• Sonuç bulunamadı

Özgürlük Temelinde Toplumsal Sorumluluk

3. KÜLTÜR MODERNİZM VE MEDENİYET

2.5. Özgürlük ve Güvenlik Temelinde Toplumsal Sorumluluk

2.5.1. Özgürlük Temelinde Toplumsal Sorumluluk

Özgürlük ve güvenlik gibi bir anlamda toplumsal hayatın devamını sağlayan, hayatî öneme sahip hak ve sorumluluklar, sadece ahlâkî alandaki yapıp etmeler şekliyle terk edilemeyeceği için onların ihlaline yönelik girişimlere hukukî, cezaî müeyyideler de getirilmiştir.836 Çünkü onlar, en tabii ve zorunlu ihtiyaçlar olarak

da kabul edilmektedir. Nitekim Maslow837 (ö.1971)’un ihtiyaçlar pramidine bakıldığında en temelde hayat, emniyet, özgürlük/ait olma ve sevgi, değer-başarı, kendini gerçekleştirme olmak üzere bir basamak sıralaması ve seyir izlediği görülecektir.838 İhtiyaçlar pramidindeki bu sıralamaya göre Hayatın dışındaki sıralamanın öncelik ve sonralığının tartışmaya açık olması diğerlerinin önemini eksiltmemektedir. Yani belirlenen ihtiyaçlar pramidinin basamak seyri, öncelik sıralaması insan ve toplumların beslendiği manevî kaynaklar, gelenek ve kültüre göre değişkenlik arz edebilir ve göreceli olabilirler.839 Ancak kendi içerisinde sıralaması değişse de, bu ihtiyaçların tümünü hayata anlam kazandırmak ve mutlu olabilmek için gerekli olan, birbirinden ayrılmayan bir bütün olarak düşünmek gerekmektedir. Bu yüzden bunların bütün dinler tarafından cezaî anlamda müeyyidelerle korunması rastlantı değildir.840

İslâm düşünce tarihinde de Gazalî (ö.h/505-m/1111); ilk kez hocası Cüveynî (ö.h/478-m/1085)’nin üzerinde çalışıp ışık tuttuğu ve bugünkü kaynaklarda Makâsidü’ş-şerîa/hukukun maksatları şekliyle geçen, insanların can, din, akıl, nesil ve mal edinme özgürlük ve emniyeti gibi beş temel zorunlu gayeyi zarûriyyât adı altında formüle etmiştir. Tamamlayıcılarıyla birlikte zarûriyyât, haciyyât ve tahsiniyyât gibi üç kategoriden oluşan ihtiyaçlar sıralaması maslahatlar veya makâsid teorisi adıyla anılmıştır.841 Cüveynî ve Gazalî’nin yaptıkları şey maksat ve gayelere yeni bir şey ilave etmeleri değil, var olanı tasnif edip, ilim dünyasında daha kullanılabilir hale getirmeleridir. Zaten bu beş şeyin sağlanması, temelde özgürlük ve güvenliğin temin edilmesi ilk insan ve ilk peygamberle birlikte başlayan bir süreç ve sorumluluk alanıdır. Bu sebeple bu tür ihtiyaç ve duygular yani özgürlük ve güvenlik ve onları temine yönelik yasalar, tarihin ve medeniyetlerin çıkış noktası ve merkezi olarak kabul edilmektedir.842

Dolayısıyla hangi açıdan (ahlâkî, hukukî, tarihî, psikolojik vb.) bakılırsa

837 Abraham Masllow, insan güdüleriyle ilgilenen ünlü psikologlardan biridir.İnsan güdülerini bir pramit şeklinde, birbiri üstüne merdiven basamağı gibi çıkan mertebeli bir düzen içinde düşünmüştür. Bkz: Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı Psikolojinin Temel Kavramları, İstanbul, 1991, s. 236.

838 Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı s. 236. 839

Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 236. 840

Mustafa Öztürk, Tarih Felsefesi, Elazığ, 1999, s. 76. Yazar Elazığ FÜFEFakültesi Tarih Bölümü Öğr. Üyesi olup, diğer M.Öztürk’lerle isim benzerliği söz konusudur.

