• Sonuç bulunamadı

Cemil’in Hande(1887)’sinde kız öğrencilere dair aşağıdaki fıkra yer alır:

Çocuğun beklenmeyen ve aykırı yanıtı fıkradaki komik unsuru yaratır

M. Cemil’in Hande(1887)’sinde kız öğrencilere dair aşağıdaki fıkra yer alır:

857

Kızlar mektebinde bir imtihanda: S Matmazel, fenn-i tedbir-i menzilden size bir sual soracağım. Hane müdiresi olan kadınlar ham pamuğu nerede isti’mal ederler?

C Zayıf oldukları zaman göğüslerine yapma meme yapmak için.

XIX. yüzyılda kızların öğrenim görmesine yönelik okullar açılır. Bu fıkra da döneme dair kız okulunu gündeme getirmesi bakımından önem taşımakla beraber, kız öğrencilerin öğretmenleriyle yakışıksız iletişimini de ortaya koyar.

Bazı okul fıkraları doğrudan ders odaklıdır. Örneğin Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde bulunan aşağıdaki latife, yine aynı yazarın Yeni Eğlenceler(1897)’inde 1018 numaralı ve Mehmed Hilmi’nin Musavver Müntehabat-ı Letaif-i Hilmi(1910)’sinde 1126 numaralı fıkra olarak yer alır:

876 Tarih-i Tıbb dersinde:

Muallim  Efendiler! Şimdi bahsimiz merkep denilen ve insana pek çok faydası olan hayvana geldi. Bunu arîz ü amîk mevzubahis edeceğiz. Lakin rica ederim, bana dikkat ediniz. Eğer bir an gözünüzü benden ayırırsanız bu mühim hayvan hakkında bir fikir icmâli peyda edemezsiniz!...

Okul latifelerinin kurgusunu oluşturan temel konulardan biri de sınavlardır. Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde bunun örnekleri bulunur:

910 Hesap imtihanında:

Muallim  Dörtten dört çıkınca ne kalır?

Şakird  Sükût eder...

Muallim  Canım, farz edelim ki cebinde dört onluk var idi de dördü de düştü. Bu halde cebinde ne kalır?

Şakird  Onlukların düştüğü delik!

Mehmed Hilmi’nin Gülünçlü Efsaneler(1901)’inde yer alan “Bir Tarih Hocasıyla Şakird Arasında” adlı latife, kadına yönelik bakış açısının okul sıralarından itibaren nasıl şekillendiğini göstermesi bakımından önemlidir:

1094

Hoca  Hazret-i Nuh’un gemisine zeytin dalını getiren güvercin erkek miydi? Yoksa dişi miydi? Şakird  Mutlaka erkek olmalı, efendim. Çünkü dişi olmak lazım gelseydi, mümkün değil, birçok zamanlar ağzını kapalı tutamazdı.

Mehmet Süleyman Avanzade’nin Alman Letaifi(1916)’nde okul konulu çeviri latifeler sıklıkla bulunur. Buradaki fıkralar da genel olarak öğrencilerin tembelliği, çalışmamaları üzerinedir. Diğerlerinden farklı olarak bu kitapta, öğretmen-veli ilişkileri de konu olarak işlenir:

1249

Mektebinde yüz çocuk bulunan bir hocaya ahibbâsından biri: Yüz çocukla her gün nasıl uğraşıyorsunuz, hayret ediyorum! demesi üzerine hoca cevaben: Yüz çocukla uğraşmak bir şey değil. Onların anaları ve babaları ile uğraşmak bana daha ağır geliyor. Söz anlamıyorlar. Bu koca çocukların her birine söz anlatmak hendeği anlatmaktan beter!

Aynı yapıtta yatılı okullara dair latifeler de yer alır:

1250

Leyli mektep müdürlerinden biri bir gün taam etmekte bulunan talebelere hitaben:

Her kim patatesten çok yerse et yemeğinden ona çok vereceğim. demesi üzerine talebeler karınlarını doyuruncaya kadar patates yerler. Sonra müdür bunlara hitaben:

Patatesi en çok kim yedi ve karnını doyurduysa haber versin! demesi üzerine mevcut talebeler hep birden: Ben, ben! demeleri üzerine müdür:  Mademki hepinizin karnı doymuş, bir yemeği daha israfa hacet yok! Et yemeğini de yarın yersiniz! diyerek et yemeklerini muhafaza olunmak üzere mutfağa göndermiş!

