• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: EDEBİYAT VE SİNEMA

3.1. Türkiye’de Edebiyat ve Sinema

Türkiye’de ilk sinema filmimizin tarihi 1914 olarak kabul edilmektedir. İlk uyarlama filmin tarihi de 1919’dur. Sinema ve edebiyat ilişkileri Türkiye’de sinemanın tarihi ile aynı seyri izlemiştir diyebiliriz57.

55 21 dakikalık filmde Jules Verne ve H. G. Wells’in kitaplarından esinlenen Melies, büyük bir savaş topu

kullanarak aya yolculuk yapanların hikâyesini anlatır (Öncel,2008:206).

56 Shaksperare aynı zamanda oyunları sinemaya uyarlanan yazarların da başında gelmektedir. Japonya’dan

Rusya’ya dünyanın pek çok ülkesinde, kısa, orta ve uzun metrajlı olmak üzere Shaksperare’in oyunlarının üç yüzü aşkın sinema uyarlamasının (içlerinde, Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın çok değerli bir kukla filmi uyarlaması dahi vardır) bulunmaktadır (Özdemir, 2012:265).

Edebî ürünler ile sinema birlikteliği dünyadaki gibi bir seyir izlemiş ve ilk eserler çoğunlukla edebiyat ve tiyatrodan faydalanılarak vücut bulmuştur. İlk eserlerin ardından yabancı filmlerden uyarlama yapımlar sayıca çoğunluk sağlamıştır58. Zamanla uyarlama,

sinema tarihimizde önemini artırmış ve hemen hemen tüm popüler romanlar59 sinemaya

adapte edilmiştir (Arslantepe, 2009:126).

İkinci Bölüm’de görüldüğü üzere Türk sineması da sinemayla buluşan pek çok ülkede olduğu gibi özgün senaryo üreterek başlangıç yapamamıştır. İlk filmin çekildiği 1914 yılından ilk film şirketinin kurulduğu 1922 yılına kadar çekilen filmlerin çoğu piyeslerin senaryolaştırılması seviyesindedir. Diğer bir ifadeyle Türk sineması başlangıçta orijinal bir senaryo yazımı sonucu film çekmeyi değil, var olan tiyatro, roman ya da edebî eseri senaryoya uyarlamayı tercih etmiştir60. Esasen bu durum bir kusur olarak görülse de

başlangıç aşamasını yaşayan sinemanın etki ettiği yapının kültürel bütünlüğünü kullanmış olması makul kabul edilebilir. Sorun olarak görülen, bu “uyarlamacılık” vasfının süreklilik haline dönüşmüş olmasıdır. Daha bariz olarak ifade edecek olursak, zaman içinde gelişerek dönüşmesi gereken sinema alanı bu gerekliliği olması gereken sürede ve muhtevada ortaya koyamamıştır.

Buna sebep olarak Nijat Özön (2013:119-120) Türk sinemasının ilk yıllarında tek yönetmen olarak varlık gösteren Muhsin Ertuğrul ve arkadaşlarının sinema duygusundan yoksun oluşlarını göstermektedir. Ona göre Muhsin Ertuğrul ve etrafındakiler tiyatro eğitimi almış kimseler olup sinema ile tiyatronun farklı birer sanat dalı olduğunu da fark edememişlerdir. Bu isimler, genellikle tiyatro oyunlarını küçük değişikliklerle kamera önüne taşımışlardır. Rıza Kıraç (2012:26) tiyatronun sinema üzerindeki bu etkisinin uzun yıllar sürdüğünü belirtir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sinema filmlerinin sayıları

58 Bu yabancı uyarlamaların hiçbirinde filmlerin herhangi bir yerinde isimlerine yer verilmemiştir. (Saydam,

2011:51). Türk sinemasının ilk yıllarında yabancı filmlerden uyarlamalar için bkz.;

Scognamillo,Giovanni (1974a). “Türk Sinemasında Yabancı Uyarlamalar” Yedinci Sanat Dergisi, S.11, s. 33-35.

Scognamillo,Giovanni (1974b). “Türk Sinemasında Yabancı Uyarlamalar” Yedinci Sanat Dergisi, S.12, s. 34-38. Scognamillo,Giovanni (1974c). “Türk Sinemasında Yabancı Uyarlamalar” Yedinci Sanat Dergisi, S.13, s.49-52.