841 Ali Pekcan, İslâm Hukukunda Gaye Problemi, İstanbul, 2003, s. 88-94. Ayrıca makâsid ile ilgili kronolojik olarak yapılan çalışmalar hk. geniş bilgi için bkz: Pekcan, s. 86-113.

bakılsın bu alanların tabii ve toplumsal sorumluluk alanları olduğu görülmektedir. Bunları ihlal eden girişimlerin ahlâk düzeyindeki adı ahlâksızlık, hukuk düzeyindeki adı haram/yasak, iman düzeyindeki adı ise Allah (c.)’a isyandır. Bu nedenle inanan biri için bunları koruyup kollamak, sadece ahlâkî bir yükümlülük değil aynı zamanda dinî bir görevdir.843 Kaldı ki İslâm; akîde, ibadet, ahlâk, hukuk gibi birbirini destekleyen, birinin değerinden bağımsız olmadığı ve ayrılamayacağı ünitelerden müteşekkil evrensel bir dindir.844 Nitekim Kur’an; İsrailoğullarını kendi kitapları için yaptıkları bu tür ayrımlardan ve onun bir kısmına inanıp bir kısmını inkar etmelerinden dolayı şiddetle eleştirmektedir.845 Bütün bunlardan İslâm’ın sadece ahlâkî bir öğreti olmadığı, ahlâk ve hukukun inancın toplumsal hayata yansıyan yüzü olduğu ve birbirinin tamamlayıcısı olduğu anlaşılmaktadır.

Ancak tarihsel açıdan bakıldığında, tedrîc esası gereği ahlâkın hukuktan daha önce var olduğu görülmektedir. İnsana, eşyaya ve dünyaya farklı bir bakış açısı öngören yeni bir zihniyet ve bu zihniyete dayalı yeni bir toplumun inşâ edilmeye başlandığı Mekke’de bu zihniyetin/imanın ilkeleri ile birlikte ahlâkî ilkeler de gelmeye başlamıştır. Adalet, ihsan,846 ahde vefa vb. emirlerin yanında, haksızlık, fuhuş,847 haksız yere cana kıyma,848 ölçü ve tartıda hile yapma849 gibi yasaklar makâsid’in genel çerçevesini içeren ahlâkî ilkelerdir. Bunlar Mekke’de çoğu zaman imana vurgu yapan ilahî mesajlarla bir arada zikredilmişlerdir. Süreç içerisinde ve ihtiyaçlara binaen, inşâ edilen bu zihniyet paralelinde ve ondan neş’et eden makâsid’e (can, din, akıl, nesil ve malın özgürlük ve güvenliğine) yönelik hukuk ilkeleri maddî yaptırım gücüne sahip normatif bir kurum haline gelmiştir.850

843 Mehmet S. Aydın, Tanrı-Ahlâk İlişkisi, Ankara, 1991, s. 220.

844 Yûsuf Kardavî, İslâm Hukuku Evrensellik-Süreklilik, çev: Yusuf Işıcık-Ahmet Yaman, İstanbul, 1999, s. 211.

845 İsrailoğullarının bu tavırlarını eleştiren ayetin ilgili kısmı şu şekildedir: “…Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.” (Bakara, 2/85.)

846 Nahl, 16/90. Sûre Mekke’de nazil olmuştur. Bkz:Vahidî, s. 214. 847 Nahl, 16/90.

848 A’râf, 6/151. Bazı kaynaklarda (Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 79.) Sûrenin 151,152,153.vb. ayetlerinin Medine’de nazil olduğu zikredilmiş olsa da Sûrenin Mekke’de nazil olduğu da ifade edilmektedir. Bkz: Vahidî, Esbâbu’n-Nüzûl, s. 172.

849 Mutaffifîn, 83/1-3. Sûre bütünüyle Mekkîdir. Bkz: Vahidî, s. 358; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 82.

850 Geniş bilgi için bkz: Ahmet Yaman, Kur’an’da Yasamanın Arka Planı Olarak Ahlâk, Kur’an’da Ahlâkî Değerler adlı IX. Kur’an Sempozyumu, Fecr yay. Konya, 2006, s. 2-3.

