• Sonuç bulunamadı

ÇEVİRİ VE UYARLAMA LETAİF

KAYNAKLARINA GÖRE LETAİF

2.2. ÇEVİRİ VE UYARLAMA LETAİF

Bekri Mustafa’nın dini değerlerle çatışmasını ama bu çatışmanın olumlu sonuçlanmasını anlatan bir diğer latife de şöyledir:

1299

Bir gün Bekri Mustafa Ağa’yı, karakola ve Botancıbaşı’nın huzuruna götürmüşler.

Bostancıbaşı, Bekri Mustafa’ya:

 Senin şarabı besmele ile içtiğini ahali şikâyet ediyor, demesi üzerine Bekri Mustafa hiç telaş eseri göstermeyerek:

 Aman ağa, ben suyu içerken bile aklıma besmele gelmiyor, nerede kaldı ki şarap içerken hatırıma gelsin, demiş ve bu suretle Bostancıbaşı’nın cezasından kurtulmuştur.

Bekri Mustafa’nın hoşgörüyle karşılanmasının temelinde hem doğal yapısı hem de safiyâne tavrı rol oynar.

Dursun Yıldırım, Bekri Mustafa fıkralarının, içki yasağına karşı olma sebebiyle bazen Bektaşi fıkralarıyla karıştığını ve her iki tipin içki yasağına bakış açıları farklı olsa bile, uygulanan cezalara ve onları uygulayanlara karşı tavırlarının aynı olduğunu ifade eder. Bekri Mustafa’nın, hayat dolu bir tip olarak Osmanlı toplumunu daha etkili bir biçimde eleştirmek için fıkraların çerçevesini aşıp hayal perdesine ve oradan da ortaoyununa geçtiğini belirtir. İncili Çavuş gibi Bekri Mustafa fıkraları da Osmanlı şehir hayatının sosyal yönlerini aydınlatacak türdendir (Yıldırım 2016b: 66).

Bekri Mustafa fıkraları, yerleşik Osmanlı kültürü içinde doğmuş ve gelişmiştir.

Merkezinde yer aldığı fıkraların yanı sıra, geleneksel Türk tiyatrosundaki bekri tipinin de doğmasını sağlamıştır. Sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş sürecinde türler arasında kendine yer edinen Bekri Mustafa, Osmanlı mizahına da kaynaklık etmiştir.

latife bulunur. Dönemin önemli yazar, mütercim ve gazetecileri, özellikle yabancı kaynaklı fıkraları çeviri yoluyla edebiyatımıza kazandırma yoluna gitmişlerdir.

Şemsettin Sami’nin Letaif (1882), Mehmet Tahir’in Mektebe Müteallik Letaif (1886) ve Mehmet Süleyman Avanzade’nin Mükemmel Hazine-i Letaif (1898) ile Alman Letaifi (1916) ağırlıklı olarak yabancı latifeleri içermeleri bakımından öne çıkar ama bu latifelerin çevirilerinin kimlerden yapıldığına dair bilgi, ne yazık ki, yapıtlarda yer almaz. Şemsettim Sami, eserinin çeviri yoluyla oluşturulduğuna dair bir bilgi vermez ama eserde bulunan fıkraların çoğunlukla Avrupa kökenli olduğu ise somut olarak latifelerde göze çarpar. Bu yüzyılın önemli çevirmenlerinden Mehmet Tahir ile Mehmet Süleyman Avanzade ise eserlerinin çeviri olduğuna vurgu yapmakla beraber, eserlerin orijinalinin kime ait olduğuyla ilgili bilgi vermezler. Latifelerin kendi içeriklerinde yer alan farklı ülke adları ve hitaplara dayalı kültürel unsurlar, yabancı kökenli olduklarını açıkça ortaya koyar.

Yabancı kökenli letaifnameler, kültürel unsurların yanı sıra milletlerin birbirlerine bakışlarını da göstermesi bakımından önem taşır.

Yabancı letaifnamelerin Türk edebiyatına girişi çeviri yoluyla olmuştur ama Mehmet Tahir’in Mektebe Müteallik Letaif (1886) ile Mehmet Süleyman Avanzade’nin Alman Letaifi (1916) dışında çeviri letaifin kaynağı bilinmemektedir.

