• Sonuç bulunamadı

2. İNSANIN-TOPLUMUN MİSYONU VE TOPLUMSAL SORUMLULUK

2.2. Emanet

Halife kılınan insan ve toplumların istihlaf/ilişki ağını adalet temelinde sürdürme görevini kabullenişi ise emaneti yüklenmeyle ifade edilmektedir. Emaneti yüklenme hilafeti kabul etmenin bir şeklidir. Bu bir anlamda Allah’ın “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım…” şeklindeki emrine insanın olumlu bir cevap verişidir. Hilafet ve emanet, aynı zamanda zorlukları göğüsleyebilmek için hayatı bitmeyen bir mücadele240 ve imtihan yürüyüşü haline dönüştürmenin ifadesidir.

Emanet sözcüğü Arapça sözlüklerde “Ruhun mutmain olması ve korkunun zâil olması (gitmesi), korkunun zıddı, güven” anlamına gelen e m n fiilinden türemiş mastar olduğu belirtilmektedir.241 Hıyanetin zıddı anlamındadır.242 Güvenilir kişi de, “duymuş olduklarından hiçbir şeyi yalanlamayıp hepsini doğru kabul eden, inanan ve herkese güven veren kişi”243 şeklinde ifade edilerek, insanların kendisine güvendiği ve ondan bir zarar gelmesinden endişe etmediği kişi244” gibi tanımlar getirilmiştir. “…emanetlerinize hainlik etmeyin.” 245 ayetinde kastedilenin “ size emanet edilen şey” olduğu bildirilmektedir.246

Kur’ân’da emanet kelimesi bir ayette ahlakî ve hukukî açıdan emanetlerin sahiplerine verilmesinin gerekliliği,247 iki ayette emanete riayet etmenin müminlerin özelliği olduğunun belirtildiği,248 bir diğer ayette emanetlerin (yetki ve

239 Es-Sadr, s. 130.

240 Es-Sadr, s. 127; Fazlurrahman, s. 51.

241 Ezherî, XIV, 510-516; Cevherî, V, 2071-2072; Benzer ifadeler İbn. Faris’te de geçmektedir. Bkz: İbn. Faris, I, 134; İsfahanî, s. 30; Firûzâbâdî, Kamus, IV, 197; Zebidî, IX, 124-126.

242 Cevherî, V, 2071; İbn. Faris, I, 133; Firûzâbâdî, Kamus, IV, 197; Zebidî, IX, 124.

243 Tehzîb, XIV, 510-516; Cevherî, V, 2071-2072; İbn. Faris, I, 134; Firûzâbâdî, Kamus, IV, 197; Zebidî, IX, 124.

244 Ezherî, XIV, 510; İbn. Faris, I, 134. 245 Enfâl, 8/27.

246 Isfahanî, s. 30. 247 Bakara, 2/283.

sorumlulukların) ehil kişilere verilmesinin zorunluluğu,249 bir başka ayette ise Allah’a ve Peygamberine ve aynı şekilde emanetlere de hıyanet edilmemesinin ikazı hususunda250 olmak üzere aşağıda verilecek olan ayetle birlikte toplam 6 yerde geçmektedir. Bunun dışında bir ayette de ehl-i kitaptan emanetler hususunda hassasiyet sahibi olanlarla birlikte vurdumduymaz kişilerin varlığı bildirilmiştir.251

Kur’an insanın emaneti yüklenme hususunu şöyle dile getirmektedir: “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”252 Ayette geçen “emanet” sözcüğü ile kelime-i tevhid, adalet, hece harfleri ve akıl’ın kastedildiği şeklinde görüşler ileri sürülmüşse de253 tefsirlerde genelde ferâiz ve insanların birbirlerine emanet ettikleri şey, itaat, Allah’ın emir ve yasakları, teklifler,254 hudûd (had cezaları),255din, dünya işleri, şeriat, emanet edilen şeyin hakkını yerine getirmek için gerekenin yapılması,256 Allah’ın gerek kendi hakkına (hukukullah) gerekse insanların hakkına (hukukunnâs) ilişkin emir ve yasaklarının, ahkâmının uygulanması257 gibi hususlar zikredilmektedir.