Kısas,851 sirkat/hırsızlık,852 zina853 gibi güvenliği tehdit edici suçlar için öngörülen cezaî müeyyideler veya ilkeler tabii olarak Medine’de nazil olan hükümlerdir.854

Görüldüğü gibi iman, ahlâk ve hukuk ilkelerinin bir bütün olarak düşünülmesi istenildiği için çoğu zaman bir arada zikredilmişlerdir. Öncelik sonralık sıralaması ise sadece oluşum sürecinin zorunlu bir nedenidir. Çünkü ıslahın, imanın hareket noktası, merkezi kalptir ve bunun hayatın bütün alanlarına yansıması bir süreci zorunlu kılmaktadır. Bu aynı zamanda özgürlük ve güvenlik diye özetlediğimiz toplumsal sorumluluk alanı olan makâsidi sağlamak ve korumak, ahlâkî ve hukukî sorumluluk olduğu gibi imanî bir sorumluluk olduğunu da ortaya koymaktadır. Nitekim Kur’an; özgürlüğü tehdit eden, insanların sağlıklı bir tercih yapmalarını engelleyen, zihinleri teşvîş eden, onları inandıklarıyla, yapmak zorunda bırakıldıkları arasında ciddî bir imtihanla/fitneyle karşı karşıya bırakan psikolojik, toplumsal ve fiziksel baskı ortam ve vasatını fitne olarak nitelemekte, bu kaotik ve anarşik durumun kaldırılması için bütün Müslümanların savaşmasını, mücadele etmesini emretmektedir.855 Bu mücadele aynı zamanda yeryüzünde hilafetin sürdürülebilir şart ve araçlarını sağlamak gibi halifelik misyonunun gereğidir.856 Bu misyonu icrâ etmek ise onların imanî, ahlâkî ve hukukî saiklerle üstlenmeleri gereken toplumsal sorumluluklarıdır.

Dolayısıyla gerektiğinde uğruna savaşılmasının emredildiği kadar önemli olan hürriyet, sadece felsefî anlamda içe dönük zihinsel bir faaliyet de değildir. Böyle olsaydı; soyutla somut arasındaki, veya ahlâkî alanla hukukî alan arasındaki denge ve uyumu sağlamak felsefenin amaçlarından biri olmazdı.857 Oysa bireyin vazgeçilemez, devredilemez haklarından olan hayat hakkı birinci ölçüt, hayata anlam kazandıran iç özgürlük, düşünce, ahlâkî özgürlük ise ikinci ölçüttür. İkinci ölçüt olan iç özgürlük dışa yansımadığı taktirde boş ve anlamsız bir alan olarak kalacağından onun kamusal alana yansıması gerekmektedir. Bu yüzden özgürlüğün toplum tarafından güvence altına alınması, sağlam temellere

851 Bakara, 2/178.

852 Mâide, 5/38. 853 Nûr, 24/2.

854 Vahidî, s. 25, 145, 242;. Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 79-80.) 855 Bakara, 2/193; Enfâl, 8/39.

856 Farukî, s. 171.

oturtulması diğer birey ve toplumların toplumsal sorumluluklarıdır.858

Özgürlüğü sadece kalp ve zihinde yer eden seçme özgürlüğü şeklinde de almamak gerekmektedir. Çünkü özgürlüğün seçme ve eylem özgürlüğü diye iki temel unsuru mevcuttur. Seçme hürriyeti zihinsel, ahlâkî bir alan ve iç özgürlüktür. Seçme ile tespit edilen hedefe ulaşmak için gösterilen faaliyet ise, asıl hürriyet olan eylem hürriyetidir ki o da hukukî alandır. Bu aynı zamanda düşüncenin, iç özgürlüğün kamusal alana yansımasıdır. Fıtrî bir temele sahip olan eylem hürriyetinin859 faaliyetlerini tayin eden, yönlendiren veya engelleyen unsurlar bu süreçte ortaya çıkacağı için bireyin hürriyetinin olup olmadığı bu alanda anlaşılır.860

