• Sonuç bulunamadı

NEOREALİZM VE KENNETH WALTZ

Kenneth Waltz’ın “Uluslararası Politika Kuramı” (Theory of International Politics) adlı 1979’da basılan çalışması, 1980 sonrası döneme egemen olacak bir tartışmayı başlatmıştır. Kitabında yer verdiği düşüncelerle neorealist düşüncenin öncüsü olan

4

Waltz, ilginç şeyler üzerinde durmakta ve o güne kadar bir sonuç olarak bakılan ve anarşik bir ortam olarak görülen uluslararası yapının devletlerin davranışlarını sınırladığını söylemekte; ayrıca güç kavramına yeni anlamlar yüklemektedir.

Waltz, farklı siyasal sistemlere ve farklı ideolojilere sahip olan devletlerin benzer davranışlar ve politikalar benimsemesinin nedenini açıklamaya çalışmıştır. Waltz’a göre bunun yanıtı yapı kavramında saklıdır. Uluslararası yapı, devletlerin benzer koşullarda kendi özsel farklılıklarına rağmen, benzer politikalar izlemesinin kay-nağını ve nedenini oluşturmaktadır. Aslında Waltz’a göre indirgemeci olan yalnız dış politikayı insan doğasına ve devletin kapasitesine dayandıran klasik realistler değildir; dış politikayı bireye indirgeyen klasik liberallerle sınıf çatışması ve üretim biçimini temel alan Marksistler de benzer şekilde indirgemecidir. Waltz’a göre tüm bunların temel hatası dış politikayla devletlerin oluşturduğu sistemi birbirinden ayırmamalarıdır. Waltz bu nedenle sistemin dış politika üzerindeki sınırlandırıcı ve koşullandırıcı etkisine dikkat çekmektedir (Waltz, 1982: 19-32; 1992: 33).

Waltz’a göre, uluslararası sistem; sistemin temel kuralları, sistemi oluşturan birimlerin niteliği ve birimler arasındaki kapasite dağılımı gibi ögeler açısından ulusal sistemden farklılık göstermektedir. İç siyasal sistemde, sistemin temel kura-lı hiyerarşi olmasına karşıkura-lık uluslararası sistemin ana ilkesi anarşidir. Hiyerarşik bir yapıya sahip olan ulusal sistemde emir ve itaat ilişkisi hakimdir. Sistemdeki birimleri oluşturan bireyler karmaşık toplumsal yapı içindeki işbölümü çerçeve-sinde hangi alanda uzmanlaşacaklarına kendileri karar vermekte ve bu nedenle farklı alanlarda uzmanlaşabilmektedirler. Oysa uluslararası anarşik yapıda ast üst ilişkisi ya da itaat eden-edilen ilişkisi söz konusu değildir. Birimlerin fonksiyonla-rında benzerlik bulunmaktadır. Hiyerarşik bir nitelikteki ulusal yapıda farklı ka-pasitelere sahip olan birimlerin fonsiyonları farklıyken anarşik bir niteliğe sahip olan uluslararası yapıda farklı yetenekteki devletlerin fonksiyonları büyük ölçüde benzerlik göstermektedir (Linklater, 1995, 244).

Waltz’a göre güç dengesi süreklilik göstermekte, denge bozulsa bile başka bir şekilde yeniden kurularak devam etmektedir. İki kutuplu ya da çok kutuplu, her iki modelde de güç dengesi sistemin ana özelliğidir. Bununla beraber, iki kutuplu-luk çok kutupluluğa göre daha istikrarlıdır. Büyük güçlerin ihtiyatlı bir dış politika izlemelerinden, yaşamsal çıkarların kesin bir şekilde tanımlanmış ve etki alanları-nın belirgin olmasından ve nükleer silahların varlığından dolayı iki kutuplu yapıda merkezi güçler arasında savaş çıkma olasılığı daha azdır. Bu nedenle de daha istik-rarlı bir görünüme sahiptir. Çok kutuplu yapılardaysa sürekli değişen askeri itti-faklar ve kapasite değişimlerinde meydana gelen farklılaşmalar, yapının istikrarını tehdit eden unsurlardır ve bundan dolayı daha istikrarsız bir nitelik göstermektedir.