Emanet sözcüğü hakkında yapılan bu yorumlardan insanın yeryüzündeki ilişki ağının, bir anlamda istihlafın sınırlarının çizildiği anlaşılmaktadır. Zaten bazı araştırmacılar yukarıdaki ayette geçen emanet kelimesinin hilafet kelimesi yerine kullanıldığını zikretmektedirler.258 Tam olarak öyle olmasa da emanet hilafetin hangi zemin üzerinde yürümesi gerektiğinin açık ifadesidir. Dolayısıyla hilafetle emanet arasında sıkı bir iç içelik olduğu açıktır. İnsanın yaratıcısı olan Rabbiyle, insanın kendi nefsi ve kardeşi insanla ve insanın bitki, hayvan ve maddî varlıklarla, yani eşyayla olan ilişkisinin şekil ve sınırını belirleyen bu hilafet ağı/ilişki ağı hukukullah, hukukunnâs/’ibâd259 ve hukukunnefs260 gibi tabirlerle ifade edilmiş olup, birey ve 249 Nisâ, 4/58. 250 Enfâl, 8/27. 251 Âl-i İmrân, 3/75. 252 Ahzâb, 33/72. 253 Isfahanî, s. 30-31.

254 Abdurrahman ibn Kemal Celaleddin es-Süyûtî, Dürrü’l-Mensûr, Beyrut, 1993, VI, 668-669; İbn. Kesîr, III, 530-532; Sa’lebî, III, 238; Zamahşerî, III, 564-565; Abdurrahman ibn Ali İbn Muhammed el-Cevzî, Zadü’l-Mesîr Fî İlmi’t-Tefsîr, Beyrut, 1404/h, VI, 427-429.

255 Süyûtî, Dürrü’l-Mensûr, VI, 570; 256 Sa’lebî, III, 238.

257 Yazır, VI, 3934-3935. Zikredilen yerde geçen ifadeler sadeleştirilerek alınmıştır. 258 Mevdudî, Tefhîm, IV, 465.

toplumun/kulların menfaatleri/maslahatları gözetilerek halife kılan tarafından konulmuştur.261 Dinî ve dünyevî diye iki kısımda incelenen maslahatlar veya makâsidü’ş-şerîa öncelik sırasına göre zaruriyyât, hâciyyât ve tahsiniyyât diye ifadelendirilmektedir.262 Aslında bu maslahatlar maddî ve manevî açıdan hayatı yaşanabilir en güzel hale dönüştürmenin adıdır.

Dolayısıyla yeryüzünde halife olan insan ve toplumlar bu hak ve sorumlulukları/ilişki ağını adalet temelinde sürdürmek gibi bir teklife muhatap olmuş, diğer varlıkların (gökler, yer ve dağlar) yüklenmekten çekindiği emaneti yüklenmişlerdir. Kuvvet ve sağlamlıkta darb-ı mesel olan bu varlıklar/cisimler emaneti gözetecek şuur ve idrake sahip olup bununla mükellef kılınmaları halinde bile kabul etmeyip çekinmeleri, yüklenilen emanetin büyüklük ve yüceliğini ortaya koymaktadır.263 Emanetin zikredilen varlıklara teklif edilişi ister hakiki,264 ister mecazî,265 isterse her iki şekilde,266 olmak üzere her ne şekilde gerçekleşmiş olursa olsun bu husustaki tartışmalar insan veya toplumların bu büyük emanet karşısındaki yükümlülüklerini eksiltip fazlalaştırmamaktadır. Tartışmasız olan insanoğlunun emaneti kabullendiğine dair onu halife kılan Rabbiyle kendisi arasında fıtrî bir sözleşme yaptığıdır.267 Allah’ın varlıklarla olan ilişkisinin nasıllığını anlamanın zorluğundan dolayı emanetin arzı veya yapılan bu sözleşmenin tekvinî,268 temsilî

1990, s. 82-86; Fahrettin Atar, Fıkıh Usûlu,İstanbul, 1992, s. 165-166; Yıldız, s. 100-104.

