• Sonuç bulunamadı

Ġlmiye Sınıfı Ġle Ġlgili Yazılan Adâletnâmeler

BÖLÜM 1: OSMANLI DEVLETĠ ÖNCESĠ TÜRK-TÜRK ĠSLÂM

3.4. YazılıĢ Nedenlerine Göre XVIII. Yüzyıla Ait Adâletnâmeler

3.4.1. Ġlmiye Sınıfı Ġle Ġlgili Yazılan Adâletnâmeler

Ġlmiye sınıfı ile ilgili olarak yazılan adâletnameleri genel olarak iki kısımda toplayabiliriz. Bu döneneme ait adâletnamelerini ilk kısmı yalnız ehl- i Ģer zümresini ilgilendirdiği halde, ikincisi genel nitelikte yazılan, yani, bütün memurları bu arada kadıları da hedef alan adâletnâmelerdir

Bu adâletnâmelerin bir kısmı doğrudan doğruya ilmiye sınıfı mensuplarına yazılan ve bunların yolsuzluk hareketlerini önlemeyi hedef tutan adâletnâmelerdir. Ġlmiye sınıfı ile ilgili yazılan ikinci kısım adâletnâmeler ise sadece ilmiye sınıfı değil aynı zamanda bütün devlet görevlilerine hitap eden, vali, mübaĢir, âyân ve diğer yönetici ve memurların yaptıkları veya sebep oldukları yolsuzlukları, eĢkıya sorununu ve ehl-i Ģer mensuplarının kanunsuz hareketlerini önlemek için yazılan genel nitelik taĢıyan adâlet yazılarıdır. XVIII. yüzyılda ilmiye sınıfının bir üyesi olan kadıların yanında, diğer ilmiye sınıfının sebep oldukları yolsuzluklara değinen adâletnameler de mevcuttur (Özkaya, 1974: 454).

1713 yılı Mart ayının sonlarında yazılan adâlet fermanı, Anadolu’nun sol kolunun sonuna kadar olan yerlerdeki kadılara hitap etmektedir. Bu fermanda sol kolda (Ladik- Niksar- ġarki Karahisar-AĢkale- Erzurum) mevcut Ģehirler, kasabalar, çeĢitli yollar ve

yerlerde zulüm ve bid’atın kalkması, adâletin sağlanması ve halkın refahının sağlanması istenmektedir. Burada XVI. yüzyıldaki bid’atların bir kısmı XVIII. yüzyılda da mevcut olduğu görülmektedir. 1713 tarihli adâlet fermanında1

;

Halktan hiçbir Ģekilde Ġslâm kanunlarına aykırı hilâf-ı Ģer-i Ģerifi bir Ģey alınmaması, ayrıca kimseye de aldırılmayıp, reayaya ait davaların Ģer-i Ģerife göre uygulanması, bütün halkın refah içersinde yaĢamasına çalıĢılması emredilmiĢtir. Bu emir hangi kazanın kadısına gelirse bir sureti mahkeme siciline iĢlenecek ve buna göre hareket edileceği belirtilmiĢtir. Arz ve ilâmlar, davaların doğruluğu hususunda belirli ve vasıflı kiĢilerin ihbar ve Ģahitliklerinden sonra edinilen fikre göre verilecek ve hakikat anlaĢılmadıkça, Ġstanbul’a arz ve ilâmla kimse gönderilmeyeceği de ifade edilmiĢtir.

Bu fermanda sol kolda mevcut Ģehirler, kasabalar, çeĢitli yollar ve yerlerde zulüm ve bid’atın kalkması, adâletin sağlanması ve halkın refahının sağlanması istenmektedir.

