• Sonuç bulunamadı

ULUSLARARASI LİBERAL TEORİ/NEOLİBERALİZM

Liberalizmin, uluslararası politika ve dış politikayı açıklamaya yönelik bir uluslara-rası ilişkiler teorisi olarak görülmesi, I. Dünya Savaşı sonuluslara-rasında, uluslarauluslara-rası barış ve güvenliğin egemen kılınması ve çatışmaların önlenmesine ilişkin çabaların bir sonucu olarak gündeme geldi. Uluslararası liberal teori olarak da ifade edilecek olan XX. yüzyıl liberalizminin temel özelliği, klasik liberal teorinin insan unsuru ve bireye yaklaşımını esas alarak, uluslararası ilişkilerde barış ve işbirliğinin ana-liz edilmesidir. Bu bağlamda klasik liberal teoride birey temel anaana-liz birimi olarak

2

alınırken liberal uluslararası ilişkiler teorisinde, analiz birimi sadece birey değildir.

Analiz düzeyi olarak pluralist bir yaklaşım benimsenerek, uluslararası ilişkiler ve devletin dış politikası; birey, ulusal baskı grupları, devlet, uluslararası örgütler ve uluslaraşırı örgütlenmeler düzeyinde (yani aktör düzeyinde) analiz edilmektedir.

Andrew Moravcsik, liberalizmin üç temel varsayımı üzerinde durmaktadır.

Birincisi; liberalizmde uluslararası ilişkilerin temel aktörleri yalnız devletler de-ğildir. Aynı zamanda bireyler ve sivil toplum kuruluşlarıdır. İkincisi; tüm hükü-metler toplumun belli bir kesiminin temsilcisidirler. Hangi kesimin çıkarlarının yansıtıldığı veya temsil edildiği önemlidir. Üçüncüsü; uluslararası çatışma ve iş-birliğiyle uluslaraşırı ekonomik etkileşimler, devletlerin davranışlarının yansıma-ları ve tercihlerinin sonuçyansıma-larıdır. Liberal teori, uluslararası çatışma ve işbirliğini ve uluslararası politikayı birim düzeyinde analiz etmektedir. Dolayısıyla liberal ulus-lararası ilişkiler teorisi (neoliberalizm), birim (aktör) düzeyindeki nedenlerden yola çıkarak, sistem düzeyindeki sonuçlara ulaşmaktadır. Uluslararası çatışmalar analiz edilirken ve nedenleri araştırılırken bunun ülke içindeki toplumsal gruplar arasındaki çatışmalardan da kaynaklanabileceği üzerinde durulmaktadır.

Liberalizmin temel ilkesi olan demokrasi, neoliberalizmin de en temel ilkesi olmaya devam etmektedir. Demokrasinin, barışı teşvik etmesi, tüm liberal görüşü savunanların üzerinde durduğu en önemli noktadır. Buna göre, demokrasiler bir-birleriyle savaşmazlar. Temelleri Kantiyen liberalizme ve Wilson idealizmine da-yanan neoliberal teoriye göre, iç politikadaki değişiklikler, dış politikayı ve ulusal güvenliği etkilemektedir. Ayrıca “self determinasyon ilkesi” Wilson’ın da üzerinde durduğu temel ilkelerden birisi olarak neoliberalizmin esaslarından biri olmaya devam etmektedir. Neoliberallere göre, sınırların anlamını yitirmeye başladığı bir dünyada artık iç politika dış politika ayırımı yapılması anlamsızdır.

Birinci Dünya Savaşından sonra Milletler Cemiyetinin ve İkinci Dünya Savaşının ardından Birleşmiş Milletlerin kurulmasında liberal felsefe etkili olmuştur.

Uluslararası liberal teori (neoliberalizm), realizmden farklı olarak uluslararası çatışma yerine barış ve işbirliği konuları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Liberallere göre uluslararası ilişkilerin tek gündemi güvenlik konuları değildir. XX. yüzyıldan itibaren uluslararası ilişkilerin gündeminin çeşitlenmeye başladığı; refah, mo-dernleşme, çevre ve benzeri konuların en az güvenlik konuları kadar dış politik tutum ve tavırları etkilediği kabul edilmektedir. Diğer bir deyişle artık devletlerin dış politikalarını yönlendiren tek unsur, sadece güvenlik faktörü olmaktan çıkmış;

ticaret, para, göç, sağlık, çevre ve benzeri konular güvenlik konuları kadar önemli hale gelmiştir. Liberallere göre, uluslararası ilişkilerde kurumsallaşma hem belir-sizlik ve korkuyu azalttığından, hem de uluslararası eğitim ve etkileşim, yanlış bilgilenme ve yanlış algılamadan kaynaklanan korku ve düşmanlığı en aza indir-diğinden, pozitif toplamlı ilişkiler (işbirliği olanakları) artmıştır. Nitekim, bilgi ve teknolojinin yayılması ve iletişimin küreselleşmesi insanların beklentilerini ar-tırmıştır. Diğer taraftan devletlerin, uluslararası ilişkilerin tek aktör olmasa bile en önemli aktörü olmaya devam ettikleri, bununla beraber, artık kendi kaderlerinin kendi ellerinde olmadığı gerçeği kabul edilmektedir. Zira, devlet dışı yığınla aktör dış politika sürecini öyle ya da böyle etkilemektedir. İşte bu nedenle liberallere göre dış politika artık tek bir aktöre dayalı olarak açıklanamaz ve analiz edilemez (O. L. Holsti, 1995: 43-44).

