• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: EDEBİYAT VE SİNEMA

3.2. Edebiyat ve Sinema Arasındaki Benzerlikler

Sinema diğer sanat dalları içinde en fazla edebiyat ile yakınlık kurmuştur. Bu konudaki çalışmaların çoğunda edebiyat ile kast edilen roman türü olmuştur. Nitekim edebiyat eserleri arasında senaryoya uyarlanan türlerin başında roman gelmektedir69. Bu

ilişki her iki sanat dalını da olumlu yönde etkilemiş özellikle sinema anlatı sanatlarından/romandan aldığı unsurlarla gelişimine yön vermiştir:

68 Bölümlerinin bir internet sitesi üzerinden ücretli ya da ücretsiz olarak yayınlandığı dizi türüdür.

69Çalışmamızın bu bölümünde de roman türü düzleminde edebiyat ve sinema ilişkisi ele alınmaktadır.

19.yüzyıl romanının olay örgüsü, sinemanın temel olanaklarının yeniden keşfedilmesine hizmet etmiştir. Bu, bir yandan sinema dilinin kuruluşunda ve gelişmesinde en büyük rolü yine romanın oynadığını, diğer yandan da romanın daha sinema ortaya çıkmadan, en iyi kullanılışını sinemada bulacak anlatım denemelerine giriştiğini ortaya koymaktadır (Erus, 1999:80).

“Anlatma” esasına dayanan edebiyat ile “gösterme” esasına dayanan sinemanın ortak noktalarını farklı bakış açılarıyla sıralamak mümkündür:

Edebiyat ve sinema öncelikle ele aldıkları konu noktasında benzerlik göstermektedirler. Nijat Özön (1964:798) sinemanın da edebiyatın da konusunun insan ve çevresi olduğunu belirtir. İkisinin de dramatik bir konuyu bir hikâyeyi anlattığını belirten Nijat Özön, bu iki sanat dalının dramatik yapısının benzerliğine dikkat çekmektedir. Her ikisi “birbiriyle ilişkiler ve açmazlarda olan karakterlerin öyküsü”nü (Öztuna, 1983:16) anlatmaktadırlar. Yani “Sinemadaki dramatik yapının oluşturulması da romandakine benzer biçimde aynı genel kurallara bağlı olarak gerçekleşir” (Erus, 1999:86).

Karakterler, onların gerçekleştirdiği olaylar ve bu olayların geçtiği mekân<yer> gibi unsurlar konu yanında edebiyat ile sinema arasında var olan ortak noktalardandır. Sinemanın edebiyattan ödünç aldığı anlatım teknikleri, senaryo aşamasında ortaya çıkmaktadır. Sonrası ise sinemanın kendine özgü anlatım tekniklerinin işidir (Yüce, 2005:70).

James Monaco (2001:47-49) da sinemanın en güçlü bağını resim, tiyatro ile değil romanla kurduğunu belirtir. Ona göre hem sinema hem roman ayrıntılı uzun öyküler anlatırlar ve bu anlatımı bir anlatıcının gözünden yaparlar. Romanda anlatılanların tümü sinemada görüntülenebilir. Ahmet Terzioğlu (2011) da romanla kurulan bu ilişkiyi “romanın metin üretimi konusundaki kapsayıcı yapısı” ve “metin üretmenin temel kurallarını belirlemesi” özelliklerinden kaynaklandığını belirtir.

Sinema ve edebiyat ilişkisine zaman açısından bakıldığında da benzerlik ve farklılıklar bulunmaktadır. Her ikisinde de genellikle şimdiki zaman kipi kullanılmaktadır. Edebiyat eserlerinin pek çoğu kökeni sözlü edebiyat geleneğine uzanan ve bir yazar ya da anlatıcı aracılığıyla muhatabına ulaşan “öyküleme sanatları”ndandır. Genellikle anlatılan olayların somutlaşması için şimdiki zamana ihtiyaç duyulur. Sinemada da görüntünün fiziksel niteliğine bağlı olarak şimdiki zaman kullanılmaktadır (Aykın, 1983b:486). Gürkal Aylan (1966:1041) sinemada kullanılan zaman ile ilgili şunları söylemektedir:

Sinemada seyirci bir çeşit yanılsamanın (illüzyon) içindedir, bu yüzden süre ve zaman kavramı değişir, sinema koltuğuna oturan bir seyirci artık bir sinema zamanı içinde yaşamağa başlamıştır. Sinema zamanı içinde duygulanır, sinema zamanı içinde sever, sinema zamanı içinde korkar, öfkelenir. Filmin yöneticisi açıklanması güç bir üstünlük kurmuştur salonda. Dilediğince kullanır zamanı.

