• Sonuç bulunamadı

H.’nin Fırıldak(1874)’ında yer alan aşağıdaki latife, dilenen bir ailenin yoksulluk derecesini ortaya koyar:

Çocuğun beklenmeyen ve aykırı yanıtı fıkradaki komik unsuru yaratır

M. H.’nin Fırıldak(1874)’ında yer alan aşağıdaki latife, dilenen bir ailenin yoksulluk derecesini ortaya koyar:

Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde kayıkçılara dair bir latife yer alır:

118

Üdebâdan biri kayıkla gitmekte iken, hikemîyâne bazı mütâlaât hakkında kendi kendine söyleniyordu. Kayıkçı: “Kiminle konuşuyorsun?” deyince, “Volter ve Russo ile konuşuyorum.” cevabını vermiş. Kayıktan çıkarken bir adam ücretini verince, kayıkçı: “Yok siz üç kişi idiniz, ben arkadaşlarınızı tanımam, seninle pazarlık ettim.

Volter ve Russo’nun parasını da sen vereceksin.” diyerek, üç kişi için ücret vermeye mecbur etmiş.

Kayıkçının okur-yazar olmayışı ve edebiyattan anlamayışı, taşımacılıktan kâr etmesini sağlasa da cahilliğini ortadan kaldırmaz.

H. Galib’in Güzide-i Letaif(1885)’inde bulunan aşağıdaki latife, gönül acısı çekse

pencere yok ki bakasın.” diye ağladığını görmesiyle çocuk “Bak oğlum, bunu bizim eve götürüyorlar, zira dünyada bu kadının dediği gibi bir mahal varsa o da bizim evdir.”

Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde bulunan dilenci latifeleri, tembellik teması etrafında şekillenir:

265

Azası sağlam bir dilenci birisinden sadaka istemiş, herif: “Senin hiçbir sakatlığın, hiçbir illetin yoktur, niçin çalışmıyorsun?” deyince, dilenci: “Ah efendim, bir elim bir ayağım sakat olaydı, yine çalışacaktım, fakat her nevi çalışmaya mani olur bir illetim vardır.” demekle, o illetin ne olduğu sorulduğunda, “Tembelliktir.” demiş. Bu doğru sözü istediği sadakayı maazziyadetin almasına hizmet etmiş.

Aynı tema, aşağıdaki latifede de görülür:

267

Bir dilenci sokaklarda: “İş işlemekten ürker biçare biçare dilenciye, tembellik gibi bir zalimlik pençesinde esir olan zavallı bir adama merhamet edin!” diye bağırmayı adet edinmiş.

Aynı eserde yer alan yabancı kökenli başka bir latife, ihtiyacı olmadığı halde, diğerlerini aldatarak dilenen insanları anlatır:

130

Gaskonyalının biri esvâbı yırtık ve kıyâfeti gayet pejmürde olduğu hâlde, bir sokağın köşesinde turup, dileniyordu. Bir adam oradan geçip, merkûma bir yirmilik vererek, on santim iâde etmesini teklif eder; Gaskonyalı bir vakit ceplerini araştırdıktan sonra:

“Esvâb değiştirdiğim sırada keseyi öbür pantalonumda unutmuşum.” der.

Adı geçen eserdeki bazı latifeler, ukala dilencileri konu alır:

362

Burunsuz bir adam bir dilenciye sadaka vermiş; dilenci: “Allah gözlerinizi hıfzetsin!”

diye dua etmiş; herif bu duanın sade gözlerine hasr olunmasının sebebini sordukta, dilenci: “Çünkü gözlerinize bir şey olursa, gözlük kullanamazsınız” cevabını vermiş.

Kimi dilenci latifesinde, dilencilerden kurtulmak isteyen ev sahiplerinin yalancı tavrı dikkati çeker:

406

Birisi evinin penceresi yanında oturmakta iken, mu’cizin gelmekte olduğunu görerek, kapıdan girmeden, def’ etmek için uşağına: “Efendi yoktur” dedirtmek ister; evin içinde öteye beriye koşar; uşağı bulamaz. Karısı bunun telaşını görerek: Neniz var?

Ne istiyorsunuz? deyince, “Uşağı arıyorum, şu herife bir şey söylettirmek isterim.”

der. Karısı ne söyletmek istediğini bildiğinden: “Ey! Senin ağzın yok mu?” deyince, herif: “Ha! Gerçek!” diyerek, ve pencereden başını uzatarak, kapıyı çalmakta olan mu’cize: “Burada yokum, başka defa buyurun” der.

Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde bulunan dilenci latifesi, yine dilencilerin

insanları aldatarak para kazandıklarını anlatır:

977

Cüz’ice sakat olan dilencinin biri birkaç azası eksik olan diğer bir arkadaşına tesadüf edip günde kaç para kazanabilmekte olduğunu sorar. Merkum günde ancak iki kuruş kazanmakta olduğunu beyan edince öteki, “Haydi çolpa herif sen de! Ben senin gibi sakat olacak olsam günde yirmi kuruş kazanırdım!” cevabını verir.

Mehmed Süleyman Avanzade’nin Mükemmel Hazine-i Letaif (1898) ve Alman Letaifi(1916)’nde de dilencilere dair latifeler vardır ve bu latifeler de genelde aynı konular etrafında döner.

