• Sonuç bulunamadı

Aile, içinde bulunduğu kültürün bir parçasıdır ve içinde bulunduğu toplumun her durumundan etkilenerek onun tüm değerlerini nesilden nesile geçirir

M. H.’nin Fırıldak(1874)’ında yer alan latife, ahmak iki arkadaşın hayalleri üzerinden tutuştukları kavgayı anlatır:

4.3.7. Para ve Ticaret Latifeleri

Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde de halkın sahne sanatlarına verdiği tepkiyi işleyen bir fıkra vardır ve fıkrada halkın operaya uzaklığı anlatılır:

887

Paris’te bir akşam büyücek bir yortu münasebetiyle amele ve fukara için meccânen opera oynatır, seyrine giden bir köylü kadın (koro) denilen yani hep bir ağızdan okunan parçaları görünce:

 Hele şu utanmazlara bak! Bâd-ı hevâ oynuyoruz diye bir ayak evvel bitirmek için hepsi birden okuyor! der.

Tiyatroların izleyici bulamaması da latifelerde işlenen konulardandır. Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde yer alan, “Tiyatronun birinde akşam pek az seyirci varmış. Sahnede bulunan iki aktörün biri, oyunun iktizasından olarak diğerinin kulağına gizli söz söylemek isteyince arkadaşı, ‘Açık söyle, işitecek kimse yok’ der.” latifesi bu durumu örnekler. Aynı latifeye Mehmed Hilmi’nin Musavver Müntehabat-ı Letaif-i Hilmi(1910)’sinde de 1166 numaralı fıkra olarak yer verilmiştir.

Mehmed Hilmi’nin Gülünçlü Efsaneler(1901)’inde de aktör-suflör ilişkisine

dayanan kısa öykü uzunluğunda 1102 numaralı latife bulunur. Latife, yanlış sufle

veren suflör üzerine kuruludur.

516

Fransa şurasından (Santoi) bir gece oturduğu hotele pek geç gittiğinden, kapıcı o vakitte kapıyı açmamaya tembih edilmiş olduğunu beyanla, kapıyı açmak istememiş;

nihayet şair kapıyı açtırmak için, tahtaların aralığından kapıcıya bir lira vermeye mecbur olup, içeri girdikten sonra: “Bu lirayı çıkarırken dışarıda bir lira düşürdüm”

diyerek, kapıcıyı, yarı çıplak olduğu halde, dışarıya çıkarmış; ve derhal kapıyı kapayıp, dışarıda bırakmış, kapıcı yalvarmaya, başlayınca, şair: “Tembih var, kapı açılmaz”, ve kapıcı: “Ya ben sana nasıl açtım?” deyince, “Ben de sana o kayıtla açabilirim” diyerek, verdiği lirayı geri aldıktan sonra, kapıyı açmış.

Sayıca az olan para konulu fıkralardan bir diğeri, Mahmud Şakir’in Tebessüm yahut Güzel Eğlence(1882)’sinde “Piyango Numarası Satan Bir Fakir” adıyla yer alır:

68

Fakirin biri elinde birkaç piyango bileti ve halkı teşvik için:

 Her kim bu biletten alırsa yarım milyon kuruş kazanacak! diye bağırırmış.

O aralık zengin bir adam geçerken fakirin haline bakıp “Oğlum, bu biletleri alırım fakat fakir bir adam olduğunu halinden anlıyorum. Rızkına mani olmak istemem.

Bunlar sende kalsın da şu yarım milyon frangı sen kazan!” demiştir.

Yukarıdaki latife, günümüzde de karşılaşabileceğimiz tipik müşteri ve piyangocu diyaloğunu aktarır. Aynı latife, Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde de 965 numaralıdır. Mehmed Hilmi’nin Gülünçlü Efsaneler(1901)’inde de piyangoya dair 1058 numaralı uzun bir mizahi fıkra bulunur. Piyango çıktığı zanniyle yaşlı bir kadınla evlenmeye çalışan bir gencin hayal kırıklığıyla sonlanan komik öyküsü anlatılır.