Herhangi bir edebiyat eserini okumaya/dinlemeye niyetlenen okuyucu/dinleyici de sinema salonuna giden seyirci gibi eserin dünyasına kendini kaptırır ve o zaman içinde olayları yaşar ve içselleştirir. Edebiyat eserinin muhatabı eserle buluşma noktasında her ne kadar sinema seyircisi kadar kısıtlanmamış olsa da metnin<anlatının> dünyasına girdiği andan itibaren eserin zamanını yaşamaktadır.

İster edebiyat eseri ister sinema filmi olsun, meydana geldikleri zamanın birer yansıması ve aynı zamanda şekillendiricisidirler (Erus,1999:126). Edebiyat eserinin yaratıcısı da sinema filminin üreticileri de mensup oldukları toplumdan ve onun değerlerinden bağımsız eserler meydana getirmezler. Diğer yandan edebiyat eseri de sinema da içinde geliştikleri toplumları yönlendirme özelliğine sahiptirler.

Bu iki sanat dalında da üreticilerin hitap ettikleri kitlelere bir mesajı bulunmaktadır. Yaşamın her alanında olduğu gibi anlatılan her öyküde bir önerme ve ileti bulunmaktadır. Bu mesaj ya da önerme apaçık belli olmasa da izlenilen filmden ya da okunan öyküden anlaşılmaktadır. “Bir ileti veya önermesi yoksa, seyredilecek bir film, okunacak bir öykü, roman, makale, hatta haber de yoktur” (Aytekin, Eroğlu, 2014:20). Edebiyat yazılı olarak, sinema ise görsel ve işitsel olarak üreticilerinin toplumsal, tarihsel, kültürel, geleneksel, ekonomik ya da psikolojik bakış açılarını okuyucu ya da seyircilerine aktarmaya çalışmaktadır (Ormanlı, 2014:89).

Seyirciye ya da okuyucuya verilecek mesajın dikkat çekmesi ve merak uyandırması gerekmektedir. Andre Bazin (1966:115-116) sinemanın edebiyattan aldığı bir unsur olarak “merak duygusu”nu belirtir. Romanın ilk dönemlerde parça parça tefrika edilmesinin “arkası yarın” fikrinin sinemaya da uyarlanması yoluyla ilk dönem sinemalarında filmlerin kesik kesik yayınlanmasına esin kaynağı olduğu tespitinde bulunmuştur. Bunun aksi olduğunda, sinemanın seyirci tarafından çabuk tüketilip belki de yok olacağını belirtmektedir. Günümüz filmlerinde sürdürülen bu mantık televizyon dizilerinde de kendisini göstermektedir.

Merak duygusu; dikkat çekmek, ilgiyi artırmak gibi beklentileri de beraberinde getirmektedir. Gürsel Aytaç (2005:24) “Sürekli dikkat çekmek, artık medyadan edebiyata

geçmiş bir ilke gibidir. Yani medya izleyicisinin algılama yaşantısı, yazarların okuyucudan beklediği algılama ile örtüşmektedir” cümleleriyle hem edebiyat eserinin okuyucusunun hem sinema izleyicisinin bir eserle buluşması için bu eserlerin onları kendilerine çeken bir unsura sahip olmaları gerektiğini belirtir.

