• Sonuç bulunamadı

Toplumsal Sorumluluk Alanları

3. KÜLTÜR MODERNİZM VE MEDENİYET

2.4. Toplumsal Sorumluluk Alanları

Önceki bölümde hilafet başlığı altında zikredildiği üzere Kur'ân, insanoğlunun yeryüzünde bireysel anlamda halife misyonuyla yaratıldığından ve aynı misyonun toplumsal boyutundan bahsetmektedir. Aynı zamanda toplumların

806 Hadisin tamamı için bkz: Müslim, Ebu’l-Huseyin b. Haccâc el-Kuşeyrî En-Nisaburî, Sahîh-i Müslim, İstanbul, 1992, İlim, 15.

807 Okumuş, Kur'ân'da Kolektif Sorumluluk, a.g.tbğ, s. 3. 808 Rûm, 30/30.

hilafeti veya toplumsal hilafetin var olduğunun ortaya çıkışı, toplumların sorumluluklarının ve toplumsal sorumlulukların varlığını da zorunlu kılmaktadır. Bunun da ötesinde insanoğlunun tekliflere/emanete muhatap oluşu, yani gerek bireysel gerekse toplumsal alanlardaki her bir varlık ve görevle olan hilafetini adalet temelinde sürdüreceğine dair fıtrî bir sözleşme yapmıştır. İmaret de sözleşme maddelerinin başında gelmektedir. Maddî ve manevî boyutları olmakla birlikte temelde insanın insan ve eşyayla olan ilişkisini içeren umran; birey ve toplumların toplumsal boyuttaki sorumluluk alanıdır. Gerek manevî umran denilen geleneği, irfanı, gerekse maddî umran denilen kültürün dışa vurumu olan medeniyeti üretmek hem yer yüzünde yaşayabilmek için bir zorunluluk, hem de bu sorumluluğun bir parçasıdır. Bu durum insanoğlunun sorumlu olduğu bu alanlarda sözleşmesine bağlı kalıp kalmadığının sınandığı bireysel ve toplumsal imtihanlarla yüzleşmesini de gerektirmektedir. Bir kaç süreci içerisinde barındıran mes’ûliyet gibi komplike bir olgunun müeyyide yani sevap-ceza kısmının tamamlanabilmesi, insanoğlunun bireysel ve toplumsal boyutta ortaya koyduğu davranış ve tutumuna, bir anlamda verdiği imtihana bağlıdır.

Bu bağlamda Kur’an, insanoğlunun her iki boyuttaki sınanmaları sonucu sergilediği davranış ve tutumların kaydedildiği biri bireysel, diğeri de toplumsal olmak üzere iki amel defterinden bahsetmektedir. Toplumsal sorumluluklar noktasında yapıp edilenlerin kaydının tutulduğu toplumsal amel defterlerinin varlığı insanoğlunun tarihin seyrine, toplumun gidişatına kayıtsız kalamayacağını ortaya koymanın ötesinde, bu seyir ve gidişata müdahil olmasının ödev ve yükümlülük olduğunu tespit ve tescil etmektedir. Bu durum fıtrat üzere kalabilmeyi başaran veya evrensel değer ve erdem gibi kaygıları olan her bir insanın, bireyselleşme gibi bir lüksünün olmadığını ve olamayacağını, böyle bir eğilim söz konusu olduğunda en azından içerisinde yaşadığı toplumun buna izin vermemesi gerektiğini ifade etmektedir. Bu çerçevede bireyleşme ile bireyselleşme kavramları karıştırılmamalıdır. Bireyleşme/individuation ile kastedilen; bireyin kendi özgün kişiliğinin farkında olmakla birlikte din/fıtrat gibi kendi bilinçaltı iç güdülerini kabullenişi ve bu sayede canlılar başta olmak üzere madde ve eşyayla barışık olması ve onlarla kardeşliğini gerçekleştirmesidir.810 Yani bireyleşme kişinin kendisi ile birlikte kendisi dışında olanların farkında oluşu ve bu farkında

