıştır. Önsözdeki açıklamaların genellikle

fıkranın terbiyevi, eğlendirici vasıfları üzerinde durmuş olduğu ifade edilebilir (Yıldırım 2016a: 324-325).

Matbaa ve teknik gelişmelerle beraber mizahın boyut değiştimesi, mizah yazarlarının da farklı yollar izleyerek kitap yayımlamalarına aracı olur. Özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısı ile XX. yüzyılın ilk çeyreğinde, divan edebiyatı türleri içerisinde yer alan “letaifname” büyük rağbet görür ve birbirini takip eden, çok kısa aralıklarla yayımlanan letaifnameler dikkat çeker.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında mizah basınında yer alan yazarlar, çeşitli

Outline

Benzer Belgeler