• Sonuç bulunamadı

Tanzimat Dönemi ve Sonrasında Yönetenlerin Denetlenmesi Ġçin Kurulan Yeni

BÖLÜM 1: OSMANLI DEVLETĠ ÖNCESĠ TÜRK-TÜRK ĠSLÂM

3.7. Tanzimat Dönemi ve Sonrasında Yönetenlerin Denetlenmesi Ġçin Kurulan Yeni

Tanzimat dönemi, eski kurumlarla yenilerin aynı zaman ve mekânda birlikte var olduğu, kimi zaman birbirleriyle uyuĢan, zaman zaman çeliĢen, ancak her iki durumda da modern ve merkezi bir devlet yapısını amaçlayan dualist bir yapı-karakter taĢımaktadır (Seyitdanlıoğlu, 2007: 208).

Tanzimat dönemine kadar devam eden, fetva ve fıkıh kitaplarına dayalı hukuksal yapı, hem Batılı ülkelerin tepkisine yol açmıĢ hem de mevcut hukuksal yapının bozulmasından bunalan Osmanlı halkı, yaĢadığı güvensizlik ortamını giderecek yeni hukuki düzenlemelere ihtiyaç duymaya baĢlamıĢtır. Bu gereksinim, devlet bakımından

da söz konusu olmuĢtur. Sarsılan devlet otoritesinin yeniden tesisi, bozulan yönetim sisteminin yeniden tesis edilebilmesi ancak, yeni, zamanın Ģartlarına uygun ve belirli yasalarla mümkün olabilirdi. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Avrupa’da ve Osmanlı Devleti’nde meydana gelen, sosyal, siyasal ve ekonomik geliĢmeler karĢısında, Osmanlı hukuk yapısı yetersiz kalmıĢtır. Bu yetersizlik tek tek pozitif hukuk kuralları ile ilgili olmasının yanında ve daha da önemli olarak Ġslâm hukukunun temel yapısı ile ilgili olması, yeni bir hukuk düzenini gerektirmiĢtir (Durhan, 1999: 229-230).

3.7.1. Kurumsal Düzenle meler

Tanzimat dönemine kadar Osmanlı Devleti’nde, uyuĢmazlıkların çözüm mercii, esas itibariyle Ģer’i mahkemeler olmuĢtur. Her tür uyuĢmazlığa bakmakla görevli ve yetkili olan bu mahkemeler, genel görevli ve yetkili yargı kurumları olmuĢtur. Bunun dıĢında, özel görevli ve yetkili yargı kurumları olarak; divanlar, cemaat mahkemeleri ve konsolosluk mahkemeleri de görev yapmıĢlardır. Hisbe (ihtisab) kurumunda görev yapan muhtesiblerin yargısal nitelikte görevleri bulunmakla birlikte, muhtesibin esas görevi; dinsel kurallara uygun hareket edilmesine nezaret etmek, genel ahlâkın korunmasına yönelik yasaklara uyulmasını denetlemek, ölçü-tartı uyuĢmazlıklarına bakmak gibi beledi ve inzibati nitelikte olması nedeniyle bir yargı kurumu değildi (Durhan, 2008: 57).

Tanzimat Dönemi’nden önce, Osmanlı Ġmparatorluğu’nda adalet ve yargı iĢleri, kadılar tarafından yerine getirilmiĢtir. Yargı örgütü içerisinde, kadının görev yaptığı temel adli, idari birim olan kazada, kadılar her türlü adli uyuĢmazlığa bakmıĢ, noterlik görevi yapmıĢ, örfi hukuka dair konularda ise merkezden gelen yönergelere göre karar vermiĢlerdir. Ancak Osmanlı adalet sisteminde temyiz görevi doğrudan kadılar tarafından değil, Rumeli ve Anadolu Kadıaskerleri tarafından yerine getirilmiĢtir. Kadıaskerler bu tür davalara, Divân-ı Hümayun’da, Sadrazam Divanı’nda ya da Kadıaskerin konağında da bakmıĢlardır. Ayrıca haftanın belirli günlerinde sadrazam baĢkanlığında ve Ģeyhülislâm gözetiminde “Huzur Murafaası” de nilen mahkeme toplanıp, mahkemede, Rumeli Kadıaskeri davaları dinleyerek varsa yanlıĢ hükümleri düzeltip, yüksek temyiz görevini yerine getirmiĢtir. Huzur Murafaası’nda, dava sayısının çok fazla olduğu günlerde, sadrazamın onayı ile Anadolu Kadıaskeri de temyiz

davalarına bakmıĢ, hükümler vererek, yanlıĢ ve hukuka uymayan kararları iptal etmiĢtir (Seyitdanlıoğlu, 2007: 207).

