• Sonuç bulunamadı

Ġslâm Devletinde Yönetim AnlayıĢı, Siyasi Organlar ve Kurumlar

BÖLÜM 1: OSMANLI DEVLETĠ ÖNCESĠ TÜRK-TÜRK ĠSLÂM

1.2. Ġslâm Devletinde Hukuk ve Yönetim AnlayıĢı

1.2.2. Ġslâm Devletinde Yönetim AnlayıĢı, Siyasi Organlar ve Kurumlar

Ġslâmiyet’te, bağımsız bir kurum olarak bir siyasi otoritenin bir gereklilik olup olmadığı, Ġslâmiyet’in dıĢarıdan zorlayıcı b ir otoriteye ihtiyaç duyup duymadığı sürekli olarak üzerinde tartıĢılan bir konu olmuĢtur. Ġslâm tarihinde bu sorun, “dünyevi bir gücün veya devletin var olması gerektiği” Ģeklinde cevaplanmıĢtır (Ġnalcık, 2005: 40; Ġnalcık, 2006: 76-77).

Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet kaynakları Ġslâm devleti için, tarihte ve günümüzde bilinen Ģekillerden birini benimsememiĢ, belli bir Ģekilden ve isimden de söz etmemiĢtir (Karaman, 1992: 295).

Ġslâm Devleti’nin kurulmasıyla birlikte, devlet baĢkanlığı görevini Hz. Peygamber yüklenmiĢ, aynı zamanda da ordu komutanlığı ve yargı iĢleri de dâhil pek çok kamu görevini bizzat kendisi yürütmüĢtür. O dönemde mescit (Mescid-i Nebevi), ibadet, eğitim, danıĢma, yardımlaĢma ve benzeri hizmetlerin yürütüldüğü çok fonksiyonlu bir merkez haline gelmiĢtir (Karatepe, 2004: 24).

Ġslâm Devleti’nin toprakları zamanla geniĢleyip, kamu hizmetleri tek merkezden idare edilemeyecek duruma geldiğinde, Hz. Peygamber devlet baĢkanı olarak, kamu

1

Hic ri 622 yılında Hz. Peygambe r tarafından hazırlanan, Müslümanla rın hak ve sorumlulu kla rını, ayrıca baĢta Yahudiler olmak ü zere Medine’de yaĢayan herkesin hak ve sorumlulu kların ı ihtiva eden bir anayasa yayınlamıĢtır. Medine Vesikası (sözleĢmesi) olarak bilinen bu belge, Hz. Muhammed’in, Allah’ın kendisine öğrettiği siyaset ile insanlığın temel sorunların ı çözecek esasları ve insani değerleri göz ardı etmeyen bir anayasa niteliğindedir (Yılma z, http://www.koprudergisi.co m, 19.09.2009).

hizmetlerini yürütmeleri ve yargı iĢlerine bakmaları için bazı görevliler atamıĢtır. Bu görevlilere, yargılamayı nasıl yapacaklarını da bizzat Hz. Peygamber öğretmiĢtir (Karatepe, 2004: 24). Hz. Peygamber’in ölümünden sonra, onun yerine halife olarak seçilen Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali aynı anlayıĢla, yani “elçinin vekili” olarak iĢ görmüĢler, dini yaymak ve devleti yönetmek görevini yerine getirmiĢlerdir (Mumcu, 1994a: 8-9).

Suriye valisi olan Muaviye ile birlikte Emevilerin1 iktidara gelmeleri, Ġslâm devlet yönetim sisteminde yeni bir dönem baĢlatmıĢtır. Emevi halifeleri, iktidarlarını sürdürmek ve devletin sürekliliğini sağlayabilmek için, otoriter yöntemler uygulamıĢlardır. Kendisinden sonra Emevilerle HaĢimiler arasında çıkabilecek olan iktidar kavgalarını önlemek için oğlu Yezid’i kendi yerine veliaht tayin eden Muaviye, hilafetin el değiĢtirmesinde “soy” geleneğini baĢlatmıĢtır. Muaviye’den sonra hilafet makamında bulunan Emevi halifeleri de hep aynı yolu izlemiĢlerdir. Ömer bin Abdülaziz dıĢındaki diğer Emevi halifeleri, iktidarlarını elde tutabilmek için, Ġslâm’ın emirlerinden çok kendi kiĢisel çıkarlarına uygun politikalar izlemiĢlerdir (Ortaylı, 2007a: 54, 57; Karatepe, 2004: 25, 41-42; Doğan, 1989: 44-45).

