• Sonuç bulunamadı

YAPISAL AÇIDAN LETAİF

3.1.2. Uzun Latifeler

Letaifname, gülünç ve kısa yazı yazıları içeren kitap olarak tanımlansa da bazı yazarların bu tür altında sınıflanan yapıtları uzun mizahi hikâye içerebilmektedir.

Ahmet Cemil’in Eğlence (1887), Mehmed Hilmi’nin Gülünçlü Efsaneler (1901),

Kış Geceleri Gülünçlü Hikâyeler (1909), Gülünçlü Letaif-i Ramazan (1910),

Musavver Müntehabat-ı Letaif-i Hilmi, Ziya Şakir’in Küçük Fıkralar (1908),

Mehmed Halid’in Letaif-i Halid (1916), Süleyman Tevfik Zorluoğlu’nun İncili

Çavuş (1921), İbrahim Alaaddin Gövsa’nın Şen Yazılar (1926) ve

Himmetzade’nin Bekri Mustafa (1927) adlı yapıtlarında çok fazla olmasa da

birkaç uzun mizahi hikâyeye rastlanmaktadır.

Mehmed Hilmi’nin Gülünçlü Efsaneler (1901) adlı yapıtından alınan aşağıdaki fıkra, geleneksel mizahi fıkraya göre daha uzundur ve bir değil, birden fazla olay vardır:

1069

Taşralı ve henüz yirmi yaşında genç bir adam teehhül arzusunda bulunur, kendisi kimsesiz olduğundan bittabi teehhülü için bir kılavuz kadına müracaat eder. Genç adam ile kılavuz kadının aralarında şu yolda bir muhâvere cereyân eder. Kılavuz kadın der ki:

 Oğlum, mademki işi benim reyime bırakıyorsun, sana hem zengin, hem duvak düşkünü bir kadıncağız alayım da ömrün oldukça bana da dua eyle!

Genç Adam  Teşekkür ederim valideciğim. Ben zaten kimsesiz olduğumdan artık bu bâbda atalık etmiş olacaksın. Göreyim seni! Elbette ben de insansam, size elden gelen mükâfatta mangır hadd-ı dirîğ kusur etmem!

(Genç delikanlı ile kılavuz kadın arasında neticepezîr tenâhî olan şu muhâvere üzerine kılavuzun bulduğu o mahalle sakinlerinden Dul Ferah Kadın isminde biriyle delikanlının akd-i izdivaçları icra kılınmıştı.)

Bu ciheti de unutmayalım ki genç delikanlı için kılavuz kadının bulduğu Dul Ferah Kadın oldukça sahibe-i servet olmakla beraber seksen yaşında abûs-ül-vech bir acûze idi. Leyle-i zifâfa tahsis kılınan gece alelusûl genç delikanlı güveyi girer ve arûsa mahsûs odaya çıkınca otuzu mütecaviz birtakım komşu hanımların birer birer ve sırasıyla:

 “Allahaısmarladık Ferah Kadın” diyerek henüz duvağı yüzünde bulunan Ferah kadına veda ederek gittiklerini gören güveyi efendi, gelin hanımın sabırsızlıkla duvağını kaldırmasını müteakib seksen yaşında abûs-ül-vech acûzeyi görmesiyle beraber defaaten tevhiş ederek o dahi komşu hanımların vedası misilli:

 “Allahaısmarladık Ferah Kadın!” diyerek sıvışıp gitmiştir.

Kılavuz kadının, parasız gencin evliliğini bütçesi oranında sağlaması olağandır ama 20 yaşındaki gencin, 80 yaşında bir kadınla evlendirilmesi aykırıdır. Fıkrada, olağan ve aykırı durumlar bir arada kullanılarak komik unsur yaratılmıştır. Bu tür latifelerde, olay örgüsünün bulunması ister istemez latifeyi diğerlerine oranla daha uzun kılar.