Bireyin toplumsal bir varlık olabilmesi, kendi iç özgürlüğünü ifade edebileceği kamusal alan oluşturma özgürlüğü ile alakalı bir durumdur. İnsanoğlu bunu gerçekleştirebildiği oranda birey olacaktır. Aksi takdirde kullanmak zorunda hissettirildiği elektronik aygıtlar kadar cansız, giydiği elbiseler kadar düşüncesiz ve birlikte yaşadığı evcil hayvanlar kadar da dilsiz kalmaya devam edecektir. Aynı şekilde inançları, düşünceleri, iç özgürlükleri doğrultusunda kamusal alan oluşturamayan toplumlar; tarihin akışına, gidişata müdahil olan özgür toplum olamadığı gibi tarihin nesnesi olmak durumunda kalacaklardır.861 Bu yüzden ahlâkî alanla hukukî alan arasındaki uyum hayatîdir. Başka bir deyişle dışa doğru yolculuğu olmayan bir içe doğru yolculuk yoktur. Bu şu demektir; elle tutulur bir kamusal alan olmadan hayatta kalmayı umut edebilecek bir ahlâkî alan da yoktur.862 Bu nedenle karakter ve kimlik problemlerinin yaşanmasını engelleyen, kişinin ihtiyaçlarını karşılayabilecek iç âlemleriyle uyumlu kamusal alan oluşturmak en insanî görev ve sorumluluktur. Zaten hukukun zemini, dayandığı realite sosyal ihtiyaç ve olgulardır. Onlar değiştikçe hukuk da ana ilkelerinden sapmamak kaydıyla değişmek durumundadır. Hukuk tepeden inme/dayatılan bir buyruk ve ide değildir. Hukuk sosyal ihtiyaç, grup ve olaylar tarafından empoze edilen kurallar bütünüdür.863 Bu sebeple insanı merkeze alan, onun ihtiyaç ve

858 Öktem, s. 68-69.

859 İbn Aşûr, İslâm, İnsan ve Toplum Felsefesi, çev: Vecdi Akyüz, İstanbul, 2000, s. 229. 860 Necati Öner, İnsan Hürriyeti, Ankara, 1995, s. 67 vd.

861 Murray Bookchin, Özgürlüğün Ekolojisi, çev: Alev Türker, İstanbul, 1994, s. 477. 862 Bookchin, s. 478.

özgürlüğünü dış dünyada sağlayabileceği bir kamusal alan ve hukuk üretilmelidir. Aksi takdirde inanç, ahlâk ve hukuk arasında bir uyum ve bütünlük sağlanamayacaktır.

Özgürlüğün felsefî, kelamî, ahlâkî, hukukî ve siyasî boyutları olan geniş kapsamlı bir kavram864 olması sebebiyle, kendi içerisinde hayatın her alanına yansıyan din ve inanç, düşünce, ifade, eylem özgürlüğü gibi yönleri de mevcuttur.865 Dolayısıyla bütün bu boyut ve yönler üzerinde durmak gerek tezin hacmi gerekse konumuz itibariyle mümkün görünmemektedir.

Ancak Kur’an birey veya toplumların özgürleşmelerini ve özgürleştirilmelerini, içerisinde aşılabilecek yüksek, zor ve yüce bir yolu da barındıran dağı;866 ‘akabe/sarp yokuş867 diye niteleyerek toplumsal sorumluluk alanlarının en başına oturtmaktadır. ‘Akabenin Cehennem’de bir dağ olduğu rivayetleri de zikredilmektedir.868 Ayet bütünüyle şu şekildedir; “Fakat o, sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmek veya açlık gününde yakını olan bir yetimi, yahut aç-açık bir yoksulu doyurmaktır. Sonra iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine merhameti öğütleyenlerden olmaktır. İşte bunlar sağdakilerdir.”869

Mekke’de nazil olan ayette geçen ‘akabe; aynı zamanda insanın şeytan, heva ve nefis gibi düşmanlarıyla zor bir mücadeleye girip onların esaretinden kurtulması anlamında da kullanılmaktadır.870 Fekkû rakabe ifadesi ise; köleyi boyunduruktan,

864 Geniş bilgi için bkz: Mustafa Çağrıcı, Hürriyet md, DİA., İstanbul, 1998, XVIII, 502-505; Tahir Bin Âşûr, İslâm İnsan ve Toplum Felsefesi, s. 207-218; Öktem, s. 53-71; Öner, İnsan Hürriyeti, s. 34-68; Ali Bulaç, İnsanın Özgürlük Arayışı, İstanbul, 1993, s. 159-164; Demir-Acar, s. 283- 284.