260 Bkz: Yıldız, s. 103-104.

261 Bkz:İbrahim ibn. Musa ibn. Muhammed eş-Şatıbî, El-Muvâfakât Fi Usûli’ş-Şeri’a, bs. y.yok, tsz, II, s. 6.

262 Bu kavramlarla ilgili geniş bilgi için bkz: Şatıbî, II, 5-64; Zeydan, s. 378-385; Atar, s. 290-302; Ebu Zehra, Muhammed, İslâm Hukuku Metodolojisi, çev: Abdulkadir Şener, Ankara, 1986, s. 311- 324.

263 Ebu’s-Suud, VII, 118-119.

264 Taberî, teklifin arzının hakiki manada gerçekleştiğini ifade etmektedirler. Bkz: Taberî, XXII, 56- 58.

265 Zamahşerî, Yazır gibi müfessirler ise arzın mecazî manada gerçekleştiğini zikretmektedirler. Bkz: Zamahşerî, Keşşâf, III, 564; Yazır, VI, 3934-3935. Yazır burada arzın mecazî manada istiare-i temsiliye şeklinde gerçekleştiğini iddia edenlerin çokluğundan bahsetmektedir. ( İstiare-i temsiliye için bkz: Ali el-Cârim-Mustafa Emin, el-Belâğâtu’l-Vâdıha, İstanbul, tsz, s. 98.)

266 Mevdudî ise; Allah’ın yarattıklarıyla olan ilişkisinin nasıllığını insanların anlamaktan âciz olduğunu ifade ederek arzın her iki halde de gerçekleşmiş olabileceğini iddia etmektedir. İki ihtimali de dikkate alarak yapılan bu yorum daha makul ve kapsayıcı gözükmektedir. Bkz: Mevdudî, Tefhîm, IV, 465-466; Ayrıca emanetin arz edilişinin bu iki ihtimal ve tarzda olabileceğine dair geniş bilgi için bkz: Fazlurrahman, s. 51, 59-60; Zeki Duman, Beş Sûrenin Tefsiri, Kayseri, 1999, s. 139-143.

267 A’raf, 7/172. 268 Es-Sadr, s. 128.

veya hayalî269 olduğu iddia edilmektedir. Ancak ilgili ayette geçen nefislerin şahadetleri ve cevap verişleri bu sözleşmenin tekvinî olmakla birlikte ruhî ve kelamî bir özellik taşıdığı, bu yüzden sözleşme demenin hakikat olduğu, yalnız buradaki kelam ve hitabın kelam-ı lafzi şeklinde değil kelam-ı nefsî şeklinde gerçekleştiği ifade edilmektedir.270 Ayrıca fizikî dünyada gerçekleşmiş olan bu sözleşmenin kıyamet gününde insanlara karşı hakiki bir belge olarak sunulacağı da zikredilmektedir.271 Bu durum sözleşme ile ilgili ayette (A’raf, 7/172) geçen “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye…” şeklindeki ifadeden de bizzat anlaşılmaktadır.

Adem’in ilk evladından itibaren her bir insanla bizzat yapılan bu sözleşme Allah’a ubudiyeti/kulluğu taahhüt etmektedir. Aslında bu taahhüt insanoğlunun dinî, hukukî, medenî ve toplumsal hayatının başlangıç noktasıdır.272 Nitekim istihlaf/ilişki ağı diye ifadelendirdiğimiz emanetin açılımı da; yeryüzünde Allah’ın halifesi olan insan ve toplumların vahye dayalı, ahlak, liyakat ve adalet temellerine oturmuş toplumsal bir düzen kurma ve bu düzeni yeryüzüne hakim kılma yükümlülüğü 273 şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Aşağıdaki ayet de bu doğrultudadır. “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.”274 Görüldüğü gibi ayet, bir taraftan emanetin üzerine oturduğu adalet ve liyakat temellerine dikkat çekerken, diğer taraftan yukarıda zikredilen hilafetle adalet arasında olduğu gibi burada da emanetle adalet arasındaki ilişkiye vurgu yapmaktadır. Adalet en genel anlamıyla bir şeyi layık olduğu yere oturtmak, davranış ve hükümde doğru olmak,275 hakkı gözetmek ve yerine getirmek276 gibi anlamlarda kullanıldığında siyaset, hukuk, ahlak, iktisat, sanat v.b bütün alanlardaki bireysel ve toplumsal, yatay ve dikey ilişkiler olan maslahatları kapsamaktadır. Adalet bir anlamda hilafet ve emanetin üzerine oturduğu ana temeldir.

