• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devleti’nde ġikâyet Hakkı

BÖLÜM 1: OSMANLI DEVLETĠ ÖNCESĠ TÜRK-TÜRK ĠSLÂM

2.5. Osmanlı Devleti’nde ġikâyet Hakkı

Orta-Doğu devlet ve hükümet sisteminin temel prensibi, adalet kavramına dayanmaktadır. Bu anlayıĢa göre adalet, halkın Ģikâyetlerini doğrudan doğruya hükümdara sunabilmesi ve onun emriyle haksızlıkların giderilmesi demektir. “Dârü’l-adl, Divânü’l-mezâlim, Divân-ı a’lâ, teftiĢ-i memâlik ve Divân-ı Hümâyun” gibi kurumlar halktan gelen Ģikâyetlerin dinlendiği ve haksızlıkların düzeltildiği kurumlar olmuĢtur (Ġnalcık, 1965: 49; Ġnalcık, 2005: 49, 75).

Osmanlılarda yöneten-yönetilen iliĢkisinden kaynaklanan haksızlıkların ve kanuna aykırı uygulamaların hükümdara bildirilmesi yani Ģikâyette bulunabilme hakkı daha baĢlangıçtan itibaren kullanılagelmiĢ ve vergisini veren halk (reâya) ya da asker, zimmi ya da Müslüman kadın ya da erkek gibi herhangi bir ayrım olmaksızın herkesin Ģikâyet için arz sunma hakkı ve bu Ģikâyetlerin ortadan kaldırılmasını isteyebilme hakkı olmuĢtur (Karahanoğulları, 2005: 50-51; Taneri, 1992: 437; Faroqhı, 2003: 286).

2.5.1. Arz-ı Hâl ve Arz-ı Mahzarlar

Resmi bir makama, içinde bulunulan hâli bildirme, çeĢitli konulardaki Ģikâyetleri dile getirme gibi amaçlarla sunulan yazı veya dilekçeye “arz-ı hâl” denir. Türk-Ġslâm devletlerinde Ģikâyet veya istek sahibi kiĢilerin tek tek veya topluca, yazılı veya sözlü olarak arz-ı hal sundukları bilinmektedir. Arzı hâl’ler, özellikle Osmanlılarda en tabii bir hak olarak yaygın Ģekilde kullanılmıĢtır. Arz-ı hâl yerine “rikâ, ruk’a, mahzar, istida, kâğıt” ve bazen de “ariza” kelimeleri de kullanılmıĢtır. Osmanlılarda genellikle devlet görevlilerin dilekçesi için sadece “arz” kelimesi kullanılırken, reayanın sundukları dilekçeler “arz-ı hâl” olarak nitelendirilmiĢtir. Ayrıca birden fazla kiĢinin, topluluğun ya da kaza’nın yapmıĢ oldukları Ģikâyetler için yazılan dilekçelere de “Arz-ı Mahzar” olarak tanımlanmıĢtır (ĠpĢirli, 1991: 447; Ġnalcık, 2003: 118; Batıislâm, 2008: 209; Ġnalcık, 2005: 51).

Osmanlı Devleti’nde yöneten-yönetilen iliĢkisinden kaynaklanan uyuĢmazlıkları çözme görevi, “hükkâmı seyf ve siyaset olan vükelâyı devletin” görevi olarak kabul edilmiĢtir. Hâkimiyetin mutlak sahibi hükümdar, onun mutlak vekili olan sadrazam ve onun altında mahalli büyük memurlar bu görevi yerine getirmekte ve bu iktidarı kullanmıĢlardır (Karahanoğulları, 2005: 51).