Latifelerin içeriği yabancı kökenli olduklarını yansıtmanın dışında, nereden çevrildiklerine dair herhangi bir ipucu da vermez. M. H.’nin Fırıldak (1874), Ali Ulvi’nin Gel Keyfim Gel (1885), Leskovikli Hayrettin Nedim’in Mültekatat-ı Letaif (1885), M. Cemil’in Hande (1887), Çaylak Tevfik’in Hazine-i Letaif (1888), Halit Ziya Uşaklıgil’in Tuhfe-i Letaif (1890), Ali Muzaffer’in Letaif-i Nadide (1897) ile Yeni Eğlenceler (1897), Hammamizade İhsan’ın Tuhaf Fıkralar (1899), Mehmed Hilmi’nin Musavver Müntahabat-ı Letaif-i Hilmi (1910) ve Faik Reşat’ın Külliyat-ı Letaif(1912)’inde yabancı kökenli fıkralar bulunur ama bunların çeviri yoluyla edebiyatımıza kazandırılıp kazandırılmadıkları konusunda kesin yargılara varmak mümkün olmamaktadır.

Ali Muzaffer’in 1897’de yayımladığı Letaif-i Nadide’sinde yer alan aşağıdaki fıkra, Çin’deki bir geleneğin yarattığı şaşkınlığı aktarmaktadır:

900

Her yerde bir adet vardır a.. Fakat bazı adetler o kadar gariptir ki insanın inanamayacağı gelir. Mesela Çin’de kibârın muhavereleri pek garip bir surette cereyan edermiş. Mütekellim gayet kibârâne ve sitayişkârane söz söylediği halde,

muhatab gayet hakîrâne cevap verirmiş. Geçenlerde gazetelerde okuduğumuz bir numunesini arz edelim de bakınız:

Kibâr  Ulviyetperver, mümtaz âlim dostum! İnşallah kemal-i sıhhattesiniz?

Muhatabı  Vücud hakaret-âlûdum biraz iyidir. Teşekkür ederim.

Kibâr  Kâşane-i dilgüşânız nerededir?

Muhatabı  Külbe-i hakîrânem büyük meydandadır!

Kibâr  Aile-i letâfet-perveriniz efradı çok mudur?

Muhatabı  Birkaç ailem vardır! Allah canlarını alsın!

Kibâr  Şayan-ı perestiş zevcenizden memnun musunuz?

Muhatabı  Evet! O korkunç mahluk-ı bi-iz’an sıhhat ve afiyettedir.

Görüldüğü üzere Ali Muzaffer, fıkrasının kaynağını gazete olarak göstermektedir.

Gazetede, Çinlilerin üst tabaka addedilebilecek kesimi arasında geçen diyalogların ilginçliği fıkranın konusu olmuştur. Bu latifede komik unsuru yaratan karşıtlıklardır. Aynı yazarın aşağıdaki fıkrası da yine kültürel değerlerden beslenir:

914

Paris’te bir düğün salonunda cereyan eden vak’a-yı âtiyye tuhaftır:

Herkes toplanıp aradan haylice müddet geçer. Yalnız damat henüz gelmediğinden herkes muntazır olur. Nihayet damat pek geç kaldığı halde gelir. Malum olsun ki damadın sini tamam altmış beş imiş.

Herif kemâl-i teenni ile salondan girer girmez belediye müdürü makam-ı sitemde:

Fakat azizim, bir daha böyle resmlerde geç kalıp da herkesi intizarda bırakmamalısınız, demiştir.

Fransız kültüründen yararlanılan fıkrada, temelde düğün törenine geç gelen damat ve nikâh memurunun tavsiyesi konu alınmıştır. Konuyu ilginç kılan ayrıntı ise damadın 65 yaşında yani yaşlı olmasıdır. O yaşta birinin ağır davranması ya da geç kalması mantıksal düzlemde olağan görünse de o yaşta birinin evlenme talebinde olması nikâh memuru tarafından ince alayla dile getirilmiştir.

Ali Muzaffer’in aynı eserinde, bu kez Amerikan gazetesinde yer alan bir olay, latife olarak değerlendirilmiştir:

932

Amerika’da garâibin her türlüsü görülür. Bu defa da başka bir türlüsü görüldü.