865 Geniş bilgi için bkz: Bekir Topaloğlu, İslâm’da Din ve Vicdan Hüriyeti, DİA., İstanbul, 1994, IX, 322-325; İbn Âşûr, İslâm İnsan ve Toplum Felsefesi, s. 218-230; John Stuart Mill, Hürriyet, çev: M. Osman Dostel, İstanbul, 1997, s. 28-105; Öner, İnsan Hürriyeti, s. 90-113; Abdurrahman Ateş, Kur’an’a Göre Dinde Zorlama ve Şiddet Sorunu, İstanbul, 2002, s. 80-86; Muhammed Selahaddîn, Özgürlük Arayışı ve İslâm, çev: N. Ahmet Asrar, İstanbul, 1989, s. 264-278; Saffet Köse, İslâm Hukuku Açısından Din ve Vicdan Hürriyeti, Bakı, 2002, s. 21-62; Köse, Din Özgürlüğü ve Barış Yolunda İki Farklı Tecrübe (Dinsel Şiddet Süreci: Hristiyanlık- Farklılıklarla Bir arada Yaşama Örneği: Müslüman Toplumlar), İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı: 5, Konya, 2005, s. 13-48.

866 İbn Faris, II,146; Ebu’s-Suûd, IX, 162. 867 Yazır, VIII, 5842.

868 İbn Kesîr, IV, 548; Kurtûbî, XX, 60; Suyûtî, Dürrü’l-Mensûr, VIII, 522. 869 Beled, 90/11-17.

zincirden, kölelikten kurtarmak anlamında kullanılmış olsa da,871 daha genel manada insanoğlunu ekonomik, toplumsal ve siyasal tutsaklık ve sömürü gibi boyunduruklardan kurtararak özgürleştirmek anlamını da taşımaktadır.872 Nitekim Yazır; fekkû rakabe’nin müstakilen ve müştereken azâd etmekten e’âm olduğunu zikrederek, bir ferdi hürriyetine kavuşturmak bu kadar büyük fazilet ve kahramanlık olduğuna göre kavmin/toplumun özgürleştirilmesinin daha büyük bir fazilet olduğunu ifade etmektedir.873 Ayrıca fekkû rakabe’nin neseme/kişi azâd etmekten farklı olarak kölenin özgürleşmesi hususunda yardım etmeye ve yardımlaşmaya teşvîke işaret ettiği bir hadis-i şerife atfedilerek874 beyan edilmektedir.875

Sûre’ye bütünüyle bakıldığında; zorluklar içerisinde veya zorluklarla yüzleşecek insanoğlunun önüne zor ve kolay olan iki yolun koyulduğu görülmektedir.876 Ve o bu yollardan dilediğini seçmekte özgürdür.877 Birinci yolun zorluğu; yükseklere giden fakat zorluk ve meşakkatlerle dolu geçitlere sahip bir yol olduğundandır.878 Ancak nefis, heva, şeytan vb.nin esaretinden kurtulmak gibi zorluklara rağmen879 onun bu geçidi aşabilecek yetilerle donatıldığı ifade edilmektedir.880 İnsanın bu tür zor geçitleri aşabilecek donanıma sahip olması, onun bu alanlardaki sorumluluğu üstlenmesi ve imtihan edilmesi içindir.881 Bu aynı zamanda insanın bireysel veya iç özgürlüğünü sağlayarak sadece Allah’a kul olup diğer zincirlerden kurtulma sorumluluğudur.882 Yolun dar geçitlerinden biri budur. Diğer zor geçit ise; hem sağlanan iç özgürlüğün toplumsal yansıması olan davranış ve eylem özgürlüğünü ifade etmek, hem de başkalarının ve toplumun bu anlamda özgürleşmesini sağlamaktır. Ancak bunu yardımlaşma ve dayanışma anlayışı içerisinde ortaya koymak gerekmektedir. Bu ise bir taraftan

871 Taberî, XXX, 245.

872 Esed, III, 1271. 873 Yazır, VIII, 5843.

874 İlgili hadis için bkz: Ahmed bin Hanbel, IV, 299.

