• Sonuç bulunamadı

yüzyılda derlenmiş letaifamelerde yer alan kadınlar da toplum tarafından belirlenmiş klasik rollerle okurun karşısına çıkarlar. Letaifnamelerdeki kadınlar ya

Türk kültüründe, komşuluk ilişkileri çok eskilere dayanır ve toplumun önemli değerlerinden biri olarak sayılır. Kentleşmeyle beraber her ne kadar komşuluk

H. Galib’in Güzide-i Letaif(1885)’inde yer alan 586 numaralı uzun latife, uşağın işgüzarlığı sebebiyle yaşanan çatışma ekseninde eve gelen konuğa yapılan

XIX. yüzyılda derlenmiş letaifamelerde yer alan kadınlar da toplum tarafından belirlenmiş klasik rollerle okurun karşısına çıkarlar. Letaifnamelerdeki kadınlar ya

ev hanımı ya eş ya da annedirler. Çalışan kadına ise sadece kadınlar hamamında çalışan “Ana” örneği verilebilir. Ayrıca, hizmetkâr ya da cariye olarak kullanılan kadınlar alt tabakaya mensup olduklarından, herhangi bir değer taşımazlar.

Önemleri görevlerinden kaynaklanır. Alt tabaka ya da köle olarak kullanılan kadınların cinsel tacize uğradığı kısa hikâye uzunluğundaki latifelere bile bu dönem letaifnamelerinde rastlanır.

Cinsiyetler arası farklılaştırma ya da cinsiyet ayrımı, erkekler ve kadınların özellikleri hakkında paylaşılan kalıpyargılardır. Bu kalıpyargılar erkekler yüksek statülü rollerle, kadınlar ise aile içi ve düşük statülü rollerle karakterize edildiklerinde erkeği güçlendirmeye ve onun iktidarını sürdürmeye yardım eder. Rekabetçi cinsiyetler arası farklılaştırma, bu ideolojinin düşmanca boyutunu oluşturur ve erkeklerin, kadınlar hakkındaki negatif kalıpyargıları yoluyla, onlardan daha iyi olduklarına inanarak güçlü bir özgüven kazanacakları düşüncesine dayanır. Erkeklerin kadınlara bağımlılığı yüzünden, kadınlar hakkındaki geleneksel kalıpyargılar, aynı zamanda son derecede pozitif bir tutumla değerlendirilen birçok özelliği de içerir. Bu kadınların geleneksel cinsiyet rolleri ile tutarlı ve erkeklerin yerine getirmek için kadınlara bağlı oldukları özelliklerini içeren cinsiyetler arası tamamlayıcı farklılaştırmadır. Kadınlar bu tür roller içerisinde, erkeğe ilişkin geleneksel kalıpyargılara uygun ve onlar hakkındaki geleneksel yargıları tamamlayıcı özelliklerle değerlendirilir. Kadın hakkında geleneksel nitelikteki bu pozitif farzlar kadınların erkekleri tamamlayan, bir başka ifade ile erkeğin diğer yarısı yapan özellikleridir (Ayan 2014: 149-150).

XIX. yüzyıl letaifnamelerinde, kadının tamamlayıcı rolü değil, göreli eksik tarafları

işlenir. Kadın üzerinden somut olarak gözlenebilen cinsiyet ayrımcılığı dikkat

çeker.

Kadın-erkek ilişkileri ve evlilik kurumu açısından XIX. yüzyıl letaifnamelerine bakıldığında, kadına dair kalıplaşmış yargıların varlığı gözlenir. Kadının kendine biçilmiş rollerin dışına çıkması mümkün görünmez ve kadına biçilen değer, ikinci sınıf vatandaş olmaktan öteye geçmez. Egemen erkek bakış açısıyla kadın aldatır, yalan söyler, hile yapar, güzelliğini her şeyin üstünde tutar ama aynı zamanda aptaldır; zekâsı hep küçümsenir. Kadının bu eylemlerine maruz kalan erkek ise masum ve zekidir. Örneğin, başkasından hamile kalmış, iffetsiz bir kadınla evlenen saf erkeğin öyküsü M.H.’nin Fırıldak(1874)’ında şöyle ifade bulur:

