• Sonuç bulunamadı

Can Güvenliği ve Toplumsal Sorumluluk

3. KÜLTÜR MODERNİZM VE MEDENİYET

2.5. Özgürlük ve Güvenlik Temelinde Toplumsal Sorumluluk

2.5.2. Güvenlik Temelinde Toplumsal Sorumluluk

2.5.2.1. Can Güvenliği ve Toplumsal Sorumluluk

Makâsid/zaruriyyât denilen güvenlik sıralamasındaki öncelik canı, aklı, dini, nesli ve malı korumak şeklinde kuvvetliden daha az kuvvetliye doğru bir seyir izlemektedir. Hayatı korumak diğer haklara sahip olup, sorumlulukları yüklenebilmenin var oluşsal temeli olduğu için can güvenliğini sağlamaya yönelik maslahat/maksat diğerlerine tercih edilir.916 Her ne kadar dini korumanın birinci öncelik olduğu şeklindeki görüş ve bu doğrultudaki sıralamalar mevcutsa da917 hayatı korumanın dini korumadan önce gelişi dinin insan ve toplum için oluşundandır.918 Din var olan bir hayata anlam ve değer, disiplin ve düzen kazandırmak gibi bir işlevi icrâ eder. Olmayan bir şeye zikredilenleri katmak veya kazandırmaktan söz etmek ise mümkün değildir. Bu açıdan hayatın önceliğini benimsemek daha uygun görünmektedir.

Bu bağlamda içerisinde can kaybı ve yaralanma riskini taşıyan cihâdın farz kılınışıyla hayatın korunması arasında bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü cihad; bir taraftan hayata anlam kazandıran değerler uğruna mücadele etmek anlamına gelmekte, diğer taraftan da sadece dinin korunması için değil, zarurî beş değerin bütününü birden korumaya yönelik bir mücadeleyi kapsamaktadır.919 Dolayısıyla cihad, hayatı ve ona anlam kazandıran değerleri yok eden girişimlere karşı yapılan bir mücadeledir. Bu yüzden Kur’an; bu anlamda insan hayatına kastetmeyi bütün insanlığı öldürme, onu diriltmeyi de bütün insanlığı diriltme olarak kabul etmekte920 ve Allah(c.)’ın haram kıldığı bir canı öldürmeyi/yok etmeyi yasaklamaktadır.921

Kişinin hayatına kastetmek aslında hayatın bizzat kendisine kastetmek

916 Süleyman Uludağ, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, Ankara, 1988, s. 117. 917 Şâtıbî, Muvâfakât, İstanbul, 1990, II, 9.

918 Uludağ, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, s. 117; hayatı önceleyen görüşün gerekçeleri hk. geniş bilgi için bkz: Ahmet Yaman, Makâsıd ve İctihad, Konya, 2002, s. 182-184.

919 Yaman, Makâsıd ve İctihad, s. 183. 920 Mâide, 5/32.

anlamına geleceğinden,922 ayette bir insanı öldürme veya diriltme, bütün insanları öldürme ya da diriltmeyle ilişkilendirilmiştir. Bu itibarla bireyin yaşam/can hakkını ve bu hakların güvenliğini toplumsal hayatın varlığı ve güvenliğiyle birlikte değerlendirmek gerekmektedir.923 Bu sebeple hayata kastetmeye yönelik girişimler kısas cezasıyla karşılanarak onda hayatın var olduğunun ifade edilmesi,924 bireyin hayatını korumanın hayatı korumak olduğunu belirtirken, bu durumun aynı zamanda toplumsal hayatı korunmanın yolu olduğuna işaret etmektedir. Hayatı korumak ise birey ve toplum olarak canın telef olmasını engellemektir. Her canda, her toplumda kamusal düzeni sağlayıcı özellikler var olduğundan hayatı korumak bir anlamda toplumu korumakla eşdeğerdir.925 Hayatı korumak sadece kısas gibi caydırıcı bir cezayla sağlanacak bir durum değil; belki de zina, sağlığı koruma gibi hususlarda olduğu gibi, meydana gelmeden önce bir takım önleyici tedbirleri almakla mümkündür. Bu tedbirleri almak can güvenliğini temin etmenin en önemli yolu olarak görülmektedir.926

Kur’an; olumlu veya olumsuz toplumsal yansımaları olan davranışlara sık sık vurgu yapmakta, özellikle en temel hak olan can güvenliğini tehdit edici girişimleri yeryüzünde ifsat olgusuyla özdeşleştirmektedir. Firavun’un, içerisinde Musa’nın çıkabileceği bir potansiyeli yok etme girişimini, yani erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını hayatta bırakma fiilini ifsatla birlikte ve ifsadın bir parçası olarak zikretmekte927 ve bu harekete maruz kalan toplumun büyük bir imtihanla karşı karşıya olduklarını ifade etmektedir.928 Dolayısıyla toplumda vuku’ bulan olumlu veya olumsuz bir olay karşısında insanların toplumsal sorumluluklarının gereğini yerine getirmeleri veya getirmemeleri onların toplumsal sınanmalarıdır. Yani her hangi bir olay karşısında olumlu veya olumsuz toplumsal bir tavır alış onların toplumsal sınanmaları olduğuna göre: Firavun’un halkının hayatı koruma hususundaki sosyal sorumluluklarını yerine getiremedikleri, dolayısıyla toplumsal imtihanı kaybettikleri, ifsada yani erkek çocuklarını öldürme fiiline engel olamamalarından anlaşılmaktadır.

