• Sonuç bulunamadı

Ġslâm Hukuku ve Özellikleri

BÖLÜM 1: OSMANLI DEVLETĠ ÖNCESĠ TÜRK-TÜRK ĠSLÂM

1.2. Ġslâm Devletinde Hukuk ve Yönetim AnlayıĢı

1.2.3. Ġslâm Hukuku ve Özellikleri

Ġslâm hukuku, ilâhi bir hukuk sistemidir ve günümüzdeki hukuk sistemlerinden farklı olarak kendisine has bazı özellikleri barındırmaktadır. Ġslâm hukukunun kökeni, temelde Allah’ın iradesi iken beĢeri (insanlar tarafından oluĢturulan) hukuk sistemlerinin kökeni ise insan iradesine dayanmaktadır (Cin ve Akgündüz, 1990: 103-104).

Müslümanların Medine’ye hicret etmelerinden sonra kurulan Ġslâm Devleti’nin ilk anayasası olarak da görülen Medine Vesikası, Ġslâm Hukukunun oluĢmasında temel

1

Divan-ı inĢa; Ġslâm devletinin ilk dönemlerinde devletin gizli ve önemli iĢlerini doğrudan halifeye bağlı olarak çalıĢan “sır kâtipleri” tarafından yerine getirilirdi. Abbasîler bu tür iĢlerin görülmesi için ayrı bir daire ku rmuĢlardır. Vezirlerin yönetim ve denetimi altında çalıĢan bu daireye “divan-ı inĢa” adı verilmiĢtir (Karatepe, 2004: 49; Üçok ve diğ., 2002: 145).

2

Divan-ı berid: Ġslâ m devletlerinde posta ve haberleĢme iĢlerin i yürüten örgüte verilen addır (Üçok ve diğ., 2002: 145; Ortaylı, 2007: 60; Karatepe, 2004: 49).

3 Divan-ı cünd: Hz. Öme r za man ında askerlerin künye, sicil, maaĢ ve görevleriyle ilgili kayıtla rı tutma k üzere o luĢturulan divana sonraki dönemlerde “divan-ı cünd” adı verilmiĢtir. Askerlikle ilgili tü m iĢler “divan-ı cünd” tarafından yürütülür, orduya katılmak isteyenler ve askerlikle ilg ili dilekleri o lanlar bu divana baĢvururlardı. Günümü zdeki savunma bakanlığının karĢılığıd ır (El-Mâverdi, 1976: 231-234;Üçok ve diğ., 2002: 145; Karatepe, 2004: 50; Ortaylı, 2007: 61).

4

Cizye ve haraç gelirleri, bu vergilerin toplanmasıyla uğraĢan divana verilen addır (Ortaylı, 2007: 60; El-Mâverdi, 1976: 235).

5

BaĢlıca yazıĢ mala rın yapıld ığı, tasdik edilip gözden geçirildiği d ivana divan’ul-hatem denilmektedir (Ortaylı, 2007: 61).

6

Divan’ul-beyt’ul ma l, günümüzde ki Maliye bakanlığ ının ka rĢılığıd ır. Emlâ k iĢleri, miri gelir ve ma l varlığ ı ile ilg ili iĢleri yürütürdü. Bu bürolar çekirdek halinde birer bakanlıktı (Ortaylı, 2007: 61).

teĢkil etmiĢtir. Temelleri VIII. yüzyıla dayanmakta olan ve Ġslâm hukukçuların tartıĢmaları sonucu temel kavramları ve terminolojisi ortaya çıkan Ġslâm hukuku, Müslüman bir devletin veya hükümdarın icadı olmamıĢ, daha ziyade Müslüman ümmetin ortak eseri ve malı olmuĢ, X. ve XI. yüzyıllarda yazılı biçimde, klasik hukuk metni haline gelmiĢtir (Imber, 2006: 285).