875 İbn Kesîr, IV, 549; Zamahşerî, Keşşâf, IV, 756; Yazır, VIII, 5843. 876 Beled, 90/10.

877 İnsan/Dehr, 76/3.

878 Mevdûdî, Tefhîm, VII, 127. 879 Zamahşerî, Keşşâf, IV, 756. 880 Beled, 90/8-9.

881 Ğâşiye, 76/2. 882 Taberî, XXX, 245.

özgürleşmenin engellerinden biri olan fakirlik ve yoksulluğu gidermek883 ve onun için malı harcamakla, diğer taraftan da yine aynı faktörlerden olan himayesizlik, sığınaksızlık884 halini yaşayan, özellikle yetim vb. mağdur ve mazlumlara merhametle sahip çıkmak ve onlara hâmi olmakla mümkündür. Malını ve gücünü bu yollarda infak etmek; dar geçitleri aşmayı sağlamakla birlikte,885 aynı zamanda insanın dünya ve mal-mülk gibi bağlardan çözülerek özgürleşmesini de perçinleyecektir. Ayrıca bunları yapıp yapmadığının hesabı sorulacak, ona göre karşılığı verilecektir.886

Bütün bunlar elbette zorluğu içermektedir. Fakat her zorluk bir imtihan ve her imtihan (hayırla da olsa) bir zorluğu taşımaktadır. Bu yüzden zor geçitlerle dolu bu davranışlara inançla direnmek suretiyle sabretmek;887 toplumsal sorumluluğu ve toplumsal bir yükü taşımak için sabrı ve merhameti tavsiye etmek,888 görevi icrâ etmenin, sınavı kazanmanın ve eğer varsa cehennemdeki ‘akabe dağını aşmanın yegane yoludur.889 İnsanoğlunun önüne konulan diğer yol ise kolay ve meşakkatsizdir. Çünkü o yol, insanın Allah’ın dışında nefis, heva, şeytan, dünya ve içindekiler gibi bir çok efendilerin, ilahların tutsaklığına iradesiz meyyit gibi teslim olma kolaylığını seçmesini, yani akışa kapılmasını içermektedir. Bunun için ise bir zorluk yoktur.890 Zorluk, irade koymak, müdahil olmak, yani şahsiyet olmakla başlamaktadır.

Sûre bütünlüğünden çıkarılabilecek bir diğer önemli nokta ise; gerek iç/ahlâkî ve dış/kamusal özgürlüğün, gerekse toplum içerisinde diğer bireylerin özgürleşmesinin sağlanması ve onun önündeki bütün engellerin kaldırılmasının toplumsal sorumluluk olduğu ve bunun için adeta seferber olan bir toplumla, yani özgürleşen birey ve özgür toplumla ideal bir medine arasında bir ilişkinin kurulmasıdır. O belde ki; Hz. İbrahim’in emin kılınmasını istediği, Allah (c.)’ın da

883 “Fakirlik nerdeyse küfür olayazdı” şeklindeki hadisten fakirliğin itikadî ve amelî özgürlüğün, imanın önünde engel olduğu anlaşılmaktadır. Hadis’in bütünü için bkz: Beyhakî, Ebûbekir Ahmed bin El-Huseyin, Şu’abü’l-İman, Mhk: Muhammed Said Besyûnî Zağlul, Beyrut, 1410, V, 267.

884Nitekim Hz. Lût bile “Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!” diyerek sığınak ihtiyacını dile getirmiştir. (Hûd, 12/80.).

885 Kurtûbi, XX, 60. 886 Sabûnî, III, 562. 887 Beled, 90/17-18.

888 S. Kutup, Fî Zilâl, İstanbul, tsz, XVI; 223. 889 Sabûnî, III, 562.

emin kılıp, yemin ettiği belde olan Mekke’dir. Burası İbrahim ve oğlu İsmail tarafından bir emniyet ve huzur şehri olması için kurulmuştur. Nitekim yemin edilen baba ve çocuğuyla891 kastın Hz. İbrahim ve oğlu İsmail olduğu da zikredilmektedir.892 Onların emniyet ve huzur şehri olarak kurdukları Mekke’de, ayetlerin indiği dönem itibariyle insanlar köleleştirilmek istenmekte, özgürlük ve güvenlikleri tehdit edilmektedir.893

