• Sonuç bulunamadı

Çeşitli Meslek Latifeleri

Çocuğun beklenmeyen ve aykırı yanıtı fıkradaki komik unsuru yaratır

H. Galib’in Güzide-i Letaif(1885)’inde lokantacı hilesinin başka bir örneği görülür:

4.1.11. Çeşitli Meslek Latifeleri

Hamallar, XIX. yüzyılın toplumsal hayatının bir parçasıdır. Hamallara dair kısa latifeler olduğu gibi, olay örgüsü etrafında şekillenmiş kısa hikâyeler de vardır.

Hamallar genelde alt tabaka addedilen, yoksul sınıftandırlar. Bu nedenle de genelde, kusurlu kimselerle atışmaları latifelerin konusunu oluşturur. Mahmud Şakir’in Tebessüm yahut Güzel Eğlence(1882)’sinde göz kusuru olan bir kişiyle bir hamalın atışmasını işleyen bir latife bulunur:

92

Hamalın biri, bir gün aliyyülseher sırtına birçok eşya yüklenip yolda giderken hanenin birinde gözünün biri kör bir adam yalnız bir kanadı açık bulunan pencereden başını çıkarıp müteacibâne hamala, “Böyle erkenden bu kadar yük yüklenip nereye gidiyorsun?” diye istihza etmek istediğinde, hamal başını kaldırıp da herifin yekçeşm

olduğunu görünce hem kendisine hem de pencereye şâmil olmak üzere “Hakkın var, gerçekten pek erkenmiş. Hatta sen de daha bir pencere açmışsın.” cevabını vermiş.

Aynı latife, Mehmed Hilmi’nin Musavver Müntehabat-ı Letaif-i Hilmi(1910)’sinde de 1131 numaralı fıkra olarak bulunur.

Ahmet Cemil’in Eğlence(1887)’sinde yer alan 803 numaralı latife, İstanbul’a yeni gelmiş bir hamalın başından geçen talihsiz olayları uzun uzun tasvir ve tekrarlarla anlatır. Latifeden ziyade, mizahi öykü biçiminde bir anlatı olarak okurun karşısına çıkar. Aynı öykü, “Üç Çocuklu Bir Hamal” adıyla Mehmed Hilmi’nin Gülünçlü Efsaneler(1901)’inde de 1086 numaralı fıkra olarak yer alır.

Sarraf, para işiyle uğraşan kişilere verilen addır. Kuyumcu anlamını da taşır. XIX.

yüzyılda sarrafları konu alan, sayıca fazla olmasa da latife bulunur. Sarrafların paraya düşkünlüğü, parayı her şeyden üstün tutmaları ve bu yoldaki kurnazlıkları latifelerin konusunu oluşturur .

Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde sarraflara dair latife sayısı, diğer letaifnamelere oranla daha fazladır. Aşağıdaki latife, sarrafın parayı eşinin hayatına tercih ettiğini gösterir:

125

Bir sarrâfın karısı hasta olup, tabîb bir toz vermiş, ve sarrâfa günde bir lira ağırlığında tozdan vermesini tavsiye etmiş, ertesi gün kadının öldüğünü haber almakla, sarrafın evine gidip, sarrafa: “Ne yaptın? Tozu yanlış mı verdin?” deyince, sarraf: “Hayır, dediğiniz gibi yaptım, ancak yanımda lira bulunmadığı için lira yerine teraziye beş beyaz mecidiye ile farkı olan bakırı koydum ki o da bir lira demektir.” demiş.

Aynı eserde, ölüm anında bile parayı düşünen sarraf şöyle anlatılır:

220

Rehin ile akçe ikraz eden sarrafın biri, can vereceği vakit, papazın öptürmek için gözü önünde tuttuğu kumaş haça bir vakit baktıktan sonra: “Bu rehine karşı çok para veremem.” diyerek teslim-i ruh etmiş.

Sarrafların, konsolite düşkünlüğü hizmetçilerin bile dikkatini çeker ve kendilerini riske etmemek için sarrafla pazarlık ederler. Şemsettin Sami, adı geçen eserinde bu konuyla ilgili aşağıdaki fıkraya yer verir:

399

Bir sarraf bir hizmetçi almak istiyordu. Maaşını pazarlık etmekte iken, hizmetçi:

— Affedersiniz, der, evvela bir şey soracağım.

— Nedir?

— Konsolit oynar mısınız?

— Niçin soruyorsun?

— Çünkü oynarsanız, maaşımı peşin isterim.