12

Ma’tûh bir kimse evlenip beşinci günü bir oğlu doğar. Herif bilâ-tevkif çarşıya gidip kalem, kâğıt, mürekkep alır. Sebebini sual edenlere “Beş günde doğan bir çocuk, üç güne kalmaz kâtip olur. Onun için tedarikte bulunuyorum.” der.

Mahmud Şatır’ın Letaif(1879)’inde yer alan aşağıdaki latife, hilekâr ve yalancı kadın üzerinedir:

37

Bir mösyö li-ecl-il-ziyâre bir madamın hanesine gider. Kapıyı çalıp karşısına çıkan uşaktan hanımın sokağa çıkmış bulunduğu cevabını alması üzerine avdet edeceği sırada her nasılsa aralık bulunan kapıdan madamın odasından başını çıkarıp baktığını görmüş ise de hiçbir şey söylemeyip gider. Birkaç gün sonra madama bir mecliste bilâ-tesadüf o gün ziyaret için hanesine gelmiş ise de sokağa çıkmış oldukları haberini alması üzerine meyûsâne avdet ettiğini söylediğinde madam, “Vah vah vah! İşte buna teessüf ettim. Fakat ne yapayım ki o gün gayet mühim bazı işlerim vardı da hemân erkenden acele ile dışarı çıkmaya mecbur olmuştum.” demesiyle mösyö, “Acele ile çıkmış olduğunuzu tasdik ederim efendim. Hatta o kadar aceleyle çıkmışsınız ki başınızı odanızda unutmuşsunuz.” diye karıyı mahçup eder.

Sadakatsiz kadını eleştiren fıkra ise şöyledir:

40

Birçok vakitler taşrada dolanmış bir adam, memleketine avdetinde hanesine girer girmez istikbâline koşan zevcesinin boynuna sarılarak “Ah sevgili karıcığım! Kim bilir benim için ne kadar hasret çekmişsindir.” dediğinde zevcesi “Hiç sormayınız! Ne zaman odamdan içeri bir erkek girdiğini görsem siz geliyorsunuz diye yüreğim oynardı.” demiş.

Sadakatsiz kadın konusu Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde de işlenir. Fıkra, eşler arasında ciddi yaş farkı bulunmasının sonucunu sadakatsizliğe vardırır:

141

İhtiyâr bir adam genç bir kız ile akd-i izdivâc eder; aradan birkaç ay geçtikten sonra, ihtiyâr hastalanıp, zevcesini yanına davetle: “Bilirim ki siz genç olduğunuzdan ben öldükten sonra başkasına varacaksınız; fakat ricâ ederim filân adama varma, çünkü

ben ondan hazzetmem.” demesi üzerine, zevcesi cevâben: “Onu hâtırınızdan çıkarınız; çünkü ben zâten filân adama söz verdim.” der.

Aşağıdaki fıkra, “özrü kabahatinden büyük” ifadesinin vücut bulmuş halidir:

568

Herifin biri evine girdiğinde, karının yanında bir yabancı adam bulmakla, namusunun intikamını almak üzere, herifin üzerine yürümekte iken, karısı telaşla kolunu tutarak:

“Ne yapıyorsun! Oğullarının babasını mı öldürüyorsun!” demiş.

Sadakatsiz kadın teması, Mahmud Şakir’in Tebessüm yahut Güzel Eğlence(1882)’sinde bulunan fıkraların da konusudur:

87

Şehirli iki kız bir köyde geşt ü güzâr ettikleri esnada, kucağında bir keçi yavrusu götürmekte olan bir delikanlı çobana rast geldiklerinde kızlardan biri keçiyi okşayarak refikasına “Bakınız, ne kadar güzel! Fakat boynuzları yok!” diye çobana harf-endazlıkta bulunduğundan çoban “Boynuzları evlendikten sonra gelir” diyerek kızı mahçup etmiştir.

