• Sonuç bulunamadı

yüzyıl letaifnamelerinde iktidar denince akla gelen isimler, dönemin siyasi yapısı gereği kral, kraliçe, kayser, padişah ve hükümdar unvanlarına sahip

Çocuğun beklenmeyen ve aykırı yanıtı fıkradaki komik unsuru yaratır

H. Galib’in Güzide-i Letaif(1885)’inde bulunan aşağıdaki latife de falcıların aldatıcılığı üzerinedir:

XIX. yüzyıl letaifnamelerinde iktidar denince akla gelen isimler, dönemin siyasi yapısı gereği kral, kraliçe, kayser, padişah ve hükümdar unvanlarına sahip

Ekonomik sıkıntıların ve bunalımların etkilediği kesim, genelde alt grupta yer alan memurlar olur. Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde bulunan aşağıdaki latife, maaşı ödenmeyen bir memurun yaşadığı geçim sıkıntısını ve ona inanmayan amirine verdiği yerinde cevabı içerir:

504

Memurun biri amirinin önüne çıkıp, tedahülde kalan maaşlarını istemiş, ve hayli vakitten beri idareden âciz kalıp, yiyeceği bile olmadığını söylemiş. Amiri yüzüne bakıp, çehresini yerinde gördüğünden: “Çehreniz sözünüzü tekzib ediyor” deyince, memur: “Efendim, bu çehre benim değildir, beni bu kadar vakitten beri veresiye besleyen lokantacıdan ariyyeten aldım” demiş.

İktidarda bulunan kişilerin yetersizliği ve niteliksizliği üzerine söylenmiş latifeler de vardır. Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde yer alan aşağıdaki latife, meclisi oluşturan milletvekillerinin niteliksizliğine getirilen eleştiri üzerinedir.

518

Fransa’da bir vakit beş yüz azâ-yı menhubeden mürekkeb bir meclis teşkil olunmuştu. Bir Gaskonyalı, bu meclise takdim etmek üzere, bir arzuhal hazırlayarak, üzerini: Meclisin ..., .. “a azasına” diye yazmış. Birisi bunu görüp: “Üç sıfır fazla koymuşsun” deyince, Gaskonyalı: “Ne diyorsunuz? Benim koyduğum sıfır beştir, mecliste ise beş yüz sıfır vardır.” demiş.

Geçmişten günümüze, halktan toplanan vergiler pek çok yapıta konu olmuştur.

Haksız ve adaletsiz yapılan vergilendirme sonucu mağdur edilen halk, yabancı latifelerde de yer alır. Vergilerdeki aşırılık ve gereksiz vergi alımı, M. Cemil’in Hande(1887)’sinde “İki İngiliz” adlı latifeyle okuyucuya iletilir:

862

İngiltere’de heman her şey üzerine mütenevvi vergiler tarh edildiği ve binaenaleyh ahali pek ziyade ısrar olunduğu sırada iki lord havası güzel bir mahalde geşt ü güzar ediyorlardı.

 Dikkat ediyor musunuz? Buranın havası ne kadar sâfî! İnsana taze hayat bahşediyor.

 Aman arkadaş! Yavaş söyle, sonra işitirler de hava-yı sâfî üzerine de bir vergi tarh etmeye kalkışırlar.

XIX. yüzyıl letaifnamelerinde iktidar denince akla gelen isimler, dönemin siyasi

üzerinden ilerlediği gibi, sadece millet isminin yer aldığı ama kral ve kraliçe gibi unvanların kullanılıp ismin belirsiz kılındığı latifeler de vardır. Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde bulunan yabancı kökenli latifelerin büyük bir kısmı Avrupa’nın kral ve kraliçelerine yöneliktir ve bu latifelerde hem övgü hem de yergiyle karşılaşmak olasıdır. Aşağıdaki latife, krala yönelik yerginin örneğidir:

200

Zulm ile muttasıf olan Fransız krallarından biri bir fukarahane yaptırıyordu. Hekimin biri bunu işittikte demiş ki: “Âlemi fukara dûçâr ettikten sonra bir fukarahane yaptırması zaruri idi.”