Ġslâm devletinde hem icra hem de kaza gücü ile donatılmıĢ bulunan ve kamu görevlilerinin yapmıĢ oldukları haksız eylem ve iĢlemlerinden dolayı mazlumlardan gelen Ģikâyetleri inceleyen, Ģikâyetler üzerine hukuki anlaĢmazlıkları çözümleyen yüksek bir yargı organı demek olan Mezâlim divanı, Osmanlılardan önc eki Ġslâm devletlerinin temel organlarından birisi olmuĢtur (Akyüz, 1995: 11-13; Cin ve Akgündüz, 1990: 266; Karatepe, 2004: 50). Osmanlı Devleti’nde ise Ģikâyetleri dinleme ve çözüme kavuĢturma görevi, Divan-ı Mezâlim’in yerine, Divan-ı Hümâyun tarafından yerine getirilmiĢtir.

Ġslâm tarihinin ilk yıllarından itibaren halifeler, kamu görevlilerinin haksız tutum ve davranıĢlarıyla ilgili halktan gelen Ģikâyetleri dinlemiĢler ve çözüme kavuĢturmuĢlardır (UzunçarĢılı, 1970: 9; Karatepe, 2004: 50). Büyük Selçuklularda ve Anadolu Selçuklularında sultan, haksızlığa uğrayanların Ģikâyetlerini dinlemek için haftada iki kez yüce divana gelerek, haksızlıkları düzeltmeye çalıĢmıĢlardır. Nizam’ül-Mülk, “Hükümdarlar haftada iki gün halkın Ģikâyetlerini dinleyeler ve haklının hakkını

haksızdan alalar, adaleti yerine getireler. Aracı olmaksızın kendi kulaklarıyla söylediklerini dinlerler. Bundan amaç, bu haberin ülkede yayılması ve zalimlerin kötülük yapmaktan çekinmeleridir” Ģeklinde mezalim dinlenmesinin gerekliliğini belirtmiĢtir. Buradaki uygulama Osmanlı örneğine en yakın uygulama olarak göze çarpmaktadır (Ġnalcık, 2000: 158; Ġnalcık, 2003: 94; Taneri, 1992: 436; Karahanoğulları, 2005: 52).

Osmanlı’da, yönetilen reayanın padiĢaha mutlak itaati söz konusu iken buna karĢ ılık olarak da mutlak hâkimiyete sahip olan padiĢahın temel görevi de kendisine itaat eden halkının haklarını korumak olmuĢtur. Müslüman halkın itaati ile bu hak sadece onlara mahsus ya da onlarla sınırlı kalmamıĢ, gayrimüslimlerin padiĢaha itaat etmeleri halinde onların da bu haktan yararlanmaları sağlanmıĢtır (TaĢ, 2007: 188; Ġnalcık, 2000: 158). Osmanlı Devleti’nde en yetkili merci olan Divan-ı Hümâyun’a arz-ı hâl sunulması çok önemli ve yaygın bir uygulamadır. Divan-ı Hümâyun bu konuda bütün halka açık olmakla birlikte bu haktan daha çok Ġstanbul ahalisi faydalanmıĢtır. Arz-ı hâller belli bir gündem içerisinde XVI. yüzyıl sonlarına kadar Reis-ül Küttab, daha sonraki yüzyıllarda birinci ve ikinci tezkireciler1 tarafından yüksek sesle okunmuĢ, yetkililer tarafından da gereği yapılmıĢtır. Merkez teĢkilâtının yetkili makamlarına sunulan arz-ı hâllerden ayrı olarak taĢrada eyalet divanına da arz-ı hâl sunulduğu bilinmektedir (ĠpĢirli, 1991: 448). Arzuhaller, bizzat padiĢahtan baĢlayarak taĢradaki küçük idareci ve makamlara kadar yetkili her mevkiye sunulabilirdi. ġüphesiz en etkili ve ilgi çekici olanı arada herhangi bir aracı olmaksızın, doğrudan padiĢaha sunulan arzuhaller olmuĢtur (TaĢ, 2007: 189; ĠpĢirli, 1991: 447).