ġer-i hükümlerin uygulanmasında ağır davranma ve kusur ve diğer sebeplerle hak iddia edenlerin davalarına doğruluk üzere bakılarak karar verileceği söylenmiĢtir. Aç gözlülük, kolay zengin olma, mal kazanmak isteği yahut rüĢvet alma ya da aracılık ve rica sebebiyle, emrin aksine istek ve birbirine uymayan anlamda arzlar gönderildiği takdirde yahut yerinde “icrâyı Ģer-i Ģerif” olmadığı anlaĢılır, kadıların ağır davranmalarından dolayı fukaranın hakkı geriye bırakılır veya uygulamada kadıların hatası olursa hiçbir Ģekilde özür ve cevapları dinlenmeyeceği, bu gibi iĢlemlere baĢvuran kadıların görevlerinden alınmaları ile kalınmayarak, ayrıca cezalandırılmaları yoluna da gidileceği bildirilmiĢtir.

Devlet adına kazalarda adâletin uygulayıcısı olarak görülen kadılara yazılan bu adâlet fermanından da, Anadolu’da adâlet mekanizmasının iyi yürümediği görülmektedir. Kadılar Ģer’i hükümlerin dıĢında karar vermekte, servet edinmek için çeĢitli yolsuzluklara baĢvurmaktadırlar. Bu adâletnâmede, yolsuzluklara ve haksız ilâmlar vererek gelir artırma yoluna baĢvurulması halinde, kadılara bu tip hareketleri yapmaması için sert uyarılarda bulunulmakta ve durumun devam etmesi halinde görevlerinden alınacakları ve ayrıca cezalandırılacakları belirtilmiĢtir.

1783 senesinin Eylül ayı ortalarında yazılan adâlet fermanı; ehl- i Ģer’in kanunsuz hareketleri hakkında yazılmıĢtır2

. Fermanda;

Kadıların “mahsûl def-i” adıyla para almamaları bu fermanda da tekrarlanmıĢ, bunun alınmaması için fetva gereğince çıkarılan fermanların mahkeme sicillerinde yazılı olduğu, bunların tersine hareket edilmemesi emredilmiĢtir. Zaman ve durum gereğince asker ve zahire toplamak, kadıların ve naiplerin mühim malların ordu ve diğer ihtiyaçlar için temin etmeleri kendi görevleri olmalarına rağmen, âyan ve kadıların aralarında anlaĢtıkları, kadıların bunların tamamlanması ve Ģevki gibi önemli iĢlere sebep olacak, asker ve zahire (yiyecek-hububat) affı ve bunların miktarının düĢürülmesi için ilâmlar verdikleri, bunlarla

1

Çankırı ġer’iyye Sic ili 6, s. 143’den a ktaran; Özkaya, 1974: 454-455.

2

da yetinmeyerek “harc-ı ilâm” gibi ücretleri artırmak suretiyle kazanç temin etmek yoluna gittikleri bilindiği belirtilmiĢtir.

Gerek Ġstanbul’a gerek orduya yapılacak yiyecek ve diğer malzemelerin tedarikinde, âyân ve kadıların suiistimali bu dönemde oldukça fazla olduğu yazılan adâletnâmelerden anlaĢılmaktadır. Âyan ve kadılar gerek kendi çıkarları için, gerekse halk gözünde daha itibarlı bir yer edinmek bakımından bu tip hareketleri tercih etmekte olup, bu Ģekildeki hareketlerinden dolayı bulundukları yerlerde karıĢıklıklara sebep olmuĢlardır. XVIII. yüzyıl boyunca âyânların, kadıların, naiplerin suiistimalleri devam etmiĢtir.

Özkaya, bu döneme ait doğrudan doğruya ehl-i Ģer mensuplarına hitap eden adâlet yazılarının sayısı az olduğunu ancak ehl-i örf ve ehl-i Ģer mensuplarının yolsuzluklarını birlikte mütalâa eden adâlet yazılarının sayısının fazla olduğunu, özellikle XVIII. yüzyılın sonlarına doğru, kadı ve naiplerin suiistimalleri ile ilgili yazıların çok arttığı ve “mahsul def-i” konusunda pek çok adâletnâme yazıldığını belirtmektedir (Özkaya, 1974: 455-456).