922 Kutup, Fî Zilâl, İstanbul, tsz, I; 128.

923 Uludağ, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, s. 129. 924 Bkz: Bakara, 2/178, 179; Mâide, 5/45.

925 İbn Âşûr, İslâm Hukuk Felsefesi, s. 141. 926 İbn Âşûr, İslâm Hukuk Felsefesi, s. 141. 927 Kasas, 28/4.

Benzer bir durum İslâm öncesi Mekke toplumunda da kız çocuklarını diri diri toprağa gömme şeklinde yaygınlaşmıştır.929 Mekke’de nazil olan ilgili ayet 930 şu şekildedir: “Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğu zaman…”931 O günkü toplumun kız çocuğu sahibi olmayı bir aşağılanma vesilesi görmeleri, geçim kaygısı taşımaları, meleklerin dişi ve Allah’ın kızları olduklarına dair yanlış bir inanca sahip olmaları, bu inancın sonucu olarak da kız çocuklarını meleklere ilhak etme gibi yanlış sebeplerden dolayı onları öldürdükleri ifade edilmektedir.932 Geçim endişesiyle çocukların öldürülmemesi emredilmesine rağmen933 onların bu sebeplerden dolayı kız çocuğu sahibi olmaktan hoşlanmadıkları bizzat Kur’ân’dan anlaşılmaktadır.934 Ayette geçen sorunun öldüren katillere değil de öldürülen mazlumlara sorulmasının bir kaç nedeninin olabileceği ifade edilmektedir.

Birinci neden, bir taraftan hayata kastetme suçunun ahiretteki hesabının ağırlığına dikkat çekilmekte, diğer taraftan da bu fiili işleyenin hem ayıplanıp azarlandığı, hem de muhatap alınmaya değer bulunmadığı anlatılmaktadır.935 Bu yüzden soru hiçbir suç ve günahı olmayan masum çocuğa sorularak katilin vicdanını sızlatacağı ve onun, korumasız gördüğü mazlumun karşısında mağlubiyet, ve çaresizlik içerisinde sorgulanacağı, işlenen cinayetin bir anlamda kan bedelinin isteneceği bir ortam ve hali yansıtmaktadır.936 Nitekim Kurtûbî; oğlunu öldüren kadının kıyamet gününde oğlunun kendi göğüslerine yapışıp kendisinin de onun kanına bulanmış olarak getirileceğini, çocuğun da; “ey Rabbim bu benim annem ve beni bu öldürdü.” diyerek şikayette bulunacağına dair hadis-i şerifi İbn Abbas’tan naklederek aktarmakta ve aynı durumun kız çocuklarını öldüren babalar için de söz konusu olduğunu ifade etmektedir.937 Bütün bunlar

929 Şair Ferezdak’ın dedesi Sa’sa’nın bazı rivayetlerde 70, ( Bkz: Kurtûbî, XIIIIV, 202.) bazı rivayetlerde de 360 (Bkz: Mevdûdî, Tefhîm, VII, 51.) tane kız çocuğunu babalarından satın alarak öldürülmelerini engellemesi, olayın nadirâttan olmadığını ve belli oranda yaygınlaştığını göstermektedir.

930 Vahidî, s. 357; Kurtûbî, XIIIIV; 197; krş: Çetiner, II, 936. 931 Tekvîr, 81/8-9.

932 Kurtûbî, XIIIIV; 202; Zamahşerî, Keşşâf, IV, 708; Yazır, VIII, 5603; S. Kutup, Fî Zilâl, İstanbul, tsz, XVI; 50; Esed, III, 1239.

933 En’âm, 6/151; İsrâ, 17/31. 934 Nahl, 16/58-59; Zuhruf, 43/17.

935 Yazır, VIII, 5603; Mevdûdî, Tefhîm, VII, 51.

936 Yazır, VIII, 5603. Ayrıca geniş bilgi için bkz: Taberî, XXX; 89-90; İbn Kesîr, IV, 509-510; Zamahşerî, Keşşâf, IV, 708-709;

hayata kastetmenin veya nesil emniyetini tehdit etmenin dinî, ahlakî sorumluluğuna işaret edip, (sûre bütünlüğü de dikkate alındığında) bu suçtan dolayı ahiretteki sorgulanmanın dehşetine dikkat çekmektedir.