Bazı okul latifeleri, öğrencilerin etnik kökenlerine ya da dini inanışlarına gönderme yapmak üzere tasarlanmıştır. Örneğin Mehmet Süleyman Avanzade’nin Alman Letaifi(1916)’nde yer alan aşağıdaki fıkra, Yahudi kökenli bir öğrencinin maddiyata verdiği değeri ya da kâr-zarar konularındaki çıkarımını yansıtmak üzere oluşturulmuştur:

1251

Muallimin biri, ders esnasında şakirdâna her şeyin ve bahusus insanların adem-i bekâsından bahs eylediği sırada der ki: “Cenab-ı hakk bizi topraktan halk etti. Yine toprak olacağız!” demesi kalbi gayet rekîk bir çocuğa ölmek ve toprağa girmek bahsi tesir eylediğinden ağlamaya başlamış. Bunu gören yanındaki bir Musevî çocuğu:

Ne ağlıyorsun be! Altından yaratılıp da sonra toprak olsaydık yüzde yüz kaybederdik. Halbuki topraktan yaratıldık, yine toprak olacağız. Bu sebeple hiçbir şey kaybetmeyeceğiz! demiş.

Mehmet Tahir’in 1886’da yayımladığı Mektebe Müteallik Letaif adlı letaifnamesi doğrudan okul fıkralarını içerir. Öğretmen-öğrenci ilişkileri, tembel öğrencilerin hazır cevaplılığı, öğretmenin yeterliliği/yetersizliği ve sınavlar genel olarak ele alınan konular olarak eserde okurun karşısına çıkar.

1258

Talebe (Coğrafya muallimine) Muallim efendi, bugün hava niçin birdenbire soğudu? Muallim Şimâl rüzgârı esmeye başladığı için. Bu rüzgâr daima soğuk mı eser? Evet oğlum, şimâl rüzgârı öyledir! Ne cihetten eserse essin, daima soğuktur!

Yukarıdaki latife, öğrencinin sorusuna yanıt veren öğretmenin de yeterli bilgiye sahip olmadığını yansıtır. Yine aynı konuda öğrencinin pratik zekâsını kullanarak komik unsuru yarattığı bir başka fıkra da şöyledir:

1261

Bir coğrafya muallimi şakirdlerinden birine kutb-ı şimâlîdeki soğuğun derecesini sual etmekle şakird cevaben: Muallim efendi, o tahammülsüz soğuğu hatırıma getirdiğim vakit vereceğim cevap dilimin ucunda incimâd edip kalıyor! demiş.

Dönemin diğer latife kitaplarında da genelde aynı doğrultuda okul fıkraları yer alır.

Okul fıkraları, dönemin eğitim sistemini anlatmanın yanı sıra eğitimcilerin niteliğini de ortaya koyarak döneme dair okuyucuya fikir verir.

4.1.2. Doktor, Hasta ve Eczacı Latifeleri

Geçmişten günümüze evrilerek ya da değişerek gelen bir diğer fıkra grubu da hasta-doktor ya da hasta-eczacı arasında geçenlerdir. Yine ikili gruplar arasında geçen bu latifeler, dönemin hemen her letaifnamesinde bulunur. Doktor ile hasta arasındaki çatışma, latifenin odağını oluşturur.

Kimi fıkralarda ise doktor-hasta çatışması başka konularla birleştirilerek işlenir.

Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde bulunan aşağıdaki latife, paraya düşkün bir

adamın, eşinin sağlığını riske atmasını işler; para, eşinin sağlığından kıymetlidir:

248

Konsolitçilerden birinin karısı hasta olup, kendisine nabzını tutturmuş; konsolitçi, bir elinde saat ve bir elinde karısının eli olup, nabzını sayarken, fevkalade bir telaşla;

“Tenzil ediyor! Tenzil! Tenzil!” deyince, karı korkup: “Yetişin ölüyorum!” diye bağırmış. Derhal tabip gelip, nabzına baktıktan sonra, nabzının pek iyi olduğunu beyanla, kocasına “Tenzil ediyor!” demesinin sebebini sordukta, herif: “Evet, şu kadar frank şu kadar santime kadar tenzil etti.” demiş.