750 yılında Ġslâm Devleti’nde yaĢanan iktidar değiĢimi ile Emevi hâkimiyeti sona ererek, halifelik Abbasilerin2 eline geçmiĢtir. Bu iktidar değiĢikliğiyle, Emevilerin güttüğü Arap milliyetçiliği son bulurken Türklerin de kaderi değiĢmiĢtir. O dönemde Çin’in baskı ve zulmü altında bulunan Türkler, 751 yılında Talas Ģehri yakınlarında Abbasi kuvvetleri ile Çin ordusu arasında yapılan savaĢta, Çinlilere karĢı mücadele etmesi ile hem Ġslâm orduları, hem de Türkler zafer kazanmıĢtır (Turan, 1999: 138-139). Türklerin Müslümanlığı kitleler halinde kabul etmeleri ise X. yüzyıldan

1

Ġslam Dev leti’n in dördüncü Halifesi olan Hz. Ali’nin 661 yılında Ģehit olmasıyla , Muaviye Ġslam Devleti’ne halife olmuĢtur. Muaviye Emevi kab ilesinden olduğu için Muaviye ve daha sonra kendi soyundan gelen halifele r dönemine Emeviler dönemi (661-750) denir. Emevilerin Arap olmayan Müslümanlara değer vermemeleri, Arapları üstün görmeleri, önemli görevlere Emevi ailesinden olanların getirilmesi ve bunun sonucu olarak Arap kabile leri arasındaki huzursuzluklar ç ıkması, fetihle rin durması gibi nedenlerden ötürü 750’de Abbasiler, Emev i yönetimine karĢı ayaklanarak halifeliği ve iktidarı ele geçirmiĢlerdir (Üçok ve diğ., 2002: 141).

2

Hz. Muhammed’in a mcası olan Abbas Bin Abdülmuttalip’in soyundan gelen Abbasiler, 750’de Emev ilerin elinde olan halifeliğ i ve iktidarı ele geçirerek 1258’e kadar Ġslam dünyasının büyük bölümüne egemen olmuĢlardır. Cengiz Han’ın torunu Hulagu’nun yönetimindeki Ġlhanlılar 1258’de Bağdat’ı ele geçirmeleri, Halife Mustasım’ı ve yakaladıkları hanedan üyelerini öldürmeleri ile birlikte 508 yıllık Abbasi Devleti son bulmuĢtur (Üçok ve diğ., 2002: 142).

baĢlayarak XIII. yüzyıl ortalarına kadar devam eden bir süreçte geçekleĢmiĢtir (Ortaylı, 2007a: 56).

Ġslâm devletinde siyasi karar alma yetkisi bulunan üst düzey organları “devlet baĢkanı-halife”, “danıĢma (Ģura) meclisi” ve “divan”dır. Ġslâmiyet’te kuvvetler ayrılığı prensibi kabul edilmediğinden dolayı bu organlar “yasama”, “yürütme” ve “yargı” görevi yapanlar diye de bir ayrım yapılmamıĢtır (Karatepe, 2004: 31-32).

1.2.2.1. Devlet BaĢkanı-Halife

Ġslam tarihinde halifelik, Peygamberin vefatı ve Hz. Ebu Bekir’in onun yerine halef olarak atanmasıyla baĢlamıĢtır (Lewis,1992: 70). Ġslâm Devlet BaĢkanı’na topluluğu sevk ve idarede Peygambere halef olmasından dolayı halife denilmiĢtir (El-Mâverdi, 1976: 19).