Halkı yoksullaştıran da, yoksullaştırdığı halka olanak sağlamaya çalışan da kraldır. Yine, aşağıdaki latife, kralın para politikalarını eleştirmeye yöneliktir:

251

Fransa krallarından XVIII. Lui tertip etmiş olduğu bir nizamnameyi Taleyran’a okuduğunda, Taleyran “Bir noksan görüyorum.” demiş; kral noksanın neden ibaret olduğunu sorunca, Taleyran: “Muhakkem azasının maaşları tayin olunmamıştır.”

demiş; kralın “Onlar meccanen hizmet göreceklerdir.” demesi üzerine, “Meccanen mi? Pek pahalı gelmez mi?” demiş.

Din-siyaset çatışması, XIX. yüzyıl letaifnamelerinin odaklandığı başka bir konudur. Özellikle yabancı kökenli latifelerde okurun karşısına çıkar. Din adamları ile kralların karşı karşıya geldiği, bazen de birlikte hareket ettiği latifeler mevcuttur. Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde yer alan aşağıdaki fıkra, Napolyon ile kardinalin askeri zekâda çatışmasını sergiler:

253

Kardinalin biri büyük Bonapart’ın önünde bu zatın fütühat ve seferlerini muaheze ederek, ve bir haritanın üzerinde parmağını gezdirerek; “İbtida şu kasabayı almalıydınız, sonra şuradan geçerek şunu fethetmeliydiniz...” demeye başlayınca, Bonapart: “Evet, o kasabalar parmakla alınaydı, öyle yapacaktım.” demiş.

Durumu örnekleyen bir diğer latife şu şekildedir:

307

İspanya krallarından ikinci Filib, papalık tahtına cülûs eden beşinci (Sikstus)u tebrik için, zadegânından genç bir adam memur etmişti. Papa kendisi nezdine genç bir adamın böyle bir memuriyetle gönderilmesini bir nevi tahkîr addederek: “Kralınız bu kadar kaht-ı ricâle mi uğramış, ki nezdime gönderecek sakallı bir adam bulamamış!”

deyince, İspanyol: “Sakalın ind-i âlinizde o kadar itibarı olduğunu bileydi, adam kıtlığında, bir keçi gönderebilirdi” demiş.

Ülkeler arası iki yüzlü siyasetin de geçmişi eskidir. Bu konuya dair bir latife,

Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde bulunur:

261

Fransa krallarından biri İspanya’da muharebe edip İspanyolları mağlup etmiş olmakla, Venedik Cumhuriyeti bir taraftan Fransa kralına bir tebrikname yazıp, beyan-ı memnuniyet, ve bir taraftan dahi İspanya kralına yazıp, ezhar-ı teessüf etmiş. Fransa’nın Venedik’teki sefiri cumhuriyet reisiyle görüşüp, bu iki yüzlü politikanın sebebini sordukta, reis kütüphanesinden bir İncil alıp, açarak

“Sevinenlerle beraber sevinmeli, ve keder edenlerle beraber keder etmeli” kelamını göstermekle iktifa edip, hiçbir cevap vermemiş.

Fransızların güttüğü iki yüzlü siyaseti din kisvesiyle örtmeye çalıştıkları, yukarıdaki fıkrada gözlenir.

Krallar arası mücadelenin sadece savaş meydanlarında olmadığı, mücadelenin bazen kişiselleştirildiği ve karşılıklı küçümseme ile hakarete varan boyutta devam ettiği latifelerde görülür. Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde yer alan aşağıdaki latife bu türdendir:

562

Fransa hükümdarlarından XIII. Lui’nin Madrid’deki sefiri İspanya kralına mu’tadın haricinde bazı merasimde bulunmaya icbar olunarak, buna rıza vermek istemediğinden, İspanya kralı hiddet ederek: “Fransa kralı bana gönderecek sizden başka bir sefir bulamadı mı?” deyince, sefir: “Hükümdarımın benden çok ziyade akıllı ve dirayetli adamları vardır; lakin zat-ı haşmetinize göre benim akl ü dirayetimi ma-ziyadeten kâfi gördüler” demiş.

Kralların konu olduğu latifelerde savaşlar ve nedenleri de gündeme gelir. Ahmed Fehmi’nin Letaif-i Fıkarat(1886)’ında bulunan aşağıdaki latifenin Napolyon versiyonu daha bilindiktir ve savaşların asıl nedenini somut olarak ortaya koyar.