Çok kutuplu sistemlerde söz konusu olan karşılıklı bağımlılığın artması da istikrarı azaltan bir diğer unsur olarak değerlendirilmektedir (Linklater, 1995, 246-47).

Bu bağlamda yapı ve sistem kavramları üzerinde duran Waltz’a göre devletler, uluslararası yapının gereklerine göre hareket etmektedirler. İki kutuplu ya da çok kutuplu olarak da nitelenebilecek uluslararası sistem, özünde merkezi bir otorite-nin bulunmaması ve doğa durumunun devam etmesi nedeniyle anarşiktir. Waltz’a göre bu anarşik yapıdaki uluslararası sistemde her bir devletin öncelikli amacı ege-menliğini ve güvenliğini korumaktır (Vayrynen, 1995: 361-62; Forde, 1995: 142).

Açıkçası Kenneth Waltz’ın öncülüğündeki neorealist okul, dünyayı daha ön-ceki realist düşünürlerden pek çok yönüyle farklı tanımlıyor ya da farklı görüyor.

Realistler uluslararası politikayı kabaca devletler arası bir etkileşim süreci olarak görmekteydi. Oysa, neo realistler devletler arası etkileşime bakarken sistem

dü-Kenneth Waltz

zeyindeki yapısal nedenleri (system-level: structural causes) ve tek tek devletlerin kendilerinden kaynaklanan birim düzeyindeki nedenleri (unit-level causes) ayrı ayrı ele alıyorlar. Böylece neo realist düşüncede yapı (structure) önem kazanıyor ve özel bir inceleme ve tartışma konusu haline geliyor. Ayrıca, geleneksel realist düşünürler sadece sonuçlarla ilgilenerek buna devletlerin etkileşimlerinin doğal bir sonucu ve bu ilişkinin bir ürünü olarak bakarken neo realist düşüncede sebep ve sonuçlar ve özellikle de amaç ve araçlar ayrı ayrı değerlendirilmektedir.

Dolayısıyla yeni yaklaşımıyla realist bir uluslararası politika teorisi geliştirme-ye çalışan Kenneth N. Waltz’a göre, klasik realistler, uluslararası politika ve dış politika ayırımı içinde ağırlığı daha çok dış politikaya vermektedirler. Yukarıda da işaret edildiği gibi Morgenthau söz konusu prensiplerden (siyasal gerçekçiliğin altı ilkesi) ziyade insanın niteliği, güç, çıkar ve ahlak konusu üzerinde durmak-tadır. Waltz’a göre, Morgenthau böylece devletler arası ilişkileri ve devletin dış politikasını açıklamaya yarayacak kendince bir perspektif ve belki de bu anlamda kendi zamanında olaylara anlamlı açıklamalar getiren bir teorik çerçeve çizmeye çalışmıştır. Bununla beraber, Raymond Aron, Hans Morgenthau ve diğer gelenek-sel realistler, devletlerin davranışlarına ve karşılıklı etkileşimine bakarak buradan uluslararası sonuçlara varmaya çalıştılar. Waltz’a göre bu nedenle klasik realist dü-şünce tümevarımcı, neorealizm ise daha çok tümdengelimcidir (Waltz, 1992: 33).

Uluslararası politika, ancak geleneksel realizmin birim (devlet) düzeyinde-ki açıklamalarına yapının etdüzeyinde-kisini de ekleyince tam olarak anlaşılabilir düzeyinde-ki Waltz’a göre neorealizm bunu yapmıştır. En genel ifadeyle neorealizm, etkileşen birimlerle uluslararası sonuçlar arasındaki nedensellik ilişkisini kurmaktadır. Oysa gelenek-sel realist düşünce sadece sonuçlarla ilgilenmiştir. Neorealist teoriye göre, ayrıca bu nedensellik ilişkisi tek taraflı da değildir. Birim düzeyindeki nedenlerle uluslararası yapı düzeyindeki nedenler birbirlerini etkilemektedir (Waltz, 1992: 34).