59Popüler romanlar; “Yazarı açısından estetik bir gaye güdülmeksizin kaleme alınan; yazılıp yayınlanmasında

başta ticari kaygı olmak üzere, sanat dışı sebepler bulan; okurun fikrinden çok duygu ve heyecanlarını harekete geçirmeyi hedefleyen; çok sayıda okura ulaşan; kolay anlaşılıp, rahat çözümlenen; okurda belirli bir seviye aramayan; klişeleşmiş basmakalıp bir yapı arz eden; birçoğu filme alınarak okur dışında sinema ve televizyonda da çok sayıda izleyiciye ulaşan vs. nitelikte romanlar”dır (Şaban Sağlık’tan akt. Yılmaz, 2011:53).

da oldukça artmıştır. Ancak film sayısı artsa da bu filmlerin çoğunluğu tiyatro ve edebiyat uyarlaması olmuştur.

İlk yıllarında Türk sinemasını tek elden yürüten Muhsin Ertuğrul, çoğunlukla popüler tiyatro eserleri ya da operetleri sinemaya uyarlama yolunu tercih etmiştir. Bunun dışında Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Yaban), Halide Edip Adıvar (Ateşten Gömlek), Peyami Safa (Sözde Kızlar), Nizameddin Tepedenlioğlu (Bir Millet Uyanıyor), Mebrure Alevok, Ziya Şakir Sado ve Nazım Hikmet’ten de uyarlamalar yapmıştır (Arslantepe, 2009:130)61.

Türk sinemasında ilk edebi eser uyarlaması Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın aynı adlı eserinden 1919’da çekilen ‘Mürebbiye’ filmidir. Bu eserin seçiminde önemli faktörlerden biri Nijat Özön’e (2013:64) göre eserin bazı bölümlerinin daha önce tiyatrolaştırılmış ve sahnede oynanmış olmasıdır62. Yönetmeni Ahmet Fehim olan (İnan, 2011:411) film ile

ilgili Nilgün Akgün Çomak (1998:302) şunları söylemektedir63:

Filmde varsıl bir ailenin çocuklarının eğitimi için yalıya alınan Fransız Fettan ve güzel mürebbiye Anjel'n erkekleri baştan çıkarışı ele alınmaktadır. Ayrıca filmde haremlik-selamlığın egemen oluşu, kadın-erkek ilişkilerinin çarpıklığı ile yabancı mürebbiyelere verilen olumlu ya da olumsuz değerlendirmeler vurgulanmaktadır. Bu filmin, işgal kuvvetlerine karşı bir tepki oluşturacağı gerekçesi ile Anadolu'da gösterimi yasaklanmıştır.

Görülüyor ki Türkiye’de edebiyat ve sinema sinemanın ilk yıllarında başlamakla beraber edebiyat-sinema tartışmalar ve eleştirmeler de ilk günlerde başlamaktadır (Özgüç, 1996:7).

Mürebbiye’den sonra hikâyeli ilk filmimiz olan Pençe de Mehmet Rauf’un piyesinden uyarlanan bir yapım olmuştur. Sinemamızda ilk dönemlerden sonra da edebiyat ile olan ilişkiler devam etmiş, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar çekilen filmlerin çoğunluğu uyarlama yapımlar olmuştur. 1946 yılından itibaren film yapımı büyük artış göstermiş ancak bu dönemlerde de edebiyat uyarlaması filmlerin sayısı en az orijinal senaryolar kadar çok olmuştur (Ufuk, 1959:14).

61Bkz. Çakır, Süreyya (2017a. Popüler Romanlardan Yeşilçam Melodramlarına bir Uyarlama Örneği:

Hıçkırık, Sinefilozofi Dergisi, C. 2, S.3, s.79-111.

Tunalı, Dilek (2006). Batıdan Doğuya Hollywood’dan Yeşilçam’a Melodram, Ankara: Aşina Kitaplar.

62 Nitekim Agâh Özgüç (1996:7), filmin öneminin başarılı olmasından değil uyarlama konusunda ilk

olmasından ileri geldiğini belirtir.

