• Sonuç bulunamadı

“Başlangıcı insanlık tarihi kadar eski kabul edilmesine karşın sistemleştirilmesi ve bir bilim haline getirilmesi 1900’lü yıllardan sonra olduğu için 20. yüzyılın çocuğu olarak nitelendirilen Halkla İlişkiler” (Onal, 2000:1) Türk tarihinde de oldukça eskilere dayanmakta, Türklerin halkla ilişkiler alanındaki çalışmalarının ilk örnekleri, Göktürkler’in

Orhun Yazıtları’na dek uzanmaktadır. Daha sonra Selçuklu İmparatorluğu döneminde Nizam-ül Mülk’ün “Siyasetname” isimli eserinde halkın düşünce ve isteklerinden yönetimin haberdar edilmesinin gereğinden bahsedilmesi (Onal, 2000:6), Anadolu Selçukluları’nda hükümdarlar tarafından haftanın belirli günlerinin halkın sorunlarını dinlemeye ayrılması (Onal, 2000:6; Kadıbeşegil, 1986:22), Osmanlı döneminde seferlere bazı elçilerin davet edilmeleri, devletin kazandığı zaferlerinin islam ülkelerine fetihnameler ve hediyelerle duyurulması, Fatih döneminde yabancı ülkelerden tanınmış sanatçıların davet edilmeleri ve iltifat görmeleri, cuma namazlarında halkla görüşme saatleri ayrılması, halkın yakınmalarının doğrudan sadrazamlar ve diğer ileri gelenlerce dinlenmesi (Kadıbeşegil, 1986:22), kervansarayların ve halkın yararlanabileceği çeşmelerin yaptırılması (Okay ve Okay, 2002:14), yönetenlerle, yönetilenler arasındaki iletişim köprülerinin atılmasına örnek olaylar olarak gösterilmekte (Kadıbeşegil, 1986:22), çok basit birer halkla ilişkiler örneği olarak değerlendirilebilmektedir (Okay ve Okay, 2002:14). Cumhuriyet dönemine bakıldığında ise gerek yapısal ve gerekse işlevsel olarak çok daha farklı bir durum karşımıza çıkmaktadır.

Cumhuriyetin resmen 1923 yılında kurulmasından önce, yeni Türk Devleti’nin lideri ATATÜRK tarafından (1920’de), basın-yayın ve enformasyon hizmetleri modern bir yapıyla örgütlenmiş (Tikveş, 2005:40), 1920’de Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü kurulmuştur (İşçi, 2002:25). Halkın gelişmelerden haberdar edilmesi, halka mesajlar ulaştırılması ve aynı zamanda diğer ülkelere de Türkiye’den haberler iletilmesi amacıyla (Onal, 2000:7), ülkemizin kurtuluş mücadelesinin sesi olarak (bu mücadelenin tanıtımı için) (Tikveş, 2005:40) yine Atatürk tarafından aynı yıl içerisinde Anadolu Ajansı kurulmuş ve bu ajans aracılığıyla yenilikler halka tanıtılmıştır (İşçi, 2002:25). Bu iki oluşum o dönemde çok önemli işlevler görmüş, çok gerekli faaliyetlere imza atmıştır.

Ülkemizde Cumhuriyetin kuruluşundan, çok partili yaşama geçilen 1946’ya dek görev yapan hükümetlerden, sadece 1 Kasım 1946’da göreve başlayan Celal Bayar Hükümetinin programında polisin halkla ilişkilerine ilişkin bir hüküm yer almıştır. İktidarın demokratik seçimlerle değişmesiyle beraber, devlet-vatandaş ilişkileri daha fazla sorgulanmaya başlanmıştır (Okay ve Okay, 2002:14). Bunun yanı sıra, 1960 öncesinde de kamu kurumlarının, günümüzde halkla ilişkiler diye tanımlanan çeşitli çalışmaları vardır (Asna, 1988:27). Bu anlamda, 1950’lerde Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Genel Müdürlüğü ismi altında gerçekleştirilen birtakım halkla ilişkiler çalışmaları görülmektedir (Yatkın, 2003:6). Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığının yalnızca

Ankara’da değil, İstanbul’da dahi “basın irtibat bürosu”, “yayın ve temsil şubesi”, “basın ve halkla münasebetler daire başkanlığı” gibi adlarla anılan birimleri olmuştur…(Asna, 1988:27). Yaşanan tüm bu gelişmelere rağmen, literatür incelendiğinde, halkla ilişkilerin çağdaş manada bu dönemlerde başladığını söylemek mümkün değildir.