Ġslâmi anlayıĢa göre Kur’an ve Sünnet’te açıkça ortaya konan Ġslâm’ın değiĢmez ve ebedi ilkelerine dayanan ve bu temel kaynaklardan getirilen delillerle, “hâkimiyetin Allah’a ait olduğu; kâinatın Allah’ın mülkü olduğu ve bu yüzden hukukun bir tek kaynağı bulunduğu” belirtilmiĢtir. Buna göre, “Allah’ın emirleri, insan topluluklarını, devlet de dâhil, bütün cihanı yönetir” yorumu, Ġslâm’ın birliği ve devamlılığı bakımından Ġslâm tarihi boyunca çok önemli bir rol oynamıĢtır (Ġnalcık, 2005: 39; Ġnalcık, 2006: 75).

Ġslâm hukukuna “fıkıh” da denilmektedir. Fıkıh sadece dini kural ve ibadetle ilgili değil aynı zamanda kiĢi ve toplum yaĢayıĢının kurallarını da içermektedir. Fıkıh içinde “hukuk” bağımsız bir bölüm olarak ayrılmıĢ olmadığından dolayı, Ġslâm hukuku “kamu hukuku” ve “özel hukuk” gibi bölümlere ayrılmamıĢ, ancak bazı hukuk kuralları gruplaĢtırılarak belli adlar altında toplanabilmiĢtir. Bütün bu kurallar içinde bugünkü anlamıyla özel hukuka ait olanları “Muamelât” ana baĢlığı altında toplanmaktadır. Muamelât içinde evlenme ve boĢanmayla ilgili olan konular “Münakâhât (nikâhlanma) ve “Müfarakat” (ayrılma-boĢanma), miras hukukunu konu alanlar “Feraiz” (mirasın paylaĢım hesabı) adıyla anılmıĢlardır. Ceza hukukuyla ilgili kurallar kısmı ise, “Ukubat” (cezalar) baĢlığı altında toplanmıĢtır (Ortaylı, 2007a: 62; Üçok ve diğ., 2002: 49).

Ġslâm hukukunun baĢlıca dört esas kaynağı vardır (Ortaylı, 2007a: 62-63; Üçok ve diğ., 2002: 50; Abacı, 2001: 38-41). Ġslâm Hukukçuları, Ġslâm hukukunun esas kaynağını doğrudan doğruya “Ġlâhi Vahye” dayandırmıĢlardı. Allah, peygamberi vasıtasıyla dünyaya indirdiği Kur’an’da insanoğluna ebedi kelâmını bildirmiĢtir. Bundan dolayı Kur’an, Ġslâm hukukunun temel kaynağıdır. Kur’ân-ı Kerim’de hukuki düzenlemelere ait ayetler, diğer sahalara ait olan hükümlerden azdır. Bir baĢka ifade ile Kur’ân-ı Kerim’in, hemen hemen % 95’i itikad, ibadetler, ahlâki faziletler, ibretli kıssa ve öğüt gibi hususları ihtiva ederken ancak % 5’i kadarı hukuki ve siyasi düzenlemeyle ilgilidir.

Hukuki düzenlemelerle ilgili ayetleri tasnif edecek olursak: aile hukukuna a it 70, medeni hukuka ait 70, ceza hukukuna ait 30, muhakeme usulüne ait yaklaĢık 13, anayasa hukukuna ait yaklaĢık 10 ayet, devletler hukukuna ait yaklaĢık 25, iktisadi ve mali hükümlere ait ise yaklaĢık 10 kadar ayet bulunmakladır. Yani en geniĢ değerlendirme ile hukuki düzenlemelerle ilgili ayetlerin sayısı yaklaĢık 238 kadardır (Armağan, 1992: 3-4).

Ġslâm hukukunun ikinci kaynağı, Allah’ın, insanlara bir örnek ve rehber olarak gönderdiği Hz. Muhammed’in sözleri, eylemleri ve davranıĢlarından oluĢan Sünne t’tir. Usul- i fıkıh âlimlerine göre ise Hz. Peygamber’den Kur’ân dıĢında ortaya çıkmıĢ olan söz, fiil ve takrirleriyle birlikte, yapılmasını övdüğü, kendisinin yaptığı veyahut yapılırken görüp de mâni olmadığı Ģeylerin hepsine sünnet denir (Armağan,1992: 5; Üçok ve diğ., 2002: 52-53).