63 İlk edebiyat uyarlaması Mürebbiye’nin filme aktarılması ile ilgili ayrıca bkz. Özgüç, Agâh (1996). “Türk

İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Türk sinemasında yapılan uyarlamalarda dikkat çeken hususlar vardır. Bu yıllara kadar yapılan edebiyat uyarlamaları eserlerin yayınlandığı yıl gerçekleştirilmiştir. Yani Ateşten Gömlek, Nur Baba, Binnaz, Sözde Kızlar, Aynaroz Kadısı gibi edebiyat eserleri yayınlandıkları yıl aynı zamanda filme de aktarılmıştır. Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda filme alınan eserlerin yayınlanma tarihleri ile aralarında yaklaşık on yılın bulunduğu görülür (Ufuk, 1959:14).

Bir başka husus da İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar yapılan uyarlama filmler -Halide Edip Adıvar dışında- yazarları yazarlık hayatına yeni başlayan isimlerin eserlerinden uyarlanan filmlerdir. Örnek olarak Binnaz filme aktarıldığında Yusuf Ziya Ortaç 24, Sözde Kızlar filme aktarıldığında Peyami Safa 27 yaşında idi. Savaşın ardından ise Hüseyin Rahmi Gürpınar, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay gibi önceki döneme göre “yaşlı” sayılabilecek isimlerin eserlerinin uyarlandığı görülmektedir (Ufuk, 1959:14).

Bu yıllarda sinemanın edebiyata başvurma nedenleri arasında dünyada olduğu gibi kendisini bir sanat olarak kabul ettirme endişesi yer almaktadır. Çünkü sinema ilk yıllarda yalnızca bir eğlence aracı olarak kabul görmüş, tiyatronun devamı sanılmış buna karşın sanat dalı olarak kabul edilmeye çalışmıştır. Bu nedenle toplum tarafından kabullenilmiş bir sanat dalı olan edebiyattan ve “klasik” kabul edilen eserlerden hareketle benimsetme yoluna gitmiştir (Cansız, 2011:42). Bu filmlerde göze çarpan ilk özellik Kemal Özer’e (1973:11) göre sinema dilinin bulunmayışıdır. Zamanla birebir uyarlamalar ve tiyatro sahnelerinin kullanılması yerine doğal mekânlar tercih edilmiştir.

Mürebbiye’nin ardından günümüze kadar hemen hemen her yıl sinemamızda edebiyat uyarlamasına yer verilmiştir64. Bu kimi zaman bir edebî eserin olduğu gibi filme

aktarılması şeklinde gerçekleşmiş kimi zaman edebî eserin konusu senaryoya kaynaklık etmiştir. Aynı eserler, farklı zamanlarda farklı yönetmenler tarafından tekrar

64 Ahmed Mithat Efendi: Felatun Bey’le Râkım Efendi, Henüz On Yedi Yaşında; Recaizade Mahmut Ekrem:

Araba Sevdası; Halit Ziya Uşaklıgil: Aşk-ı Mmenu, Kırık Hayatlar; Mehmet Rauf: Eylül; Reşat Nuri Güntekin: Çalıkuşu, Yaprak Dökümü, Acımak, Dudaktan Kalbe; Hüseyin Rahmi Gürpınar: Şıpsevdi, Mürebbiye; Halide Edip Adıvar: Ateşten Gömlek, Sinekli Bakkal, Vurun Kahpeye; Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Yaban, Kiralık Konak; Peyami Safa: Sözde Kızlar, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Tarık Buğra: Küçük Ağa; Memduh Şevket Esendal: Ayaşlı ve Kiracıları; Orhan Kemal: Hanımın Çiftliği, El Kızı, Murtaza; Yaşar Kemal: Ağrı Efsanesi, Ala Geyik; Yusuf Atılgan: Anayurt Oteli; Pınar Kür: Asılacak Kadın; Fürüzan: Ah Güzel İstanbul; Ferit Edgü: Hakkari’de Bir Mevsim, Ahmet Hamdi Tanpınar: Yaz Yağmuru… (Akgün Çomak, 2001:341).

senaryolaştırılmıştır65. İlk dönemlerde bazı yazarlar senaryo yazmaya da başlarken, ünlü

yazarların eserleri de isimleri değiştirilerek senaryoya uyarlanmıştır. 1960’lı yıllarda özellikle köy romanlarının senaryolaştırıldığı görülmektedir. Bu dönemde edebiyat ve sinema etkileşimi oldukça artmıştır. 1970’li yıllardan günümüze kadar ise özellikle roman türünde eserlerin senaryoya aktarıldığı görülmektedir. Televizyonda çoğunlukla klasik edebiyat eserlerine yer verilirken sinema filmleri için bunların yanında güncel edebiyat eserleri de tercih edilmektedir (Erus, 2005: 21-27).