Aynı fıkranın başka bir versiyonu, Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde 985 numaralı ve Mehmed Hilmi’nin Musavver Müntehabat-ı Letaif-i Hilmi(1910)’sinde de 1134 numaralı fıkra olarak yer alır.

Kadın-erkek arasındaki geçimsizlik ve buna bağlı olarak ortaya çıkan çatışma ve kavgalar, fıkralarda sıklıkla işlenir. Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde bulunan aşağıdaki fıkra, geçimsizlikten kaynaklanan kavganın ifadesidir. Kadın-erkek geçimsizliğinde zaman zaman fiziksel şiddete de fıkralarda rastlanır:

179

Karısıyla geçinememekte bulunan bir adam bir gün karısına: “Seni aldığım güne her gün lanet okuyorum.” deyince, karısı: “Hakkın yoktur; çünkü beraber azıcık iyi geçirdiğimiz bir gün varsa, o da o gündür.”

Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde bulunan aşağıdaki fıkra ise fiziksel şiddet konuludur:

917

Fransa’da talâka ruhsat verileliden beri mahkemelerde karı koca muhakemesinden geçilmez olmuştur. Ahîren kocasından ayrılmak için mahkemeye müracaat eden bir kadını hakim, kocasıyla barıştırmak isteyerek, kocası da hazır olduğu halde kadına der ki:

 Fakat, insaf ediniz madam! Elbette kocanız sizi aldığı zaman pek ziyade severdi.

Öyle değil mi?

 Ne şüphe efendim; kalbinin darbelerine tahammül olunmuyordu!

 Ya şimdi?

 Şimdi de bastonun darbelerine tahammül olunmuyor!

Kadının nesneleştirilmesi ve birey olarak haklarının olmayışı, her türlü davranışa maruz kalmasına neden olur. Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde yer alan aşağıdaki latife, kadını eşya addeden anlayışın ürünüdür:

201

Bir gemi fırtınaya tutulmuştu; kaptan, gemiyi kurtarmak için, ambarlardaki malı denize attıktan sonra yolculara dahi ağırlık veren galebeliklerini denize atmalarını ihtar eylemiş. Geminin içinde bulunan bir İspanyol, kaptanın bu ihtarını işitir işitmez, yanında bulunan karısını kaldırıp denize atmak istemiş; sebebini sorduklarında:

“Benim bundan ziyade ağırlık verir galebeliğim yoktur.” demiş.

Mehmet Süleyman Avanzade’nin Alman Letaifi(1916)’nde yer alan aşağıdaki latifede vurgulanan “kadını idare etmek” ifadesi, kadının erkeğin egemenliği altında olduğunu belirtir ki döneme hakim bakış açısı da bu yöndedir:

1282

Meşâhîrden bir zâta bir gün Avrupa’nın bazı memâliğinde meselâ on beş yaşında taht-ı kraliye kuûd etmek mümkün olduğu halde, izdivaç için neden on sekiz yaşına kadar beklemek mecburiyeti hâsıl oluyor demesi üzerine muhâtabı: “Çünkü bir memleketi idare etmek herhalde bir kadını idare etmekten kolaydır!” cevabını vermiş.

Evliliğe dair olumsuz bakış üzerine söylenmiş pek çok fıkra vardır. Örneğin, Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde eşinin ölümüne sevinen bir ağıtçının samimi itirafı işlenir:

269

İngiltere’de birkaç asır evvel cenazelerin defni sırasında ücretle ağlar adamlar vardı.

Bunlardan birisi bir gün ahbabından birine gidip “Bugün filanın cenazesi defn olunacak, ben söz vermişsem de, gidemeyeceğimden, vekâleten gidip ağlamanızı rica ederim.” demiş; dostu kendisinin niçin gitmediğini sorunca, “Bu sabah karım öldü; nasıl ağlayabilirim?” demiş.