Diğer taraftan, klasik realistlerin büyük bir çoğunluğuna göre güç elde etme ar-zusu insanın doğasında var olan bir özsel durum olup güç mücadelesi buradan kay-naklanmaktadır. Morgenthau ve diğer geleneksel realistlere göre, uluslararası alanda devletler kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verecek bir hakemin bulunma-dığı bir ortamda rekabeti sürdürmekte ve bu durumda onları engelleyen tek faktör diğer devletlerin de aynı doğrultuda hareket etmesi olmaktadır. Morgenthau’nun olsun Hobbes’un olsun buradan vardıkları sonuç mücadelenin ve savaşın insan doğasından kaynaklandığıdır. Bu nedenle bunları anlamak için öncelikle insanın doğasında gizli olan bu nitelikleri iyi kavramak gerekiyor. Morgenthau, sürekli güç peşinde koşan ve güç elde etmeye çalışan devlet adamının “rasyonel” davrandığı-nı kabul etmektedir. Yine bu bakış açısına göre, “güç” her zaman başlı başına bir

“amaçtır”. Bu çerçevede, devletlerin maksimum güç elde etmeye çalışma arzusunun evrensel olduğu şeklindeki Morgenthau’nun savı, “temeli insan doğasında aranması gereken” objektif yasalara dayanmaktadır. Waltz ise devletlerin pekçok davranışının bu gerçekle çeliştiğini ileri sürmektedir (Waltz, 1992: 35; Forde, 1995: 143).

Devletlerin hangi davranışları klasik realizmde bireyler ve devletler için temel güdü olduğu belirtilen “maksimum güç elde etme arzusuyla” çelişir?

Neorealist düşünce okuluna göreyse “güç”, başlı başına bir “amaç” olmaktan zi-yade, mümkün olduğunda ve gerektiğinde başvurulabilecek bir “araçtır”. Zayıf ol-manın, güçlü devletlerin saldırısına davetiye çıkarması gibi, çok güçlü olmaya ça-lışmak da diğer devletleri silahlanmaya ya da ittifak ilişkisi içine girerek güçlerini

Klasik realizm uluslararası politikaya birim düzeyinde, devletlerin davranışlarına dayalı olarak açıklama getirirken, neorealizm ise sistem düzeyinde ve sistemin anarşik yapısına dayalı nedenlerle açıklama getirir.

5

birleştirmeye itmektedir. Dolayısıyla güç, ancak gerektiğinde kullanılacak bir araç olup, ne kadar güce sahip olmak gerektiğine aklıselim sahibi devlet adamı karar verir. Olağanüstü durumlarda devletlerin nihai endişesi “güç” değil “güvenlik”tir (Waltz, 1992: 36).

Ayrıca devletler, hükümet biçimleri, idari yapıları, ideolojileri diğer pek çok açılardan birbirlerinden farklıdır. Dolayısıyla hem realistlere hem de neorealistlere göre, farklı özelliklere sahip olan devletlerin bir siyasal sonuç olarak farklı davra-nacakları kabul edilmekle birlikte, neorealistlere göre, devletler kapasitelerinden kaynaklanan farklılığa rağmen uluslararası yapının sınırlamasından kaynaklanan ortak davranışlar gösterebilirler. Ayrıca neorealistlere göre uluslararası yapı devlet-lerin davranışlarını yumuşatmaktadır. Elbette içsel ve dışsal durumlar değiştikçe yapıdan (sistemden) ya da devletten kaynaklanan nedenlerin ağırlığı birinden di-ğerine kayabilir ya da değişebilir. Başka bir deyişle, devletin davranışı üzerinde ba-zen yapının etkisi daha fazla hissedilirken baba-zen devletin kendinden kaynaklanan nedenler daha açıklayıcı olabilir. Özetle etkileşimin çift taraflı olduğunu ifade eden Waltz’a göre, yapı devleti etkilerken devlet de yapıyı etkilemektedir ve bu nedenle bunlar arasında kesin sınırlar çizmek pek olanaklı değildir (Waltz, 1992: 36-37).