Edebiyatı ve sinemayı popüler sanat olarak tanımlayan James Monaco (2001:219) romanın tarihi ile sinemanın gelişimi ve kökenleri arasında da benzerlikler olduğuna dikkat çekmekte ve tespit ettiği noktaları şöyle izah etmektedir:

Her ikisi de ekonomik işlevlerinin yerine getirmek için geniş bir tüketici topluluğuna bağlı olan popüler sanatlardır. Her ikisinin de kökleri bir belgeleme aracı olarak gazeteciliktedir. Her ikisi de başlangıçta bir yenilik ve keşif olarak gelişmişler, daha sonra diğer sanatlara egemen bir konuma ulaşmışlardır. Oldukça farklı kesimlerden okurlara-izleyicilere hizmet eden karmaşık bir türler sistemi geliştirmişlerdir. Nihayet, kendilerine yeni bir araç (romana sinema, sinemaya televizyon) tarafından meydan okunurken, popüler eğlencenin estetik değerleri üzerine seçkin kesimlerin estetik değerlerinin eklemlendiği bir aşamaya girmişlerdir. Tıpkı romanın sinemayı beslemesi, ona zengin bir maden sunması gibi, günümüzde de sinema ve televizyonu besliyor. Aslında artık anlatı eğlencesinin bu üç biçimi arasında açık ayrımlar yapmak mümkün değildir. Ticari olarak roman, sinema ve televizyon her zamankinden daha fazla iç içe geçmiştir.

Seçil Toprak (2011:17-18) iki sanat dalının tarihsel süreçte benzer aşamalar geçirdiğini şu sözlerle izah eder:

Sinema sanatını yaratan toplumsal şartlar, roman sanatının da yeniden şekillenmesinde etkili olmuştur. İki sanat dalı da birbirine paralel olarak, zamanın ve değişen toplum şartlarının algı süreçlerinde yarattığı etkilerle değişim sürecine girmişlerdir daha doğrusu, sinema, böyle bir zaman süreci içinde doğarken, roman da değişen yapısıyla yeni zamana ayak uyduran bir görüntü çizer. Sinema ve edebiyatın ortak noktalarından biri de “anlatı geleneği”nin ürünü olmalarıdır. Anlatı geleneği insanlığın başlangıcından beri farklı yapılarda süregelmektedir ve gelişen teknoloji ile çeşitlenmektedir. Andre Bazin (2013:67) “Seri halinde üretilmeye başlanan filmler, eski masal ve öykü biçimlerinden popüler bir teknik ve tarzda yeniden üretim niteliği taşımaktadır” sözüyle bu duruma dikkat çekmektedir.

Sanatın her dalının kendi kuralları uyarınca oluşup yaşadığını belirten Tarkovski (2008:47), sinema ve edebiyatın sıklıkla karşılaştırıldığını ifade eder. Ona göre edebiyat ve sinema arasındaki ortak nokta, “her şeyden önce, gerçekliğin sunduğu malzemeyi yoğurma ve yeniden düzenleme konusunda sanatçıların sahip olduğu eşsiz özgürlüktür” (2008:47- 48). Edebî eser üreticisi ya da senarist, anlatmak istedikleri herhangi bir konuyu anlatabilir ve bu konu seçiminde sınırsız bir hürriyeti ellerinde bulundururlar.

Sinemaya uyarlamada en sık başvurulan edebî türlerden birinin roman olduğu yukarda dile getirilmişti. Klasik dram yapısı, bölümlü anlatım, karakter sunumu, sinemanın

romandan aldıklarıdır. Bir filmin en küçük parçası halindeki çekimler (plan) birleşerek sahneleri oluşturmaktadır. Sahneler ise birleşerek kendi içinde bir bütünlüğü olan sekansları oluşturmaktadır. Sekanslardan da bir film meydana gelmektedir. Romanın bölümleri ile film sekansları arasında benzerlik görülmektedir. Giriş, gelişme ve sonuçtan oluşan sıralama da romanın kullandığı yapıdır (Arslantepe, 2012:22).

Her iki sanat dalının kullandığı-şekillendiği-şekillendirdiği bir dil bulunmaktadır. Edebiyat ve sinema dillerinin temel benzeşme ölçütü yapısal ve kurgusaldır. Her iki sanatta da en küçük birimlerden büyük birimlere doğru gelişme söz konusudur. Romanda genel olarak harfler, sözcükleri, sözcükler cümleleri, cümleler paragrafları, paragraflar bölümleri, bölümlerse romanı oluşturur. Sinemada ise, fotoğraflar çekimleri, çekimler sahneleri, sahneler ayrımları, ayrımlar bölümleri, bölümlerse filmi oluşturur (Kale, 2010:267-268). Cemal Aykın’a (1983a:375) göre “Sinema, kendi niteliklerine uygun konuları ve birçok anlatım, betimleme tekniklerini daha çok romanda bulmuştur.”