ġikâyetlerin bizzat sunulması veya gönderilmesi yolundan baĢka padiĢahların doğrudan doğruya halktan Ģikâyet topladığı veya direkt olarak dinlediği de olmuĢtur. Hükümdar, Cuma namazında, ava çıkarken, sefere giderken veya gelirken değiĢik Ģekillerde de halkın dilekçelerini kabul etmiĢtir. Halkın Ģikâyetlerini almak için bu gibi olanakları hükümdar ne kadar çok tekrarlarsa, o derece âdil olacağı kabul edilmiĢtir. Hükümdara doğrudan doğruya eriĢebilmek, Tanrı’dan baĢka kimseye karĢı sorumlu olmayan tek otorite olan hükümdarın, haksızlığı giderebilecek en yüksek otorite olması, kendisinin

1

Tezkireci: Osman lı döneminde, sadraza m ve diğer vezirle re öze l kale m müdürlüğü yapan görevlilere verilen addır(ĠpĢirli, 1991: 448).

otoritesini temsil edenlerin hepsinin üstünde bulunması ve onların görevlerini kötüye kullanarak yaptıklarını ancak hükümdar tarafından düzeltilebileceğinden dolayı çok önemli sayılmıĢtır. Türk-Ġslâm devlet geleneğinde hükümdar her zaman adaletin son baĢvuru ve talep yeri ola gelmiĢtir (Ġnalcık, 2005: 49).

Halk tarafından sunulan arz-ı hallerle baĢta padiĢah olmak üzere sadrazam ve diğer yetkililer tarafından (görevde bulunan tüm vezirler, eyaletlerde beylerbeyi, sancaklarda sancakbeyi) ilgilenilmiĢ, Ģikâyetler sebebiyle gerektiğinde sadrazam, beylerbeyi, kadı vb. yöneticiler idam da dâhil olmak üzere ağır Ģekilde cezalandırılmıĢtır (ĠpĢirli, 1991: 447).

Koçi Bey, Sultan Ġbrahim’e sunduğu meĢhur risalesinde, halkın Ģikâyetlerinin nasıl dinleneceği ve onların vermiĢ olduğu arzuhallerinin nasıl kabul edileceği hususunda özel bir bölüm düzenlemiĢtir. Burada, sunulan arzuhallerin bizzat padiĢahın emriyle kapucular kethüdası tarafından toplanması, padiĢahın bunları tek tek okuması ve sadrazama bir hatt- ı hümayunla ilgilenmesi için göndermesinin âdet olduğu belirtilmiĢtir (Koçi Bey, 1997: 85-89). Ayrıca devlet idaresinde ve toplum hayatında görülen bozukluklara dair genel bir Ģikâyet mahiyetinde hükümdara “manzum veya mensur1” arzuhallerde sunulduğu da olmuĢtur (Batıislam, 2008: 210-216).

2.5.2. Arz-ı Hâl ve Arz-ı Mahzarların Özellikleri

Arz- ı hâl ve arz- ı mahzar sunanlar, gönderdikleri dilekçeleri daha da kuvvetli ve tutarlı hale getirebilmek için fetva, i’lâm, arz ve telhis gibi belgelerle, müftüden aldıkları bir fetva ile dilekçelerinin haklılığını desteklemeye çalıĢmıĢlardır. Bilhassa idarecilerden dolayı yazılan Ģikâyetle ilgili mahzar ve arzuhallerde bu âdeta bir zaruret halini almıĢtır. Mahzar sahipleri, genellikle kadıya müracaat ederek arz ettikleri hususu i’lâmla teyit ve tasdik edip durumun Ġstanbul’a bildirmesini rica etmiĢlerdir. Dilekçe sahipleri gerek memur gerek halktan birisi olsun yazdıkları dilekçede, doğru ya da yanlıĢ olsun Peygamber dönemine uzanana dek tüm uygulamalara dinsel bir değer eklenmiĢtir. Kendilerini haklı çıkartabilmek için sülalelerini bir Ģekilde bir yerlere dayandığını gösteren dilekçeler de mevcuttur. Ayrıca dilekçe sahipleri dilekçelerini resmi belgelere