Tıpkı diğer realistler gibi Waltz da uluslararası yapıyı anarşik olarak nitele-mektedir. Bunun uluslararası düzeyde mevcut merkezi otoritenin ve bireylerin ve kurumların ne zaman ne yapacaklarının ayrıntılı olarak yazıldığı anayasal metin-lerin ve bir ast üst ilişkisinin bulunmamasından -ki bu da devletmetin-lerin egemen ol-masından kaynaklanmaktadır- ileri geldiğini belirtmektedir. Uluslararası yapı bu haliyle merkezi bir niteliğe sahip değildir ve anarşiktir. Birinin diğeriyle biçimsel süreklilik gösteren bir hiyerarşik ilişkisi yoktur.

Önceki satırlarda ifade edildiği gibi, neorealizmin klasik realizmden farklılık-ları; yapı olarak tanımlanan sistemin devletlerin dış politikası üzerindeki belirle-yici ve sınırlayıcı etkisi üzerinde durması, uluslararası politikada davranışsal dü-zenlilikler olduğunu varsayması, dış politikalardaki benzerliklere dikkat çekmesi, bilim felsefesinin ilkelerini önemsemesi, tarihsel bir yaklaşım yerine yapısalcı bir yaklaşımı benimsemesi ve anarşi kavramına yüklediği anlamdır.

Yukarıda belirtildiği gibi genel olarak tüm realistlere göre, uluslararası ilişki-lerin temel aktörü olan devletler bütüncül ve yekpare yapılardır. Bencil davra-nan ve sadece ulusal çıkarları doğrultusunda hareket eden rasyonel birimlerdir.

Ulusal çıkarlara göre biçimlenen devletlerin politikaları hayatta kalma, güvenlik, güç ve nispi kapasite gibi kavramlarla ifade edilmektedir. Örneğin; Morgenthau’ya göre rasyonel bir dış politika, riskin minimize edilmesi, kazancınsa maksimum kılınmasıdır. Özel durumlarda ulusal çıkar değişebilmekle beraber, ulusal çıkar peşinde olan liderleri yönlendiren ana motivasyonlar büyük ölçüde benzerlik gös-termektedir. Morgenthau’nun rasyonel politika varsayımında ideoloji gibi unsur-lara yer verilmemektedir. Realistler tarafından devletler üniter ve bütüncül yapılar olarak görüldüğünden bunların politikaları, iç siyasal koşulların bir sonucu ol-maktan ziyade dışsal gelişmelere verilen bir tepki olarak (bilardo topu varsayımı) düşünülmektedir. Ancak arasıra rasyonel politikalardan sapmaları açıklamak için klasik realistler iç politikaya ilişkin gerekçelendirmelerde bulunabilmektedirler.

Bununla beraber, klasik realizmin temel özelliklerinden olan, “moral unsurla-rın siyaset dışı tutulması ve etikten aunsurla-rındırılmış bir siyaset anlayışı” neo realizmde yeterince vurgulanmamaktadır. Oysa klasik realizm bu anlamda liberal idealizme bir tepki olarak doğmuş ve onu ütopyacı olarak nitelemesinde de bu görüşün de-ğer unsuruna biçmiş olduğu rol öne çıkmıştı. Klasik realizmde önemli olan ve onu

idealizmden ayıran en önemli unsur olan moral unsurun dikkate alınmaması, neo realizmde gözardı edilmiştir. Bu nedenle bir taraftan bilimsellik kaygısıyla hare-ket ederken diğer taraftan pozitivizmin önemli ilkelerinden biri olan “değerden arındırılmış bilim” ilkesini yadsıması neorealizme yöneltilen önemli bir eleştiridir (Forde, 1995: 143).