Modern manada halkla ilişkiler dendiğinde, 4 adım kuralı olarak bilinen: Bilgi toplama-araştırma, Planlama, Uygulama ve Değerlendirmeyi içine alan bilimsel manada halkla ilişkiler çalışması (Asna, 1988:27), Türkiye’de 1960 yılından sonra, 27 Mayıs’tan sonra kurulan veya organize edilen kamu kurumlarında görülmektedir (Asna, 1988:27; Yatkın, 2003:6). Bu nedenle de, halkla ilişkilerin Türkiye’deki gelişiminin 1960’larda (Asna, 1988:27; Acar, 1994:3; Onal, 2000:7; Doğancalı, 1988:125; Çamdereli, 2000:14; Sezer, 1995:155; Şen ve Çerçi, 1974:49; Gürüz, 1993:9) ve önce kamu yönetiminde görülmeye başladığı söylenebilir62 (Acar, 1994:3). Bu anlamda, “Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Genel Müdürlüğü”, “Milli Savunma Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı” gibi kurumlar ülkemizde kurulmuş ilk halkla ilişkiler örgütleridir63 (Onal, 2000:7). Dönemin ulusal-uluslararası şartlarının ve 61 Anayasasının da etkisiyle bu örgütleri diğer halkla ilişkiler örgütleri ve oluşumları takip etmiştir.

Şöyle ki, 61 Anayasası’nın görece özgürlükçü yapısına koşut olarak yöneten- yönetilen ilişkileri önem kazanmıştır. Batıdaki teknolojik, siyasal ve ekonomik alanda yaşanan gelişmeler neticesinde de toplumsal alan ve kamuoyu kavramı öne çıkmıştır. Bu bağlamda, halkla ilişkiler, Başbakanlık’tan Devlet Tiyatroları’na dek bütün kamusal kurumların bünyesinde farklı isimler altında yer almıştır (Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı, Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü vb.). Bilhassa DPT, Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü, Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) gibi kurumların

62 Halkla ilişkiler ülkemizde her alanda olduğu gibi, kamu kesiminde başlamış, devlet öncülüğünde Türkiye’ye gelmiştir (Asna, 1969a:101; Asna, 1988:28). Çoğu alanda olduğu gibi boynuz kulağı geçtiğinden, özel kesimde gelişmiş kamu kesiminde güdük kalmıştır. Bunun en önemli nedeni de, özel kesimin mali imkanlarının kamu kesimine nazaran daha geniş olması ve gelişmeleri daha yakından izleme avantajına veya esnekliğine sahip olmasıdır (Asna, 1988:28).

63 Asna (1969a:102), Gürüz (1993:9) ve Şen ve Çerçi (1974:50) ise, modern manada ilk halkla ilişkiler biriminin Devlet Planlama Teşkilatı’nda, Koordinasyon Dairesine bağlı Yayın-Temsil Şubesi olarak görev ifa eden ve kamuoyunda planlama fikrinin benimsetilmesi çalışmalarını üstlenen bölümü olduğunu söylemektedir. Bu bağlamda, pek çok açıdan örnek bir örgüt olarak kurulan Devlet Planlama Teşkilatı’nın 91 sayılı Kuruluş Kanunu, DPT’nin, kadro kuruluşlarında Genel Müdürlük karşılığında olan Koordinasyon Dairesi Başkanı’na bağlı olan bu şubeye, Kalkınma Planının tanıtılması, planlı kalkınma düşüncesinin kamuoyuna benimsetilmesi görevini vermiştir. Bu manada Devlet Planlama Teşkilatı’nın Halkla İlişkiler örgütü, bir Hükümet Politikası’nı tanıtmak, yerleştirmek, yeni Hükümet’in bir konuda halkla ilişkilerini sağlamakla görevlendirilmiştir. 1961’in sonlarında hazırladığı ve Devlet Planlama Teşkilatı üst kademesi (Müsteşar ve üç Daire başkanı)nce kabul edilen tanıtma kampanyası çerçevesi içerisinde çalışmaya başlayan ve iki yıl başarılı bir uygulama gerçekleştiren şube, uzun süre, bu konuda bilgi sahibi uzmanlarca yönetilmiştir (Asna, 1969a:102).