1

Yönetimdeki bozu kluğun çok açık bir Ģekil a ldığ ı III. Murat döneminde bir arzuhalde sunulan gazel buna güzel bir örnek teĢkil etmektedir. Burada padiĢ ahın ilgisizliğ i açıkça tenkit edilmektedir (ĠpĢirli, 1991: 447).

dayandırarak iddialarını güçlendirmeye de çalıĢmıĢlardır (ĠpĢirli, 2003: 399; Faroqhı, 2003: 288-289).

Mahzarlar, Ģikâyet, talep, teĢekkür vb. amaçlarla ilgili makamlara birden çok kiĢinin imzasıyla gönderilen arz-ı hâllerdir. Mahzar verenler genellikle bir ferman çıkarılarak uğradıkları haksızlığın giderilmesini, taleplerinin yerine getirilmesini isterlerdi. Mahzardan dolayı çıkan fermanlar ayrıca kadı siciline de kaydedilirdi. Osmanlı Devleti’nde de toplu dilekçe geleneğini yansıtan mahzarlar sivil halk ve idareci kesim arasındaki bağları, devletin sosyal zümrelere karĢı tutumunu belirtmesi açısından oldukça önemlidir. Mahzarlar Ģekil bakımından büyük ebatta ve tek parça halinde düzenlenmiĢlerdir. Osmanlı toplumunda konuĢulan çeĢitli dillerin olması nedeniyle değiĢik dillerle düzenlenmiĢ olan Ģikâyet dilekçeleri olmakla birlikte yazılan mahzarlar sınırlıdır. Arapça mahzarlarda genellikle nesih, bazen harekeli nesih ve diğer yazı türleri de kullanılmıĢtır. Arapçanın konuĢulduğu bölgelerden Arapça, Balkanlardan Rumca, Sırpça ve Bulgarca, Kafkaslardan Gürcüce mahzarlar merkeze gönderilmiĢtir. Mevcutların büyük çoğunluğunu teĢkil eden Türkçe mahzarlarda imlâ, ifade ve üslûp itibariyle bilhassa XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yerleĢmiĢ bir geleneğin oluĢtuğu dikkati çekmektedir (ĠpĢirli, 1991: 447).

Hitap, dua ve bitiĢ formüllerinin bulunduğu arzuhallerin esas kısmında dilekçe sahibinin kendisini tanıttığı “ta’rif-i nefs”, sahip olduğu vasıfları ifade eden “beyân-ı istihkak” ve istekleri belirten “beyân-ı matlab” yer almakta, dilekçenin amacı ise “mâruz-ı çâker-i kemineleridir ki” diye yapılan giriĢle anlatılarak, “o l babda ve kâtibe-i ahvalde emr-ü ferman hazreti men- lehül emrindir” diye bitirilir ve arzuhalin sonunda ise istek sahibinin yine belirli formüller Ģeklinde verilen imzası bulunmaktadır1. Bazı yönleriyle günümüzdeki dilekçeye benzerlik göstermekle birlikte oldukça geliĢmiĢ bir Ģekilde ve kalıplaĢmıĢ ifadelerle düzenlenmiĢ olan arzuhallerin yazılması kolay olmadığı ve o