Devletin davranışlarını anarşi ile açıklayan neorealizme göre, bir devletin diğerleri tarafından egemenlik altına alınma korkusu devletlerin davranışlarını belirlemektedir. İnsan doğasına dayanan klasik realizme göreyse devletlerin dış politikalarını belirleyen ana unsur diğerlerine egemen olma arzusudur. Uluslara-rası güç mücadelesi, anarşi modeline göre sistemin eksikliklerinden kaynaklanır-ken insan doğası modelinde, insanın doğasındaki eksikliklerden kaynaklanmak-tadır. Neorealist teoride anarşiden kaynaklanan başkaları tarafından egemenlik altına alınma korkusu, yani her devletin korktuğu ya da her devletin diğerlerini egemenlik altına alma isteğinde olduğu varsayımı genelleştirilmektedir. En kötü durum varsayımına dayanan ve mahkûmun ikilemi, güvenlik ikilemi gibi oyun teorisinin kavramlarını kullanan neorealizmde; korkunun yanlış anlamadan, ön yargıdan ya da eksik bilgilenmeden kaynaklanabileceği dikkate alınmamaktadır (Shimko, 1992: 294).

Her ne kadar anarşi kavramı Morgenthau’da ve klasik realizmde de yer almak-taysa da anarşi kavramına dış politikayı açıklamada bir işlev yüklenmemekte; ne-den sonuç ilişkisi açısından ele alınmamaktadır. Klasik realizmde anarşi, uluslara-rası alanda insanların ve dolayısıyla devletlerin diğerleri üzerinde hâkimiyet kurma çabalarına engel olacak bir üst otoritenin bulunmaması anlamına gelmekte; güç mücadelesinin nedeniyse başka faktörlere dayandırılmaktadır. Dolayısıyla klasik realizmde anarşi varsayımı söz konusu olmakla beraber, dış politikayı belirleyen bir etken olarak, yani nedensel açıdan ele alınmamaktadır. Morgenthau’ya göre devlet-lerin güç mücadelesi ya da üstünlük peşinde koşmaları anarşinin sonucu değildir.

Bunun nedeni, insanın doğasında mevcut olan hırs, güç elde etme tutkusu ve üstün gelme arzusunun kollektif yansımasıdır. Morgenthau’ya göre insanın güçlü olma isteğinin ve bencilliğinin etkisi devlet politikası ve davranışında belirgin şekilde görülmektedir. Anarşi ise, insanın doğasında var olan bu özelliklerin ve objektif yasaların devletin dış politikasına egemen olmasına fırsat sağlaması bakımından önemlidir. Morgenthau’ya göre güç dengesi mekanizmasının dışında devletleri sınırlayan başka bir merkezi otorite söz konusu değildir. Anarşinin önemiyse bu duruma sınırlama getirmemesinden kaynaklanmakta; yoksa belli dış politikaların uygulanmasını dayatmamaktadır (Shimko, 1992: 293; Forde, 1995: 144-45).

Dolayısıyla klasik realistler de neorealistler gibi, “yapısal anarşi” ya da sorun-ların çözümünü sağlayacak “merkezi bir otoritenin yokluğu” üzerinde durmakla beraber, bunu bir sonuç olarak değerlendirerek, devletlerin dış politikası üzerinde belirleyici bir etkisi olduğu üzerinde durmuyor. Oysa neorealistler anarşi olgusuna bir neden olarak bakarak, devletlerin dış politikasını açıklamada önemli bir çıkış noktası olarak kabul etmektedirler. Buradan yola çıkarak güvenlik ikilemi (security dilemma) ve kendine güvenme (self help: kendine yardım) kavramları üzerinde du-ran neorealistlere göre, herhangi bir devletin güvenliğini sağlamaya dönük faali-yetleri, mevcut ya da potansiyel düşmanlarının güvenliğini tehlikeye sokmaktadır.