Tuncay Yüce (2005:70) sinema ve edebiyatın yapısal benzerliği konusunda şunları söylemektedir:

Sanatsal varoluş biçim-içerik ilişkisi içinde gerçekleşir. Biçim içeriğin içerik de biçimin taşıyıcısı olmuştur.70 Sanat yapıtları, biçimsel öğelerinin (ses, renk, ritim, simetri, vb.) içeriksel öğelerle

(anlatım, konu, tema vb.) yoğrulmasıyla oluşur. Bu iki öğe birbirinin ayrılmaz parçalarıdır. İşte sinema ile edebiyatın birlikteliği bu noktada başlar. Sinema, edebi anlatım biçimlerine kesme, zincirleme gibi kurgu teknikleri aracılığıyla geriye dönüşler (flash-back) ileriye sıçramalar (flash- forward) gibi zenginlikleri de katarak belki de romanın düşlemsel boyutunu kendine özgü zaman- mekân ilişkisiyle bir üst boyuta aktarır.

Sanat dalları üreticisi için yalnızca bir arınma aracı değildir. Edebiyat ve sinemanın ortak işlevlerinden bir diğeri de hitap edilen toplumu eğitme amacı taşımasıdır. Bir edebiyat eseri ya da sinema filmi insanı konu edinirken tek gayesi bunu ifade etmek ya da göstermek değildir. Bu ifade etme ve gösterme esnasında anlam yüklemektedirler. Her ikisinde de sanat eserleri, okuyucu ya da izleyiciyi hayatın farklı farklı yönleriyle yüzleştirir ve eğitir. “Sinema ve edebiyat iletişim araçları olarak toplumda haber ve bilgi sağlama, toplumsallaştırma, güdüleme, tartışma ortamı yaratma, eğitim, eğlendirme, bütünleşme, kültürün gelişmesine katkı işlevlerini birbirinden bağımsız olarak görürler” (Uğurlu, 1992:146).

Nijat Özön (1964:798) toplumbilim ve ruhbilim bakımından da edebiyat ve sinemanın benzer olduğuna değinir. Buna göre her ikisi de geniş kitlelere hitap etmektedir ve hem sinema seyircisi hem edebiyat eseri okuyucusu izlediği ya da okuduğu eserde gördüklerinin etkisi altında kalır, kahramanlarla yakınlık kurar ve yerlerine geçme arzusu hisseder. Öyle ki “İstanbullular beyaz perdede gördüklerinden etkilenerek filmdekiler gibi yürümeye, sigara tutmaya çalışırken zamanla belli sinema “artist”leri gibi konuşmaya, onlar gibi düşünmeye, onlar gibi âşık olmaya başlayacaktır” (Kaynar, 2009:209).

Benzer şekilde sinemanın edebiyat gibi toplum üzerindeki etkisine dikkat çeken James Monaco (2001:253) düşüncelerini şöyle ifade etmektedir:

Sinema, en azından çok etkili olduğu ülkelerde, kültürel olarak neyin hoş görülebilir/izin verilebilir olduğunun tanımlanmasına büyük ölçüde yardım eder: Sinema toplumun ortak deneyimidir. Sinemanın rol modelleri öylesine güçlüdür ki, model yaratmayan rolleri toplumun tek tek üyelerinin anlaması bile çok zordur. Halk hikâyeleri gibi filmler de tabuları ifade eder ve bunların ortadan kalkmasına yardım eder.

Andrey Tarkovski (2008:60), senaristlerin yazarlar ile bazı ortak noktaları olduğunu belirtir. Senaristlerin de bir yazar duyarlılığında yazmalarını gerektiren özellikle psikolojik görevleri olduğunu ifade etmektedir.