Genelde dolandıran ya da kâra geçenlerin sarraflar olduğu algısı var olsa da, Şemsettin Sami bunun aksini anlatan aşağıdaki fıkrayı eserine alır:

520

Bir sarrafın bir adamdan alacağı vardı; birçok vakit uğraştıktan sonra, alamayacağını anladığından, bir gün yolda medyûna rast gelerek: “Nısfından vazgeçtim, hiç olmazsa öbür nısfını ver” deyince, herif cebinden bir kese çıkararak: “İşte, vazgeçtiğiniz diğer nısfı getirmekteydim, lakin madem ki bundan vazgeçtiniz, bende kalsın, öbür nısfını vereceğim” deyip, savuşmuş.

Ahmet Cemil’in Eğlence(1887)’sinde, dolandırılan bir sarrafın öyküsü yer alır:

805

Bir adamın biri, sarraf dükkânının önünden geçerken sarrafın ufacık bir torba-i derûnunda mecidiye saydığını görerek:

Heman usul usul dükkânın yanına gidip nasılsa torbayı kaparak firar eder.

Sarraf her ne kadar bunun arkası sıra koşarsa da merkumu bulamaz. Bu adam, gizlice bir mahale gidip torbayı açar bakar ki içinde on üç adet mecidiye var. “Adam, alıp kaçtığıma göre hiçbir şey değilmiş” deyip biraz sonra avdet ederek sarrafın dükkânına gelir. “Al şu torbayı” deyip teslim edince sarraf taaccüb ederek derûn torbada akçenin dahi mevcut olduğunu görür. Merkum sarrafa hitaben, “Yahu, demincek o telaşın neydi? Ben senin paranı aldımsa yemedim ya! İşte getirdim, ben sarîk değilim lakin şurada bir mirasyedi bey vardı. Bana dedi ki: ‘Eğer şu sarrafın torbasını kapabilirsen sana altı altın veririm’ dedi. Ben de o inad üzere aldım” deyince sarraf teşekkür ederek buna bir kahve dahi ısmarlar. Aradan birkaç günler mürûr edip bir gün yine o sarrafın önünden geçerken merkumun bir kese-i derûnunda lira olarak saydığını görür. Heman mezkûr keseyi dahi bir minvâl-i sâbık alıp kaçar. Öteki beriki “Tutun!” diye bağırırlarsa da sarraf merkum kapının önüne çıkarak, “Yok yok, tutmayın. O şimdi getirir, o öyle adam değildir. Kim bilir, kimle inâd etti?” diyerek sarraf merak etmezse de akşama çok gelen olmadığını görünce sonradan meraklıları etrafını almaya başlar. Artık sarrafa teselli:

“Yola bakmaktan ağrıdı ey şûh-i didem Ağla gözlerim ağla ne gelen var ne giden”

İşte biçare sarraf, mecidiyeler gibi liralar da gelir diyerek bekleyedursun...

Mehmed Hilmi’nin Musavver Müntehabat-ı Letaif-i Hilmi(1910)’sinde yer alan aşağıdaki fıkra, sarraftan çok, müşterinin ahmaklığına odaklıdır:

1157

Ahmak herifin biri yolda bulmuş olduğu bir yirmilik altınını bozdurmak üzere birkaç günler sarrafları dolaşırsa da hangi sarrafa gösterirse kenarının kesik olduğundan bahsettiklerinden nihayet beş kuruş eksiğine bozdurur. Hanesine avdet eylemekteyken yerde bir yirmilik altını daha görünce:

 Ha! Seni de alayım da beş kuruş zarar edeyim, öyle değil mi? demiş.

XIX. yüzyılda ulaşım olanaklarının sınırlı oluşu, çok eskilere dayanan kayıkçılık

mesleğinin devamını sağlar. Kayıkçılara dair latifeler, genelde ulaşım sırasında

yaşanan talihsizliklerden beslenir. Kayıkçılara dair letaifin sayısı da çok değildir.

Şemsettin Sami’nin Letaif(1882)’inde kayıkçılara dair bir latife yer alır:

118

Üdebâdan biri kayıkla gitmekte iken, hikemîyâne bazı mütâlaât hakkında kendi kendine söyleniyordu. Kayıkçı: “Kiminle konuşuyorsun?” deyince, “Volter ve Russo ile konuşuyorum.” cevabını vermiş. Kayıktan çıkarken bir adam ücretini verince, kayıkçı: “Yok siz üç kişi idiniz, ben arkadaşlarınızı tanımam, seninle pazarlık ettim.

Volter ve Russo’nun parasını da sen vereceksin.” diyerek, üç kişi için ücret vermeye mecbur etmiş.

Kayıkçının okur-yazar olmayışı ve edebiyattan anlamayışı, taşımacılıktan kâr etmesini sağlasa da cahilliğini ortadan kaldırmaz.

H. Galib’in Güzide-i Letaif(1885)’inde bulunan aşağıdaki latife, gönül acısı çekse

Outline

Benzer Belgeler