Bir devletin mutlak güvenlik içinde olması, diğer devletlerin mutlak güvensizliği anlamına gelmekte ve bu durum, diğer devletleri silahlanmaya ya da başka türlü düşmanca davranışlara itmektedir. Dolayısıyla nisbi kapasite (relative capabiliti-es) sorununun realist yaklaşımda merkezi bir öneme sahip olduğunu vurgulamak

gerekir. Ayrıca idealistlerden ve liberallerden farklı olarak, realistler için devletler arasındaki çatışmalar, kötü liderlerin hatalarından, bilgi eksikliğinden, yanlış algı-lamadan, eğitimsizlikten, sosyo politik yapıdan ve tarihsel nedenlerden kaynakla-nan bir durum olmayıp, tamamıyla doğal ve olağan bir durumdur (O. L. Holsti, 1995: 36-37; Buzan, 1996: 50-51; Nicholson, 1989: 26-27).

Neorealizmin varsayımları kabul edildiğinde de sonuç yine uluslararası güç mücadelesi, kendine güvenme (self-help) ve güvensizlik olmaktadır. Yani her iki modelde de (klasik realizm ve neorealizm) sonuçta dış politikaya kötümser (pes-simistic) yaklaşılmaktadır. Fakat insan ilişkilerine indirgendiğinde iki farklı du-rum ortaya çıkmaktadır. Birinde insan, ondan korkan insanlarla çevrili diğerinde ise ona tahakküm etmeye ve denetim altına almaya çalışan insanlarla doludur.

Birinci durumda yani insanların korkusu yanlış anlama ya da kuşkudan kaynak-landığında bunu gidermek olasıdır; ancak ikinci durumun önlenebilmesi yalnız-ca aynı şekilde davranmakla mümkündür. Morgenthau’ya göre, devletlerin di-ğerlerine üstün gelme ve onları egemenliği altına alma arzusu, insan doğasından kaynaklanmaktadır. Oysa neorealizmdeki korku, devletlerin içinde bulundukları ortamın niteliğinden ileri gelmektedir. Yani korku, insan doğasından değil, or-tamdan ve durumdan kaynaklanmaktadır. Sonuçta her ikisinde de güç mücade-lesi söz konusu olmakla beraber buna neyin neden olduğu ve güç mücademücade-lesinin biçimi farklılık göstermektedir (Shimko, 1992: 295).

Realist kuramlara göre (klasik ve neorealist), uluslararası sistemde devletler arasın-da kurulan işbirlikleri açıklanabilir mi?

6

Özet

Realizmin (siyasal gerçekçiliğin) temel kavramlarını tanımlamak.

Realizmin temel kavramları; güç, ulusal kapa-site, ulusal çıkar, güç dengesi ve anarşidir. Re-alizme göre, uluslararası sistemde çatışmaların sonucunun belirlenmesinde ve devletlerin diğer devletlerin davranışlarını etkileyebilmelerinde sahip oldukları ulusal kapasite önemli rol oyna-makta ve devletin gücünü belirlemektedir. Ulu-sal gücün, kapasitenin belirlenmesinde askeri ve askeri olmayan unsurlar (siyasi, ekonomik) etkilidir. Dolayısıyla uluslararası politikanın te-mel aktörleri egemen ulus devletlerdir. Merkezi ve üstün bir otoritenin bulunmadığı uluslara-rası sistemin anarşik yapısı nedeniyle devletler daima güç mücadelesi içindedir. Devletlerin dış politikalarını ve davranışlarını belirleyen temel unsur kendi ulusal çıkarları olup, bu doğrultuda ittifaklar da kurabilirler. Uluslararası sistemin anarşik yapısı nedeniyle devletler, diğer devlet-lerin maksimum güce ulaşma arzusuyla hareket edeceklerinden yola çıkarak bu amaca ulaşıl-masına engel olmak istemekte, güç dağılımını korumaya, dengelemeye çalışmaktadırlar. Güç dengesi istikrarın sağlanabilmesi için önemlidir.

Siyasal gerçekçiliğin ana varsayımlarını açıklamak.