Halife unvanından baĢka “imam” ve bir ırsiyet, bir saltanat konusu olunca “emir’ül- mü’minin” gibi adlar verilse de, bunlar içerisinde en yaygın olanı “halife” unvanı olmuĢtur1

. Arapçada baĢkasının yerine ve adına görev yapan demek olan Halife ( El-Kettâni, 1990: 81; Ortaylı, 2007a: 57; Karatepe, 2004: 32), din ve dünyaya ait iĢlerin yürütülmesi için peygambere halef olarak kabul edilmiĢ bir müessesedir. Devlet BaĢkanlığı vazifesini yürüten halifeye, sağırlar hariç bütün Müslüman topluluğunun uymasının gerektiği hususunda görüĢ birliği bulunmaktadır (El-Mâverdi, 1976: 5). Hz. Muhammed’in 632’de vefatı sonrası Hz. Ebu Bekir halife olarak seçilmiĢtir ancak bu unvanı kullanmamıĢtır. Ġslâm’ın ilk devirlerinde eski doğu dinlerinden ve kilise doktrininden etkilenenler, halifeliği Allah’ın vekili olarak tanımlamak istemiĢlerse de, ilk halife Hz. Ebubekir böyle bir unvanı reddetmiĢtir. Hz. Ebubekir’den sonra yerine geçen Hz. Ömer’de bu unvanı kullanmayarak “Emir’ül- Mü’minin (Mü’minlerin Emiri)” unvanını kullanmıĢtır. Ġslâm Devleti’nin ilk dört halifesi seçimle gelirken, Hilafet, Muaviye’den itibaren ırsi bir monarĢiye dönüĢmüĢtür (Ortaylı, 2007a: 57, 187-189, 198).

1

Ġslâm hukukunda icranın baĢı olan Ģahıs için; “Halife, Emir’ül- Mü’min in ve Ġmam” olarak üç unvan kullanılmıĢtır. Kur’an-ı Kerim’de halife sözü birkaç kere geçmektedir, ancak bu daha çok Hz. Âdem ve Hz. Davud gibi peygamberler için bild irilmiĢ olunan bir niteliktir ( El-Kettâni, 1990: 81; Cin ve Akgündüz, 1990: 205).

Zamanla halifelerin Tanrı adına hareket ettikleri anlayıĢı, Ġslâm dünyasına da yerleĢmiĢtir. Halifenin, Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olarak görülmesi aslında Ġslâmiyet’e de ters düĢen bir anlayıĢtı. Abbasi Devleti’nin parçalanmasından sonra, her Ġslâm Hükümdarı, Bağdat’ta oturan halifelerden vekâlet alarak ve hükümdarlığını tanrısallıktan kaynaklanmıĢ bir nitelik kazandırmaya çalıĢmıĢtır. Osmanlı Devleti’nden önce kurulan Selçuklu Devleti’nde de bu durum devam etmiĢtir (Mumcu, 1994a: 9-10; Karatepe, 2004: 33).

Ġslâm Devleti’nin baĢına halife olacak olan adaylarda aranacak özellikler ise Ģunlardır (El-Mâverdi, 1976: 6);

Her yönü ile âdil bir kimse olmak, Ġlim sahibi olmak,

Organ sakatlıklarının bulunmaması,

Devlet iĢlerini idare etmeye yetecek kadar fikir ve bilgiye sahip olma,

DüĢmanla harbe girmede ve/ veya topluluğu korumaya imkân verecek düzeyde güç ve kuvvete, cesarete sahip olmak

Ġslâm Devleti’nde devlet baĢkanlığı belli bir süreyle sınırlı olmamıĢ, halife olabilmek için gereken Ģartları koruduğu ve hukuka uygun yönetimi uyguladığı sürece görevde kalma hakkına sahip olmuĢlardır. Ölüm, çekilme (istifa) ve azil, devlet baĢkanlığını sona erdiren sebeplerden bazılarıdır (Karatepe, 2004: 39).

