• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: OSMANLI DEVLETĠ ÖNCESĠ TÜRK-TÜRK ĠSLÂM

1.2. Ġslâm Devletinde Hukuk ve Yönetim AnlayıĢı

1.2.4. Divan-ı Mezalim

Ġslâm tarihinde kaza (yargı) fonksiyonu, kadıların yönettikleri mahkemeler tarafından ifa edilmiĢtir. Bununla beraber bazı Ġslâm devletlerinde muhtelif zaman ve mekânlarda

1

Bizans terimini ilk o lara k XVI. yü zyılda Alman Hioronymus Wolff ku llanmıĢtır. Ortaylı’ya göre “Bizans” yanlıĢ bir kelimedir, çünkü bu devletin kurulmuĢ olduğu noktanın klasikteki is mi Bzyantion’dır. Bizans, XVI. yüzy ılda Ro men Germen Ġmparatorluğu’nun, Ro ma mirasını üstlenerek bu devletin Ro malılığını silmek için uydurduğu bir kelimedir. Bizans halkı kendisine Ro malı, ü lkesine de Ro ma derlerdi. Ro ma mirasını Türkler de Ru m Selçukileri, Ru mi g ibi unvanlarla devralmıĢla rdır. Ancak günümüzde “Bizans” terimi artık yerleĢ miĢ bir yanlıĢ olarak kullanılmaktadır (Ortaylı, 2007: 30-31; Ortaylı, 2006a: 43-44; Ortaylı, 2006b : 45-46).

mahkemelerden baĢka kuruluĢlara da kaza fonksiyonunu yerine getirme görevleri verilmiĢtir. Bu kuruluĢlar arasında Mezalim mahkemeleri, Hisbe teĢkilatı1, ġurta teĢkilatı2

ve Kadı’l- Asker teĢkilatı gibi kurumlar yer almıĢtır (Atar, 1999: 167).

Mezâlim divanı, Osmanlılardan önceki Ġslâm devletlerinin Hisbe, ġurta, Kaza gibi temel organlarından birisidir ve Ġslâm hukukunun ve tarihinin ortaya çıkardığı özgün bir hukuk kurumudur. Sözlüklerde Mezâlim kelimesi, “Mazlıme” yada “Mazleme” veya “Zalime” ya da “Zulâme”nin çoğulu olup (yaygın olarak kullanılan Mazlıme ve Zulâme için) “Zalimden istenen nesne, zalimin elinde bulunan baĢkasına ait nesne” ve “insanların birbirlerinden zulmen aldığı nesneler”, “kiĢinin kendisinden zulmen alınmasından dolayı Ģikâyetçi olduğu nesne” olarak ifade edilmektedir (Akyüz, 1995: 11-13).

Terim olarak Mezâlim divanı ise, hem icra hem de kaza gücü ile donatılmıĢ olan ve mazlumların Ģikâyetleri üzerine hukuki anlaĢmazlıkları çözümleyen yüksek bir yargı organı demektir. Yani yürütme ve yargı organı birleĢerek bu organı meydana getirmiĢtir (Cin ve Akgündüz, 1990: 266).

Karatepe ise divan- ı mezâlim’i, Ġslâm devletinde kamu görevlilerinin yapmıĢ oldukları haksız eylem ve iĢlemlerine karĢı halkı koruyan örgüt olarak tanımlamıĢtır (2004: 50).

Akyüz, Mezâlim divanını, “Ġslâm devletlerinde, adaletli bir toplum düzeni kurmak amacıyla, genel idarenin merkez ve taĢra teĢkilâtlarında yer alıp, hem siyasi, hukuki ve iktisadi alanlarda, hem de idari ve adli yargı alanlarında devletin yüksek memurlarının katıldığı bir kurul halinde görev yapan bir devlet organı” olarak tanımlamaktadır (1995: 19).

Ġslâmiyet’e göre haksızlık konusu, yalnızca mal ile ilgili olmayıp aynı zamanda canın (bedenin) da buna dâhil olduğunu belirtmek gerekir. Haksızlığın konusuna bakılarak “mezâlim”i; cana karĢı yapılanlar (kiĢinin kendi nefsine yaptığı, insanların baĢkalarına yaptığı öldürme, yaralama, baskı uygulama gibi) ve mala karĢı yapılanlar (gasb, itlaf,

1

Hisbe TeĢkilatı; Ġslâ m ce miyetinde iy ilikle ri e mret me k ve kötülükle rden vazgeçirme k suretiyle s osyal huzur sağlayan dini b ir teĢkilât olarak ortaya çıkmıĢtır. Ġlk zamanlarda bu teĢkilât, “ÇarĢı Zab ıtası” görevini yerine getirmiĢtir. Bu ihtilâfları çözen teĢkilât ın baĢında bulunan kimselere“Muhtesib” denilme ktedir (http://www.eg m.gov.tr, 10.11.2009).