Israrla inananlardan istenen şey; orayı tekrar aslî hüviyetine yani özgürlük, emniyet ve huzur şehri haline döndürmeleridir. Daha önce de zikredildiği gibi hür bir toplum ve onların inşâ ettiği siyasî otorite ve şehir medeniyetin unsurları ve onu doğuran vasattır. Hürriyetini elde eden bir toplum ise; her çağda önce bilginin objektifliği ve özgürlüğü, sonra aklın özgürleşimi, daha sonra da bireyin özgürlüğü gibi süreçlerin tamamlanmasıyla gerçekleşir. Böylece özgür bireylerin bir araya gelişiyle de özgür bir toplum inşâ edilir.894 Bütün bunlar sağlanınca da toplumsal sorumluluk alanlarının özgürlük boyutu gerçekleşmiş olur. Bilindiği üzere Hz. Muhammed ve inananlar da Mekke’de vahyin başlangıcıyla birlikte insanların zihin dünyalarını işgal eden ve akıllarını şekillendiren kirletilmiş cahilî bilgiden arındırıp, bilginin en sahih kaynağıyla yeni bir akıl, zihin inşâ ederek işe başlamışlardır. Ağır bedelleri de olsa, insanların Allah’ın dışındaki bağlardan, dünya ve içerisindeki varlıkların tutsaklık zincirlerinden kurtularak gerçek hürriyet sahibi bireyler olmalarını sağlamışlardır. Tabii süreç bu şekilde işlemiş ve nihayet Medine’de özgür bir toplum kurulmuş, bu toplum zamanla Mekke’yi de fethederek Orayı Hz. İbrahim’den kalan ve aslî hüviyeti olan huzurlu ve güvenli bir belde belde haline getirmişlerdir.

Ağır bedelleri ve zor süreçleri de içerisinde barındıran toplumsal sorumluluk; aynı zamanda ahiret’te insanoğlunun mes’ûliyet alanı/sorumlu tutulacağı hususlar olup, onun oradaki konumunun da belirleyicisidir. Yani sosyal sorumluluk insanın dünyadaki durumuyla ahiretteki durumunu birbirine bağlayan bir rabıta ve halkadır. Her davranış ve tutumun olumlu veya olumsuz toplumsal bir yansıması söz konusu olduğundan hiçbir davranışı bu alanın dışında düşünmek mümkün görünmemektedir. İmtihan ve bu imtihana göre cezalandırma aynı

891 Beled, 90/3.

892 Taberî, XXX, 237; S. Kutup, Fî Zilâl, İstanbul, tsz, XVI; 213. 893 S. Kutup, Fî Zilâl, İstanbul, tsz, XVI; 213; Mevdûdî, Tefhîm, VII, 123. 894 Çiğdem, s. 118-128.

şekilde bu alanda gerçekleşecektir. Bu sebeple toplumsal sorumluluk bireyden başlayıp bütün insanlık alemini kuşatacak şekilde biri diğerinden daha büyük alan ve halkalardan oluşan geniş bir yelpazeyi ihtiva etmektedir.895 Çünkü özgürlük, güvenlik ve huzur nihaî olarak bütün insanlığın hakkıdır, ve bu hakkın onlara tevdi edilme sorumluluğu da inananların toplumsal sorumluluk alanlarındandır.

Bu yüzden toplumsal sorumluluk alanları; kişinin kendi nefsinden başlayarak sırayla, ailesinden, akraba ve yakınlarından, bireyin toplumdan- toplumun bireyden, bireyin kendi kabile ve milletinden, toplumun diğer toplumlardan ve bunun dışında hayvan, bitki ve evrendeki canlı cansız bütün mahlukattan olmak üzere geniş bir alanı kapsamaktadır.896 Bu alanların her birinin kendi içerisinde değişik boyutları ve nasıl icrâ edileceğinin ilkeleri de mevcuttur.897 İnsanoğlunun bu alanlardaki tüm boyut ve ilkeleri kapsayacak şekilde sorumluluklarını yerine getirmesi; hem bu sınavdan başarıyla geçmesini, hem de özgürlük, emniyet ve huzurun bütün yeryüzüne hakim olmasını sağlayacaktır.