Temel varsayımlar, güç ve çıkar mücadelesinin politikanın odağında yer alması, devletlerin uluslararası ilişkilerin temel ve yegane aktörü olması, devletlerin yekpare yapılar olarak ka-bul edilmesi ve devletlerin rasyonel davranan yapılar olarak kabul edilmesidir. Bunların dı-şında gerçekçi okul olarak da bilinen realizmin başka varsayımları da bulunmaktadır. Örneğin insan doğasının kötü, bencil ve çıkarcı bir do-ğaya sahip olduğu varsayılarak, devlet doğasının da insan doğasıyla ilişkilendirilmesidir. Ayrıca realizme göre, politika ve ahlak ayrı konulardır ve gerek devletlerin dış politikaları gerekse ulus-lararası ilişkilerin analizinde ahlaki kriterlere başvurulmamalıdır. Bir diğer varsayım ise ulus-lararası sistemde merkezi bir otorite olmaması dolayısıyla sistemin anarşik olarak görülmesi-dir. Realizme göre, devletler arasında mutlak güvensizlik söz konusudur ve güvenlik sorunu

devletleri daha fazla güç elde ederek güvenlik sağlamak zorunda bırakmaktadır. Bu teorinin en önemli varsayımlarından biri de uluslararası politikanın işbirliğinden ziyade bir çatışma süre-ci olarak görülmesidir. Realizmde, diğer devlet-lere ya düşman ya da potansiyel düşman olarak bakılır. Devletler her durumda diğerine göre kendisini üstün kılacak politikalar peşindedir ve bu durum ister istemez güvensiz bir ortamın doğmasına yol açar. Ayrıca realizmde güç den-diğinde ilk olarak askeri güç akla gelmektedir.

Realizm gücun unsurları arasında takip ettiği hiyerarşiyi uluslararası gündemle ilgili de yap-makta ve askeri ve güvenlik konularını en başa yerleştirmektedir.

Siyasal gerçekçiliğin (realizmin) felsefe ve bilim dünyasındaki temsilcilerini saymak.

Realizmin felsefi kökleri eski Yunana kadar uzanmaktadır. Önemli düşünürler arasın-da Thucydides, Niccolo Machiavelli, Thomas Hobbes’un isimleri sayılabilir. 1940’lı, 1950’li ve 1960’lı yıllara Edward H. Carr ve Hans Morgenthau’nun çalışmaları damgasını vur-muştur. Bunların dışında Nicholas Spykman, Reinhard Niebuhr, Arnold Wolfers, Walter Lippmann, John Herz, Raymond Aron bu dö-nemdeki çalışmalarıyla realizme önemli katkı-larda bulunmuş isimler arasında yer almışlar-dır. Öte yandan, Winston Churchill ve George F. Kennan gibi diplomat ve siyaset adamları da uygulamalarıyla ve politikalarıyla realizmi savu-nanlar arasında yer almışlardır.

1

2

3

Klasik realizm ile neorealizm (yeni gerçekçilik) arasındaki temel farklılıkları ayırt etmek.

Siyasal gerçekçiliğin temel varsayımları ve felsefi kökenleri neorealizm için de geçerli olmakla be-raber, neorealistler kuramı uluslararası sistem-deki değişimler ve realizme getirilen eleştiriler ışığında revize etmişlerdir. Her iki yaklaşımın te-mel kavramları güç mücadelesi, kendine güven-me (self-help) ve güvensizliktir ve dış politikaya kötümser yaklaşılmaktadır. Yine her iki kurama göre, uluslararası ilişkilerin temel aktörü olan devletler bütüncül ve yekpare yapılardır. Bencil

Siyasal gerçekçiliğin temel varsayımları ve felsefi kökenleri neorealizm için de geçerli olmakla be-raber, neorealistler kuramı uluslararası sistem-deki değişimler ve realizme getirilen eleştiriler ışığında revize etmişlerdir. Her iki yaklaşımın te-mel kavramları güç mücadelesi, kendine güven-me (self-help) ve güvensizliktir ve dış politikaya kötümser yaklaşılmaktadır. Yine her iki kurama göre, uluslararası ilişkilerin temel aktörü olan devletler bütüncül ve yekpare yapılardır. Bencil