744

Prusya krallarından muharib-i meşhur (Büyük Frederik)e bir devlete harb etmek için ne elzem idi ki sual olundukta cevaben “Üç şey elzemdir! Birincisi para, ikincisi para, üçüncüsü yine paradır!” demiş.

Mahmud Şakir’in Tebessüm yahut Güzel Eğlence (1882), H. Galib’in Güzide-i

Letaif (1885), Mihri’nin Letaif-i Âsâr (1885), Mehmet Tevfik’in Hazine-i Letaif

(1888), Said Kemalpaşazade’nin Sefirler ve Şehbenderler (1889), Ali Muzaffer’in

Letaif-i Nadide (1897), Mehmed Hilmi’nin Musavver Müntehabat-ı Letaif-i Hilmi

(1910), Faik Reşat’ın Külliyat-ı Letaif (1912), Mehmet Süleyman Avanzade’nin

Alman Letaifi (1916) ve Mehmed Halid’in Letaif-i Halid(1916)’inde iktidar-yönetim

konulu sayısız fıkra vardır. Bu fıkralar; yöneten-yönetilen çatışması, siyaset-din

çatışması ile siyasi yozlaşma, yönetimde usulsüzlük, iltimas ve rüşvet konuları

etrafında döner. Az sayıda da olsa hakkaniyetli ve adil yöneticiler üzerine de

fıkralar mevcuttur.

4.3.2. Irk, Millet ve Azınlık Latifeleri

İnsanlık tarihinde etnik kavramının ortaya çıkmasından itibaren, etnik fıkralar rağbet görüp yaygınlaşır ve bu tür fıkraların varlık sebebi, üstünlüğü kanıtlama çabasıdır.

Etnik fıkralar iki temel işleve sahiptir: Etnisite dışındaki kişileri alaya alarak değersiz göstermek ve kişinin grup içindeki kimlik anlayışını güçlendirmek. Etnik mizahın kökeni, Antik Yunan’da Atinalı ve Romalı ayrımına kadar dayanmaktadır. Etnik mizahın amacı, eleştiri yani düzeltme değil; kişinin kendi kimliğini farklılaştırma yoluyla onaylamadır. Kültürel bellekte kodlanan özellikler, fıkrada şahsî özelliklerden sıyrılıp ilgili kültürün karakteristiğini ortaya koyar. Kültürel tarihte iz bırakan konu, olay ve kişiler, etnik mizahın temel malzemesidir. Etnik mizah metinleri, karşıtlıklara dayandığından konuları sınırlıdır ve mümkün olan-olmayan, gerçeklik-gerçek dışılık, iyi-kötü karşıtlıkları bu metinlerde yer alır. Bu karşıtlıklar, etnik mizahın var olma sebebi küçümseme ve aşağılama işlevini ifadede araç olarak kullanılır. Etnik mizahın temel felsefesini oluşturan bu işlev, üstünlük duygusunun yoğun olarak yaşanmasını sağlar. Bir fıkranın etnik mizah örneği olabilmesi için, metnindeki karşıtlıklardan en az birinin etnik ibare içermesi gerekir. Etnik fıkraların temel özelliği, anlatılan ibareye bağımlılığıdır. Bu anlatım gerçekten etnik öge içeriyorsa, öne çıkarılmış etnik ifadenin kaldırılması, fıkrayı anlaşılmaz yapar. Genelin içindeki etnik özelliklerin ortaya çıkarılması, etnik kimliğin olumsuz anlamda belirlenmesini gerektirir. Etnik mizahın konuları, birkaç farklı kategoriye ayrılır. Bunlardan birincisi, dildeki esnekliktir. Dilin esnekliğinden yararlanmanın en basit türü, mizahi metinde bir ses ya da kelimenin yanlış telaffuz edilmesi veya yanlış kullanımıdır. Dil benzerliği ya da farklılığı yüzünden ortaya çıkan tezatlar, etnik mizah türünün en önemli konusudur.

Yabancı bir ülkeye giden birinin hiç bilmediği ya da az bildiği bir dille anlaşmak zorunda kalması, bu türün en çok kullanılan esprilerden biridir (Öğüt-Eker 2014: 124-126).

