• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: EDEBİYAT VE SİNEMA

3.4. Uyarlama Nedir ve Yöntemleri Nelerdir?

3.4.3. Uyarlamada Sadakat Sorunu

Bir film eğer edebiyat eserinden senaryolaştırılmış ise sadakat sorunu da hemen gündeme gelmektedir. Birebir aktarımla oluşturulmuş filmler; kimilerince gerekli ve iyi uyarlamanın anahtarı sayılırken kimilerince sıkıcı bir yapımdan öteye gidemeyen filmler olarak addolunmaktadır.

Özgün bir senaryonun kıyaslanacağı herhangi bir ilk metin bulunmamaktadır. Oysa uyarlama senaryolar her zaman senaryolaştırıldığı edebiyat eseri ile mukayese edilmektedir (Kırel, 2004:119). Agâh Özgüç (1996) “Türk Sinemasında Edebiyat Uyarlamaları” başlıklı yazısında Türk sinemasında yapılan kimi örnekler üzerinden hareketle sadakat konusuna değinmektedir.

Edebiyat eserleri farklı yapısal özelliklere sahip ürünler oldukları için kiminin tamamen kiminin de bir kısmının filme aktarıldığı ya da belli bir bölümünden esinlenildiği görülmüştür. Rıza Kıraç (2012:80) bu düşünceden hareketle sadakatin her zaman mümkün olmadığını şöyle belirtir:

Edebiyatçılar arasında bir klişe vardır: iyi bir roman ya da öykünün başarısı senaryolaştırılamaması ile ölçülür. Bu kriter yapıtın edebi derinliğine ve görselleştirilememesine ya da sinemasal bir dramaturjiyle perdeye aktarılmayacağına işarettir. Gerçekten bir bütün olarak sinemaya aktarılması mümkün olmayan yapıtlar fazlasıyla vardır, ancak bu yapıtların belli bir bölümünden yola çıkarak senaryo yazmak mümkündür. En azından bu tür yapıtlar sinemasal bir estetik oluşturmaya, esin kapılarını açmaya uygundur.

Andrey Tarkovski (2008:2) esere birebir sadık kalınarak yapılan filmlerin başarılı olmayacağına inanır. Nitekim ona göre her yazılı öykü filme çekilemez. Yazar ile yönetmenin estetik kaygıları farklı olduğunda uzlaşma sağlanamayacaktır. Buna çözüm olarak da edebî senaryonun çekim senaryosu adını verdiği yeni bir yapıya dönüştürülmesi gerektiğini ifade eder. Yönetmenin de bu çekim senaryosu üzerinde çalışırken kendi görüşleri doğrultusunda yeniden biçimlendirme hakkı olduğunu belirtir (2008: 5). Başarılı

bir uyarlama için, yönetmen ya da senarist tarafından edebiyat eseri üzerinde değişiklikler yapılabilir ve yapılmalıdır.

Rıza Kıraç (2012:75-76) hiçbir uyarlamanın roman ya da öyküyü birebir sinemaya aktarmayacağını belirtir. Ona göre senarist eğer bir roman uyarlayacaksa öncelikli olarak romanın akışına, karakterlerine ve duygusuna bağlı kalmalıdır. Bir romanı olduğu gibi aktarmanın sorun yaratacağını belirtir. Andrey Tarkovsky’nin aksine her roman ya da öykünün filme aktarılabilir olduğuna inanan Kıraç, senaristin uyarlayacağı romanı seçerken onun izlenebilir özelliklere sahip olup olmadığına bakmasının gerektiğini belirtir. Daha sonra da romandan bağımsız şekilde ancak romanın temel özelliklerini filme yansıtabilmelidir. Yani edebiyatın kelimelerle kurduğu yapıyı görsellik ile sağlamalıdır. Ancak bu birebir aktarım ile gerçekleşmemelidir. Nitekim “Senaryo, hikâyenizin dramatik gereksinimlerine dayanmalıdır. Kaynak malzeme sonuç olarak sadece kaynak malzemedir. Bir başlangıç noktasıdır, bir son değil.” (Field, 2006:349).

Senarist Gürsel Korat (2010) kendisine yöneltilen “Edebiyat metnine dayalı senaryo yazımında kaynak metne sadakatin ölçüsü nedir? Senaryo yazarı kaynak metne ne kadar müdahale edebilir, değiştirebilir? Senaryolaştırma süreci nasıl gerçekleşir?” sorusuna verdiği cevapla edebiyat eserinde tam anlamıyla sadık kalınamayacağını dile getirmektedir:

Edebî metne tam sadakat mümkün değildir çünkü edebî metin sözel, kavramsal yapıyla ilerleyen bir estetik bütündür. Oysa senaryo, sözün harekete indirgenmesini ve bunu edebî yapıta göre çok kısa bir süre içinde anlaşılır kılınmasını gerektiren öyküleme durumudur. Bu açıdan bakıldığında senaryo edebî metne müdahale etmekten çok, edebî metnin görsel düzenini kurmakla uğraşır. Eğer ‘bu da bir müdahaledir’ deniyorsa, kabul. O zaman senaryo yazarı edebî metne müdahale eder ama hepsi hepsi bu kadar olur. Öte yandan, olayların edebî metindeki düşünsellikle anlatılamayacağı durumlar karşısında senaryo yazarının başvuracağı somutlaştırma halleri olacağı akla gelecektir, bunu değiştirme veya müdahale saymaktan yana değilim. Yazar metni anlar, kendisinin anlatacağı metne dönüştürür ve temel olarak hikâyenin ruhuna vakıf olarak film öyküsü haline getirirse, edebî metne ihanet etmiş olmaz. Senaryo yazarına düşen görev, metnin kodlarını doğru çözmek, metnin ruhunu anlamaktır.