oluşun beraberinde getirdiği sorumluluk bilincini kuşanmasıdır. Bireyselleşme/individualizm ile, kişinin ben merkezli ve bencil olması, kendisi dışındaki kişi ve âlemlere kayıtsız kalması kastedilmektedir.811 Bugün var olan bireysellik de bu anlamdadır. Benliği korumaya adanmış bir aklın egemenliği altına giren bireysellik, metafizik bağlardan, kendisi dışındaki kişi ve âlemlerden kopmuş ve bireyin maddi çıkarlarının sentezi haline gelmiştir.812 Dolayısıyla çağdaş insan kastettiğimiz anlamda birey olmaktan uzaklaşmış,813 tarihin ve toplumun seyrine müdahil olma sorumluluğunu bir takım toplumsal organizasyonlara devrederek sahneden çekilmiş, böylece bireyselleşmiştir. İnsanoğlunun, yani bireyin bıraktığı bu boşluğu yığınlar, güç ve menfaat şebekeleri doldurmuştur.

Oysa Kur’an, medeniyet unsurları denilebilecek insandan, toplumdan, şehir ve siyasî otoriteden bahsederken insanı ve insanı merkeze alan bir zihniyeti esas almakta, bunların inşâ edilmesini istemektedir. Aynı zamanda bu inşâ faaliyeti birey ve toplumların toplumsal sorumluluk alanlarını oluşturmaktadır. Nihaî olarak bütün bunlar insanın özgürlük, güvenlik başta olmak üzere maddî ve manevî ihtiyaçlarının giderilmesine yöneliktir. Bu bağlamda inanan insan ve toplumların örnek bir medeniyet inşâsının her ne kadar amaç değil tabii ve zorunlu bir sonuç olduğu ifade edilmiş olsa da,814 onun toplumsal bir sorumluluk olduğu anlaşılmaktadır.815 Zaten tabii ve zorunlu bir sonuç olan herhangi bir şeyin ayrıca özel bir amaç olarak belirtilmesi de gerekmez. Gerekli olan, medeniyetin merkeze aldığı unsur ve üzerine oturduğu zihniyettir. Dolayısıyla toplum ve medeniyetler insanın özgürlük, güvenlik, maddî ve manevî ihtiyaçlarını gidermek için kurulduğuna göre toplumsal sorumluluk alanlarının en başında bunları sağlamak için gerekli olan tutum, davranış ve çaba gelmektedir. Nitekim her konuda olduğu gibi medeniyet kurma rolünde de Peygamber (s.)’den inananlara, inananlardan da insanlara şahit/örnek olmaları istenmektedir.816

Sebe halkına lütfedilen medeniyetin unsurlarından biri olarak şehirden

811 Kısa, s. 89-90, 97.

812 Max Horkheimer, Akıl tutulması, İstanbul, 1994, s. 152-154. 813 Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Ankara, 1996, s. 123. 814 Bulaç, Tarih Toplum ve Gelenek, s. 171.

815 Butî, Kur'ân'da İnsan ve Medeniyet, s. 23-40. 816 Hacc, 22/78.

bahsederken Kur’ân; “…gece ve gündüzleri orada güvenlik içinde/emînler olarak yürüyünüz (demiştik).”817 ifadesini kullanmaktadır. Ayrıca başka bir şehri misal verirken de, huzur ve güvenliğin; halkının nankörlüğü sebebiyle ellerinden gittiğine dikkat çekmektedir.818 Hz. İbrahim’in şehirlerin/medeniyetlerin anası, merkezi olarak nitelenen ümmü’l-kurâ’nın/Mekke’nin emin belde olmasını talep etmesi,819 Allah(c.)’ın da orayı emin belde kılıp ona yemin etmesi,820 özgürlük ve güvenliğin olması gereken, örnek bir medinenin, şehrin ayrılmaz bir vasfı olduğunu ortaya koymakta ve şehrin temelde bu iki şeyi sağlamak için inşâ edilmesi gerektiğini bildirmektedir. Dolayısıyla özgürlük, güvenlik ve huzuru sağlayan şehirler kurmak insanoğlunun toplumsal sorumluluk alanlarındandır.

