• Sonuç bulunamadı

yüzyılda derlenmiş letaifnamelerde toplumsal yaşama dair latifelerin ele alınması ve irdelenmesi, batılılaşma sürecinin anlaşılmasına bağlıdır

Çocuğun beklenmeyen ve aykırı yanıtı fıkradaki komik unsuru yaratır

H. Galib’in Güzide-i Letaif(1885)’inde bulunan aşağıdaki latife de falcıların aldatıcılığı üzerinedir:

XIX. yüzyılda derlenmiş letaifnamelerde toplumsal yaşama dair latifelerin ele alınması ve irdelenmesi, batılılaşma sürecinin anlaşılmasına bağlıdır

Batı’ya öykünmemiz Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun okunduğu 1839’dan çok

önce başlar. Savaşlardaki yenilgilerimizin ve ekonomik çöküntünün Avrupa

uluslar topluluğunda yerimizi alarak önlenebileceği üzerine inançla ilk yenileşme

ve batılılaşma hareketleri kendini askerlik alanında gösterir; giyim, kuşam,

mimarî, süsleme sanatları, günlük yaşayışın çeşitli yönlerinde yüzeyden bir

batılılaşma çığırı açılır. Bu yüzeyde batılılaşmanın düşünsel yönü; özellikle Genç

Osmanlıların, Sadık Rıfat Paşa’nın, Şinasi’nin, Mustafa Fazıl Paşa’nın, Namık

Kemal’in, Ziya Paşa’nın, Ali Suavi’nin, Hayrettin Paşa’nın çabalarıyla bir temele

oturtulur.

Osmanlı kültüründe ve sanatında görülen en büyük değişim XIX. yüzyılda gerçekleşir. Osmanlı İmparatorluğu bir çöküş dönemini yaşamaktadır.

Balkanlar’da milliyetçilik akımının güçlenmesi, Balkan uluslarının ayaklanması, Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın başkaldırması Osmanlı Devleti’ni zor duruma sokmuş, yönetim düzeninde iyileştirme zorunluluğu doğmuştur. Bu durumda bir güçlenme politikası olarak Batı ülkelerinin gelişimini sağlamış olan siyasal ve kültürel modellerin tanınması ve uygulanması girişimi Batılılaşma genellemesi içinde başlatılmış olur.

1839’da Sultan Abdülmecid adına çıkarılan ve Sadrazam Reşit Paşa tarafından üst düzey yöneticiler, yabancı elçiler, bürokratlar ve halk önünde okunan Tanzimat Fermanı, Sultanın haklarında bazı kısıtlamalar yapılmasını, idare ve hukuk sisteminde iyileştirmeye gidilmesini sağlamış, bütün din ve inanç sahiplerine eşitlik tanıyarak çağdaş toplumlarda benimsenen temel insan haklarına dayalı bir hak ve özgürlük ortamı yaratmıştır; fakat bu girişim aynı zamanda Batılı ülkelerin, Osmanlıların iç işlerine karışması, hatta denetlemesi için bir araç olmuştur. Aynı biçimde, İngiltere’yle yapılan ticaret antlaşmasının, Osmanlı pazarlarında yabancılara ticaret ayrıcalıkları, azınlıklara ticaret güvencesi sağlayarak ülke ekonomisi açısından sakıncalar yarattığı görülür. Yeni düzen, bürokrat kesimi güçlendirip, söz sahibi yapmıştır. Yenilikçi düşünce, devrimci bir kadro yetiştirirken ekonomik bağımsızlığı sağlayamamış, imparatorluğun çöküşü bir süre durdurulduysa da önlenememiştir.

Tanzimatla başlayan, 1878’de Abdülhamid’in Meclis-i Mebusan’ı dağıtarak

kurduğu otuz üç yıllık baskı döneminden sonra, 1876 Anayasasının yeniden

yürürlüğe girmesi ve 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânıyla yasallaşan değişim, yönetim

biçiminde, ekonomik yaşamda olduğu gibi, kent yerleşim düzeninde, günlük

yaşamda, eğitimde, yayıncılıkta, sanat alanında, giyimde, eğlence türlerinde,

sporda geleneksel çizgiden apayrı bir gelişime zemin hazırlamıştır. Batılılaşma

adını alan bu gelişim, bir anlamda Batılı toplumların kurumlarını, işleyiş düzenini,

yaşama biçimini hazır model olarak alıp kullanmak olarak algılamıştır. Başka bir

anlamda ise, Batı’ya karşı direnmek, kendi durumunu korumak için, Avrupa

ülkelerinde geliştirilmiş olan bilim ve tekniklerden yararlanmak olarak

savunulmuş, ekonomide ve teknik konularda yabancı uzmanlar ve danışmanlar denetiminde gerçekleştirilmiştir. Öte yandan, batı ülkelerinin isteği ve çıkarı doğrultusunda benimsenen liberal ekonomi ve dış yardıma dayanan devlet düzeni, ticaretin dış ülkelere açılması, yeni ticaret merkezlerinin oluşması ile sonuçlanmış, geleneksel meslekler ortadan kalkarken sanayileşme geçekleşememiştir. Bu süreç içinde Avrupa’da ilerlemeyi sağlamış olan rasyonel ve eleştirel düşünce sistemi ve bilimsel yaklaşım öğrenilmediği için, Batılılaşma yüzeysel bir değişimden ibaret kalmıştır.