1

Hükü mdara bir kiĢi veya zü mre tarafından ağır ithamlar taĢıyan imzasız arzuhaller sunulduğu da olmuĢtur. PadiĢah bunlarla da yakından ilgilen miĢtir. Ancak bu tip imzasız arzuhallerin, çeĢitli yollar deneyerek sahibini bulmaya çalıĢılırdı. Meselâ ġeyhülislâm Ebû Said Efendi’den Ģikâyet eden ve azlini isteyen ulemâ adına bir arzuhal yazılarak Üsküdar bahçesinde rikâb -ı hü mayuna sunulmuĢ, fakat sunan kiĢi teĢhis edilememiĢtir. Sadrazam, Ģeyhülislâm ve kazaskerler saraya davet edilerek arzuhal o kunmuĢ ve padiĢah arzuhal sahibinin bulunup cezalandırılmasın ı istemiĢtir. Sadrazam, yaptığ ı araĢtırma sonunda arzuhalin Meme kzâde Mustafa Efendi ile ma zul kadılardan Bursalı Mehmet Efendi tarafından yazıld ığı kanaatine varmıĢ ve bu Ģahıslar arpalıkları olan Prevadi ve Bo zcaada’ya sürgün edilmiĢlerdir. Ayrıca, sunulan arzuhallerin kötü bir niyetle verildiği an laĢılırsa hükü mdar bunları yakarak veya yırtarak imha etmiĢtir (ĠpĢirli, 1991: 448).

devirlerdeki okuma yazma oranının düĢük seviyelerde olması nedeniyle zamanla arzuhalcilik adıyla bir mesleğin de ortaya çıkmasına sebep olmuĢtur. Kendine özgü belirli kuralları bulunan arz-ı hâl, özel kâğıtlara yazılarak, kâğıt önce ortasından ve üst kısmından ikiye katlanır, bu çizgi üzerine Besmele yerine geç mek üzere bir iĢaret konulur, daha sonra dörde katlanan kâğıdın her bölümüne arz-ı hâl verilen makamın ve makam sahibinin rütbesine göre değiĢen, yazılması zorunlu ifadelere yer verilirdi (ĠpĢirli, 1991: 448; Batıislam, 2008: 209-210).

2.5.3. Arz-ı Hâl ve Arz-ı Mahzarlarda Geçen Konular

Dilekçelerde yer alan Ģikâyet konularına gelince; “arz-ı mahzar veya arz-ı hâl” gönderilmesi, dilekçe sahibi ya da sahiplerinin mutlaka bir zarar veya uğradığı bir haksızlığın gidermek için yazılmıĢ olması gerekmektedir. Zarar gören taraf, bir Ģahıs, bir grup veya bir kurum da (vakıf gibi) olabilmiĢtir. Genel olarak yapılan Ģikâyet dilekçelerine bakıldığında anlatılan haksız ve zararlı durum, eĢkıyanın veya devlet yöneticilerinin (kamu görevlisi/devlet yetkilisi) yapmıĢ oldukları soygunculuk, bir mahkeme kararını tanımama, borcu ödememe, genellikle kanuna aykırı hareketlerden doğma gibi nedenlerden kaynaklanmıĢtır. Bir yöre halkının yıkık bir köprünün tamiri için baĢvurmaları da aynı kategoride sayılmıĢtır. Köylülerin toprak anlaĢmazlıkları veya bir tımar-erinin köylüden alamadığı vergiler de bir Ģikâyet konusu olmuĢtur. Esnaflar da, nizamlara aykırı hareket edenleri Ģikâyette bulunmuĢlardır. Bütün bu hallerde, söz konusu olan Ģey, özel zararlar olmuĢ, kamu zararı Ģikâyet konusu olmamıĢtır. Kamuya ait iĢler Mühimme defterinde kayıtlı hükümlerle karĢılanmıĢtır. BaĢlıca Ģikâyet konuları Ģu kategorilerde toplanmıĢtır (TaĢ, 2007: 189; ĠpĢirli, 1991: 447; Ġnalcık, 2005: 57-71);

Kadı’nın verdiği hükmü veya hüccet1i(mahkeme tutanağının suretini) tanımayan ve gereğini yerine getirmeyenlere karĢı yapılan Ģikâyetler,

Reayadan birisinin, yaĢama dair kimi haklarının, gündelik hayat içerisinde kendisi gibi reayadan olanların eĢkıyalık, zorbalık, faiz ile halka borç para verip tefecilik gibi hareketlerden dolayı tehlikeye düĢmesi halinde bu durumun düzeltilmesi ve/veya engellenmesi için yapılan Ģikâyetler (Belge I,

