• Sonuç bulunamadı

Örfi Hukukun Kaynağı ve GeliĢimi

BÖLÜM 1: OSMANLI DEVLETĠ ÖNCESĠ TÜRK-TÜRK ĠSLÂM

2.2. Osmanlı Hukuku’nun ġer’i ve Örfi Yönü

2.2.2. Örfi Hukukun Kaynağı ve GeliĢimi

Osmanlı yönetim geleneğinde Ģeriat karĢısında sırf kamu yararı için hükümdarın kendi iradesiyle bağımsız kanunnâmeler çıkarması hem Ġslâmi esaslara göre hem de eski Türk devlet geleneğine göre yapılmıĢtır. Osmanlı padiĢahlarından önce Müslüman hükümdarlardan MelikĢah, Delhi Sultanları ve Ġlhanlılar da kanunnâmeler çıkarmıĢlardı (Ġnalcık, 2000: 167; Ġnalcık, 2005: 32-33; Ġnalcık, 2009a: 230).

Osmanlı hükümdarının hukuki düzenleme yapmasını ve kendi iradesiyle bağımsız kanunnâmeler çıkarmasını iki temel kaynağa bağlamak mümkündür. Bu kaynaklardan ilki eski Türk devlet geleneğine göre hâkimiyetinin kaynağını Tanrı’dan alan hükümdar, bu anlayıĢın sonucunda kurallar koymuĢtur. Hükümdarın yeni kurallar koyabilmesi hem hükümdarın hem de devletin bağımsızlığının da bir göstergesi olmuĢtur. Osmanlı padiĢahının hukuki düzenleme yapmasını ve kendi iradesiyle bağımsız kanunnâmeler çıkarmasının ikinci kaynağı ise geçmiĢi eski Mezopotamya uygarlıklarına kadar giden ve Sasaniler aracılığıyla önce Selçuklular’a oradan da Osmanlılara ulaĢan bir Ġslâm devleti geleneğidir. Hüküm koyma yetkisini elinde bulunduran Halife, önce Selçuklular’ın meĢruiyetini tanımıĢ, Selçuklular da bu gücün Osmanlılarca kullanılmasına izin vermiĢlerdir. Bu geleneğin ilginç bir yansıması olarak eski Ġran’da hükümdarlar, özellikle devlet görevlilerinin haksız vergi toplayarak halkı soymaları ve halka zulmetmelerini engelleyebilmek için vergi toplama kurallarını herkesin görebileceği yerlere taĢ kitabeler yazarak diktirmiĢtir. Halkının mutlu ve refah içinde

1

Os manlı Devleti’nin ilk dönemlerinde, padiĢahın belirli konularda dü zenleyic i kura lla r ve yasakların çiğnenmesi halinde uygulanacak olan cezaları ihtiva eden kanun hükümlerine yasaknâme denmiĢtir (Akgündüz, 2002: 31).

yaĢamasından sorumlu olan hükümdarlar da bunu sağlayabilmek için özellikle Abbasilerden itibaren Dar’ül Adl’de ya da Divan’larda halkın her türlü Ģikâyetlerini dinlemiĢler ve Ģikâyet sebepleri haklı bulunduğu takdirde de bu sorunların çözümü için yeni düzenlemeler yapmıĢlardır. Osmanlı hükümdarları da bu iki hukuk kaynağını esas alarak zaman içerisinde çeĢitli nedenlerden dolayı değiĢiklikler getirerek hukuk alanında düzenlemelerde bulunma geleneğini devam ettirmiĢlerdir. Bu durumun devam ettiğinin göstergesi ise Kanunnâmeler, Adâletnâmeler çıkarmak olmuĢtur (Abacı, 2001: 30-32). ġer’i hukukun yanında, padiĢahın kendi iradesi ile koymuĢ olduğu kurallardan oluĢan bir hukuk alanı daha vardı ki, buna “örfi hukuk” denilmektedir (Durhan, 1999: 216-217; Üçok ve diğ., 2002: 186).