önderliğinde gerçekleştirilen halkla ilişkiler etkinliklerinde daha çok tanıtım işleri öne çıkmış, yönetimle halk arasındaki uyumsuzlukları dengelemeye dönük çabalar etkisiz kalmıştır. Kurumdan ziyade kurumun başında bulunan kişinin tanıtımı önemsenmiş, basının izlenmesi ve protokol çalışmaları halkla ilişkiler olarak algılanmıştır64 (Bıçakçı, 2002:104). Yaşanan tüm bu sorunlar kamu yönetiminde çok önemli olan bir projeyi, MEHTAP Projesini de beraberinde getirmiştir.

1962’de gerçekleştirilen Merkezi Hükümet Teşkilâtı Araştırma Projesinde65

(Tortop, 1998:21; Tikveş, 2005:41), kısaca MEHTAP Projesi olarak adlandırılan ve halen büyük bir değer taşıyan dokümanda halkla ilişkiler konusuna da yer verilmiştir (Tortop, 1998:21). Bu anlamda, MEHTAP raporuna göre (Tikveş, 2005:41), ““Devlet kuruluşlarının her kademesindeki çalışmalarda ve kararların alınmasında halkla yakın temas sağlama mecburiyettir (zorunluluktur).”” Ayrıca, raporda, Türk yönetiminde de çeşitli kademelerde, her kurumun yapısına uygun olarak, halkla temas ve dinleme yöntemleri kurmak gereğine dikkat çekilmektedir66 (Ertekin, 2000:135). Bu maddelerden yönetenle yönetilen arasındaki mesafelerin kaldırılmasının, sağlıklı yöneten-yönetilen ilişkilerinin tesis edilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır.

64 Ülkemizde kamu kuruluşlarının halkla ilişkiler çalışmaları, “basın büroları” kurulması ile başlamıştır. Bu bürolar, basına yaptıkları açıklamalarla kurumla ilgili kamuoyuna bilgi veren ve basında çıkan haberleri toplayarak kurum yöneticilerine kamuoyunun gazeteler tarafından yansıtılan düşüncelerini ileten örgütler olarak çalışmışlardır. Basına bu örgütler tarafından yapılan açıklamalardan bahsederken eklemek gerekir ki, bu açıklamalar ancak kurum yöneticilerinin talimatlarıyla ya da gazetecilerin sorularını, gazetelerdeki okuyucu mektuplarını cevaplandırma biçiminde olmuştur. Yani bu örgütler bir halkla ilişkiler kampanyasını planlayan, kampanya süresini, kullanılacak iletişim araçlarını, harcanacak parayı, hedef kitleyi, hazırlanacak mesajları belirleyen araştırma yapıp hedef kitleden gelen geri bildirimi (feedback) ölçmeye çalışan değil, kurum yöneticilerinin söylediğini yapan, onların inisiyatifi ile iş gören ve alanda bilgi ve deneyimi olmayan kişilerce yönetilen küçük örgütler olmuşlardır. Zamanla kurumların bazılarında bu tip örgütler daha geniş kadrolarla kurulmuş, ancak ifa ettikleri iş aynı kalmıştır (Asna, 1969a:101-102).