Ahmed Cemil’in Eğlence(1887)’sinde Anadolu’dan İstanbul’a yeni gelmiş bir hamalın başından geçen komik olayları anlatan mizahi bir hikâye bulunur:

803

Zaman-ı sâbıkta kostümünden henüzce gelmiş ve İstanbul’un semt ve mahallâtını öğrenmemiş hamalın biri Bahçekapısı civarında yük getirmek üzere müşteri gözetmekte iken hanımın birinin kundak kucağında olarak gelip merkuma hitaben çocukla boğçayı Altımermer’e kadar götürsen kaç para vereyim dedikte:

Merkum Altımermer’in ne tarafta olduğunu bilmeyerek her ne verirseniz bereket versin cevabını verir.

Mezbure çocukla çocuğun bez boğçasını merkuma vererek önüne düşüp tiz-i reftar Mercan yokuşundan yukarı çıkarken hamal da hemşehrilerinden birine tesadüf ederek merhaba deyip muhabbete girişmişler.

Meğerse görüştüğü müddetçe çocuğun validesinin de yanı başında bekliyor zannedermiş.

Biçare hatun da hamal arkam sıra geliyor diyerek süratle gidip Sultan Bayezid’i bile bulur.

Burada muhabbete dalarak filanın sana mektubu var, lakin odadadır, sabah gel al .... Filan oğlu filan da sana pek çok selam gönderdi, köyümüzün hali böyledir, bağlar bahçeler şöyledir diyerek muhabbete netice verip arkadaş gittikte etrafını arar bakar ki kadın yok. Bre aman, bu bunu beklemedi mi, acep nereye gitti deyip etrafına alık alık bakar, gelen geçenlerden çocuğun anasını gördünüz mü diye sual ederse de kimi güler, kimi hiç cevap vermeyerek geçerdi.

Biçarenin çocuk kucağında, kadını bulmak üzere gider ve gittiği yolları kendi dahi bilmediğinden Süleymaniye’ye çıkar.

Elkıssa, birkaç saatler evvel civarları dahi dolaştıktan sonra Zeyrek yokuşundan, Çırçır’dan, Otlakçı yokuşu tarafını bulur ve rast geldiği kadın ve erkeğe sual ederse de Bilmiyoruz’dan başka cevap alamadığından me’yusane, bulurum efkârıyle yola devam eder.

O aralık biçare çocuk uyanarak ağlamaya başlayınca merkum bütün bütün şaşırarak sada-yı kerîh ile kışkış demeklik istediyse de çocukçağız korkunç sadayı duyunca feryâd u figanını artırmaya başladıkta, Allah Yarabbi, bu hal benim başıma nereden geldi deyip susturmaklık tarafına çalışırdı. Evvel tıfl-i dilbâz, biraz nâle-i avaz ederek tâb ü tüvânı kalmayıp merkumun kucağında bitab olarak hâba varır, işte merkum yine rast gelene sormakta iken bir hayırsız adama tesadüf ederek indinde sual ettikte, merkum çocuğu nereden buldun diyerek sorar, bu da vukû’ hali beyan edince sanki bir hayırlı işte bulunur gibi cevap olarak adam sen de bunun validesini arayıp bulacaksın ... götür bir tenha zukâğın birine bırak, elbet bir geçen merhametli adam alır, demesi üzerine garip hamal ilk defa olarak başına gelen kaza-i felaketten şaşkına dönüp bu hayırsız nâdânın sözlerini sahîh dinleyerek o civarda bir tenha zukâk içine girip kapının önünde olan yüksekçe bir taşın üzerine mezkûr kundakla boğçayı koyar.

Merkumun merhameti kail olup da bırakıp gidemez, belki köpekler bir zarar eder deyip biraz ileride bir mahale siper olarak gözetirdi.

Meğerse hamal kundağı ve boğçayı koyarken karşıki hanenin penceresinden bir kadın görmüş olacak, ya iki gün evvel dahi yine böyle bir çocuk bırakmışlar imiş, merhamete mezbure kadıncağız ve iki gecedir çok sıkıntı çektiğinden bu kere dahi tekrar bir çocuğun daha geldiğini görünce sabredemeyip başına örtüyü feraceyi alarak fazla bir de sopa alıp hamal merkumu gizlendiği mahalde yakaladıkta bir güzel darb eder.