Kötü huylu güzel eşten şikâyet eden kocalara dair fıkra, 291 numaralıdır: “Güzel fakat bed-huy bir karının kocasına birisi: ‘Zevceniz gül gibidir’ deyince, herif:

‘Evet, lakin dikenleri ziyadesiyle zehirli bir güldür’ demiş.” Aynı şekilde 453 numaralı, “Fransa’da bir adamı iki karı aldığıçün, hapsetmişler. Herif dermiş ki:

Evimde iki karımın ortasına geçtiğim vakit benim için evinden büyük zindan olamaz; buraya niye getirdiniz? Beni hapsetmek isterseniz, evime gönderin.”

fıkrası da, evliliği hapisle bir tutan çok eşli kocaya aittir.

Mahmud Şakir’in Tebessüm yahut Güzel Eğlence(1882)’sinde yer alan

“Kapımdan Şer Geçmedi” latifesi, kadının kötülükle eş tutulduğunu ifade eder:

83

Bir adam bir mahalde “Elhamdülillah şimdiye kadar kapımdan içeri hiçbir şer girmedi.” diye tefahhur edermiş. Ahibbâsı işitince “Efendi, teehhül ettiğiniz zaman hareminiz kapıdan girmedi de bacadan mı düştü?” demiş.

Leskovikli Hayrettin Nedim’in Mültekatat-ı Letaif(1885)’inde yer alan latifede, erkeğin başka bir erkekten intikam alma planı kendi eşi ve kızı üzerindendir:

618

 Aman birader! Seni tahkîr eden o herife nasıl kızını vermeye razı oldun?

 Evet! Vakıa kızımı verdim ama kendisine öyle bir kaynana da verdim ki herifi sirkeye ihtiyaç göstermeyecek derecede ekşi sözlerle bıktıracak.

Evliliğe dair olumsuz bakış açısı, Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde bulunan fıkralarda da sıklıkla işlenir:

943 İki dost beyninde:

 Canım, şu mahzun görünen zat kim?

 Bunlar iki dostturlar, yekdiğerlerine pek benzediklerinden hangisi olduğunu bilemem. Birisi geçen gün teehhül etti, diğerinin dün karısı vefat etti! Fakat bu mahzun görünen ikiden hangisidir, bilemem!

Kayınvalide ya da kayınpederden duyulan rahatsızlığı dile getiren fıkralar da mevcuttur. Mehmed Hilmi’nin Musavver Müntehabat-ı Letaif-i Hilmi(1910)’sinde yer alan “İki Evli Arkadaş Beyninde Muhavere”, evliliğin olumsuz tarafını vurgular:

1147

Biri  Ah birader, acaba bu âlemde evli olup da rahat etmiş var mıdır?..

Diğeri  Birader, doğrusunu istersen bunu ben de pek çok düşündüm, bir kişi bulabildim. Olsa olsa o olabilecek!

 Aman o zat kim?

 Malum a! Âdem babamız!..

 A birader, onun da rahat ettiği nereden malum?..

 O da rahat etmesin de kim etsin? Kaynatası da yok, kaynanası da!..

Leskovikli Hayrettin Nedim’in Mültekatat-ı Letaif(1885)’inde bulunan latife, daha çok kadının zekâsıyla alay etmeye yöneliktir:

720

Aşık ve maşuka beyninde şöylece muhavere edilmiş:

 Allahaısmarladık, iki gözüm! Daima mektup yazacaksın, değil mi?

 Evet meleğim! Lakin mektupların kıraatından sonra yırtılmasını rica ederim.

 Başım üstüne efendim! Hatta emrederseniz okumazdan yırtarım.

M. Cemil’in Hande(1887)’sinde yer alan fıkra, kadını tacize kalkan erkeğin

Outline

Benzer Belgeler