Bu dönemde, Fransa’ya giden, Avrupa kültürünü tanıyan zengin Müslüman kesim yeniliğe açılır. Levanten âdetleri yaygınlık kazanır. Devlet kapısında önemli görevleri ve ticaretle zengin olanların konaklarında alafranga denilen, Batı ülkelerindekine benzeyen bir yaşama biçimi sürdürülmeye başlanır. Kadınlarla erkeklerin birlikte katıldıkları partiler düzenlenir. Yabancı elçilerin verdikleri kokteyllere gidilir. Aileye Çerkez hizmetçi, zenci dadı, yabancı mürebbiye gibi yeni üyeler katılır. Boğaziçi’nde, Adalar’da, Yeşilköy’de yazlıklar edinilir. Bahçeler havuzlarla, kameriyelerle bezenir. Fayton ve kayık sefaları yapılır. Giyimde değişiklik olur; sarığın yerini fes, şalvarın yerini setre pantolon alır. Avrupa modası yakından izlenir. Müslüman kadınların örtünmesi süslenme biçiminde uygulanmaya başlanır. Çalgılı gazinolar, lokantalar, kafeler açılır; balolara gidilir, dans edilir. Yoksul kesim, lüksün bir göstergesi olan bu yeni yaşama biçimini benimsemiş olmakla beraber, İstanbul’un ünlü yangınları, salgın hastalıkları kent içinde göçlere neden olur, geleneksel mahalle yapısı bozulur, sıkışık yerleşim düzenine geçilir. Bu merkezlerde de halka açık yeni eğlence yerleri açılır. XIX.

yüzyıl Osmanlı toplumu “küçük” ve “büyük” kültür olmak üzere iki ayrı kültürün izlerini taşır. Geleneksel yaşama biçimini sürdüren, orta halli ya da yoksul kesimle alafranga yaşama biçimini benimseyen varsıllar arsında görüş ayrılıkları oluşur.

Tutucular yeniliklere tepki gösterirler. Tanzimat’la başlayan Batılılaşma hareketi,

varsıl kesimin geleneksel yaşantıdan çok farklı yaşayış biçimini benimsemesiyle

sınırlı kalmaz; düşüncede, eğitimde, sanatta, edebiyatta ve tiyatroda da

değişimlerin gerçekleşmesini sağlar.

Batı ülkelerinde eğitim gören, yabancı dil bilen Osmanlı aydınının, topluma yeni bir dinamizm kazandırmak ve Batı’ya direnebilmek için Batılılaşma düşüncesini benimsediği görülür. Geleneksel medrese eğitimi yerine, akla ve bilime dayalı, uygulamaya açık bir eğitimin yararını anlamış olan bu kesim, toplumu aydınlatma, çağdaş insanlık değerleri ve ölçüleri doğrultusunda eğitme görevini üstlenir. Buna karşın, Osmanlı aydını, yeni güçlenen bürokrat kesimin yanında yer alır, saraya olduğu kadar halka da uzak düşer; bu durum, gelenekçi ve tutucularla yeniliğe açık ilerici aydınlar arasında bir halk-aydın ayrımının oluşmasına yol açar.

Batılı yaşam tarzının her anlamda toplum hayatına sindiği bu dönem, mizahın hareketliliği için elverişli ortamı doğurur. Batılı yaşam tarzıyla gelen pek çok yenilikle ilk kez karşılaşan halkın doğal tepkisi birçok fıkranın konusunu oluşturur.

Örneğin, batılı tiyatroyla beraber sosyal yaşamın rengi değişir; tiyatroya gitme adeti doğar. Misafir ağırlamanın şekli değişir. Alafranga kültüre uyum süreci başlar, yeni tipler/sınıflar belirir ve bütün bunlarla yaşamaya çalışan halk, geleneksel olanla ve modern olan arasında yaptığı seçimlere göre şekillenir.

4.3.1. İktidar, Yönetim, Siyaset Latifeleri

İktidar, yönetim ya da siyaset konulu letaif, genel olarak politik mizah başlığı altında ele alınır:

Politik mizah, başta iktidar ve diğer egemen güçler olmak üzere, yönetenleri eleştirmek, sosyal doku içindeki imajlarını zedelemek ve statülerini kaybettirmektir.

Politik mizahın konusu, olması gereken ile olanın arasındaki karşıtlıktır. Doğal olarak bu mizah türünde olması gereken şey iyi, olan ise kötüdür. Politik mizahın iki çeşidi vardır. İlki kişi, fikir, grup ya da toplumu; ikincisi siyasi bir rejimi bütün olarak değerlendirip bu rejim tarafından yapılan baskıları konu alır. Her iki öge de birbiriyle iç içe gülmeyi oluşturur (Öğüt-Eker 2014: 128).

XIX. yüzyılda yayımlanmış letaifnamelere bakıldığında, genel anlamda iktidara,

Outline

Benzer Belgeler