Konumuz açısından asıl önemli olan bir diğer husus ise; aynı şekilde sorunun faile değil de masum olan çocuğa sorulmasıyla, suçun içerisinde işlendiği topluma ve o toplumun sorumluluğuna gönderme yapılmasıdır. Bu suçun işlendiği cahiliyye toplumunda ona sahip çıkacak hiçbir hâmî olmamış, ona insaf ve adalette bulunulmamıştır. Yani toplum bu çirkin ve korkunç fiile seyirci kalmış, bu gidişata karşı çıkmamış, fiili işleyenleri hukukî anlamda cezalandırmamışlardır.938 Aslında maktûle sorulan bu soruyla adeta; Allah’ın mülkünde bu kadar büyük bir zulme uğramış çocuklar yaşama hak ve güvenlikleri gasp edilirken içerisinde yaşadıkları toplum veya diğer fertler neredeydi sorusu sorulmaktadır. Masum ve günahsız insanlara Hangi suçtan dolayı öldürüldünüz sorusu zımnında siz öldürülürken etrafınızda hiç insan yok muydu sorusunu barındırmaktadır. Oysa insan (beşer değil) misyon olarak yeryüzünde hayatın her alanında ve bütün varlık kategorileriyle olan ilişkisini zulüm üzere değil, adalet ve emanet temeline yaslamak zorundadır. Eğer herhangi bir toplumda bir kız çocuğu veya her hangi bir çocuk diri diri toprağa gömülerek hunhar bir şekilde katlediliyorsa orada bu misyona sahip insanın olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü, bu misyon ve bu fiil bir arada bulunmaması gereken, birinin varlığı diğerinin yokluğu ile kâim olan bir olgudur. Dolayısıyla “soru”nun yukarıdaki şekliyle maktûle sorulması bir başka boyutuyla bu şekilde de anlaşılabilir.

Ayrıca ayet siyak ve sibakıyla birlikte düşünüldüğünde öncesinde; benzer inanç sahibi ve benzer fiilleri işleyen nefisler ve dostlardan oluşan topluluğun bir araya getirildiğinin kastedildiği ifade edilmektedir.939 Bir sonraki ayet ise amel defterlerinin açılmasından bahsetmektedir.940 Bütünüyle bakıldığında, masum kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürenlerin bir araya getirilip, amel defterlerinin önlerine konularak sorgulanacağına işaret ettiği görülmektedir. Buna ilaveten bu korkunç fiillerin içerisinde yaşandığı toplumların bir araya getirilip bu tür toplumsal yansımaları olan davranışların sicilinin tutulduğu toplumsal amel

938 Mevdûdî, Tefhîm, VII, 50.

939 Taberî, XXX; 87-88; Kurtûbî, XIIIIV; 201-202; Zamahşerî, Keşşâf, IV, 707-708; Yazır, VIII, 5601-5603;

defterlerinden hesaba çekileceği şeklinde anlamanın da mümkün olduğu söylenebilir.

Bütün bunlar; Mekke cahiliyye toplumunda bu tür güvenliği tehdit eden girişimler karşısında bireysel gayret ve çabalar var olsa da toplumsal sorumluluk bilincinin olmadığını ve bu bağlamda ciddî bir toplumsal savunma refleksinin gelişmediğini ortaya koymaktadır. Ayrıca can ve nesil güvenliği gibi içtimaî sorumluluk alanlarında işlenen suçların diğer bireyler veya toplum tarafından engellenmesi gerektiği, soru şeklindeki cümleyle yapılan göndermeden de çıkarılmakta, bunun uhrevî hesabının ise çok çetin olduğunu yansıtmaktadır.

Sonuç olarak yukarıdan beri vermeye çalıştığımız diğer hak ve güvenliklerin üzerine binâ edildiği yaşam hak ve güvenliğini; gerek Kur’an, gerekse İslâm hukuku, ana konularının başına almakta ve toplumun hayatı koruması noktasında önemli tedbirler sevk etmektedir.941 Kişinin başkasının hayatını koruması aynı zamanda hem kendi hayatını hem de bizzat hayatı koruması anlamıyla eşdeğerdir. Bu da insanların başkasının hayatının kendi hayatı kadar değerli olduğunu kabul etme, başkasına yapılanın kendisine yapıldığını hissetme bilinç ve düşüncesiyle sağlanabilir. Bu anlayış bütün bireylere ve topluma hakim olmadıkça hayatı korumanın mümkün olmayacağı, toplumda huzur, emniyet ve refah yerine kaos, şiddet ve ölümün yaygınlaşacağı vurgulanmaktadır.942 Bu yüzden can güvenliğini sağlamak tabii ki hem toplumsal sorumluluk, hem de toplumların sorumluluk alanıdır.