1796 yılı Temmuz ayı ortalarında, Anadolu’nun orta koluna yazılan adâletnâmede sırf intikam almak, bazı kiĢilere ceza verdirtebilmek için yalan söyleyerek uydurma davalar açmalarını engellemek ve görülen davadan dolayı dava ücretini de davalıdan değil davacıdan alınması ile ilgilidir 1

.

Rumeli ve Anadolu’da olan Ģehirlerin, kasabaların ve köylerinde olan bazı kiĢilerin kötülüklerini uygulatmak, intikam almak, bazı kiĢilere ceza verdirtmek için yalan söyleyerek dava gördürüp halkı rahatsız etmek yollarına baĢvurdukları ifade edilmiĢtir. Ġstanbul’a gelen bu kiĢiler yalnız kendi çıkarları için arzlar temin etmekte ve dilekçeler yazarak “divân-ı hümâyûna” Ģikâyetlerde bulunmuĢlardır. Bu kiĢilerin davalarını görmek için her kaza ve eyalet valisine ve hâkimine ferman yazılıp, mübaĢirler yollanmıĢtır. Ne var ki bu çeĢit uydurulmuĢ dava için çıkarılan fermanlar yerlerine ulaĢtığında davalının üzerinde kanunen bir Ģey olmadığı yapılan araĢtırma sonucu ortaya çıkmakta ve davanın uydurma olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden davalı aleyhine zarar verebilecek harekette bulunulmaması, giden mübaĢirin mübaĢir ücretini bu durumlarda davacıdan alması için fetva çıkarılmıĢtır.

Yukardaki adâletnâmede, süreklilik kazanan uydurma davaların engellenmesi amacıyla “bundan böyle aslı ve doğruluğu olmayan uydurma davaların ortaya atılmaması, dava duruĢmasında davacının hakkı sabit olmayıp zarar vermek, rahatsız

1

Kayseri ġer’iyye Sic ili 173, s. 137 ve Sivas ġer’iyye Sic ili 4, s. 148’den aktaran; Özkaya, 1974: 456-457.

etmek için dava açıldığı görülürse de, gerek Ġstanbul’a gidenlerin ve gerek vali, hâkim taraflarından tayin olunan mübaĢirlerin mübaĢir ücretlerini suçsuz davalıdan değil, davacıdan almaları ve bu hususlara uymayanların cezalandırılması cihetine gidilmesi” uygun görülmüĢtür.

1796 yılı Eylül ayının ortalarında yazılan1, 1797 yılı Temmuz ayı ortalarında yazılan2 ve 1798 yılı Aralık ayı ortalarında yazılan3 adâletnâmelerde de aynı durumlardan bahsedilerek gene “Osmanlı topraklarındaki Ģehir ve köylerde suiistimaller yüzünden halkın rahatının bozulduğu, bu yüzden haklı, haksız pek çok kiĢi Ģikâyet için Ġstanbul’a geldiği belirtilmiĢtir. Devlet kazalarda cürümlere ve günahlara cesaret edenlerin, yerlerinde uygunsuz hareketleri görülenlerin durumuna değinmekte ve arz-ı ilâmı gerektiren maddelerin hakkaniyet ve doğruluk esaslarına göre değerlendirilmesi, Ģikâyetlerin ve Ģahitlerin doğruluğu kesinleĢmeden Ġstanbul’a arz ve ilâmla baĢvurmak için gelmemeleri hususlarına değinilmiĢtir. Haklı ve doğruluk la ilgili hususların, kadılar ve naipler tarafından ortaya çıkarılması gerekirken, yakın ve uzak yerlerden Ġstanbul’a pek çok ilâm ve mahzarların geldiği, bu Ģikâyet dilekçelerinin çoğunun anlaĢılmaz, kin güder tarzda düzenlendikleri ifade edilmiĢtir (Özkaya, 1974: 457-458).