Bu ilâhi kaynaklara ek olarak, hukukçular hukukta kıyası, hukuk i görüĢlerde ittifakı (icmayı ümmet) ve teamülü (örf, âdet) hukukun ilave kaynakları olarak saymıĢlardır (Imber, 2006: 285-286; Üçok ve diğ., 2002: 50-55; Karatepe, 2004: 27-28, Ortaylı, 2007a: 62).

Ġslâm dini, tüm kurallarıyla bir bütün oluĢturur. Bu kurallar inanç ve ibadete ait olanlardan günlük yaĢayıĢa ait olan ilkelere kadar bütün yaĢam alanını kapsamaktadır. ĠĢte bu kuralların hepsine birden “Ģeriat” denilmektedir. ġeriat’ın sözlük anlamı “açık, doğru ve düz yol, cadde veya suyolu” manalarını ifade etmektedir. Hukuki anlamı ise, “Allah’ın, peygamberler vasıtasıyla kullarının mutluluğu için ortaya koyduğu hükümler” Ģeklinde açıklanmaktadır. Ancak buradaki hükümler itikadi yani inançla ilgili hükümler olabileceği gibi; ameli hükümler yani insanlar arasındaki ve insan ile Allah arasındaki münasebetlerle ilgili hükümler ya da sadece ahlâkı ilgilendiren hükümler de olabilirdi. Bu nedenle Ģeriat denince, ilahi bir dinin değiĢmez temel ilkeleriyle, zamana göre değiĢebilen her çeĢit hükümler akla gelmektedir. Osmanlı hukukunda çok sık kullanılan “ġer” kelimesi de Ģeriatın eĢ anlamlısıdır (Cin ve Akgündüz, 1990: 103; Üçok ve diğ., 2002: 48).

Ġslâmiyet, gerek kamu hayatını gerekse bireyler arasındaki iliĢkileri düzenleyen ve dini temellere dayanan ġeriat’ı tek bir kanun olarak görmüĢtür. Ġslâm Hukuku’nu hayata geçiren, hükümlerini gerçekleĢtiren devleti yöneten hükümdardı, ancak hiçbir hükümdar

onun özünü değiĢtiremezdi. Müslüman bir hükümdar, unvanı ister halife olsun ister sultan olsun ister padiĢah olsun, kanun koyucu sıfatını takınamaz; sadece Ġslâm kanununun, yani ġeriat’ın uygulanmasının gözeticisi olabilirdi. Dini ilimlerde yeterliliği olmayan kimselerin ġeriat üzerinde herhangi bir surette kiĢisel bir yorumda bulunma yetkisi de yoktu. ĠĢte bu esaslar, Ġslâm devletinde ġeriat’tan baĢka bir kanunun olmamasını gerektirmektedir (Imber, 2006: 286; Ġnalcık, 2005: 27).

Ġslâm Devleti’nin yapmıĢ olduğu seferlerde birçok millet ile temas sağlanmıĢ, bunlardan bir kısmı Ġslâm hâkimiyetine girmiĢ, Ġslâm ülkesinin vatandaĢları (ehli zimmet) olarak topraklarında eski iĢleriyle meĢgul olmuĢlardır. ĠĢte bu yeni coğrafi Ģartlar, örf, âdet ve teamüller ile karĢı karĢıya gelen müçtehidler, Ġslâm’ın umumi ve hususi hükümleri açısından bunları ele almıĢ, uygun bulduklarını benimsemiĢ uygun bulmadıklarını reddetmiĢ, bir kısmını ise değiĢtirerek kabul etmiĢlerdir. Böylece geliĢen Ġslâm kültür ve medeniyeti içinde Ġslâm Hukuku da malzeme, teknik ve düĢünce bakımlarından önemli geliĢmeler kaydetmiĢtir (Karatepe, 2004: 26).