Geçenlerde bir Amerika gazetesi sahifelerinin biri kâmilen beyaz ve yalnız zîrinden bir iki satır yazı olduğu halde intişar eder. Meğer bu hal bir reklam imiş ki malum olduğu üzere reklam diye, bir şey ve yazan hakkında medh-gûne yazılan makalata denir. Bunu anlamak için beyaz sahifenin zîrindeki iki satırı tercüme edelim:

“*** Sokağında şişe ve şarap ticaretiyle iştigal eden meşhur K*** Kumpanyası bir gazetenin ilânına asla muhtaç olmadığından bu defa gazetemizin şu sahifesini kâmilen satın alarak bir şey yazdırmamış ve sahife ücretini heyet-i tahririyemize bahş etmiştir!”

Kumpanyanın reklama ihtiyacı olmadığı fikrinin gazetenin boş sayfasıyla

duyurulması bir anlamda hem kumpanyanın reklamını sağlamış hem de reklam

verilmemesine rağmen, boş sayfa için ödeme yapılmasına neden olmuştur.

Kumpanyanın davranışı, yazar tarafından akılsızlıkla değerlendirildiği ve tuhaf sayıldığı için latifeleri arasında yerini almıştır.

Ali Muzaffer’in Yeni Eğlenceler (1897) adlı letaifnamesinde bu kez İngilizlere dair bir fıkra yer alır:

1013

Londra arabacılarının derece-i sadakat ve iffetlerini anlamak için güzel bir tecrübe!

Mösyönün biri bardaktan boşanırcasına yağmur yağmakta olduğu bir günde hanesinden çıkıp bir arabaya atlar ve (Road) bulvarına müteveccihen yola revan olur. Esna-yı râhta kesesini hanesinde unutmuş olduğu hatrına gelip vakı’a teessüfe hadd ü nihayet olamaz ise de bir hileden başka çare kalmadığını görür. Araba (Road) bulvarına gelir. Mösyö iner inmez arabacıya:  Aman bir kibrit yak, arabanın içinde kesemi düşürdüm, arayacağım! der. Arabacı kese sözünü işitir işitmez atlara kamçıyı sallar ve önüne ardına bakmadan keseyi hâmil zannettiği arabasını karşıdaki sokağa sürerek kaybolup gider.

Fıkranın başında, Ali Muzaffer kendi yargısını ortaya koyarak İngiliz arabacıyı eleştirir; hatta onu iffetsizlik ve sadakatsizlikle suçlar. Yazar bahsedilen olayın Londra’da gerçekleşmesinden ve arabacılık yapan kişiler tarafından haksızlığa uğramamış olmaktan dolayı mutludur. Ayrıca, müşterinin tavrı da önem taşır çünkü arabacının tavrını belirleyen müşteri olmuştur ve çift yönlü bir aldatılma söz konusudur. Yazar, ironi aracılığıyla komik unsuru yaratmıştır.

Hammamizade İhsan da Tuhaf Fıkralar (1899) adlı yapıtında daha önce bir dergide yayımlanmış ilginç bir olaya yer verir:

1054

Mecmuamıza resmini derc etmiş olduğumuz yirmi üç parmaklı adam, garaib-i hilkatten olmak üzere, bundan mukaddem Avrupa’da teşhir olunmuş ve gazeteler defaatle kendisinden bahsetmişti.

Bu adam Amerika’da (Bahama) Cezayiri sekenesinden bir zenci olup 1842 senesinde tevellüd etmiştir.

Bunun her elinde altışar parmağı vardır. Sol ayağında dahi altı parmağı olduğundan parmaklarının mecmû’u yirmi üçe bâliğ olmaktadır. Sağ ayağı beş parmaklıdır. Bu adamın parmakları, diğerlerinin yanında ve fazla parmakları harc gibidir. Bunlar (Saç Parmak) diyorlar ki şimdiye kadar bu nev’e asla tesadüf olunmamış olduğu haber verilmektedir.

Toplum tarafından pek karşılaşılmayan bir olayın, gazetelerde uzun süre yer alması Hammamizade İhsan’ın da dikkatini çeker ve bu fıkrayı yapıtına taşır.

Haber niteliğinde olan bu fıkranın, güldürücü etkisinden ziyade okuyucuda

yarattığı şaşkınlık ön plandadır.

Outline

Benzer Belgeler