65 Merkezi Hükümet Teşkilatı Araştırma Projesi (MEHTAP), Bakanlar Kurulu tarafından atanmış bir Proje Yönetim Kurulunun denetiminde, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet Personel Dairesi, üniversitelerin ilgili fakülteleri, bakanlıklar ve diğer merkezi kuruluşlarca ortaklaşa yürütülmüştür. Araştırma, araştırma kapsamı içerisinde olan 93 örgüt temsilcilerinin işbirliği yaptığı bir Merkezi Araştırma Grubunca gerçekleştirilmiştir. Proje yönetim kuruluna, merkezi yönetim kurumları arasındaki işbölümünün incelenmesi görevi verilmişti. Araştırma, Büyük Millet Meclisi, Genel Kurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı, üniversiteler ve kamu iktisadi teşebbüsleri dışında kalan merkezi kurumları kapsamı içerisine alacaktı. Araştırma, merkezi kurumlar arasındaki işbölümünü kamu hizmetlerinin sunulmasındaki verimlilik yönünden inceleyip hükümete bu konularda önerilerde bulunacaktı. Merkezi araştırma grubu tarafından, yukarıda ifade edilen çerçevede merkezi yönetim kurumları arasında mevcut olan işbölümü incelendi, sistemin işleyişinde karşılaşılan sorunları tespit edilip analiz edildi ve hükümete önerilerde bulunuldu. Araştırma sonunda, merkezi araştırma grubu tarafından hükümete yapılan öneriler şu hususlarla ilgiliydi: Merkezi yönetim kurumları arasında görev dağılımı; planlama ve koordinasyon etkinliklerinin verimliliğini artırma; mali denetim ve personel yönetiminin etkinliğini artırma (Polatoğlu, 2001:151).

66 Hiç şüphesiz bu genel tavsiye, uygulamalı bir çalışmayla desteklenmiş değildir (Ertekin, 2000:135). Bunu da projenin bir eksikliği olarak değerlendirmek mümkündür.

Türkiye’de topluma doğrudan doğruya etkide bulunan ve uygulanması sonucunda başarılı neticeler veren ilk halkla ilişkiler kampanyalarından birisi de 1964’te uygulanan ve nüfus planlamasını topluma benimsetmeye çalışan kampanyadır (Okay ve Okay, 2002:17). Kampanya, 1964’te özel bir kanunla kurulan “Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü”nün teşkilat şemasında yine yüksek seviyede bulunan ve kamu sektöründe halkla ilişkiler çalışmalarına öncülük yapan bir örgüt olan “Tanıtma ve Halk Eğitim Müdürlüğü” (Şen ve Çerçi, 1974:50-51) tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu örgüt, Nüfus Planlaması Politikasının sebepleri, ülkemiz için gerekliliği hakkında halkı aydınlatıcı kampanyalar yaparak, geniş oranda halkın desteğini kazanmıştır (Şen ve Çerçi, 1974:50-51). Bunun sonucunda da nüfus planlamasının uygulanmaya başlandığı 1964 yılından itibaren nüfus artışında ve kaba doğum oranlarında azalma olduğu görülmektedir. Bu durum da, uygulanan kampanyaların başarılı olduğunu (Okay ve Okay, 2002:20), uygun bir şekilde gerçekleştirilen halkla ilişkiler çalışmalarının en hassas konularda dahi başarıya götürdüğünü göstermektedir.

Bu gelişmeler devam ederken 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne bağlı Basın ve Yayın Yüksek Okulu’nun kurulması (Asna, 1969a:102; Şen ve Çerçi, 1974:51; Mıhçıoğlu, 1976:29), ülkemizde halkla ilişkiler alanında bir başka safhanın başlangıcı olmuştur. Bu Yüksek Okulda üçüncü ve dördüncü sınıf uzmanlık bölümlerinden birinin Halkla İlişkiler Bölümü olması, ülkemizde de bu alanda uzmanlar duyulan gereksinimi göstermek açısından büyük önem taşımaktadır (Asna, 1969a:102). 1969’da ilk mezunlarını veren bu okulu sonraki yıllarda diğer okullar takip etmiş (Şen ve Çerçi, 1974:51), Ankara Halkla İlişkiler ve Gazetecilik Yüksek Okulunda, İstanbul Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulunda ve Ege Üniversitesinde “Halkla İlişkiler” konusu da ders programları arasına girmiştir (Şen ve Çerçi, 1974:51; Peltekoğlu, 2005:98; Mıhçıoğlu, 1976:29). Böylece halkla ilişkiler artık akademik anlamda ele alınmaya başlanmış, halkla ilişkiler faaliyetiyle uğraşmak isteyen kişilerin eğitim alacakları, kendilerini yetiştirecekleri bir imkan doğmuştur.