Mehmed Hilmi’nin Musavver Müntehabat-ı Letaif-i Hilmi(1910)’sinde yer alan latife, kolay yoldan para kazanmak isteyen insanların kendi elleriyle kendilerini küçük düşürmeleri anlatılır:

1165

Birkaç Parisli madam, bilhassa delileri görmek için hastahaneye giderler. Cümlesi müttefiken delinin birinden kendilerine birkaç piyango bileti numerosu yazmasını taleb ederler. (Malum a?.. Delilerin yazacağı numerolar çıkar fikri vardır.) Deli bu talebi maalmemnûniye kabul ederek bir kâğıt üzerine üç tane numero yazdıktan sonra kâğıdı yutar ve kadınlara:

Madamlar! Yarın yine geliniz, numerolarınızı çıkmış bulacaksınız!.. der.

Leskovikli Hayrettin Nedim’in Mültekatat-ı Letaif(1885)’inde bulunan 619 numaralı, “Franklin demiş ki: ‘Paranın kıymetini bilmek isterseniz borç alınız!’”

latifesi, daha çok özlü söz niteliğindedir ve mesaj kaygısı taşır ama para odaklıdır.

Paranın insan hayatındaki yerini anlatan fıkraları, Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde görmek mümkündür. Aşağıdaki örnekte, birinden parasını almak, canını almaya eşdeğer tutulmuştur:

882

Bir mahallede herifin birine takılmak için ahbab, ‘Filan zat niçin senin aleyhinde bulunuyor? Kendisine ne söyledin? Şöyle söylüyor, böyle söylüyor’ derler. Herif, hiçbir şey demeyip bir aralık çıkar gider. Bir saat sonra avdet eder:

 Nereye gittin?

 Dediğiniz adamı görmeye gittim..

 Aleyhinde bulunduğunun sebebini anlamak için mi?

 Hayır ... İntikam almak için.

 Sakın herifi dövmeye kalkışmayaydın...

 Daha iyisini yaptım!

 Ne yaptın? Sakın, öldürdün?..

 Hayır! Kendisinden on lira istikraz ettim!...

Yine aynı eserde yer alan aşağıdaki fıkra, sigortaya dair bilgisi olmayan ya da yanlış bilgisi olan kişinin saflığını ortaya koyar:

946

Hayatını sigortaya koymuş olan bir sadedil adam, sâkin olduğu hane alt kattan tutuştuğu halde, asla fütûr etmeyerek yukarıki katın penceresinden seyre bakarmış.

Sokakta halk herifin böyle bikaydane pencere önünde durmasına taaccüble beraber kendisini kurtarmak için telaş ettklerinde herif bunlara:

 Canım, nafile ne telaş edip duruyorsunuz? Ben sigortalıyım.

cevabıyla mukabele etmiştir.

Toplumsal hayatın dinamizmini sağlayan kaynaklardan biri ticarettir. Kişiler arası iletişimin yoğunlaştığı, alacak-verecek hesabına dayanan bu alım-satım etkinliğinin merkezinde nesne olmasına rağmen, insan ilişkileri öne çıkar. İnsana dair her şeyde olduğu gibi, ticaretle uğraşan insanların başından geçenler, alacaklı-verecekli arasındaki diyaloglar da mizahın ilgi alanına girer ve mizaha kaynak oluşturur. XIX. yüzyıl letaifnamelerine bakıldığında, borçlu-alacaklı ikilisine dayanan pek çok fıkraya rastlanır. Bu fıkraların çoğunda borçluların ödeme yapmamak için uğraş verdiği, alacaklıların borçluların peşinde koştuğu, ticaretle uğraşanların dolaplar çevirdiği görülür. Birbirini aldatmaya ya da kandırmaya çalışan bu kişilerin düştükleri gülünç durumlar letaifnamelerde okuyucunun takdirine sunulur.

Alacak-verecek konulu latifelerden biri M.H.’nin Fırıldak(1874)’ında yer alır ama

bu latifede öne çıkan senetten çok, hocanın okuma yazma bilmeyip biliyor gibi

davranmasıdır:

16

Bir adamın bâ-senet, birinde bir miktar alacağı olmakla, okutup vadesi hulûl edip etmediğini anlamak üzere mahalle imamına gider. “Efendim, şunu okuyuveriniz.”

diye kâğıdı eline tutuşturur. İmam efendi dahi (Ba’d-üs-selâm inha olunur ki eğerçi taraf-ı ahvâlimizden sual-i şerif buyurulursa bihamdillah-i teala tarih-i mektuba kadar) hiç anlamadan su gibi saldır saldır okur. Herif, “Efendim ... o senettir, yoksa yanlış mı getirmişim?” diye telaş etmesiyle imam efendi “Hay Allah cezanı versin, zevzek!