Ve merkumun yakasından yakalayarak götürmüş olduğu çocuğu verdikten sonra fazla olarak evvelsi günü dahi getirip bırakmış oldukları çocuğu dahi verir. Biçare hamal her ne kadar, ben getirmedim, dediyse de mezbure hiddetinden nâşî feryâd ü figan ederek civar komşuları dahi tecemmu edip tekrar merkumu darb ederek, nereden alıp getiriyorsan yine götür yerlerine ver, yoksa seni fena ederiz deyip zor ile öbür çocuğu dahi verirler. Garip hamal zâti evvelki çocuğun validesini ararken şimdi fazla olarak çiftlendiğine taaccüpte kalıp:

Şimdi ben ne yapayım, bu iki çocukla nereye gideyim, diyerek hem düşünüp hem giderken karşıdan doğru bir hanımın geldiğini görür, acaba evvelki çocuğun validesi mi, diye yanına doğru gittikte validesi olmadığını anlayınca başını sallayarak of of demeye başlar.

Hanım mumâileyh hamal merkumun iki çocukla yanına doğru geldiğini ve sonra of of diyerek başını salladığını görerek merak edip esbâbını sual ettikte, merkum dahi bervech-i muharrir vuk’u hali beyan eder.

Hanım dahi biçarenin uğramış olduğu hâl-i garibe ve tesadüf-i acibesine taaccüp ederek biraz düşündükten sonra, gel arkam sıra deyip hamalı alarak biraz vakit giderler. İleride bir hamam kapısı gösterip (eliyle) şu kapıyı gördün mü?

— Gördüm, şunun kapı mı?

— İşte orası hamamdır.

— Ey, hamam ise ne yapmalı?

— Şimdi buradan gidersen, kapıyı vurursan içeriden ana çıkar.

— Aman, çocuğun anası mı?

— Yok canım, hamam anası.

— Ey, sonra?

— Dersin ki: Al bu çocuklar ile bu boğçayı, valideleri de arkadan geliyorlar.

— Acaba olur mu dersin?

— Elbette olur, o çocukları aldı mıydı, sen de durma, kaç. Sonra ana kadın seni nerede bulacak?

— Öyle ya, öyle ya, lakin alaydı.

— Alır, alır. Sen merak etme.

Hanım, mûmaileyh aşağıya doğru saparak gider. Hamal merkum dahi kucağında iki çocukla beraber salına salına hamam kapısına dahil olup dakk-ül bâb eder. (Ana kadın içeriden:)

— Kimdir o?

— Ana kadın, baksana!

— Ne istersin?

— Al şu çocukları, anaları da arkadan geliyor.

— Peki, anaları gelsin de alayım.

— Pek alâ, sen de biraz bekle, ben de.

Bu sözden hamalın beti benzi atar. Dur bakalım, nerede kaldı diye gitmek isterse de Ana kadın merkumun yakasını tutarak, “Nereye gidiyorsun? Bekle, valideleri gelsin.”

diyerek merkumu koyuvermek istemez. Meğerse sebebi tıpkı bunun gibi bir gün evvel bir adam gelerek kapıyı vurup bir çocuk bırakmış, ve “Validesi arkadan geliyor.”

cevabını vermiş. Elhâsıl, validesi zuhûr etmeyerek çocuk Ana kadının başına kalıp o gece sabaha kadar başına gelmedik kalmaz.

İşte o sebepten bu kere dahi hamal merkum iki çocukla gelince haliyle anasını beklemeye mecbur olur.

Ve aklına dahi şurası gelir ki, “Acaba o çocuğu da getiren bu hamal mıdır? Hele validesi gelmezse şüphesiz odur, bendeki çocuğu da vereyim de getirdiği yere götürsün.” gibi şeyler kurardı. Nihayet-ül emr aradan biraz vakit geçer, kimseler gelmez. Zâtî kim gelecekti? Hamal yakayı kurtarmak için gitmek ister, Ana kadın koyvermez.

— Hani ya, çocuğun anası daha gelmedi?

— Bilmem, gidip bir kere bakayım.

— Sana ne dediler

— Bilmem, “Sen git, hamama bırak, biz geliyoruz” dediler.

— Bunların evleri nerede? Haydi bana göster.

— (Hamalın bütün bütün etekleri tutuşarak) Ben evden almadım, şurada zukâkta rast geldim.