1966 yılına gelindiğinde Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsünün aracılığıyla kırtasiyecilikle savaş çalışmaları yürütülmüştür (Yalçındağ, 1974:25). 1 Şubat 1967’de ise 26.01.1966 ve 6/5875 sayılı Bakanlar Kurulu kararı doğrultusunda kurulan İdari Danışma Merkezi TODAİE’de çalışmalarına başlamıştır67 (Peltekoğlu, 2005:103;

67 İdari Danışma Merkezi vatandaşların yönetimle ilgili sorunlarını (08) no.lu telefonla çözüme kavuşturmaya ve onlara yol göstermeye çalışmıştır. Dilekçeyle başvuru ve bireysel görüşme kabul edilmemiştir. Bu durum

Ertekin, 2000:138). İsmi geçen kararname ile Merkeze şu görevler verilmiştir (Ertekin, 2000:138):

1. Halkın kamu kurumlarına ilişkin sorunlarını yanıtlamak, iş sahibi vatandaşların söz konusu kurumlarla ilgili başvurularını kolaylaştıracak bilgileri telefonla vermek.

2. İdarenin halkla ilişkilerinin kolaylaştırılmasına, idari işlemlerde formalitelerin basitleştirilmesine ve bu suretle kırtasiyeciliğin azaltılmasını temin edecek bilgilerin toplanmasına, bu bilgilerin ilgili kurumlara iletilmesine ve gerekli düzeltme önlemlerinin alınmasına aracılık etmek.

“Bir halkla ilişkiler görevi yapmaya çalışan İdari Danışma merkezi, kendi tanıtımını yeterince yapamamıştır”68 (Okay ve Okay, 2002:21) ve 1972’de kapatılmıştır (Ertekin, 2000:138; Peltekoğlu, 2005:103; Okay ve Okay, 2002:21). Aynı tarihlerde özel sektör alanında da halkla ilişkiler anlamında büyük değişimler yaşanmaktadır.

Ülkemizde tarihsel olarak kamu sektörü kurumlarında daha önce örgütlenmeye başlayan ve kısmen de fonksiyonel olan halkla ilişkiler birimleri, giderek özel sektör kurumlarına da etkide bulunmuş, meslekleşme yönünde bir gelişimi hızlandırmıştır. Şüphesiz bu gelişmede, özel sektör kurumlarının toplumsal sorumluluk anlayışlarında meydana gelen değişimlerin ve kamuoyunu daha çok hesaba katan bir düşüncenin etkisi büyük olmuştur (Ertekin, 1988:39-40). Bu doğrultuda, ülkemizde halkla ilişkilerin özel kesimde yer alması 1960’ların sonlarına rastlamaktadır. 1969’dan itibaren büyük holdingler ile bazı bankalar tarafından halkla ilişkilerin önemi kabul edilmiştir (Peltekoğlu, 2005:98). Bunu büyük ticari şirketlerde (bilhassa holding’lerde) halkla ilişkiler birimlerinin

böyle bir yönlendirici merkez için anlaşılabilir bir noktadır (Ertekin, 2000:139). Ancak, Merkez; karşılanması kaçınılmaz olan toplumsal ihtiyacın yönetime kabul ettirilmesi, bir diğer ifadeyle yönetilenin baskısıyla değil, Fransız örneğinden dolaylı olarak esinlendiklerini sandığımız TODAİE öğretim üyeleri ile birkaç yüksek yöneticinin önerisi ile kurulmuştur (Kazancı, 1972:15). Tüm olumsuz yönlerine rağmen, halkla ilişkiler konusunda Türk Kamu Yönetiminin biçimsel olarak ortaya koyduğu en önemli örnektir. Bu küçük birim, içerisinde barındırdığı çeşitli bakanlıkların temsilcileri ile önce yönetim ile yönetilen arasında kolay bir iletişim sağlamayı, daha sonra yapacağı değerlendirme neticesi, tartışmalı konularda yönetime önerilerde bulunmayı amaçlamıştı. Halkla ilişkilerin ilk safhası olan bilgi vermeyi imkanları nispetinde (telefon aracılığı ile) yerine getirmiş olmasına rağmen kendisine yüklenen; yönetimi halkın istek ve yakınmalarından haberdar etme ve bu konuda önerilerde bulunma söz konusu olduğunda bir varlık gösterememiştir. Bir kere Merkezin ilgili yönetim birimleriyle direkt ilişki içerisine girmesi imkansızdır. Merkezde yönetilenin istek ve yakınmalarının ne olduğu hususunda bir dökümantasyon da geliştirilmemiştir. Akademik bir kuruluş olan TODAİE’ye bu konuda inisiyatif bırakılmış, dolayısıyla Merkez-İdare ilişkisi ya dolaylı olmuş ya da ihmale uğramıştır (Kazancı, 1973:85).