269

Zamahşerî, Keşşâf, II, 176.

270 Yazır, IV, 2326-2327. Allah’ın insanlardan aldığı misakla ilgili geniş bilgi için bkz: Yazır, IV, 2323-2334; Duman, s. 141-143.

271 Mevdudî, Tefhîm, II, 113. 272 Yazır, IV, 2324.

273 Fazlurrahman, s. 51; Duman, s. 140. 274 Nisâ, 4/58.

275 Çağırıcı, Mustafa, Adalet, DİA. İstanbul, 1988, I, 341. 276 Meydan Larousse, Adalet, İstanbul, 1990, I, 70.

İnsan ve toplumların babalarının sulbünden yeryüzüne intikal edişi ile başlayan süreç istihlafı adalet temelinde sürdüreceklerine dair yaptıkları taahhütlerine bağlı kalıp kalmadıklarının tespit ediliş süreci, yeryüzü ise bunun gerçekleşme alanıdır. Yani hayat sözleşmeye bağlılığın test edildiği bir imtihan süreci yeryüzü bunun gerçekleştiği imtihan alanıdır. Nitekim aşağıdaki ayetler de bu gerçeği vurgulamaktadır: “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.”277, "Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi deneyip sınamak için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan, merhamet edendir."278 Birinci ayette hayatın ve ölümün sınanmaya esas bir süreç olarak yaratıldığı, ikinci ayette de bu sınanma alanının tabii olarak yeryüzü olduğu belirtilmektedir. Kısaca buraya kadar verilenleri dikkate aldığımızda hilafet, emanet, adalet ve imtihan/sınanma kavramlarının insan ve toplumların yeryüzündeki serüven, konum ve misyonlarını özetlediğini söylememiz mümkündür.

İnsanoğlu emaneti yüklenebilecek en mükemmel maddî ve manevî donanımlara sahip olarak yaratılmıştır.279 Bu, daha önce de zikredildiği gibi Kur’ân’da ahsen-i takvîm olarak nitelenmektedir.280 Bilindiği üzere evren insanoğlunun emrine sunulmuş ve kendisine birçok nimetler bahşedilmiştir.281 Ancak bunun karşılığında kendisinden emaneti yüklenmesi ve onun beraberinde getirdiği sorumlulukları kuşanması istenmiştir. Bunu yerine getirenler yani taahhütlerine bağlı kalanlar emanet kelimesinin türetildiği fiilden türeyen ve yüklendiği maddî ve manevî emanete riayet eden anlamında mümin olarak isimlendirilmiştir.282 Sorumluluklarını kuşanmayanlar ise, aşağıların aşağısına/esfele’s-safilîne283 düşmekle birlikte emanete hıyanet etmiş sayılmışlardır.

İnsanoğlunun donanımlarını kötüye kullanması sonucu fıtraten sahip olduğu

277 Mülk, 67/2. 278 En’am, 6/165.

279 Bu donanımlarla ilgili geniş bilgi için bkz: Yazır, VII, 5024-5025; VIII, 5935-5938; Ahmet Tali, Kur’ân’da Mesuliyet Kavramı, Dr. Tezi, SÜSBE. Sakarya, 2002, s. 36-46.

280 Tîn, 96/4.

281 İbrahim, 14/32-34; Lokman, 31/20.