Mehmed Hilmi’nin Musavver Müntehabat-ı Letaif-i Hilmi(1910)’sinde yer alan, aşağıdaki latife, dildeki esneklik sonucu, sözün yanlış telaffuz edilmesine yani bir anlamda söz komiğine dayanır.

1197

İstanbul’a gelmemiş ve İstanbul lisanına hiç vaktiyle alışmamış taşra Türklerinden Dersaadet’e dört tane Türk gelerek dördü de ayrı ayrı birer sanata sülûk ve birbirlerinden ayrılmamak üzere beynlerinde müzakere ederler:

(Türklerin sülûk ettikleri sanatlar) “Kızılcıkçı, turşucu, leblebici, ayvacı.” İşte bu dört Türk ayn-ı müzakereleri üzere birbirlerinden ayrılmayıp dördü birlikte İstanbul’un mahallelerini gezmeye başlarlar. Halbuki Türklerin dilleri dönmediğinden (kızılcıkçı, kızıllık) (turşucu, tutuştu) (leblebici, bile bile) (ayvacı, vay vay) diyerek mahallelerde gezip bağırmaktalarken mahalleliler zukâğa dökülüp:

 “Acaba yangın neredeymiş?” diye birbirlerine arîz ü amîk sual etmektelerken merkum Türkler, yine bağrışmaya başlayınca evvel vakit mahalleliler işi fark u temeyyüz ederek evlerine çekilmişlerdir.

Etnik mizahın ortaya çıkış sebeplerinden biri üstünlüğü vurgulamak ya da üstün

ırk olduğunu ortaya koymaktır. Bu nedenle de karşı ırkı ya da kitleyi aşağılamak

ya da küçük düşürmek için farklı yollara başvurarak hem tatmini sağlar hem de mizahi unsuru yaratır.

Etnik mizahta kullanılan bir diğer konu ise aptal yerine koymaktır. Bu mizah türünde, bir ülkenin yerel etnik grubu “biz”, azınlık grupları ise “onlar” ya da “siz” olarak kabul edilir. Azınlıklar, aptallık, geç anlama, ahmaklık, cehalet gibi olumsuz niteliklerle suçlanırlar. Irkçı/etnik mizah, kullanıcısının kendisini daha akıllı ve üstün hissetmesini sağlar. Etnik mizahta kullanılan bir başka konu da pintilik-cimriliktir. Her endüstri toplumunda, aptal olarak bilinen azınlıkların yanı sıra, cimri olarak bilinen gruplar da vardır. İskoçlar ve Yahudiler, birçok toplumda cimrilikleriyle tanınırlar. Bu tür fıkralarda, yerel halk cömert, hedef alınan topluluk ise cimridir. Cimri olan topluluk, paralarını artırmak ya da harcamamak için en tuhaf, alışılmadık, hatta imkânsız şeyler yapar. Kurnazlık ve uyanıklık da etnik mizahın popüler olarak kullanılan ögeleridir. Bu tür fıkralarda hedef alınan topluluk, amaçlarına ulaşabilmek için anormal eylemler gerçekleştirir. Bu mizah türüne göre, hedef etnik grup kurnazdır, yerel topluluk ise değildir. Kurnazlık, genellikle cimri görülen azınlıklar için kullanılır fakat kurnazlık cimriliğin tersine, pek açık olmasa da arzu edilmeyen bir özellik değildir. Etnik mizahta herhangi bir başlık altında toplanamayan konular da vardır.

Bu konular, herhangi bir topluma mâl edilemez; her dilde ve her toplumda kullanılabilirler; çoğu, aslında tek bir etnik grup için anlatılırken daha sonra birçok etnik gruba uyarlanmıştır. Mizah kültürü içinde, grubun ya da kişinin kendine gülebilme yeteneğine sahip olması, öz eleştirinin en dikkat çekici örneğidir. Hataları dürüstçe kabul etme ve bundan haz alma yoluyla kişinin kendi kusurlarının üstesinden gelme, zihni faaliyetlerin kanıtı olarak nitelendirilir. Yahudi fıkraları ve Türk fıkra geleneği içinde Karadeniz fıkraları, kişinin kendine gülebilme yeteneği için ilginç örneklerdir (Öğüt-Eker 2014: 126-128).

H. Galib’in Güzide-i Letaif(1885)’inde yer alan 588 numaralı fıkra, kişinin kendi

Outline

Benzer Belgeler