Bu söz üzerine mezbura Ana kadının asla şüphesi kalmayarak, “Mutlak dünkü gün o çocuğu da bu getirdi” diyerek hamalın yakasına sarılıp kavgayı azıştırarak hamamcı ve nâtır hanımlar dahi bir şeye bürünerek, “Seni gidi utanmaz herif! Sen artık burayı iyi öğrendin, her gün birer ikişer çocuk taşıyacaksın, öyle mi? Aklını başına al! Biz sana daha çok şeyler ederiz ama hele bu seferlik böyle gitsin” diyerek içerideki çocuğu dahi çıkarıp:

— Al bakayım şu dünkü gün getirmiş olduğun çocuğu da, nereden getiriyorsan götür yerine ver.

— Aman efendim, ben bu çocukları taşımadım, her kim taşımışsa taşımış. Şimdi ben topluyorum.

— Bak utanmaza, daha lakırdı söylüyor! Senin ne alçak, ne rezil adam olduğunu anladık.

— Canım efendim, iki çocuk iki kucağımda şimdi! Bunu nereme alayım?

— Bunu da arkana bağla, getirdiğin zaman nasıl getirdin?

— Merhamet edin, ben getirmedim.

O aralık ayaklarındaki nalınla bunun kafasına bir iki defalar vurduklarında, biçare o çocuğu da almadan başka çare bulamayıp vermiş oldukları eski peştemal ile onu da arkasına bağlayıp iki kundak kucağında, bir kundak arkasında ve bir boğçası elinde olarak geldiği yola doğru avdet eder, ve yolları dahi bilmediğinden şurası senin, burası benim diyerek Sultan Bayezid’e dâhil olur.

Sultan Bayezid meydanında alık alık etrafına bakınmakta olsun, biz gelelim eski yani evvelki çocuğun validesine ... Mezbure çocuğu hamala verip hamal arkamdan geliyor zannıyle tîz-i reftar hiç arkasına bakmayarak Okçularbaşı’na kadar gelir.

O aralık arkasına baktıkta çocukla hamalı göremeyince biçare hatuncağız şaşırarak gerisi geriye avdet edip ta Bahçekapısı’na kadar arar. O vakitler, bizim hamal da Süleymaniye’den, Zeyrek’ten, Otlakçı yokuşuna kadar gitmişti. İki taraftan dayak yediğinden başka, fazla iki çocuk sahibi daha olmuştu.

İşte, kadıncağız çocuğunu bulamayınca ağlayarak tekrar Bayezid’e kadar gelir ve yine tekrar “Bulurum.” hûlyasıyla Bayezid’den Bahçekapısı’na gelir. Elkıssa, o gün Bayezid’den Bahçekapısı’na, Bahçekapısı’ndan Bayezid’e üç dört sefer eder. Artık çocuğundan kat’-i ümid ederek camii-i şerifin duvarına dayanıp ağlamaya başlamış.

O aralık, yeniçeri ağası dahi esbe râkiben, o tarafta yeniçeriler olduğu halde, geçerken mezbure hatunun öyle hazin hazin garibane ağladığını görünce acele hizmetkârının birini gönderip çağırdıkta, daha kendisi bir şey sormadan mezbure damenin bus edip, “Aman efendim, evladımı kaybettim. Onu bulmanızı istirham ederim” dedikte, nerede kaybettiğini ve nasıl olduğunu sual eder. Mezbure işin aslını ifade eyledikte, “Sen hiç merak etme, ben onu neredeyse buldururum” diye mezbureye teselli ederken o aralıkta, hamal merkum üç çocukla Sultan Bayezid’e gelmiş ve şaşkın şaşkın etrafına bakınırmış. Ağa-yı müşarünileyh yanındaki yeniçerilere emrederek, “Her biriniz bir tarafa gidin, böyle bir hamal buldunuz halde, derdest edip getirin” deyip her bir erleri bir tarafa dağılırlar.

Birisi Sultan Bayezid meydanında biraz ilerisine vardıkta, iki çocuk kucağında, bir çocuk arkasında ve bir boğça elinde hamalın birini görünce, yanına varıp, “Yahu, nereye gidiyorsun ve bu çocuklar kimindir?” diye sual edince, merkumun bir yandan yorgunluk ve bir yandan açlık ve bir yandan çocuklar ve bir yandan dayak kendisi bütün bütün sersem ettiğinden, cevap olarak, “Savul şuradan, sana da derdimi anlatayım da bir çocuk da başıma sen yükletir misin?” dedi.