Sinemayı edebiyatın çağdaş anlatım aracı olarak gören Nevhis Cem Aşkun (2016:125), sinema ve edebiyatın benzerliklerini her iki sanat dalının yaratıcıları üzerinden değerlendirmektedir:

Klasik sinema yapıtlarında, yani konulu filmlerde sinemayı yaratan güç edebiyatta toplanmaktadır. Başka deyişle, sinemanın birikimi edebiyattır. Bize bu gücü aktaran sinema kadrosunun da senaristinden yönetmenine kadar tüm emekçi ve sanatçılarının edebî duyarlılığa sahip olmaları gereklidir. Böyle bir duyarlılığa sahip olmayan sinema yapımcılarının ortaya gerçek bir sanat yapıtı koyamayacakları açıktır. Buradan anlaşılmaktadır ki sinemanın sanatsal gücü, edebi birikime etkisi ise bu birikimi kullananların yazınsal duyarlılığına bağlı kalmaktadır. Örneğin Hugo’yu, Balzac’ı, Dostoyevsky’i, Halit Ziya’yı, Reşat Nuri’yi anlayamadan bir film yapımcısı bize bunları nasıl aktarabilir?”

Günümüze gelindiğinde sinema ile edebiyatın ilişkisi öylesine ilerlemiştir ki Andre Bazin (2013:81-82), bu durumu şöyle ifade etmektedir: Sinema işlevsel bir sanattır ve senaryo çağına girmiştir. Bu madde ile biçimin ilginin geriye çevrimidir. Sinemanın yeniden dirilme dönemi romandan ve tiyatrodan bağımsız olarak gerçekleşecektir. Fakat artık romanlar doğrudan doğruya sinema için yazılmaktadır.

Edebiyat eserleri okurun elinin altında hazır bulunan metinler olduğundan defalarca okunma imkânına sahiptir. Sinema filmleri de artık gelişen teknoloji sayesinde defalarca izlenme olanağı elde etmişlerdir.

Edebiyat ve sinema yakınlığı bu benzerlikler neticesinde çift taraflı ilerlemiş ve edebiyatın/romanın da sinemadan aldığı unsurlar olmuştur: bağlantı teknikleri, bir plandan diğerine geçişte sürekliliği sağlama, ekleme ve kaynaştırma yolları, bir zamandan, bir mekândan, bir olaydan diğerine geçiş, kişiler nesneler arasında bağlantı kurma teknikleri olarak yavaş silikleşme ya da kararma, bindirme ve yapıt bileşimi yönünden kesim ve kurgu gibi yöntemler, örnek olarak verilebilir. Bunlardan başka aynı bakış açısından çeşitli alan derinliklerinde betimlemelerin zincirlenişi, betimleme açısının devingenliği, kaydırılması yöntemleri de sayılabilir (Aykın, 1983b:491-492).

İki sanat dalı arasındaki çift yönlü ilişki sinema filminden eser uyarlama şeklinde de vücut bulmuştur. Matrix filmi sinemadan romana uyarlanan bir eserdir. (Kale, 2010:273). Bunun dışında sinemanın konu olarak edebiyatı etkilediği eserler de mevcuttur71.

Bundan başka ülkemizde ve diğer ülkelerde de özellikle televizyonda yayımlanan dizilerin kimi zaman da sinema filmlerinin senaryoları kitap halinde basılıp satışa sürülmektedir. Bu durumu da sinema edebiyat/medya edebiyat ilişkisi bağlamında sinemadan edebiyata doğru bir yönelme olarak yorumlanmalıdır (Özdemir, 2006:20).

Sinema bir medya ortamına kaydedilen hareketli görüntülerin kimi teknik yöntemler kullanılarak işlenip çoğaltılması işlemidir. Edebiyat da sinema gibi yeniden çoğaltım işlemine maruz kalmaktadır. Bir edebiyat eseri yazarı tamamladığı yapıtını çoğaltıp dağıtması için yayıncısına verirken; senarist de senaryosunu film yapımcısına teslim eder (Fener, 2015:32).

Sinema ile edebiyat arasında ilk temas sinema tarihi ile başlamakla birlikte zaman içinde iki sanat dalı da birbirinin imkânlarından faydalanması boyutuna taşınmıştır. Sinema edebiyattan öykü, konu gibi anlatılacak hikâye bakımından faydalanırken; edebiyat da sinemadan somutlaştırma ve çeşitli anlatım tekniklerini uygulamak suretiyle yararlanmıştır

(Erus, 1999:106). Sonuçta her iki sanat dalı da uygulanabilir olması şartıyla birbirlerinin imkânlarını değerlendirmişlerdir.