Aynı şekilde devlet başkanı olan Davut (a.)’a güç ve otoritenin sembolü olan demiri yumuşatarak işleyebilme yetisi verilmiştir. Bu sembolün veriliş sebebini açıklama sadedinde ilk amacın güvenliği sembolize eden zırh olduğunun ifade edilmesi821 dikkat çekicidir. Sonraki amaç olarak da bu doğrultudaki ıslah çalışmaları zikredilmektedir. Ayrıca Süleyman (a.)’a da güç ve otoriteyi temsil eden rüzgar, erimiş bakır vb. nimetlerin lutfedilişi, cinlerden kendisine çalışanların yapabilecekleri şeyler sıralanırken yine ilk olarak güvenliği sembolize eden kalelerden bahsedilişi822 de güç ve otoritenin insanın emniyet ve güvenliğini sağlamak için kullanılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple birey ve toplumların toplumsal sorumluluk alanları medeniyetin bir diğer unsuru olan güç ve otoritenin insanın özgürlük ve güvenliğini temin için kullanılmasını sağlamaktır. Medeniyetin bir diğer unsuru olan toplum inşâ edilirken de bu hususlar dikkate alınmaktadır. Bu doğrultuda Hz. Muhammed’in peygamberlik öncesi katıldığı ve “…eğer İslâm’dan sonra da benzer bir şeye çağrılsaydım kabul ederdim”823 şeklinde ifade ettiği hılfu’l-fudûl/erdemliler ittifakının üzerinde anlaştıkları hususun, can ve mal güvenliğini tehdit eden zulüm ve haksızlıkları

817 Sebe’, 34/18. 818 Nahl, 16/112. 819 İbrahim, 14/35. 820 Tîn, 95/4. 821 Sebe’, 34/10-11. 822 Sebe’, 34/13.

823 İbnü’l-Esir, Ebu’l-Hasan İzzuddin Ali b. Muhammed El-Cezerî, El-Kamil Fi’t-Tarih, thk: C.J.Tornberg, Beyrut, 1982, II, 41.

ortadan kaldırmaya yönelik olduğu bilinmektedir.824 Hz. Muhammed’in peygamberliğe ve vahye muhatap oluşuyla gelmeye başlayan ayetler, başlangıçtan itibaren mü’min bireylerin kalplerinin birbirlerine ısındırılarak onların kardeş yapıldığından,825 bu kardeşliğin belli ilkelere bağlandığından bahsetmektedir.826 Hz. Peygamber de vahyin müminler arasında kurduğu bu kardeşliği kademe kademe Mekke’den başlayarak Medine’de de muhacir ile ensar arasında bir sözleşme ile kaynaştırmak suretiyle gerçekleştirmiştir. Kurulan bu kardeşlik antlaşması tarihe, topluma müdahil olan, huzur ve güvenliği temine yönelik, büyük oranda toplumsal bir çerçeveye oturan fonksiyonel bir kardeşliktir.827

Aynı şekilde İslâm’a yeni giren Medinelilerle yapılan gerek Akabe bey’atlarının içeriğine,828 gerekse Medine’ye hicret eden mü’min kadınlardan alınan bey’atın muhtevasına bakıldığında, Allah (c.)’a şirk koşmamakla birlikte topluma yansıyan tarafıyla canın, malın, ırzın/neslin ve şahsiyetin güvenliğine dair topluma katılan her bireyden bey’at/ahit alınmıştır.829 Toplumsal hayata yansıyan boyutuyla özgürlük, huzur ve güvenliğe dair yapılan kardeşlik antlaşması ve bey’atler sayesinde “…birbirine kenetlenmiş binalar gibi saf tutan…”830 bir toplum/ümmet inşâ edilmiştir. Kardeşlik toplumunun sahip olduğu zihniyet, atmosfer ve ruh doğal olarak onların kurduğu siyasî otorite ve şehirlerin ruhunu da farklılaştırmıştır. Yesrib Medineleşmiş, Medine de insan ve toplumların hasreti, gerçek medeniyetlerin de ilham kaynağı olmuştur. Çünkü orada özgürlük, huzur ve güvenliği tehdide yönelik her girişim karşısında toplumsal sorumluluk bilinciyle ve bir blok halinde hareket eden çelik bir iradeyi görmüş ve sonuçsuz kalmıştır.

Benzer durum Medine’de bulunan farklı inanç mensuplarıyla da yaşanmıştır. Onlarla yapılan, siyasî ve içtimaî içeriğe sahip Medine Sözleşmesinde; var olan bu huzur ve güvenliği sabote eden her türlü tehlikeye karşı birlikte mücadele edileceği, hiçbir câniye eman/himaye tanınmayacağı, esirlerin özgürlüğüne

824 Geniş bilgi için bkz: Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev: Salih Tuğ, Ankara, 2003, I, s. 52-54; Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber, çev: Ahmed Asrar, İstanbul, 1984, II, 84-85; Salih Arı, Hılfu’l-Fudûl Cemiyetinin Sosyal Dayanışmadaki Rolü, YYÜİFD. yıl:2, sayı:2, Van, 1998, s. 375-384.