Merkum sualini tekrar ettiyse de, hamal hiddetinden asla cevap vermediğini görünce kolundan yakalayıp zorla yeniçeri ağasının olduğu mahale götürür. Yerdedir kadıncağız, hamalı görür görmez tanıyıp, “Ah, evladım!” diyerek merkumun kucağından evladını alıp hem sevinerek ve hem ağlayarak ağuş-ı merhamet mâderanesine alır. Ağa-yı müşarünileyhin kalbine şöyle gelir ki, “Acep bu herif çocukları sirkat mi ediyor? Baksana, fazla olarak kucağında iki tane daha var. Bunu güzelce tahkik etmeli” derken tahkike hacet kalmayıp hamal der: “Ne kadınsın, nerede kaldın? Bu sabah başıma sen nereden geldin? Zâtî ben bir yerleri bilmem, buranın acemisiyim. Sabahtan beri seni ararım. Yediğim dayaklar başka, ya bu çocukları ne yapayım?” diyerek ağlamaya başladı. Yeniçeri ağası çocukları nerede bulduğunu sual ettikte?

Merkum dahi min-evvel ilâ ahir başına gelenleri beyan eyledi. Ağa-yı müşarünileyh yine gülerek ve yine acıyarak sergüzeştin dinledikten sonra, uyur çocukları almak üzere hizmetkârına emrederek ve bu çocukların da sahipleri kimse bulunmasını söyler.

Elini cebine sokarak hamal merkumu memnun edecek mertebede bahşiş verip esbine râkiben azimet eder.

Hanım dahi merkuma bir miktar para verip evladının bulunduğundan dolayı Cenab-ı Hakk feyyaz-Cenab-ı mutlak hazretlerine hamd ü senalar ederek o dahi hanesine gitmekte, hamal ise sanki arkasında iki yüz okka yük varmış gibi üç çocuktan kurtulduğuna şükrederek almış olduğu paraları kesesine koyarak hemşehrilerinin yanına yani ikamet ettiği hana dehalet, ba’demâ işine dikkat ederek birkaç senelerden sonra memleketine azimet eder.

Ana karakter hamal etrafında şekillenen yukarıdaki hikâye, hem karakter hem de

olay çokluğundan kaynaklanan çatışmalar ekseninde, kimi yerde tekrarlarla

sürer. Hikâyenin çözüldüğü noktada ise ileti verilerek hikâye tamamlanır. Hamal

başına gelen olaylar neticesinde pişman olur ve köyüne dönme kararı alır.

Yazarın ulaşmak istediği nokta da budur. Ahmet Cemil’in fıkra derlemesinde yer alan bu metin, fıkradan ziyade uzun mizahi bir hikâyeyi andırır. Taşralı bir hamalın, İstanbul’daki ilk işinde başına gelen talihsizlikler komik unsuru yaratmıştır. Talihsiz hamalın saflığı ve iyi niyeti, fıkranın mutlu sonla bitmesini sağlamış; metin içerisindeki küçük oyunlarsa olay örgüsünün karmaşık bir yapıya bürünmesine yol açmıştır. Metnin sonunda hem okuyucu hem de hikâyenin ana karakteri hamal, derin bir rahatlama yaşamıştır. Rahatlamayı getiren temel unsur ise, hikâyedeki aynı olayın üç kez tekrarlanmasından kaynaklanan sonuca varma isteği ya da hikâyenin nasıl sonlanacağına dair meraktır.

Yukarıda verilen örneklerde olduğu gibi, kısa fıkralardan farklı olarak uzun fıkralar genellikle bir olay örgüsü etrafında şekillenmektedir. Yani tek olay değil, olaylar söz konusudur. Gülmece, ya talihsizlikler ya da yerel unsurlar aracılığıyla sağlanmaktadır.

XIX. yüzyıl letaifnameleri ağırlıklı olarak klasik anlamda tez-karşı tez üzerine

Outline

Benzer Belgeler