Andre Bazin (2013:63-64) senaristlerin uyarlama yaparken izledikleri yolu şöyle belirtmektedir:

Daha sonra film yapımcıları bazen romanları birinci elden uyarlama yapmaya devam ederken, diğer bazı romanları ayrıntılı film snopsisi olarak kullanma yoluna gitmişlerdir. Yapımcılar, romancılara karakter, anafikir, atmosfer yaratımı konularında başvurmuşlardır. Burada bunun bir kitap olduğu göz ardı edilerek, yazarın sadece ayrıntıları belirten bir senarist olduğu fikrinin hakim olduğu düşünülebilir. Bu tanı Amerikan polisiye romanlarının pek çoğu için doğrudur. Bunların iki amaçlı olarak yazıldığı yaygın olarak bilinen bir gerçektir. Yazarlar henüz konuyu kafalarında tasarlarken Hollywood uyarlamalarının bakış açısıyla olaya yaklaşmaktadırlar. Yani yazarın özgürlüğü elinden alınmıştır denebilir. Buna karşı koyanlar da vardır. Robert Bresson, “Le Journal d’un cure de

campagne” filmini yapmadan önce, kitabı sayfa sayfa, hatta satır satır izleyeceğini söylemiştir. Onun amacı mükemmel bir çalışmayı değerinden hiçbir şey kaybetmeksizin ekrana taşıyabilmektir. Bir edebiyat örneğinin yapı olarak kendisinden çok farklı bir sanat dalına uyarlanmasının getireceği sayısız zorlukların yanında görüntülerin günlük hayatın gerçekliğine olan yakınlıklarının daha fazla olması onun geçerliliğinin çoğalmasını sağlamaktadır.

Uyarlaması yapılan edebiyat eserine bağlılık konusunda Sovyet yapımı filmler ön plana çıkmaktadır. Bu filmlerde olayın geçtiği yer ve çağ çok iyi analiz edilir ve gereken tüm dekor ve kıyafetler iyice araştırılarak aslına en uygun şekilde hazırlanır79. Bu

yapımlarda diyaloglar da dahil eser neredeyse cümle cümle uyarlanır, hatta süresi 6 saat süren filmler meydana getirilmesinden çekinilmez. Ancak bu tür eserlerde de yeni bir sinematografik söylem geliştirildiği söylenemez (Özer, 1973: 11-12).

Amerikan sinemasında da eseri değiştirmeden yapılan uyarlamalar bulunmaktadır80.

Bunların daha çok klasik eserlerden yapılan uyarlamalar olduğunu görmekteyiz. Türk sinemasında ise esere sadık kalma hemen her eserde kendini göstermektedir. Bunun sebebi belki de yönetmenlerin sanatsal kaygılarının var olmasıdır. Yönetmen eserin sanatsal bütünlüğüne zarar vermemek adına değişikliklerde bulunmamaktadır. Ayrıca Türk sinemasında uyarlamanın kelime kelime yapılmış olması gerektiğine dair var olan görüş neticesinde de yönetmenler uyarlama yaparken değişiklikten kaçmaktadırlar (Çetin Erus, 2005: 185-186).

Edebiyat eseri yapısı gereği her okuyucunun zihninde farklı şekilde canlandığına göre senarist ya da yönetmenin de edebiyat eseri hakkında bir yorumu olmaktadır. Neticede yönetmen de bir okurdur ve eserin tüm okuyucularda canlandırdığı standart bir görüntü/nesnel ölçüt yoktur. Bu noktada sadakat konusu yerine yorum katma denilmesi daha doğru olacaktır. (Kılınç, 2015:57). Gürsel Aytaç (2005:28) aynı konuda Bertolt Brecht’in görüşünü “Film seyircisi hikâyeleri başka türlü okur. Ama hikâye yazan da kendi açısından bir film seyircisidir.” sözleriyle destekler. En nihayetinde ister sadakat ister ihanet tabiri kullanılsın bir edebiyat eseri uyarlama sırasında değişikliklere uğramak zorundadır.

79 Esere büyük bir saygı ve bağlılığın söz konusu olduğu bu tür eserlere örnek olarak Sovyet yapımı olan

Anna Karenina, Karamazov Kardeşler ve Savaş ve Barış gibi filmler sayılabilir.

80Örnek olarak Amerika’da uyarlamalar Türkiye’de olduğundan daha serbest şekilde gerçekleştirilir. Her iki

ülkede de eserler oldukça geniş olduğu için tamamıyla bir filme sığdıramamaktadır. Türk sinemasında uyarlanacak kısım esere daha yakın olurken Amerikan sinemasında büyük değişiklikler yapılmaktadır. Burada amaç para kazanmak olduğu için seyirciyi filme çekecek ve mutlu edecek türlü değişiklikler yapılmaktadır (Çetin Erus, 2005: 183).