68 İdari Danışma Merkezi’nin çalışmalarına ilişkin olarak gerçekleştirilen bir inceleme vatandaşların büyük bir kısmının İDM’den haberli olmadıklarını göstermiştir. Ankara’da çeşitli semtlerde oturan 250 kişi arasında basit tesadüfi örneklem yöntemiyle gerçekleştirilen kamuoyu araştırması 69 kişinin (%27.6) böyle bir merkezi bildiklerini, 181 kişinin ise böyle bir yönetsel danışma merkezinden haberli olmadığı sonucunu ortaya çıkarmıştır (Ertekin, 2000:139).

oluşturulması takip etmiştir (Tikveş, 2005:44). Bankalar başta olmak üzere büyük işletmeler, bünyelerinde oluşturdukları halkla ilişkiler birimleri vasıtasıyla duyarlı kitleleriyle iki yönlü bir iletişim ağını oluşturmaya çalışmışlar ve batılı örneklerden hiç de aşağı kalmayan uygulamaları sergilemeye başlamışlardır (Kadıbeşegil, 1986:23). 70’li yıllara gelindiğinde ise kamuda 60’lı yıllarda yaşanan önemli gelişmelerin benzerleri yaşanmaya devam etmiştir.

Bu anlamda, 1971’de kurulan ve “Reform Hükümeti” olarak da isimlendirilen 1.Nihat Erim hükümetinin programında kamu yönetiminin yeniden düzenlenmesi gerekliliği üzerinde önemle durulmuş ve yönetimin yeniden örgütlenmesinin yönünü ve stratejisini tayin etmek üzere bir İdari Reform Danışma Kurulu oluşturulmuştur. İdari Reform Danışma Kurulu tarafından, kamu kesiminin reform ihtiyacını tespit etmek üzere araştırma yapacak bir çalışma grubu oluşturulması uygun bulunmamış, bunun yerine, kurul, kamu kesiminin yeniden örgütlenmesinde takip edilecek ilkeleri tespit etmek amacıyla MEHTAP gibi daha önce gerçekleştirilmiş araştırmaları incelemeye karar vermiştir. İdari Reform Danışma Kurulunun hazırladığı rapor, kamu örgütlerinin (merkezi yönetim ve taşra örgütleri ve yerel yönetimler) yapı ve işleyişlerinin yeniden düzenlenmesi çabalarında takip etmeleri gereken genel ilkeleri tespit etmekle yetinmiştir (Polatoğlu, 2001:152). Ayrıca ülkemizde halkla ilişkiler ve enformasyon görevini ifa eden birimlerin farklı isimler altında faaliyet gösterdiği hususuna dikkat çekilerek, merkezi örgütün gerekliliği vurgulanmış (Peltekoğlu, 2005:102), merkezi halkla ilişkiler ve enformasyon hizmetlerini yürütmekle görevli temel kuruluş olan Basın-Yayın Genel Müdürlüğünün, Başbakanlığa bağlı olarak “Devlet Enformasyon Teşkilatı” ismi altında yeniden örgütlenmesi de tavsiye edilmiştir. Ancak, bu çalışmada sunulan tavsiyelerin kısa dönemde uygulama imkanı bulduğunu söylemek güçtür (Peltekoğlu, 2005:103).