825 Âl-i İmrân, 3/103, Hucurât, 49/10, 12. vb. 826 Tevbe, 9/11.

827 Aydın, İslâm Toplumunun Şekillenişi, s. 115-116.

828 Geniş bilgi için bkz: Mevdûdî, Tevhid Mücadelesi, II, s. 586-590; Ahmed Ağırakça, ŞİA. Akabe Bey’atları, &.

829 Mümtahine, 60/12. 830 Saff, 61/4.

kavuşturulması ve yaralama suçu işleyen fakir insanların diyetini ödeme amacıyla fon kurulması gibi toplumsal yardımlaşma ve dayanışmaya yönelik hususlar mevcuttur.831 Bu konuların bizzat sözleşme maddelerinde yer alması, Medine Toplumunun ehl-i kitap’la olan ilişkilerinde de özgürlük, huzur ve güvenlik konularından hiçbir unsurun vareste tutulamayacağını ve toplum içerisinde yaşayan her bireyin inancı ne olursa olsun sosyal sorumluluk alanlarından mes’ûl olacağını ortaya koymaktadır. Nitekim Hz. Peygamber huzur ve güvenliği bozmaya yönelik Yahudi ve münafık hareketleri karşısında gerekli cezaî müeyyide vb tedbirleri alıp, herkesin sorumluluk duygusu içerisinde hareket etmesini istemiştir.832 Medine’de farklı unsurların da bulunduğu İslâm Toplumunda, İbn Haldun’un nesep ve sebep diye iki kısımda nitelediği asabiyet türlerinden833 sebep asabiyeti devreye girmiştir. Yani yardımlaşma, dayanışma ve sorumluluğun834 ana gövdesi, özgürlük, huzur ve güvenlik sebepleri üzerine oturmuştur. Toplumun bütün bireylerini etrafında toplayan bu ortak payda, aynı zamanda sebep asabiyeti denilen bir güç ve direnç kaynağıdır. Bu yüzden inananlarla birlikte diğer dinî unsurlar da bunları korumakla mükelleftirler.

Görüldüğü gibi gerek ayetler, gerekse vahyin tarihî tecrübesi diye tanımlanabilecek Peygamber(s.)’in uygulaması; medeniyetin her üç unsurunun, dolayısıyla medeniyetin bizzat kendisinin insan ve toplumların özgürlük, huzur ve emniyetini sağlamaya yönelik olarak inşâ edildiğini ortaya koymaktadır. Bu yüzden insanlarının birbirinin huzuru/mutluluğu için yardımlaştığı bir şehirin erdemli şehir/el-medinetü’l-fazıla, bunu gerçekleştiren toplumun erdemli toplum, bütün şehirlerinde insanlarının kendisiyle mutlu olacakları şey hususunda birbiriyle yardımlaştıkları bir milletin, medeniyetin erdemli millet, erdemli medeniyet olduğu ifade edilmektedir.835 Kur’an bütün bunların teminini yardımlaşmanın da ötesinde toplumsal bir sorumluluk, yarış ve sınanma alanı olarak belirtmektedir.

831 Medine Sözleşmesinin metin ve çevirisi için bkz: Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 202-210. 832 M. Ali Kapar, Hz. Peygamber Toplumunu Meydana Getiren Unsurlar, SÜİFD, Konya, sayı. 9,

yıl. 1999, s. 21. 833

Asabiyetle ilgili geniş bilgi için bkz: İbn Haldun, Mukaddime, çev: Uladağ, I, 119-130; Ahmet Arslan, İbn Haldun’un İlim ve Fikir Dünyası, Ankara, 2002, s. 107-122.

834 İbn Haldun, Mukaddime, çev: Uladağ, I, 119; Bulaç, Tarih, Toplum ve Gelenek, s. 159.

835 Ebu’n-Nasr El-Fârâbî, El-Medinetü’l-Fâzıla/İdeal Devlet, çev: Ahmet Arslan, Ankara, 2004, s. 90-91.