Bunu evvel söylesene ki senet gibi okuyayım. Ben onu mektup sandım, onun için mektup gibi okudum.” der.

Tüccarların meslekleri gereği çok seyahat etmeleri ise Mahmud Şatır’ın Letaif(1879)’inde 39 numaralı fıkra olarak yer alır: “Bir tüccar birçok deniz seferi etmiş. Bilâhare sefer-i deryadan ferâgat etmiş. Ahibbâsı, ‘Bu kadar derya seferi ettin, en ziyade taaccübe şâyân gördüğün nedir?’ dediklerinde ‘Selâmet kurtulabildiğim!’ demiş.

Hayvan ticaretine dayalı latifelerde, söz oyunlarıyla alacaklıyı başından savma eylemi Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde bulunur:

127

Birisi bir beygir satın alacaktı; fiyatının yarısını peşin vermek ve yarısı borcu olmak üzere, sâhibiyle mukavele eder. Bir vakit geçtikten sonra, beygiri satan adam gidip borç kalan parayı istedikte, herif: “Ey oğul! Mukavelemiz yarısı borcum olmak değil miydi? Şimdi ben o parayı verirsem, o vakit borcum kalmamış olur.” der.

Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde aynı konuyu işleyen 893 numaralı benzer bir fıkra vardır.

Tefecilik ya da faizle borçlandırma konusu latifelere yansıyan başka bir konudur.

Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde yer alan aşağıdaki latife, tefecinin paragöz tavrını ön plana çıkarır:

140

Murâbahacının biri bir adama bir sene müddetle üç yüz lira ikrâz eder; ancak fâhiş fâizini dahi res-i ilmâle idhâl ettiğinden senedi altı yüz lira için yazar, medyûn gittikten sonra dâyinin karısı zevcine der ki: “Kocam, sende hiç insâf yokmuş! Yalnız bir sene için!....” Murâbahacı: Öyle ise çağır, gelsin, der: “Üç yüz lira daha bıraksın, senedi iki sene için yapayım.”

Tefeciliğe dair bir başka latife de şöyledir:

378

Fransa’da bir murabahacı fahiş faizle halkı soyarak, ve birçok adamın harabiyetini, bazısının da ölümüne muceb olarak, elhasıl tezvirat ve haksızlıkla zengin olmuş;

fevkalade hasis olduğundan, evlenmeye de cesaret edemeyip, evlat ve ‘ıyali dahi yoktu. Öldükte, bir vasiyetname tertip edip, tekmil servetini fukaraya ve insaniyet uğrunda bazı hayrata tahsis etmiş. Merkumun elinden yanmış olan bir köylü kadın, hissesine düşen sadakayı alırken: “Ah! Bu adam sağlığında ne kadar kötü idiyse,

öldükten sonra o kadar iyi oldu! Âlemde bulunan adamların kaffesi ölü olaydı, ne büyük hayırlar olacaktı!” demiş.

Borcuna sadık olan alacaklılarla borcunu ödememek için öteleyenlerin yer aldığı bir başka fıkra Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde yer alır:

185

Birisi medyûn olduğu bir meblağı tediye ettikten sonra, ahbâbından birine râst gelerek: “Bu borcu verinceye kadar uyku uyuyamadım, deyne müstarık olanlar nasıl uyuyabilirler?” deyince, muhâtabı: “Medyûn nasılsa, lakin benim dâyinlerim, deyn günden güne çoğalmakta olduğu hâlde benim borçları tediye etmek niyetinde olmadığımı görürler de nasıl uyuyabiliyorlar; buna şaşıyorum.” demiş.

Alacaklı-verecekli arasında yaratılan karşıtlık, komik usuru yaratır.

Aynı fıkra, Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde 890, Mehmed Süleyman Avanzade’nin Mükemmel Hazine-i Letaif(1898)’inde 1034 ve Mehmed Hilmi’nin Gülünçlü Efsaneler(1901)’inde de 1063 numaralı olarak yer alır.