2

ġurta, polisin ve jandarmanın yaptığı görev lerini yerine getiren ve ce zala rın infa zını gerçe kleĢtiren kuruluĢtur( http://www.eg m.gov.tr, 10.11.2009).

hızsızlık, dolandırıcılık) olarak ayırmak mümkündür. Bunlardan birincisi yani kiĢinin kendi nefsine yapmıĢ olduğu haksızlıklar mezâlim kurumuyla ilgili görevler içind e yer almasa da, ikinci gruptakilerin birçoğu onun görevleri arasındadır. Yönetenlerin halka baskı yapması, idari yargı; yönetilenlerin mallarının ellerinden zorla alınması da, suçu iĢleyenin yönetici olup olmamasına göre bazen adli yargı, bazen idari yargı, bazen da mali denetim görevi arasında yer almıĢtır (Akyüz, 1995: 15).

Ġslâm tarihinin ilk yıllarından itibaren halifeler, kamu görevlilerinin haksız tutum ve davranıĢlarıyla ilgili halktan gelen Ģikâyetleri dinlemiĢlerdir (UzunçarĢılı, 1970: 9; Karatepe, 2004: 50). Türk-Ġslâm Devlet geleneğinde hükümdarlar, bütün haksızlıkların Ģikâyet edileceği son temyiz mercii olmuĢtur. Eski Ġran’da, Nevruz törenlerinin son gününde ġah, sayeban (büyük çadır) altında her türlü Ģikâyeti dinlemiĢ, halk ġah’tan, davaları hemen çözüp karara bağlamasını istemiĢlerdir. Hükümdarın bütün adaletsizlikleri çözecek son ve en yüksek karar organı olarak benimsenmesi geleneği, Doğu devletlerinde eski Ġran ve Mezopotamya’da geçen bir adet olarak karĢımıza çıkmaktadır (Ortaylı, 2007a: 61).

Ġslâm ülkesinin sınırları geniĢleyince bazı merkezlerde kadıların gücünün azaldığı ve verdikleri kararları mahalli icra makamlarınca uygulanmadığı veya mahalli icra makamının bizzat kadı kararlarını çiğnediği görülmüĢtür. ĠĢte kadıların verdikleri kararların icrasında açılan bu gediğin kapatılması ve kadılara baĢvurup hakkını elde edemeyenlerin müracaat edebilmesi için, daha yüksek ve idar i yargı mahiyetinde bir mahkeme daha kurulmuĢtur. Bu yargı organı “velâyet’ül-mezâlim” veya “kazâ’ül-mezâlim” de denen Mezâlim Divanı’dır (Cin ve Akgündüz, 1990: 266).

Mezâlim davalarına bakmak, açık bir yücelik ve büyük bir üstünlük taĢıyan, hükümranlık safveti (temzilik-saflık) ve kadıların adaletiyle karıĢık, hâkimin vazifesinden daha geniĢ bir görevidir. Mezâlim Divanı, hasımlardan haksız olanı zelil kılar (düĢkün- alçak), haddini aĢanı engeller, kadılar ve onlardan daha aĢağı seviyede olanların infazdan aciz kaldıkları kararlarını infaz ederdi. Mezâlim Divanı adaleti yerine getirirken; beyyineleri (delil-kanıt) değerlendirme, gerçeği itirafa (ikrar) zorlama, karine ve emarelere dayanma, hakkın, doğrunun ortaya çıkmasına kadar hükmü tehir, hasmı sulhe (barıĢa-anlaĢmaya) yöneltme ve Ģahitlere yemin verdirme yollarını kullanırdı.Bu

görevi, Hz. Peygamber bizzat kendisi yürütmüĢtür (Mercânî, Vefîyyetü’l-eslâf: 366’dan aktaran; El-Kettâni, 1991: 26).

Hazreti Ali’den itibaren bizzat halifelerin, 770 yılından itibaren ise “kâdı’l-kudat” adı verilen baĢkadıların baĢkanlık ettiği (Üçok ve diğ., 2002: 145) bu mahkemenin baĢkanına “veliyy’ül-mezâlim” veya “nâzır’ul-mezâlim”de denmektedir. Haftanın belirli günlerinde toplanan bu divanın en önemli görevleri arasında yerli idarecilerin halka yaptıkları haksızlıkları araĢtırmak ve suçluları cezalandırmak, tahsildarların yapmıĢ oldukları suiistimallerini önlemek, devlet memurlarını yargılamak, devlet memurları veya eĢkıyanın gasplarını önlemek ve yargılamak, vakıfları kontrol etmek, kadı kararlarını incelemek, haklı olarak görülen kiĢisel müracaatlar üzerine her çeĢit yargılamayı yapmak yer almıĢtır. Abbasi Devleti’nde de vergi toplama, asayiĢ ve diğer idari konularda yolsuzluklara ve zulme uğrayanlar, yerel yönetimde adaletin himayesini bulamazsa merkezdeki divan-ül- mezâlime baĢvurmuĢlardır (Ortaylı, 2007a: 61; Cin ve Akgündüz, 1990: 266-267).