Halifenin görevlerini kısaca sayacak olursak (El-Mâverdi, 1976: 19-20; Karatepe, 2004: 40; Karaman, 1992: 294);

Allah’ın koyduğu yasakları aynen uygulamak, değiĢtirilmelerinin önüne geçmek, Ġnsanlara adâletle hükmederek, yöneticilerinde adil olmalarını sağlamak,

Ġnsanların haklarını korumak, haklarına olası müdahalelerde cezalar uygulamak, Yöneticilerin sebep oldukları haksızlıkları, baskı ve zulümü ortadan kaldırmak için adâletnâme veya benzeri uygulamalarda bulunmak1,

Ġslâm dinini olası tehlikelere karĢı koruma ve muhafaza etmek, Önceden konulmuĢ olan ve halen geçerli olan kaideleri uygulamak,

1

Hz. Ömer’in, valisi-kadısı olan Abdullah b. Kays ’a gönderdiği belgede de (Osmanlı diplo mat ikasındaki adıyla adalet ferman ı veya adâletnâme demek de mü mkündür) hukuki meselelerde, davalarda ne yap ması, nasıl hareket etmesi gerektiğ i ü zerinde durmuĢtur (Gö k, 2002: 64-65).

Din hakkında bir Ģüphe yayılırsa, delillerle bunu açıklamak,

Ġhtilâfları çözmede, çekiĢmelerin, kavgalı, küs kimselerin kavgalarına son vermede, merhametin temininde dini hükümleri tatbik etmek,

Topluluğu himaye edip, onları koruyarak, mal, can, her tür lü yol emniyetini sağlamak,

Ġnsanların yeryüzünde geçimlerini, kazançlar sağlamalarını temin etmek,

Yasak olan sahalardan ve baĢkasına ait haklara zarar vermekten de uzaklaĢtır mak, Müslümanların, zımmilerin ve Müslümanlarla anlaĢmalı olanların hayatlarını, mallarını korumak ve dini ortadan kaldırmaya teĢebbüs edebilecek olan düĢmanlara karĢı gerektiğinde savaĢ hazırlıkları yapmak,

Ġslâmiyet’in bütün dinlere göre üstün olduğu konusunda gerekli ispatı yapmak, Ġsraf ve cimrilik yapmaksızın, hazineden lâyık olanlara tam vaktinde yardımlarda, ihsanda bulunmak,

Topluluğun iĢleri ve durumları ile bizzat meĢgul olmak.

Bu görevlerin hepsini halifenin tek baĢına yürütebilmesi ve yerine getirmesi söz konusu değildir. Devletin sınırları geniĢleyip de hizmetler çoğalınca, yardımcı memurlar tayin edilmiĢtir. Ancak görevleri memurlar yürütse de, sorumluluk gene devlet baĢkanına ait olmuĢtur. Bu nedenle baĢkanın, kamu hizmetlerinin yürütülmesinde ehliyetli kiĢilere iĢ vermesi esas alınmıĢtır. Müslüman topluluğun idaresi, iĢlerinin yürütülmesinde, halifenin devleti yönetirken ona yardımcı olan ve yapılacak olan iĢlerin yürütülmesini sağlayacak olan diğer görevliler; herhangi bir sınırlama olmaksızın bütün iĢlerde halifeye yardımcı olan vezirler, özel iĢlerde genel ve mutlak bir idare yetkisine sahip olan eyalet valileri (emirler), genel iĢlerin yerine getirilmesinde özel bir idare yetkisi olan, BaĢ Kadı (Kad-ül Kuzzat/Kuddat), BaĢkomutan, Sınır Muhafızları, Haraç ve Zekât toplayanlar gibi memurlar ve özel iĢlerde özel idare yetkileri olan idareciler topluluğu olarak dört kısımdan meydana gelmektedir (El-Mâverdi, 1976: 25; Karatepe, 2004: 40-41).