4.2. İnançlara Dair Letaif

Simon Critchley, kahkaha ve ibadet olmadan sadece iş ile yaşamaya çalışanların, kendilerini bekleyen kaçınılmaz acı sonu hazırlayan hırs ve gücün çılgın âşıklarına, tabiatı kendi arzuları doğrultusunda esir edebilecek kişilere dönüştüklerini ve mizahın küçük patlamalarının asıl anlamının, bir kültürün içine saklı uygulamaların nasıl dönüştürüleceği veya mükemmelleştireceği olduğunu söyler. Mizah sezgisel değil, olgusaldır; teolojik değil, antropolojiktir; esrarlı değil, berraktır (Critchley 2002: 16-17).

Dinlerin doğaları gereği, yaşamın doğumdan ölüme değin her sürecinde, beşeriyetin Tanrı ile bağını tesis, tanzim ve idameye dayalı işlevleri, insani bir değer olarak mizahın, din kurumunun içinde şu ya da bu şekilde, şu ya da bu ölçüde; ancak mutlak surette yer almasını zorunlu kılmaktadır. Herhangi bir “şey”in mizahla ilişkisinin bulunmaması, o şeyin, insanla ilgisinin bulunmaması anlamına gelir. Yaşamın pratiğinde böyle bir soyutlama mümkün değildir. Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlığı kabul eden toplumların tümünde aynı mizah anlayışının bulunduğunu düşünmek, kuşkusuz mantıklı değildir. Zaman, dönem ve toplumun içinde bulunduğu şartlar, mizah anlayışını etkileyeceğinden, çağlar boyunca mizahın hep aynı şekilde kalmadığını da göz önüne almak gerekir. Mizahın insanlığın kültürel tarihinde, horgörü-hoşgörü, sempati-alay eksenindeki içeriğinin gelişimi, 21. yüzyılda olumluya doğru bir yükselme gösterse de, sabit ve çizgisel değildir. Üç büyük dinin mizaha ve mizahın insana özgü bir sonucu, ifade biçimi olan gülmeye yaklaşımları hususunda, temelde paralellik hatta benzerlik bulunduğu ifade edilebilir. Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet, doğrudan mizaha başvurmaz, başka bir ifadeyle, hoşça zaman geçirmek veya gönül hoşluğu yaratmak vb. saiklere mizaha ve gülmeye yaklaşmaz.

Her üç dinde de mizah, tanrısal mesajı aktarmada veya insanları şeriattan uzaklaştıran şeytanı ve şeytaniyi küçük düşürmede, onlarla alay etmede bir araç olarak kullanılır. Her üç din için birincil kaynak olan kutsal kitaplardaki dolaylı mizah ögeleri ise ancak söz aralarına serpiştirilen kapalı ifadeler, anekdotlar, söz oyunları veya çıkarımlar yoluyla belirlenebilir (Öğüt-Eker 2014: 202).

Mizahın, insandan ayrı düşünülemeyeceği gerçeği, ister istemez inançlı kimseleri

de kapsar. Dinin izin verdiği ölçüde, her toplumda gelişmiş bir mizah anlayışı söz

konusudur. Osmanlı topraklarına yüzyıllarca hakim olan hoşgörü kültürü, XIX.

yüzyılda daha geniş çerçevede devam eder. Aydınlanma çağının Avrupa’da başlattığı yenilik ve değişimlerin, Osmanlıya yansıması XIX. yüzyılla gerçekleşir.

Her anlamda özgürlüğün denendiği Osmanlı coğrafyası, mizahın da çeşitli sahnelerine bu yüzyılda derlenen letaifnamelerde tanık olur. Osmanlı topraklarında yaşayan kişilerin temel inançları olan Müslümanlık ve Hristiyanlığa dair latifeler, genelde din adamları etrafında şekillenir ve ağırlıklı olarak mesaj verme kaygısıyla oluşturulur. Hristiyanlığa dair latifelerin büyük bir kısmının yabancı kaynaklı olduğu görülür. Bu temel inançların yanı sıra, çeşitli mezheplere ve bazen Mecusilere kadar varan latifelere rastlanır; ama hiçbir latifede dinin değerlerine aykırı bir durum sergilenmez. Mizah, dinin elverdiği ölçüde latifelere yerleşir.

4.2.1. İslamiyete Dair Letaif

Türkçede mizah kavramı ve ürünleri, uzun süre Arapça kökenli fıkra, latife, mizah, nükte gibi sözcüklerle karşılanır ve bu sözükler, İslami duyarlılıklar çerçevesinde, insan ilişkilerindeki gerilimleri, çatışmaları önleyen; insan ilişkilerini iyi niyet ve hoşgörü temelinde geliştiren manevi süreçleri ifade eder.

İslami kaynaklar, düzeyli mizahın İslami değerlerin aktarılmasında, bireylerin eğitilmesinde, yani sağlıklı bir tebliğ ve eğitim ortamının ihdasında araç olarak kullanılmasını önemli görmüştür. Dinin mizah ve ironi ile kabil-i telif olmayan akideleri kuşkusuz vardır; ancak İslam inancında mizaha, edep dairesinde kalmak, insan onurunu zedelememek, Müslümanlar arasındaki muhabbet ve sevgi duygularını artırmak ön şartıyla cevaz verilmiştir (Öğüt-Eker 2014: 197).

XIX. yüzyıl letaifnamelerine bakıldığında, Müslümanlık çerçevesinde ele alınabilecek latifelerin, daha çok kişiyi olumlu davranışa sevk etme niteliği taşıdığı söylenebilir. Din adamları ile dinin şekilciliği de latifelerin konusunu teşkil eder.

M.H.’nin Fırıldak(1874)’ında yer alan aşağıdaki fıkra, İslam dinince kutsal sayılan

Outline

Benzer Belgeler