Abbasilerde “mezâlim iĢlerine bakmak üzere görevlendirilen ilk baĢkadı Ġmamı Azâm Ebu Hanife’nin talebesi olan Ebu Yusuf’tur. Bundan sonraki dönemlerde Ģehirlerdeki baĢkadılar, halkın devlet görevlileri ile ilgili Ģikâyetlerini dinleyerek karara bağlamıĢlardır. Müslüman devletlerde uygulanan divan-ı mezâlim, bir idare ve yüksek yargı organı olarak günümüzün DanıĢtay ve Yargıtay’ına benzetilmiĢtir (Karatepe, 2004: 50).

Mezalim mahkemesinde duruĢma devam ederken kadıdan baĢka mahkemede düzeni ve güvenliği sağlayacak güvenlik görevlileri, ifadeleri kayda geçirecek kâtipler, hukukçular ve görgü Ģahitleri de hazır bulunmuĢlardır (Atar, 1999: 172-173).

Mezâlim divanı, uygulamada daha çok yöneticilerden kaynaklanan sorunlara bakan bir mahkeme olarak görevini yürütmüĢtür. Yöneticilerin sebep oldukları haksız uygulamalar karĢısında genelde fertlerin lehlerine karar vererek bu tür haksız uygulamalara engel olmaya çalıĢmıĢtır. Mezalim mahkemelerinde görülen davalar genellikle taraflardan biri idarenin tasarrufu neticesinde zarara uğramıĢ kiĢi ile zarar ve ziyana sebep olan idareci arasında olmuĢtur. Bazı durumlarda devletin kendisi bile bu davalarda taraf olmuĢtur. Dava açma konusunda her hangi bir sınırlandırmada söz

konusu olmamıĢtır. Zimmiler1

dahi idarecilerin haksız tasarruflarından dolayı uğramıĢ oldukları zararlarda, mezalim mahkemelerine baĢvurarak dava açmıĢlardır. Mezalim mahkemelerinde duruĢmalar aleni yani halka açık olarak yapılırdı. DuruĢmalar için tahsis edilmiĢ özel bir salon veya özel bir yer yoktu. Ancak davaların artmasından dolayı mezalim davalarına bakılması için saraylarda “Daru’ul Adl” isminde yerler yaptırılmıĢtır (Atar, 1999: 174).

Abbasiler devrinde yargı organı haline gelen bu mahkeme, Türk-Ġslâm devletlerinde değiĢik isimlerle devam etmiĢtir. Abbasi adli teĢkilât yapısını örnek alan Selçuklularda da Divan’ı-Mezâlim bulunmaktaydı (Üçok ve diğ., 2002: 153). Anadolu Selçukluları’nda ve bu devletin yıkılmasıyla kurulan beyliklerde de bu gelenek devam etmiĢtir. Mahkemelere gelen Ģikâyetleri çoğu zaman hükümdar bizzat dinleyerek Ģikâyet konusunu sonuçlandırmaya çalıĢmıĢtır. ġikâyetler memur ve reayanın ekonomik durumuyla ilgili, divan görevlileri ve vakıflarla ilgili veya kadı gibi üst düzey devlet erkânının Ģahsiyetlerle ilgili de olabilmekteydi. Bu durumda çözüm mercii hükümdarın bizzat kendisi veya o sırada Divan- ı Mezalim’e gelmemiĢse vekili olan vezir olmuĢtur. Osmanlı Devleti’nde de hem Klasik dönemde var olan, hem de Tanzimat’tan sonra teĢkil olunan Nizamiye Mahkemelerinin meĢruiyet kaynağı da yine bu mahkemeler olmuĢtur (Cin ve Akgündüz, 1990: 267).

Osmanlı Devletindeki Divan-ı Hümâyun’un adli fonksiyonlarını üstlenmiĢ olan bu kurul, Sultan’ın yanında Silahdar, Candar, Büyük Emirler, dö rt mezhebe ait Kadıaskerler, Kad-ül Kuzzat (Kuddat)lar ve de Kahire Muhtesibi’nden oluĢurdu. Ayrıca hususi Dar’ül-Adl Müftüleri de vardı (Cin ve Akgündüz, 1990: 268).