Örfi hukukun temel sahası, “Ģer’i hukukun düzenlemediği alanlar” olarak kabul edilmekle birlikte, Osmanlı Devleti’nde ve ondan önce kurulmuĢ olan Türk-Ġslâm devletlerinde de devleti yönetenler; “kamu yararı ve kamu düzeni” prensiplerine dayanarak, örf’i kural koyma yetkilerini geniĢ bir alana yaymıĢlardır (Ġnalcık, 2005: 42; Ġnalcık, 2006: 78; Durhan, 1999: 227).

Örfi hukuk’ta temel kural olan, “Ġslâm’ın ve halkın hayrına olması prensibi (Ġslâmi terminoloji i le istislâh prensibi)”, Müslüman cemaatinin genel menfaati ve toplumun temel ihtiyaçları söz konusu olduğunda (istihsân prensibi) bağımsız siyasi otoriteyi ve onun kural koyma gücünü geçerli kılan temel ilke ler olarak kabul edilmiĢtir. Aynı mantık, Sultan’ın otoritesinin bağımsız niteliğini ve bağımsız kanun yapma yetkisini savunmak için Osmanlılar zamanında da tekrarlanmıĢ, bu durumu ifade için daima “ġer” ve “Kanun”, “Din’ü Devlet” terimleri kullanılmıĢtır (Ġnalcık, 2005: 42; Ġna lcık, 2006: 78).

Sultan’ın dini otoriteye dayanmadan, bağımsız egemenliğinin bir sonucu olarak ġeriat’tan ayrı olarak kanun yapma faaliyetinin geliĢimi, X. ve XI. yüzyıllarda Ġran’da Büveyhioğullarının ve Büyük Selçukluların fiilen egemen olmasıyla güç kazanmıĢtır. Özellikle, Selçuklu sultanının askeri-siyasi otoritesi, o dönemde Ġslâm dünyasının ve Hilâfet’inin içine düĢtüğü kötü durumdan kurtarılması için hayati bir önem kazanmıĢtır. Böylece, mutlak otorite ve adalet kavramlarına dayanan eski Ġran devlet anlayıĢı yaygın hale gelirken, güçlü Türk hanedanları devlet idaresinde fiilen bir kuvvetler ayrılığı prensibini de beraberinde getirmiĢlerdir. Müslüman Türk devletleri Orta Asya devlet

geleneğinin bir gereği olarak kağan (bey) ve töre (yasa) geleneklerini yürürlüğe koymuĢlar ve kurdukları devletlerde bu uygulamayı hükümdar otoritesinin temeli yapmıĢlardır. Türk hükümdarları ve yöneticileri, kamu otoritesi ve bu otoritenin mutlak bağımsızlığını koruma konularında çok duyarlı olmuĢlardır. Kamu yönetimini daima kendi devlet ve hukuk anlayıĢları doğrultusunda örgütleme hakkına sahip oldukları kanısını taĢımıĢlardır. ġekil bakımından yasalar, pratik alanlarda sultanın emirleri biçiminde çıkmakla birlikte, teoride bu genel kurallar kanun olarak yorumlanmıĢtır (Ġnalcık, 2005: 27-41; Ġnalcık, 2006: 77-78).