1

Osmanlı hukuk terminolo jisinde Ģahitlik, ikrar, ye min manalarına gelen hüccet, asıl olara k kadı’nın hükmünü ihtiva etmeyen, taraflardan birinin ikrarını ve diğerinin de bu ikrarı tasdikini içinde bulunduran ve üst tarafında bu belgeyi düzenleyen kad ı’nın mühür ve imzasın ı taĢıyan yazılı belgedir. Tan zimat’tan sonra hüccet kavramı yerine senet kavramı kullanılmıĢtır (Akgündüz, 1988: 66).

II, IV),

Doğrudan padiĢah tarafından yetkilendirilmiĢ ve görevlendirilmiĢ yöneticilerin yaptıkları bir haksız uygulamadan yapılan Ģikâyetler (Belge VI, VII, VIII),

KiĢiler arasında hak davaları hakkında yapılan Ģikâyetler

Askeri sınıftan olanların, kanun dıĢı reayadan eĢya ve para almalarının önlenmesi için yapılan Ģikâyetler (Belge VI),

Devlet yöneticilerinin (kamu görevlisi/devlet yetkilisi) halktan, kanuna aykırı olarak a l m ıĢ o ld u ğu vergilerden ve kanuna aykırı bir Ģekilde görev veya ücretin istenmesinden dolayı yapılan Ģikâyetler (Belge IX, X),

Devlet yöneticilerine karĢı, sırf Ģahsi kin veya husumetten dolayı yapılan, geçerliliği olmayan uydurma Ģikâyet dilekçeleri (Belge V),

Vakıflar hakkında gönderilen Ģikâyet dilekçeleri,

Yardıma muhtaç durumda olan devlet yöneticilerinin, bu durumlarını devlete bildirmek için yapılan Ģikâyetler (Belge III).

Manzum ya da mensur olsun arz- ı hâl ve arz- ı mahzarlar, Osmanlı toplumunda yaĢayan kiĢi veya kurumların Ģikâyetlerini dile getirme yöntemlerini, halkla padiĢah ya da idareciler arasındaki iletiĢimi, devletin Ģikâyetlere iliĢkin tutumlarını göstermesi ve halkın döneminin devlet adamlarıyla olan iliĢkisini, beklentilerini ve isteklerini dile getirme biçimleri gibi daha birçok konuda bilgi içermeleri nedeniyle önemli bir tarihi belge niteliği taĢımaktadırlar (Batıislam, 2008: 217).

Bu Ģikâyet dilekçeleri ve Ģikâyet dilekçelerine cevap olarak PadiĢah’ın gönderdiği hükümler1, bu hüküm ya da hükümlerin kopya edilmiĢ olduğu ġikâyet Defterleri’ndeki iĢlem ve vesikalar, Osmanlı bürokrasisinin, Ģahısların veya bir yerdeki toplumun ihtiyaç ve sorunlarını nasıl öğrenilip karĢılandığının, buna ait idari iĢlemlerin nasıl

1

Veziria za mı ilgilendiren bütün beylik-siyasi iĢlere a it e mirlerin, bu arada hükümdar adalet inin yerine getirilmesi iĢlemi bir PadiĢah hükmüne konu olmuĢsa, bu hükümlerin kopyaları veya tutanakları baĢlangıçla Mühimme defterlerine kaydolunurken, 17. yüzyılda, Mühimme defterlerine giren hükü mler, konularına göre ayrı defterlere geçirilmeye baĢlanmıĢ, Ģikâyetler üzerine yazılan Pad iĢah h ükümleri “ġikâyet Defterleri”ne yazılmaya baĢlanmıĢtır (Ġnalcık, 2005: 49-50).

yürütüldüğünü anlayabilmemiz açısından büyük önem arz etmektedir (Ġnalcık, 2005: 70).