Borç ödeme(me)ye yönelik bir diğer latife şöyledir:

323

Birisi borç alıp, verdiği senette: “Keyfim geldiği vakit vermek üzere” yazmış; bir vakit sonra, dâyinin davası üzerine, mahkemeye davet olunarak: “Senet mucibince keyfim geldiği vakit vereceğim, daha keyfim gelmemiştir” deyince, hakim “Hapsedin, keyfi gelsin” demiş; filvaki’ hapsettikleri gibi keyfi gelip, borcunu ifa etmiş.

Ticari hayattaki safdil müşterilerin gülünç durumları yine fıkraların konusudur:

240

Birisi bir beygir satın alacağından, ahbabının birinden beygirin yaşının nereden anlaşıldığını sormuş; dostu “Dişinden anlaşılır.” demekle, herif ertesi gün hâlâ eğeri konmamış bir beygire bakarken, büyük bir maharet-füruşlukla ağzını açıp, dişlerini saydıktan sonra, “Bu otuz iki yaşındadır! İstemem!” demiş.

Yukarıdaki latife, Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde bulunur. Müşterinin bilgisizliği ve tecrübesizliği, gülünç duruma düşmesine neden olur. Aynı durumun farklı versiyonu 299 numaralı fıkrada şöyledir: “Birisi evinin duvarından bir taş sökerek, pazar mahaline götürmüş; ne olduğunu soranlara: ‘Evimi satıyorum, almak isteyen, işte numunesi, baksın da, beğenirse, alsın’ demiş.”

Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde bulunan 895 numaralı latife, ahmak ve akılsız müşteri örneğini verir: “Herifin biri satın almak için bir karga ararmış.

Ahibbâsından biri ‘Ne yapacaksın?’ diye sual edince ‘Karga üç yüz sene yaşar

diyorlar, hiç inanamıyorum, tecrübe etmek için bir tane bizim evde bulundurmak

isterim’ der.” Mahmud Şakir’in Tebessüm yahut Güzel Eğlence(1882)’sinde yer alan, “Muallim Papağan” latifesi dolandırılan bir müşterinin öyküsünü anlatır:

86

Herifin biri bir papağan alıp (Ona ne şüphe!) ibaresini öğretmiş. Papağanı bir tacire götürüp yüz altına satacağını söylemiş. Tacir, “Bu papağan eder mi?” deyince papağan (Ona ne şüphe!) deyince tacir taaccüb edip hemân papağanı yüz altına almış, evine götürmüş. Papağana her ne sorsa papağan yalnız (Ona ne şüphe!) diye mukabele edermiş. Tacirin canı sıkılıp  Eyvah, bu kadar parayı nafile verdik!

Hayvan gibi aldanmışım. deyince papağan yine (Ona ne şüphe!) deyip son defa olarak bu sözü bihakkın mahalinde sarf etmiştir.

Aynı latife, Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide(1897)’sinde 980 ve Mehmed Hilmi’nin Musavver Müntehabat-ı Letaif-i Hilmi(1910)’sinde de 1171 numaralı olarak vardır.

Borç vermek istemeyen ve borç almak isteyenlerden gizlenmeye çalışanların yalana başvurmaları, Hammamizade İhsan’ın Tuhaf Fıkralar(1899)’ında yer alır:

1050

Alacaklının biri pek çok zamandan beri kendisine borcunu te’diye etmeyen bir adamdan para istemek için hanesine giderek kapıyı vurur. Borçlu başını pencereden çıkarıp alacaklısını görünce içeri çekilip hizmetçi kıza “Mösyö dışarı çıktı!” demesini emreder. Hizmetçi kız kapıyı açarak:

 Ne istiyorsunuz?

 Ne isteyeceğim? Mösyöye söyle, bana bir miktar para versin.

 Mösyö burada yok, ki söyleyeyim dışarı çıktı.

 Dışarı mı çıktı? Pekâlâ, gelirse söyle ki bir daha dışarı çıkarsa başını pencerenin önünde unutmasın. Bilip bilmeyenler kendisini evde zannediyorlar...

Ticari ilişkilere dayalı insan portresinin çizildiği bu tür fıkralarda, gönderme yapılan noktalar yine insanın kişiliği ve değerleri üzerine odaklanır.

Letaifnamelerde yer alan fıkralarda, borcuna sadık olmayan ya da haksız yere

borçlandırılan insanlar bu durumun örneklerini oluştururlar. Bütün bunların

temelinde de çıkar gütme ve para yatar.

Outline

Benzer Belgeler