Osmanlı örfi hukukunun geliĢmesinde, Fatih devri kesin bir dönüm noktasını teĢkil etmektedir. Çünkü Osmanlı teĢkilâtının ve hukukunun, vergiler ve baĢka alanlarda, bazı örfi kanun ve kurumlarda Bizans’tan da örnekler alınarak, Fatih Sultan Mehmet tarafından meydana getirilmiĢtir. Fatih devrindeki hukuki geliĢmeler, temel bir faktöre dayanmaktadır ki o faktör de, Ġstanbul’un fethinden sonra Fatih’in sınırsız bir otorite kazanması, merkezi ve mutlak bir yönetimi, kesin olarak kurma çabasıdır. NiĢancı Leyszâde’ye göre, bunca fütuhat ve özellikle Ġstanbul’un fethi gibi büyük bir baĢarı üzerine Fatih’in, atalarının kanunlarını toplayıp tamamlamak suretiyle bir kanunnâme vücuda getirmesi zorunlu görülmüĢtür. Fatih’in, biri devlet teĢkilâtına, öteki reaya ile ilgili idare, maliye ve ceza alanlarına ait çıkarmıĢ olduğu iki kanunnâme, bâb ve fasıllara ayrılmıĢ, olabildiği kadar sistemleĢtirilmiĢ resmi kanun metni niteliğindedir. Bu kanunnâmeler ile Fatih, eski Türk devlet yönetim geleneğinde töre ve yasaların, devlet kuran büyük hakanlar tarafından ebedi kanunlar olarak ilân edilme geleneğini de devam ettirmiĢtir (Ġnalcık, 2000: 158; Ġnalcık, 2005: 32-35; Ġnalcık, 2009a: 230-232; Shaw, 2004: 89; Veldet, 1999: 156-157).

Fatih, NiĢancı Leyszâde’ye, Divan’da amel edilmek üzere bir kanunname tanzim etmesini emretmiĢ, o da Fatih’ten önce ataları zamanında geçerli kanunları bir araya getirmiĢ, bunu PadiĢah gözden geçirmiĢ, eksik kalan noktaları bizzat tamamlamıĢtır. NiĢancı, bu kanunnâmenin PadiĢah’ın ağzından nakil suretiyle meydana getirildiğini iĢaret etmektedir. Kanunnâmenin baĢında PadiĢahın b ir hattı, yani doğrudan doğruya kendisi tarafından: “Bu kanunnâme atam ve dedem kanunudur, benim dahi kanunumdur; evladı kiramım neslen ba’de neslin bununla âmil olalar” Ģeklinde yazılmıĢ bir emri de bulunmaktadır (Ġnalcık, 2000: 172; Ġnalcık, 2005: 33).

Ayrıca bu kanunnâme doğrudan doğruya devlet teĢkilâtına ait kuralları, yani tam anlamıyla örfi kanunları içine almıĢtır. Yine metinde Fatih, “ahval-i saltanata nizam” verdiğini belirtmiĢtir. Hükümetin kuruluĢ tarzı, hükümet erkânı, yetkileri ve protokol, padiĢahla olan iliĢkileri, rütbe ve dereceleri, terfiler, maaĢ ve emeklilikleri, cezalar gibi konular, ġeriat’a göre değil, PadiĢahın bizzat kendi iradesiyle belirlenmiĢtir (Ġnalcık, 2005: 32-34; Ġnalcık, 2009a: 231-232).

Fatih’in ikinci kanunnâmesi reaya kanunudur1; yani daha çok vergi yükümlüsü tebaanın vereceği örfi vergileri gösteren kanunnamedir ve dört bölümden oluĢmuĢtur. Kanunnâmenin ilk bölümü, yani Kanun- i Yürükan’a kadar olan ilk kısmı, Müslümanlara ait bölümüdür. Orada çift resmi sisteminden sonra Ġslâmi bir vergi olan öĢrün çeĢitli durumlara göre miktarları ve toplama Ģekli ve âdet olarak yerleĢmiĢ devlet resimleri (pazar bâc’ı, vb.) yer almaktadır. Müslüman çiftçi reayanın vergi ve hizmetleri belirlenmiĢ, özel bir statü altındaki reaya gösterilmiĢtir. Burada söz konusu olan vergi sistemi, çift-hane sistemidir. Köylü reayanın sosyal- mali statüsünü belirleyen çift- hane sistemi, ilk fütuhat bölgelerinde, yani Batı Anadolu ve Trakya’da Hıristiyan ve Müslümanlara ortaklaĢa uygulanmıĢ, ancak Slav memleketlerinin Osmanlı topraklarına katılımından sonra yeni bir örfi vergi olan ve sadece Hıristiyanların ödeyecekleri “ispence2”, Osmanlı kanunlarına girmiĢtir (Ġnalcık, 2009a: 234-235)