Diğer taraftan 1972’de sayıları henüz az olan halkla ilişkiler uzmanlarının bir araya gelmesiyle ülkemizde bu konuda ilk meslek örgütü kurulmuştur. “Türkiye Halkla İlişkiler Derneği” ismiyle kurulan bu örgütün ilk önemli çalışması 1972’de İstanbul ve Ankara’da Sevk ve İdare Derneği ile müşterek düzenlediği seminerler olmuştur. Amacı; halkla ilişkiler alanında ülkemizde sürdürülen çabaları yönlendirmek olan örgütün bir benzeri de (Şen ve Çerçi, 1974:51-52) 1973’te Ankara’da (Onal, 2000:8; Şen ve Çerçi, 1974:52). 1985’de İzmir’de kurulmuştur (Onal, 2000:8). “İstanbul dışında ilk halkla ilişkiler şirketi HİSDAŞ ise Sancar Maruflu tarafından 1983 yılında İzmir’de kurulmuştur” (Peltekoğlu, 2005:101). 1980’lerden itibaren ülkemizde artık çok sayıda büyük şirket ya kendi

bünyesinde birer halkla ilişkiler bölümü oluşturmuş, ya da yine sayıları artan halkla ilişkiler ajanslarından faydalanmaya çalışmıştır (Okay ve Okay, 2002:27). 1984’te çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle, çeşitli bakanlıklarda değişik adlarla halkla ilişkiler hizmeti gören birimler “Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği” haline getirilmiştir (Tortop, 1998:23). 1994’te ise halkla ilişkiler mesleğini kavram kargaşasından kurtarmak ve meslek ilkelerini belirleyerek uygulamaya koymak amacıyla HDD (Halkla İlişkiler Danışmanları Derneği) kurulmuştur (Özdönmez ve Ark., 1999:37). Bütün bunların yanı sıra halkla ilişkilerin gelişimi anlamında bahsedilmeden geçilemeyecek, döneme damgasını vurmuş bir gelişme daha yaşanmıştır.

1991 yılında “Kamu Yönetimi Araştırma Projesi” başlığını taşıyan rapor benimsenmiştir (Tikveş, 2005:41-42). Kamu Yönetimi Araştırma Projesi (KAYA), Türk kamu yönetimi sisteminin yeniden örgütlenmesi (reorganizasyonu) için Devlet Planlama Teşkilatı tarafından önayak olunan ve Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nce gerçekleştirilen bir reform çalışmasıdır. Bu projenin amacı, merkezi yönetim ve taşra örgütleri ile yerel yönetimleri, sundukları kamu hizmetlerini etkililik ve verimlilikleri yönünden incelemek ve gerek örgütsel yapıları, gerekse işleyişleri ile ilgili önerilerde bulunmaktır. KAYA aynı zamanda görev ve sorumlulukların dağılımı, kaynakların tahsisi ve nasıl kullanıldıkları, halkla ilişkiler ve iletişimde karşılaşılan güçlükler ve sorunlar gibi konuları inceleyip analiz etmeyi ve tavsiyelerde bulunmayı amaçlamaktadır. KAYA, mevcut kamu yönetim sisteminin incelenmesine ek olarak, daha evvel gerçekleştirilen reform çalışmalarını, karşılaştıkları sorunları saptayıp ortaya çıkarmak ve ne düzeyde benimsenip uygulandıklarını tespit etmek amacıyla çalışmalarının kapsamı içerisine almıştır (Polatoğlu, 2001:152-153). “Bu raporda; halkla ilişkiler hizmetlerinde, merkez düzeyinde koordinasyon (eşgüdüm) sağlanması ilkesi öngörülmüştür. Bunu sağlamak üzere mevcut “Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü”nün “Devlet Enformasyon Bakanlığı”na dönüştürülmesi önerilmiştir. (Bu öneri doğrultusunda bir örgütlenme uygulamada gerçekleşmemiştir. Belirtilen enformasyon hizmetlerinin önemlileri mevcut devlet bakanlıklarından birinin görev ve yetki alanına dahil edilmiştir.)” (Tikveş, 2005:42). Bununu yanı sıra, bakanlık ve kurum sözcülüğü uygulamasının getirilmesi istenmiş, ayrıca, kamu kurumlarında, halkla ilişkiler uzmanlığı ve uzman yardımcılığı biçiminde istihdam imkanlarının düzenlenmesi gerektiği konusu vurgulanmıştır (Tikveş, 2005:42).

Yukarıda tarihsel süreç içerisinde açıklanmaya çalışılan tüm bu gelişmelerin