Klasik Osmanlı yargı sisteminde Divân-ı Hümâyûn her dönemde önemli ve merkezi bir iĢleve sahip olmuĢtur. Divân-ı Hümâyûn, Osmanlı Ġmparatorluğu’nun kuruluĢundan itibaren, hükümdar adına yasama, yargı ve yürütme fonksiyonlarını, kuvvetler birliği esası içerisinde yürütmüĢtür. Bütün kanunlar, Divân-ı Hümâyûn’da görüĢülüp karara bağlandıktan sonra, padiĢahın onayı ile fermanlar ya da hatt-ı hümâyûnlar veya XIX. yüzyılda Ġrâdeler yoluyla yapılmıĢ ve yürürlüğe konulmuĢtur. Osmanlı Devleti’nin kuruluĢundan itibaren varlığı bilinen ve Fatih Dönemi’nde kurumsallaĢarak, en geliĢmiĢ halini alan Divân- ı Hümâyûn, Ġmparatorluğun sonuna kadar sembolik de olsa varlığını sürdürmüĢtür. Ancak XIX. yüzyıl baĢlarından itibaren Divân-ı Hümâyûn önemini kaybetmiĢ, yetki ve fonksiyonlarını baĢka kurumlara devretmiĢtir. Divân-ı Hümâyûn’un önemini kaybetmesinden sonra, iĢlevlerini devrettiği kurumlar Sadrazamlık, Bâb-ı Âli ve özellikle III. Selim (1789-1807) ve II. Mahmud (1808-1839) dönemleri boyunca Meclis-i MeĢveret olmuĢtur (Seyitdanlıoğlu, 2007: 207-208).

Divan- ı Hümayun toplantılarının artık yapılmamasıyla birlikte, XVIII. yüzyılın son çeyreğinden itibaren sıkça toplanan ve kurumlaĢma sürecine giren meĢveret/Ģûra meclisi toplantıları, vükelâ ve devlet memurlarından oluĢan üyelerinin iĢlerinin çokluğu ve yoğunluğu nedeniyle aksamaya baĢlamıĢtır. Bundan dolayı II. Mahmut, iĢlerin yoğunluğunu karĢılamak üzere, geleneksel kalemleri, düzenli hükümet dairelerine (bakanlıklara) dönüĢtürecek biçimde, geniĢletilmiĢ ve teknik danıĢma meclisleriyle donatmıĢtır. Bu dönemde yeni kurulan daire ve meclislerin baĢkanlarından oluĢan ve büyük vezir (o günkü ifadesiyle BaĢ Vekil) tarafından baĢkanlık edilen ve hazırlanan yasa tasarılarını Sultana sunma görevini yerine getiren Meclis-i Hass-ı Vükelâ (vekiller kurulu), Bab- ı Âlinin danıĢma ihtiyacını karĢılayan Dar- ı ġura-yı Bab- ı Âli ve yargıyla ilgili iĢler için Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’dir. Meclis-i Hass-ı Vükelâ, devletin temel yürütme organı iĢlevini yerine getirmektedir. Dar-ı ġura-yı Bab-ı Âli ise 8 Aralık 1839’da, Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’ye katılmıĢtır. Böylece Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm- ı Adliye, yasaların hazırlanmasında tek yetkili meclis haline gelmiĢtir. Ancak Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar olan dönemde çeĢitli nedenlerden dolayı Meclis-i

Ahkâm- ı Adliye pek verimli olamamıĢtır (Karahanoğulları, 2005: 112; Ceylan, 2004, 23-24).

Tanzimat Fermanı ile haklar ve yükümlülükler yönünden padiĢahın yetkileri kendi rızasıyla sınırlanırken, bu yeni prensiplere uygun yeni kurumlar oluĢturulmaya, mevcut olan kurumlarda tekrar düzenlenmeye baĢlanmıĢtır. 24 Mart 1838 tarihinde II. Mahmut tarafından kurulmuĢ olan Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, padiĢahın danıĢma kurulu olarak çalıĢan, tıpkı Divân-i Hümâyun gibi, mutlakıyetçi bir sistemde, kuvvetler birliği esası içerisinde, hükümdarın yasama, yürütme ve yargı güçlerini, onun adına kullanan, ölüm cezası verilen kararların tekrar incelendiği, devlet yöneticilerinin ve memurlarının iĢleyeceği suçları, yolsuzlukları ve rüĢvet ile ilgili suçları araĢtırmak ve kovuĢturmakla görevli olmuĢtur. Özellikle kuruluĢundan bir yıl sonra ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın temel prensiplerini hayata geçirecek bir reform meclisi, bir yüksek yargı organı olarak iĢlev görmüĢ, Tanzimat döneminde oluĢturulacak olan diğer meclislerin temelini oluĢturmuĢtur (Seyitdanlıoğlu, 2007; 208-209; Collas, 2005: 69; Ortaylı, 2006d: 124; Seyitdanlıoğlu, 2006; 277- 278).