Emeviler döneminde baĢlayan Ġslâm Hukuku çalıĢmaları, Abbas iler döneminde önemli bir geliĢme göstermiĢtir. Abbasiler hilafet makamını “ehli beyt1”e teslim etme niyetiyle iktidara gelmiĢler, ancak iktidara gelince bu niyetlerini unutmuĢlardır. Fethedilen yeni topraklarla Ġslâm devletinin sınırları oldukça geniĢlemiĢ, ülkenin yönetiminin ve kamu düzeninin sağlanabilmesi için bir kısım yeni örgütlenmelere gidilmesi zorunlu hale gelmiĢtir. Abbasiler bu konularda yapmıĢ oldukları ekonomik, sosyal, idar i ve siyasi düzenlemelerin Ġslâm’a uygunluğu konusunda hukukçulardan fetva almıĢlardır. Bu, ilerde baĢlayacak olan (Selçuklularda ve Osmanlılarda) geleneğin kaynağıda sayılabilir (Karatepe, 2004: 26).

Müçtehid hukukçuların çalıĢmalarını yaptıkları bölgelerin Ġslâmiyet’ten önceki örf ve âdetleri Ġslâm Hukuku’nun geliĢmesini etkilemesine rağmen Ġslâm Hukuku, özellikle metodoloji (usûl- i fıkıh) ve özel hukuk hükümleri bakımından, Roma Hukuk u ve diğer geçmiĢ hukuk sistemlerinden tamamen farklı ve orijinal bir hukuk sistemidir. Ancak bu, Ġslâm Kamu Hukuku’nun özellikle devlet yönetimi ve siyasetle ilgili hükümleri için geçerli değildir. Köprülü’ye göre, Ġslâm Kamu Hukuku ilk olarak Abbasiler zamanında

1

Ġslâm din inin son peygamberi Hz.Muhammed’in ev ahalisi ve yakın akrabaları için ku llanılan bir terimd ir.

Sasâni ve Bizans1 etkisiyle sistemleĢtirilmiĢtir (Köprülü, 1983: 19-20). Merkezi idare ve taĢra teĢkilatı, askeri, adli ve mali teĢkilatlar tam anlamıyla gene bu dönemde kurulmuĢtur (Karatepe, 2004: 26-27).

Ġslâm hukuku, iyi iĢleyen ve esnek bir yasal sistemin gerekli araçlarını sağlayabilmiĢtir. Ancak toprak sahipliği, vergilendirme ve ceza hukuku gibi özellikle bu üç alanda, çok sınırlı bir uygulama alanı vardı. Toprak mülkiyeti ve vergi konularında hukukçular gerçeklere uygun hareket etmenin yollarını bulmuĢlardır. Fakat yaptıkları Ģey kendilerinin oluĢturmadığı ve düzenlemediği, mevcut bir durumu tarif etmek için birtakım hukuki kurgular ortaya koymuĢlardır. Gerçek bir Ġslâmi ceza hukuku kavramı ise hemen hemen hiç mevcut olmamıĢ gibidir (Imber, 2006: 292).

Ġslâmiyet’in ilk yüzyıllarında, içtihat yolundan gidilerek Ġslâm hukukunda büyük geliĢmeler olmuĢ ancak Hicri III. yüzyıldan sonra içtihadın kabul edilmemesi, baĢka bir deyimle “içtihat kapısının kapatılması” üzerine bu hukuk dondurulmuĢ ve dünyadaki geliĢmeye ayak uyduramamıĢtır. Bütün Türk-Ġslâm devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı’da Türklerin, Ġslâm öncesi devlet geleneklerine büyük ölçüde bağlı kalmıĢ; Ġslâm hukukunun bazı konularda karĢılaĢtıkları boĢlukları kendi anlayıĢları ile doldurmuĢtur (Üçok ve diğ., 2002: 47).

1258 yılında Moğolların Ġslâm âleminin ilim merkezi olan Bağdat’ı istila etmesi üzerine, sosyal, ekonomik, kültürel ve dini konularda olduğu gibi, hukukta da bir fetret devri baĢladığı kabul edilmiĢtir. Moğol istilası, Ġslâm âlemini sadece siyasi açıdan değil, ilmi ve fikri açıdan da olumsuz bir Ģekilde etkilemiĢtir. Hukuk tarihçileri, bu istiladan sonraki dönemi tam bir taklit devri olarak nitelendirmektedirler (Cin ve Akgündüz, 1990: 134-135).