• Sonuç bulunamadı

Vezir-i Azâm (Sadrazam)

BÖLÜM 1: OSMANLI DEVLETĠ ÖNCESĠ TÜRK-TÜRK ĠSLÂM

2.1. Osmanlı Devleti’nde Hukuk ve Yönetim AnlayıĢı

2.1.3. Osmanlı Devleti’nin Merkez TeĢkilatı

2.1.3.2. Vezir-i Azâm (Sadrazam)

Osmanlı Devleti’nde padiĢahtan sonra gelen, savaĢ ve barıĢ, yönetim ve adalet konularında padiĢahın baĢ danıĢmanı olan ve devleti padiĢahın vekili olarak yöneten kiĢiye “Vezir-i Azâm” denilmiĢtir (Lybyer, 2000: 152). Kanuni’den itibaren ise “Sadr-ı Azâm” unvanı kullanılmaya baĢlanmıĢ, makamın statüsü de tarih içerisinde önemli değiĢiklikler geçirmiĢtir. Ġlk dönemlerde, Selçuklularda olduğu gibi bir tek vezir varken, devletin büyümesinin bir sonucu olarak I.Murat zamanında ikinci bir vezirlik ortaya çıkmıĢ, birine “baĢvezir” ya da “büyük vezir” adı verilmiĢtir. PadiĢahın adına devlet iĢlerini idare eden ve Osmanlı devlet teĢkilâtında padiĢahtan sonra devletin en yüksek rütbeli idarecisi olan vezir- i azâmlar, Memluklarda ve Ġlhanlılarda olduğu gibi ilmiye sınıfından yetiĢenlerden veya ilmiye sınıfına mensup devlet adamları arasından

seçilmeye çalıĢılmıĢtır1. Fatih devrinden önce sadece Türkler vezirlik makamına gelebilirken, Fatih devrinden itibaren Türk asıllı vezirler istisna teĢkil etmeye baĢlamıĢlardır. PadiĢahlar artık bağımsız ve güç sahibi Müslüman ailelerin konaklarında doğmuĢ vezirler yerine, sarayda yetiĢtirilmiĢ olan devĢirmeleri tercih etmeye baĢlamıĢlar, Türk ailelerine mensup olanlar ise en fazla taĢrada valilik makamına getirilmiĢtir. (Cin ve Akgündüz, 1990: 241-242; Karatepe, 2004: 118; Halaçoğlu, 1996: 11; Dursun, 1992: 174; Üçok ve diğ., 2002: 190-193; Imber, 2006: 213).

Orhan Gazi zamanından beri var olan vezirlik makamına atamalar doğrudan padiĢah tarafından yapılır ve gene padiĢah tarafından görevlerine son verilirdi. Vezir-i Azâmlar, devletin mali, idari, siyasi, askeri her türlü iĢlerini diğer vezirlerle ve defterdarla görüĢerek, karara bağlamakla görevliydiler. YapmıĢ olduğu icraatlarıyla kendisini atayan padiĢaha karĢı hayatı ile sorumlu olan vezir-i azâmların hesap vereceği kiĢi de sadece padiĢah olmuĢtur (Dursun, 1992:174; Ortaylı, 2007a: 220; Karatepe, 2004: 118; Üçok ve diğ., 2002: 191-192).

Vezir-i azâm veya sadrazâmlar hükümdarın mutlak vekili olduklarından, onun tuğralı mührünü (Mühr- i Hümayun) taĢırlardı. Bu sebeple sözü ve yazısı padiĢahın iradesi ve fermanı sayılırdı. Nitekim Fatih Kanunnâmesi’nde sadrazamın devlet içindeki yeri; “Vezir-i Azâm, vezirlerin ve beylerin baĢıdır, cümlenin ulusudur, cümle devlet iĢlerinin mutlak vekilidir, cümle umurun vekil- i mutlaktır ve malımın vekil- i defterdarıdır ve ol vezir- i azâm nazırıdır ve oturmada ve durmada ve mertebede vezir- i azâm cümleden mukaddemdir (önce gelir)” Ģeklinde ifade edilmiĢtir (Cin ve Akgündüz, 1990: 242; Halaçoğlu, 1996: 13; Dursun, 1992: 174; Üçok ve diğ., 2002: 191; Köprülü, 2002: 35). Osmanlı devlet teĢkilâtında vezir-i azâm, devlet yönetiminin en etkili kiĢisi olarak, padiĢahın katılmadığı divan toplantılarına baĢkanlık etmek, padiĢah adına her türlü sorunları çözebilme yetki ve hakkına sahip olmuĢtur. Fatih Kanunnâmesi’nde “Defterdarların buyrultusuyla olan mali iĢler ve kadıaskerlerin buyrultusuyla olan kazai iĢler müstesna olmak üzere, diğer bütün iĢler vezir-i azâm buyrultusuyla yapılır” denilerek Vezir-i azâm’ın görevlerinin ne denenli geniĢ olduğu belirtilmiĢtir. Divan- ı hümayunda, Fatih Sultan Mehmed’e kadar bizzat padiĢahlar baĢkanlık ederlerken, bu