1960’lı yıllarda film sayılarında görülen artış konu sıkıntısına yol açmış ve bu dönemde çekilen filmlerin pek çoğu başarılı uyarlama örnekleri olarak sinema tarihinde yer almamıştır. Gerek yeterli eleman sayısının bulunmayışı, gerek yıldız oyuncu sistemi, gerekse zorlu çalışma şartları gibi nedenlerden ötürü uyarlamalar istenilen başarıyı elde edememiştir. Daha çok kes-kopyala-yapıştır66 şeklinde düzensiz ve kolaya kaçılan

uyarlamalar beyazperdede yerini almıştır. Bu gidişat içinde Halit Refiğ, Lütfi Ömer Akad ve Metin Erksan gibi yönetmenlerin yapımları görece daha düzenli ve uyarlama mantığına uygun yapımlar arasında sayılabilir (Saydam, 2011:52).

Özellikle Yeşilçam dönemi uyarlamalarında başta Türk sözlü anlatı yapısı, daha sonra Hollywood ve Mısır sinemalarının etkisi ile teşekkül eden melodramatik içerik Türk sinemanın günümüze kadar süren tekrarlı yapısının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu dönem uyarlamaların çoğu, ufak tefek farklılıklarla birbirine yakın anlatı izleği içindedir (Çakır, 2017a:79-90). Çünkü “Yeşilçam sineması sözlü kültür ürünlerinin etkisiyle vücut bulmuş; masal, halk hikâyesi, destan gibi sözlü kültür ürünlerinin yanında Karagöz ve Ortaoyunu gibi geleneksel temaşa sanatlarının etkisini büyük oranda hissettirdiği bir dönem olarak Türk sinemasında yerini almıştır” (Aydın Sevim, 2016:32).

Özellikle Hıçkırık olmak üzere Kerime Nadir’in eserlerinin neredeyse tamamı senaryoya uyarlanmış olup eserlerinin etkisi uzun yıllar sürmüştür67. Evşen Çerkeşli

65 Örneğin Halide Edeip Adıvar’ın Vurun Kahpeye romanı ilk çekiminin ardından 16 yıl sonra tekrar

çevrilmiş ve ikinci olarak çekilen ilk film olmuştur (Sinema Ekspress, 1964:9). 1949 ve 1964 yıllarında yapılan bu iki çekimin ardından 1973 yılında eser tekrar beyazperdeye aktarılmıştır (Özdarıcı, 2011:201). Bundan başka Yaşar Kemal’in İnce Memed adlı romanı da çok defa sinemaya uyarlanmıştır. Bu konuda Yılmaz Güney şunları söylemektedir: “İnce Memed sinemamızda değişik adlarla 19 kez filme alındı, bunların 17’sinde ben oynadım” (Özgüç, 1996:6).

66 Vurgular yazara aittir.

67Agâh Özgüç (1996:7) Kerime Nadir’in yanında Esat Mahmut Karakurt ve Muazzez Tahsin Berkant’ın

(2017:52) bu durumun günümüz sinemasına etkisini “Gerek edebiyatta gerek sinemada yer bulan günümüzde dahi tekrarlanmaktan bıkılmayan klişelerin temelinde Hıçkırık’ın açık ya da gizli izlerini sürmek olasıdır” sözleriyle dile getirmektedir.

1970’li yıllarda çoğunlukla gecekondularda yaşayan insanların sorunlarını anlatan romanların sinemaya aktarıldığı görülür. 1980’li yıllarda kadın konulu romanların uyarlamalarda artışı gözlemlenmiştir (Sayın, 2005:121-122). 1970’li yıllarda televizyonun evlere girmesiyle edebiyat-sinema ilişkisi edebiyat-televizyon yapısına dönüşmeye başlamıştır. Ancak 1970-1980 arasında TRT’de yer alan uyarlamalar izlenme kaygısından çok sanatsal gaye gütmektedir. Bu dönemde yapılan örnekler halkı okumaya da sevk etmiş ve edebiyat-televizyon ilişkisini olumlu yönde etkilemiştir. 1990’lı yıllarda edebiyat eserlerine gösterilen ilgi yerini eğlence programlarına devretmiştir. Nitekim bu yıllarda özel kanallar yayın yapmaya başlamışlardır. 2000’li yıllarda ise ticari kaygılar neticesinde edebiyat uyarlamalarına yeniden yönelme söz konusu olmuştur ancak bu yapımlarda esas amaç kültürel birikim oluşturmak ya da okuma alışkanlığı geliştirmek değil kazanç sağlamaktır. Bu nedenle 2000 sonrası yapımlar edebiyat televizyon ilişkilerine katkı sağlayamamıştır (Şen, 2018:268).