282 Ünal, s. 548. Ayrıca bu husustaki ayetler de şöyledir: “onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.” (Mü’minûn, 23/8); aynı şekilde müminlerin özelliklerinin sayıldığı bir başka yerde şu ifadelere yer verilmektedir: “ (Onlar) ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler..” (Meâric, 70/32.)

niteliklerini kaybedip kendisine yabancılaşması onu hayvanlar, hatta hayvanlardan da aşağı bir konuma düşürmektedir.284 Yabancılaşma sonucu kendini, hilafet ve emaneti, halife kılan Allah’ı ve Allah’la yaptığı sözleşmeyi unutması onun zalim ve cahil olarak nitelenmesi için yeterli bir nedendir.285 Yukarıda emanet-adalet arasındaki yakın münasebetten bahsedildiği gibi burada da emaneti adalet temelinde sürdürmeyenlerin zâlim, bunun sonucu olarak gelecekte kendisini neyin karşılayacağından habersiz oluşunun cahil sözcükleriyle isimlendirilmesi, bu sözcükle kastedilenin insanî kimlikten uzaklaşmış kişi ve toplumlar olduğunu ortaya koymaktadır.

Fıtratın tanınamayacak şekilde dejenerasyonu, bu hafıza kaybı ve geleceğe dair ahlakî amaçlardan uzaklaşma, tarih boyu insanlığın felaketi olmuştur.286 Onun için Kur’ân bu hususa şöyle dikkat çekmektedir: “Ey iman edenler!(kendilerine verdiğiniz sözleri çiğneyerek) Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin; aynı şekilde( kendi aranızdaki) emanetlerinize de hainlik etmeyiniz.”287 Bu durum aslında emanetin arzıyla ilgili ayetin (Ahzâb, 33/72) devamında da dile getirilmektedir. “Allah (bu emaneti) münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap etsin, inanan erkeklerin ve inanan kadınların da tövbesini kabul buyursun (diye yükledi). Allah bağışlayandır, merhamet edendir.”288 Allah’ın münafık ve müşriklere azap edişi O’na itaatten uzaklaşmaları, emanete hıyanet ederek zulmetmeleri sebebiyledir.289 Dolayısıyla insan ve toplumların emaneti yüklenme ve emaneti kabul ettiklerine dair yaptıkları sözleşme karşısında aldıkları tavır, onların azaba uğrayacak kafirlerden veya tövbesi kabul edilen müminlerden hangisine dahil olacağının belirleyicisidir.290

İnsanoğlunun hizmetine sunulan gerek evrendeki bütün varlıklarla gerekse diğer insan ve toplumlarla olan ilişkisi; adalet temelinde ve onların yaratıldığı ilk orijinal hal/fıtrat291 üzere kalışlarını sağlama noktasında bir emanet-emanetçi 284 A’raf, 7/179. 285 Duman, s. 143. 286 Fazlurrahman, s. 52-53. 287 Enfâl, 8/27. 288 Ahzâb, 33/73. 289

Ebu’s-Suud, VII, 118-119; Zamahşeri, Keşşâf, III, 565; Yazır, VI, 3935. 290 İbn. Kesir, III, 532.

291 Rûm, 30/30. Fıtrat; herhangi bir varlığın ilk yaratılıştaki gibi ortaya çıkış biçimine ve taşıdığı ilk özellikleriyle birlikteki görünüşüne denir. Kâinatın Allah'ın fitratı üzere işleyişi İslâmî lieratürde âdetullah, sünnetullah, fitratullah ifadeleriyle karşılanmaktadır. (Geniş bilgi için bkz: İsfahânî, 38

ilişkisidir.292 Bu sebeple insanoğlu, evrendeki bu varlıkları hoyratça kullanma yetkisi olmadığı gibi, onların ıslahından, varlıkların maddî ve manevî imarından sorumludur. Bunun aksi ise hıyanettir. Kısaca Allah, evren, eşya, insan ve toplumlarla olan ilişki biçimini kapsayan emanet, bir sınanma aracıdır. Emanet karşısında ıslah ve ifsat edici veya imar ve tahrip edici tutumu insanın hem kimliğinin hem de geleceğinin/dünya ve ahiret hayatının keyfiyetini tespit edici en önemli faktördür. Dolayısıyla yeryüzünün imar ve ıslahı, eşyanın gereği gibi kullanımı insanın yüklendiği emanet ve hilafet misyonuyla bire bir ilişkilidir.293 Bu yüzden hilafetin gereği olan maddî ve manevî imaret, bu anlamdaki imaretin teorik alt yapısı olan kültür ve onun şekillenişi anlamına gelen medeniyet kavramları üzerinde kısaca durulacaktır.