Yine aynı eserde yer alan aşağıdaki latife, Leskovikli Hayrettin Nedim’in Mültekatat-ı Letaif(1885)’inde 664 numaralı, Ali Muzaffer’in Yeni Eğlenceler(1897)’inde 1010 numaralı ve Mehmet Süleyman Avanzade’nin Alman Letaifi(1916)’nde 1287 numaralı fıkra olarak yer alır. Fıkra, üç büyük tabipten biri olma merakında olan doktorların, sağlığa dair nasihat almalarıyla sonuçlanır.

258

Meşâhir etibbâdan (Dumolin), can verirken, etrafında bulunan etibbaya hitaben:

“Âlemde üç büyük tabib bırakarak, ölüyorum.” deyince, etibbadan her biri bu üç büyük tabibin biri kendisi olacağını memul ederek, dediği üç tabib kimler olduğunu sormakla: “Biri banyo, biri hareket, ve diğeri perhizdir.” demiş.

Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde, hastanın cahilliğine ya da saflığına dair latifeler de vardır:

347

Tabibin biri, bir hastaya acı bir ilaç yazmış; hasta bu ilacın acılığını tecrübe etmiş olduğundan, mırıldanmaya başlayınca, tabib: “Yalnız birinci kaşığını almak güçtür, sonra ikincisi, üçüncüsü acı gelmez.” deyince, hasta: “Öyle ise ikinci üçüncüsünü alayım da, birincisini almayayım.” demiş.

Sahte doktorlar da geçmişten günümüze fıkraların konusunu teşkil eder.

Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde yer alan aşağıdaki latife, doktorun yalnızca sahteliğini ortaya koymaz, ahmaklığı hakkında da fikir vererek gülünç unsuru yaratır:

382

Tahsil etmediği halde, yalandan tabiblik etmekte olan bir adam, hastalarına perhizi tavsiye ettikten sonra, ertesi gün nabızlarını tutarak: “Perhizi bozmuşsun, filan şeyden yemişsin” derdi. Bu usul sayesinde pek çok şöhret bulmuştu. Bu zat birçok şakirdler yetiştirmişse de, bu sırrı hiçbirine söylememişti. Nihayet öleceği vakit şakirdlerinden en ziyade sevdiği birini yanına çağırıp, sırrını keşfederek der ki:

“Hastanın evine gittiğin vakit, matbahın, merdiven altının, sofanın ve odasının etrafına iyi dikkat et; mesela, matbahta midye kabuğu görürsen, bil ki hasta midye yemiş; sofanın yahut odanın bir tarafında portakal kabuğu görürsen, portakal yemiştir,” der. Şakirdi bu sırrı öğrendikten sonra, ertesi gün bir hastaya bakmaya giderek, merdivenden yukarıya çıkarken, merdiven altında bir merkep semeri görür;

yukarıya çıkıp, hastanın nabzını tuttuğu gibi, hiddet ederek: “İşte, gördün mü? Fena olmuşsun! Perhizi bozmuşsun!” der. Hasta bir şey yemediğine yemin edince, tabib:

“Yemin etme, ben senin yediğini biliyorum, merkep yemişsin” der.

Aynı eserde yer alan aşağıdaki latife, hastanın ahmaklığını anlatır:

405

Birisi gece uyuyamadığından, tabibin tavsiyesi üzerine, hap yutuyordu, ancak, ilacın tesir edip etmediğini kendisi anlayamaz, diye, uşağını odasında yatırıyor, her beş on dakikada bir: “Memiş! Uyuyor muyum?” diye soruyordu.

Aynı konuya dair adı geçen eserdeki bir diğer örnek de yabancı kökenlidir:

491

İspanya’da bir tabib –boğazı şişip tehlikede bulunan- bir hastayı görmeye giderken, kapının yanında diğer bir iki tabibe rast gelerek, onlara dahi tanışmakta iken, kapıyı açıp, binmiş olduğu katırı içeriye koymuş; hasta alt katta yattığından, katır odanın içine girmiş; hasta: “Tabib bana bakmak için, katırını göndermiştir” diyerek, katıra nabzını göstermek için, elini uzatmış; katır elini ağzına alınca, hasta gülmeye başlayarak, çok gülmeden boğazın şişi delinerek, tehlikeden kurtulmuş. Tabib içeriye girip, katırı dışarı çıkarmak isteyince, hasta: “Katırı bırakın, beni o iyi etti; tıbbı senden iyi öğrenmiş; artık siz rahat edip, hastalara bakmaya katırınızı göndermelisiniz”

demiş.

M. Cemil’in Hande(1887)’sinde de cahilliğin ya da ahmaklığın başka bir versiyonu

Outline

Benzer Belgeler