1

Orhan Gazi devrindeki Ve zir Alâeddin PaĢa, Ahmed PaĢa bin Mah mud, Hac ı PaĢa ve Sinâneddin Yusuf PaĢa ilmiye sınıfından vezirliğe getirilmiĢler; aynı Ģekilde Çandarlı Kara Halil ile oğulları da

görev daha sonra vezir- i azâmlar tarafından yerine getirilmeye baĢlanmıĢtır. Vezir- i azâmlar, divan- ı hümayunda neticeye kavuĢturulmayan veya padiĢaha arza gerekli görülmeyen iĢleri, kendi konaklarında “ikindi divanı1”nda görüĢmüĢlerdir. Osmanlı Devlet teĢkilatı içerisindeki bütün tayin, azil, terfi ve yükselmelerin hepsi vezir-i azâmın emri ile yapılırdı. Vezir-i azâm, sadece Enderun ile ilgili iĢlere karıĢamazdı. PadiĢahın seferde olmadığı zamanlarda vezir-i azâm, kadıasker ve Ģeyhülislâm gibi yüksek devlet adamlarının tayin ve azillerinde padiĢahın iznini alırdı. Fakat sefer sırasında aynı hükümdar gibi herkes için idam hükmü verebilirdi. Kısas, hapis, sürgün, bütün çeĢitleriyle ta’zir ve siyaset cezalarını infaz ettirebilirdi (Halaçoğlu, 1996: 13; Karatepe, 2004: 120; Akgündüz ve Öztürk, 1999: 399; Köprülü, 1992: 36).

Sadrazam, sadece “memleket nizamı, reayanın geçiminin korunması ve siyasete iliĢkin konularda” değil, tüm yargılama faaliyetine iliĢkin olarak PadiĢahın vekili kabul edilmiĢtir. “... Cem-i kazaya’yı Ģeri’ye ve örfiyenin istama ve icrası için bizzat cenab-ı padiĢahiden vekil-i mutlak ve memalik-i mahruse-i Osmani ve taht-ı hükümet-i sultanide olan cem- i nasın üzerine hâkim- i sahibi ferman” olan sadrazamın, def’i mezalim yani yönetilenlerin uğradıkları haksızlıkları gidermek gücü bulunmaktadır. Sadrazam, Allah kullarının uyuĢmazlıklarını ve hasımlıklarını tek baĢına değil divan ederek çözecektir. Sadrazamın, adalet dağıtma ve mezalimleri defetme gücüne, görevde bulunan tüm vezirler de sahip olmuĢlardır. Eyaletlerde mahallin en büyük görevlisi olan beylerbeyi, sancaklarda sancakbeyi adalet dağıtmakla görevlidirler (Karahanoğulları, 2005: 51).

Vezirin seferde olduğu zamanlarda görevlerini yapması için yerine bıraktığı vekile “Sadaret Kaymakamı” ya da “Rikâb-ı Hümayun Kaymakamı” adı verilmiĢtir. Sadaret Kaymakamı, vezirin verdiği talimatlar dıĢına çıkmamak kaydıyla vezir kadar yetkili olarak divan toplantılarına baĢkanlık edip ve devlet iĢlerini yürütmüĢtür. Ancak sadaret kaymakamının yerine getirdiği iĢlemler “Rikâb Defterleri” denilen ayrı defterlere kaydedilmiĢtir (Cin ve Akgündüz, 1990: 244; Halaçoğlu, 1996: 13; Karatepe, 2004: 120; Üçok ve diğ., 2002: 193).

1

Vezir-i aza m, Sa lı ve PerĢembe günleri dıĢındaki günlerde divan-ı hümayun toplantılarından sonra, kendi konağında kurulan ayrı b ir divanda devlet iĢlerin i görüĢmeye, davalara bakmaya devam ederdi. Bu divana, ikindi e zanından sonra yapıldığı iç in“ikindi divanı” ad ı verilmiĢtir (Karatepe, 2004: 121; Cin ve Akgündüz, 1990: 243; Halaçoğlu, 1996: 15; Ortaylı, 2007: 222; UzunçarĢılı, 1984: 136-137).

Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarında vezir olabilmek için, önce uzun süre sancak beyliği yapmak daha sonra da, Rumeli Beylerbeyliği makamına gelmek gerekirdi. Sonraları bu Ģart kaldırılarak, geçmiĢ hizmetlerine bakılmaksızın rastgele insanlar vezir yapılmaya baĢlanmıĢtır. Zamanla önemli eyaletlere atanan valilere de vezir unvanı verilmesiyle birlikte, baĢkentte bulunan ve divana katılan vezirlerin yanında, bir de taĢrada valilik yapan vezirler ortaya çıkmıĢtır. Vezirlerin sayısının çoğalmasından sonra, Ġstanbul’da bulunan ve divan üyesi olanlara “dâhil vezirleri” veya “kubbe vezirleri1”, eyaletlere gönderilenlere de “hariç vezirleri” adı verilmiĢtir. XVII. yüzyılın baĢlarına kadar vezir-i azâmlar kubbe vezirleri arasından atanırken, daha sonra hariç vezirlerden de vezir-i azâmlığa getirilenler olmuĢtur. Divan-ı hümayun üyesi olan defterdar, niĢancı ve kaptan paĢalara da vezirlik unvanı verilince, XVII. yüzyılın baĢlarında vezir sayısı gittikçe artmıĢtır (Karatepe, 2004: 121-122).

Vezir-i azâmlara maaĢ olarak has denilen en yüksek dirlikler ve rilmiĢtir. Bu bir ya da birkaç bölgenin yıllık gelirlerinin onda biri kadar olmuĢtur. Vezir-i azâmlar bu gelirlerini voyvoda adı verilen tahsildarlar aracılığıyla toplamıĢlardır. Vezir- i azâmların diğer bir gelir kaynağı ise “caize2”lerdir. XV. yüzyılda emekli olan vezir-i azâmlara zamlarla yılda 150 bin akça verilirken bu para XVI. yüzyılda 250-300 bin akçaya çıkmıĢtır (Ortaylı, 2007a: 221-222).