Zeynep Çetin Erus (2005) 1990’lı yıllarda Türk ve Amerikan sinemasında yapılan uyarlamaları karşılaştırdığı çalışmasında şu tespitlerde bulunmuştur: Günümüze geldiğimizde 90’lı yıllarda yaşanan durum sonraki yıllarda çok değişmemiştir. Türk sinemasında özellikle 90’lı yıllarda edebî eserden uyarlama yapılırken eser seçimi çoğunlukla tesadüfi şekilde gerçekleşmiştir. Amerika’da olduğu gibi profesyonel olarak eser seçimi ile ilgilenen kişiler bulunmamaktadır. Türkiye’de daha çok yönetmenin ya da yakın çevresinin okuyup etkilenmesi sonucu uyarlanacak filmler seçilmektedir. Oysa Amerika Birleşik Devletleri’nde uyarlama yapılacak eserin seçimi için ajanslar ve kitap avcıları bulunmaktadır. Ayrıca burada genellikle çok satılan kitapların daha çok uyarlandığı görülmektedir. Burada kriter ise kitabın seslendiği kitlenin sinema seyircisi olup olmadığıdır. Türk sinemasında ise daha çok az satılan kitaplar uyarlanmaktadır. Amerika’da yapılan uyarlamalarda görülen konu çeşitliliği Türkiye’de pek yoktur. Amerika’da uyarlama yapmanın en büyük amacı kâr yapmak iken Türkiye’de böyle bir durum söz konusu değildir. Bu nedenle de Amerika’da çok satılan romanlar özellikle

gibi isimlerin eserlerinin hem çok okunması hem de filmlerinin izlenmesi durumunu edebiyat sosyolojisi açısından ele almıştır.

uyarlanmaktadır. Çünkü tanıtım faaliyetleri kapsamında eserin tanınmışlığı filme öncelik kazandırmaktadır. Ayrıca Amerika’da filmler Oscar ödüllerine ulaşma çabası içindedir.

Her yıl Amerika’da yapılan filmlerin yaklaşık yüzde 30’u edebiyat uyarlaması filmlerden oluşmaktadır. Diğer taraftan her yıl çok satılan kitapların yüzde 80’i filme çekilmektedir (Miller, 2012:257).

Günümüze doğru yaklaşıldıkça sinemanın teknik olanaklarının artması dolayısıyla özellikle tarih konulu romanların filme aktarıldığı görülmektedir (Sayın, 2005:123). Tarih konulu edebiyat eserleri dışında yeni dönem yazarlarının eserleri de uyarlamada başvurulan kaynaklar arasında yerini almıştır. Diğer taraftan Dede Korkut Hikâyeleri başta olmak üzere, kültürel öğeleri de içinde barındıran edebiyat metinlerinden son dönemde yararlanıldığı görülmektedir.

Uyarlama konusu nitelik açısından tartışmaları, edebiyat ya da sinemaya olumsuz yönden etkisi gibi görüşleri de beraberinde getirmiştir. Ancak Türk sinemasında uyarlama fikri senaristlere yapımcılara kolaylık sağlamasının yanında izleyici tarafından da benimsenmiştir. Öyle ki uyarlama alanı yeni iletişim ortamlarına taşınmıştır. Örnekler yalnızca sinema filmi, televizyon dizisi ile sınırlı kalmamıştır. Gelişen iletişim olanakları yeni kültür ortamları yaratmış ve diziler televizyon dışında “internet dizisi”68 olarak da

yayınlanmaya başlanmıştır.

İlk yıllardan günümüze kadar yapılan edebiyat (roman, hikâye, çizgi roman, karikatür gibi…) uyarlaması yapımların listesi Ek A’da verilmiştir.