1.2.2.2. ġûra Meclisi

Ġslâm Devleti’nde egemenliğinin kullanılmasında, devlet baĢkanından sonra gelen, ikinci önemli siyasi organ, Ģûra (danıĢma) meclisi olmuĢtur. Ġslâm’da Ģûra anlayıĢı, Kur’ân’a ve Hz. Peygamberin uygulamalarına dayanmaktadır. Kur’ân’da, Müslümanların önemli konularda karar vermeden önce aralarında görüĢ alıĢveriĢinde

bulunmaları tavsiye edilmiĢtir. ġûra Suresi’nde “Onların iĢleri aralarında danıĢma iledir (Kur’an-ı Kerim, ġûra Suresi: 38)” denilerek, iĢlerini danıĢarak, yürütenler övülmüĢtür. Gündelik dilde “Ģûra”, iyi niyetli olarak baĢkalarının görüĢlerine baĢvurulması ve kararların tartıĢma yoluyla alınması anlamına gelmektedir. Bir hukuki terim olarak “Ģûra”, “yöneticilerin, kararlar almadan önce ehliyetli kiĢilerin görüĢüne baĢvurarak doğruyu araması” anlamına gelmektir. Devlet adamlarının, önemli kararlarını almadan önce, bilgili, ahlâklı ve tecrübeli kimselerin görüĢlerini almaları gerektiği konusunda görüĢ birliği vardır. Hz. Peygamber, önemli kararlar almadan önce, genellikle Ġslâmiyet’i ilk kabul eden ve önemli hizmetler yapan sahabelerin görüĢlerine baĢvurmuĢtur. Dört büyük halife de aynı yolda giderek, Peygamber’in yakınında bulunan ve yine Peygamber’in görüĢlerine değer verdiği kiĢilerden bilgi ve görüĢ almıĢlardır. Gerek Hz. Peygamber, gerekse dört halife döneminde yapılan Ģûra’lardaki kiĢileri örnek alan hukukçular, Ģûra meclisine seçilecek kimselerin üs tün ahlâklı, ileri görüĢlü ve tartıĢılacak konu hakkında bilgi sahibi olmalarını gerekli görmüĢlerdir (Karatepe, 2004: 42-45).

Ġslâm Devleti’nde, devlet ve millet iĢlerinin görüĢüldüğü, halifeye veya hükümdara yardımcı olan, yönetenlerle yönetilenlerin karĢılıklı düĢünce ve görüĢlerini açıkladıkları, ehliyetli kiĢilerin görüĢüne baĢvurarak insanlar için en faydalı olanın karara bağlandığı meclislere ġûra Meclisi adı verilmiĢtir.

Arapçada; danıĢmak, istiĢâre etmek ve meĢverette bulunma, istiĢârenin yapıldığı yer anlamına gelen bu meclisler ile yönetiĢim kavramının ifade ettiği, toplumsal aktörler arasında ve toplumsal aktörlerle kamu yönetimi arasındaki karĢılıklı etkileĢim Ġslâm Devletinde yüzyıllar önce var olmuĢtur.

Günümüzde, toplumların faaliyetlerini yönetmek amacıyla kullandığı, grupların ve toplulukların, ortaklaĢa karar alma ve uygulamada, çıkarlarını dile getirme, yükümlülüklerini karĢılamada ve çatıĢma noktalarının çözümünde kullandıkları mekanizmaları, süreçleri ve kurumları kapsayan, kamu yönetimini, özel sektörü ve sivil toplum kuruluĢlarını içerisine alan yönetiĢim kavramı ile ġûra Meclislerinin karar alımına katılım süreçleri hemen hemen benzer niteliktedir.

ġûranın esas görevi yasama fonksiyonunun yerine getirilmesi ile ilgilidir. ġûra meclisi, yasama görevini kendiliğinden yürütebileceği gibi, devlet baĢkanının isteği üzerine de kanun yapabilirdi. ġûra meclisi kararlarını oy çokluğu ile alırken, bu kararların bağlayıcı olup olmadığı ve devlet baĢkanının Ģûra kararlarına uyma zorunluluğu olup olmadığı konusunda farklı görüĢler bulunmaktadır (Karatepe, 2004: 42-45).