Tanzimat Fermanı’nın ilân edilmesinden sonra, temel esasları fermanda belirtilen kanunların hazırlanması görevi Meclis-i Vâlâ’ya verilmiĢtir. Meclis-i Vâlâ, Tanzimat’ın yürütülmesi gibi bir siyasi hedefi yürütmekle en geniĢ anlamda yükümlü tutulmuĢtur. Meclis Vâlâ’da görüĢmeler ve karar verme süreci 1839’da hazırlanan bir iç tüzük ile belirlenmiĢtir. Gerçekten de Meclis-i Vâlâ bir danıĢma organı olarak Tanzimat’ın ilânından sonra yetkilerini kullanmaya ve kararlar vermeye baĢlamıĢtır. Meclisin bu iĢlevi eksiksiz olarak yerine getirebilmesi için ona bunu verecek bir iç tüzüğe (nizâmnâmeye) sahip olması gerekmiĢtir. Mustafa ReĢid PaĢa tarafından hazırlanan iç tüzükle Meclis-i Vâlâ’ya ihtiyacı olan iç dinamizm verilmiĢtir (Seyitdanlıoğlu, 1999: 98, 115).

PadiĢah tarafından atanan ve sayısı zamanla değiĢen üyeler arasında; mülki, askeri, mali, iç ve dıĢ politika alanında uzman kiĢiler yanında, meselelerin Ģer’i yönünü incelemek üzere ilmiye mensupları bulunmakta, ayrıca müftü de atanmaktadır. Islahat Fermanı ile birlikte Meclis- i Vâlâ’ya gayrimüslim üyeler de tayin olunmaya baĢlanmıĢtır. Meclis-i Vâlâ’nın karar oluĢumunda, ittifak-ı ârâ (oybirliği) yerine, ekseriyet- i ârâ (oyçokluğu) usulü benimsenmiĢ, üyelerin düĢüncelerini serbestçe ve kınanmaksızın söyleyebilmeleri, görüĢülecek konuların önceden üyelere bildirilmesi ve

gerektiğinde bazı konularda komisyonlar oluĢturulması gibi müzakere ve karar alma sürecine iliĢkin hükümler kabul edilmiĢtir (Ceylan, 2004, 24).

1838’den 1876’ya gelene kadar çıkarılan bütün kanun, iç tüzük (nizâmnâme) ve her tür karar istisnasız Meclis- i Vâlâ’nın eseri olmuĢtur. PadiĢah ise dönem boyunca hepsinin üstünde ve tarafsız bir onay makamı olarak yer almıĢtır (Seyitdanlıoğlu, 1999: 105).

Meclis-i Vâlâ’nın ilk ve nihai hüküm yeri veya bir tekrar ve kontrol makamı olarak dava görmesine temel teĢkil eden pozitif hukuki dayanak, Tanzimat Fermanı sonrasında çıkarılan, baĢta ceza kanunları olmak üzere, genellikle kamu görevlileriyle ilgili düzenlemeleri kapsamıĢtır. Kanun, nizâmnâme ve talimatlarda yer alan düzenlemelerin bir kısmı, Meclis-i Vâlâ’yı, uyuĢmazlıklara ilk ve kesin hüküm yeri olarak bakan ve sonuca bağlayan bir yargı makamı olarak göstermiĢtir. 3 Mayıs 1840 tarihli Ceza Kanunu’nun da “hangi rütbeden ve sınıftan olursa olsun, makam ve mertebe sahipleri veya ulemadan her kim bir baĢkasına sövecek ve itibarına dokunur bir söz söyleyecek olur ise, bu keyfiyet Dersaadet’te meydana geldiğinde, buna cesaret edenlerin davası mutlaka Meclis-i Ahkâm- ı Adliye’de görülecektir” denmiĢtir. Osmanlı Devleti’nin kuruluĢundan Tanzimat’a kadar üst düzey merkez ve taĢra yöneticileri ve diğer memurlar kanun ve nizamlara uymak zorunda olmuĢlardır. Nitekim bu çerçevede Tanzimat Fermanı’nın ilânından sonra, Tanzimat esaslarına uymaları, halka zulüm ve adaletsizlik yapmamaları konusunda kamu görevlileri padiĢah tarafından gönderilen talimatlarla uyarılmıĢlardır. Meclis-i Vâlâ ve Meclis-i Umûmi’de görüĢülerek yayınlanan; “Memurların suret-i hareketlerini mübeyyin tâlimat-ı umûmiye” hükümlerine uymayan memurların yargılanarak, haklarında gerekli cezanın Meclis-i Vâlâ’da kararlaĢtırıldığı Ģekilde uygulanacağı belirtilmiĢtir (Ceylan, 2004, 37-38).

26 Eylül 1854’de Meclis-i Âli-i Tanzimat ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye adalarıyla iki meclise bölünen Meclis- i Vâlâ, 1861 yılında yeniden birleĢtirilerek, tek bünyeli bir hale getirilmiĢtir Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, sadece devlet görevlilerini yargılamamıĢtır. Genel olarak ceza yargılaması ile de görevli olmuĢtur. Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm- ı Adliye’nin adli, idari ve teĢri (yasama) iĢlevleri arasında bir ayrıĢma yapılmadığı için; devlet görevlilerini yargılamak, devlet görevlileri hakkındaki Ģikâyetleri ele almak, tanzimat için görüĢ üretmek ve gerekli yasaları hazırlamak iĢlevleri bir bütün olarak Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’nin görevleri arasında