Neoliberalizmde uluslararası çatışmalar ve savaşlar, sistem düzeyinde, devletlerin kapasiteleri arasındaki farklılıklarla ve güç dağılımıyla analiz edilmek yerine, birim düzeyindeki (aktör düzeyi) değişkenlerle analiz edilmektedir.

(Stone, 1994: 460)

Çatışma ve barış konusuna yönelik farklı yaklaşımın dışında, liberalleri rea-listlerden ayıran önemli bir fark, realistlerin, devleti uluslararası politikanın temel aktörü olarak gören yaklaşımına karşılık liberallerin, devletten başka aktörlerin de varlığını kabul etmeleridir. Dünya politikasının yeni aktörleri liberal kurumsalcı-lardan örneğin fonksiyonalistler için, uluslararası örgütler, onların teknik uzman-ları, neofonksiyonalistler için işçi sendikauzman-ları, siyasal partiler, ticari örgütlenmeler ve supranasyonal bürokrasiler, karşılıklı bağımlılık okulu için çok uluslu şirketler ve uluslaraşırı koalisyonlardır. Bununla beraber uluslararası rejim teorisi ve çokta-raflılık teorisini ya da Grotiyen yaklaşım olarak da bilinen uluslararası toplum yak-laşımını benimseyen neoliberaller, uluslararası sistemi egemen ulus devletlerden oluşan bir yapı olarak görmektedirler. Neoliberaller devleti rasyonel ve yekpare (üniter) bir yapı olarak görmezler. Bunlara göre otorite merkezi bir nitelik göster-mez. Modern devlette karar alma süreci adem-i merkeziyetçi bir özelliğe sahiptir.

Fonksiyonalistlere göre, uluslararası ilişkilerde de benzer bir durum söz konusu-dur. Modern devletlerde, örneğin karşılıklı bağımlılık teorilerine göre, kanalların çokluğu nedeniyle kararların tek bir merkez tarafından alındığına ilişkin anlayış tartışmalı hale gelmiştir (Grieco, 1995:153-54; Keohane ve Nye, 1977: 25-26).

Demokratikleşme, ticaret ve savaşın maliyeti üzerinde duran uluslararası liberal teoriyi realizmden farklı kılan ögelerden birisi de uluslararası örgütlerin barış ve gü-venliği sağlayıcı unsurlar olarak görülmesidir. John Locke ve J. J. Rousseau’dan Wood-row Wilson, John Atkinson Hobson, David Mitrany’ye kadar birçok liberal düşünür uluslararası örgütlerle barışın korunması, geliştirilmesi ve garanti edilmesi arasında doğrudan ilişki kurma gereği duymuşlardır (Zacher ve Matthew, 1995: 115).

Neoliberaller silahsızlanma konusuna çok önem vermektedir ve silahsızlan-manın ortak güvenliği sağlayacağına inanmaktadırlar. Realistlerden farklı olarak neoliberallere göre, askeri harcamalarla ekonomik gelişme ve ulusal güvenlik ara-sında ters bir korelasyon bulunmaktadır. Realistlerin tersine neoliberallere göre ekonomik güç askeri güçten daha önemlidir.

Uluslararası hukukun geliştirilmesi barışı garanti eden önemli bir faktör ola-rak görülmektedir. Bunların yanında neoliberaller, ikili ve çok taraflı diplomasinin insan haklarını geliştireceğini düşünüyorlar. Realistlerin tersine, ahlak ve moral (etik) unsurların önemini kavrıyor ve uluslararası barışı geliştireceğine inanıyorlar.

Neoliberalizmle neorealizm karşılaştırıldığında bazı benzerlikler yakalamak mümkündür. Her ikisi de uluslararası sistemi anarşi olarak tanımlıyorlar. Nasıl ulaşılacağı konusunda farklılıklar olmakla beraber, her ikisi de uluslararası işbirli-ğini mümkün görüyorlar. Neoliberaller mutlak kazanç ve ortak çıkar (ya da çıkar-ların uyumu) üzerinde dururken neorealistler, nisbi kazanç (relative gains) kav-ramı üzerinde durmaktadır. Devletlerin güvenlik kaygısının egemen olduğu bir ortamda, devletlerin nisbi çıkar peşinde koşmalarından dolayı, neorealizm için anarşi, yine de uluslararası işbirliğinin önünde önemli bir engeldir. Ayrıca neo-realizm ve neoliberalizmin her ikisi de ekonomik ve askeri gücün önemini kabul etmekle birlikte, öncelik sıralarını farklı görürler (liberalizme göre ekonomik güç, realizme göre askeri güç daha önemlidir). Her iki yaklaşım da, 1945’den beri hızla artan uluslararası rejimlerin önemine inanırlar. Fakat atfedilen önem derecesi her ikisinde de farklıdır (Kegley, 1995: 32; Grieco, 1995:152).

Neoliberallerin uluslararası ilişkilere bakışında başka bazı açılardan da neorea-listlere benzedikleri görülmektedir. Neoliberaller de savaşın (olağan görmeseler de) uluslararası ilişkilerin temel özelliklerinden biri olduğuna ve uluslararası sistemde anarşi durumunun devam ettiğine ilişkin neorealist görüşleri paylaşmaktadırlar.

Neoliberallere göre, uluslararası örgütlenmeler uluslararası barışın sağlanmasında önemli bir unsurdur.

Mutlak kazanç anlayışında taraflar, diğerlerinin ne kadar kazandığına bakmazlar. Nispi kazanç kavramıysa rakip taraftan daha fazla kazanıldığı takdirde işbirliğinin anlam kazandığı bir durumu anlatır.

Neoliberal anlayışa göre uluslararası sistemin anarşik yapısında savaşların maliye-tini artıran unsurlar nelerdir?