1.2.2.3. Divan TeĢkilatı

Ġslâm tarihinde ilk divan teĢkilatı, Hz. Ömer döneminde kurulmuĢtur. Divan’ın kuruluĢ nedenlerini açıklayan değiĢik görüĢler içinde, en fazla kabul göreni, artan ganimet gelirlerinin dağıtılması ile ilgili olanıdır. Bu ganimetin nasıl dağıtılması gerektiği konusunda Hz. Ömer müslümanların görüĢünü sorduğunda cemaatten birisinin Ġranlılarda gördüğü ve dağıtım iĢlerini gören, dağıtılacak ve dağıtılan malları b ir deftere kaydeden yere divan dediklerini söylemesi üzerine bu teĢkilatı kurmuĢtur. Mâverdi’ye göre divan, devlet idaresine ait mallara, yapılan iĢlere, bu iĢlerde çalıĢtırılan asker ve diğer memurlara ait kayıtları tutmak, saklamak için kurulan yerdir (El-Mâverdi, 1976: 225-226).

Divanların sayısı Emeviler döneminde artmıĢ, kamu hizmetlerini yürüten dairelerden her birine “divan” adı verilmiĢtir. Divanların devleti yöneten önemli bürokratik birimler haline gelmeleri ise Abbasiler döneminde olmuĢtur. Abbasiler döneminde çalıĢma usulleri geliĢtirilen ve devletin ihtiyaçlarına göre sayısı arttırılan divanlar, tam olarak birer “devlet dairesi” niteliği kazanmıĢtır. Bu dönemde, devletin önemli iĢlerinin görüĢüldüğü üst düzey yöneticilerin katılmasıyla oluĢan k urullara da divan denilmiĢtir (Karatepe, 2004: 48-49).

Ġslâm Devlet yönetiminde devlet iĢleri bölüm bölüm, divan adı verilen (bakanlık benzeri) bürolarda görülmüĢtür. Bu divanlarda ilk zamanlarda mali iĢler ve bürokratik kayıt konusunda teknik bilgiye sahip Ġranlı, Süryani, Kaldani, Rum asıllı memurlar çoğunlukta bulunduğu için kayıtlar da bu dillerde tutulmuĢtur (Ortaylı, 2007a: 60; UzunçarĢılı, 1970: 4-5).

Ġslâm Devleti’nde özellikle Abbasilerden itibaren vezirlik makamı, divan kurumu, Ģikâyetlerin dinlendiği mezâlim divanı, teĢrifat ve saray adetleri hep Sasâniler örnek alınarak oluĢturulmuĢtur (UzunçarĢılı, 1970: 1; Üçok ve diğ., 2002: 144). Divanlar,

Abbasilerden Müslüman Türk devletlerine de geçmiĢtir. Gerek Selçuklularda, gerekse Osmanlılarda divanlar, devlet iĢlerinin görüĢülüp kararlaĢtırıldığı, halkın devlet görevlilerinden veya diğer insanlardan kaynaklanmıĢ olan Ģikâyetlerini bildirdikleri, haksızlığa uğrayanların, zulüm görenlerin veya kadılar tarafından haklarında yanlıĢ hüküm verildiğini ileri sürenlerin baĢvurdukları kurum olmuĢtur (Halaçoğlu, 1996: 9; Cin ve Akgündüz, 1990: 239).

Devletin en yüksek yürütme ve yargı kurulu olan divan toplantılarına hükümdarlar, vezirler, baĢkadılar ve diğer yüksek dereceli kamu görevlileri katılmıĢlardır. Abbasiler, Selçuklular ve dönemin diğer Müslüman devletleri tarafından uygulanan divanların en önemlileri “divan-ı inĢa1”, “divan-ı berid2”, “divan-ı cünd3”, “divan’ül-harac4”, “divan’ul-hatem5”,“divan’ul-beyt’ul mal6” ve “divan-ı mezâlim”dir (El-Mâverdi, 1976: 230; Karatepe, 2004: 49; Ortaylı, 2007, 60; Üçok ve diğ., 2002: 145-146).