• Sonuç bulunamadı

3. Türk Kamu Yönetiminin Özgün Sorunları

3.2. Yönetsel Zihniyetten Kaynaklanan Sorunlar

3.2.2. Demokrasi Sorunu

Günümüz dünyasında, hemen her yerde bir özlemi, vazgeçilmez bir ideali simgeleyen (Şaylan, 1998:1), Devlet’in Millet’e hükmetme derekesinden hizmet etme mevkiine yükseltilmesi demek olan (Hocaoğlu, 1999:236) demokrasi, modern dünyaya hakim olan siyasal doktrindir (Gültekin, 2002:53) ve günümüz dünyasının sihirli kavramlarından biri durumuna geldiğinin söylenmesi mümkündür. Gerçekten de içinde yaşamış olduğumuz çağda bazı sözcük veya kavramların adeta karizmatik bir mana ifade ettikleri görülmektedir ki demokrasi kavramı bu kavramlardan biri, belki de birincisi sayılabilir (Şaylan, 1998:1). Bunun nedeni demokrasinin ideal bir yönetim tarzı olarak görülmesi ve insan onuruna yaraşır nitelikte prensiplere sahip olmasıdır.

33 “Siyaset bilim ve düşüncesi literatüründe sivil toplum ile devlet karşıt iki alan olarak kabul edilmektedir. Sivil toplumun geliştiği yerde daha küçük, araçsal ve sınırlı bir devlet bulunmaktadır. Oysa sivil toplumun sönük ve güdük kaldığı toplumlarda her tür siyasî, iktisâdi ve ideolojik güç devletin elinde toplanmakta ve devlet toplumsal yaşamın tüm titreşim noktalarına mutlak biçimde hakim olmaktadır. Bu tür ortamlarda devlet somut bir siyasal organizasyon olmakla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda metafiziksel ve soyut bir anlam da kazanarak bireylerin iç dünyası ve değerleri arasında ulaşılmaz bir yere sahip oluyor” (Çaha, 1997:257).

Ancak, demokrasi, bir yönü ile evrensel bir özlemi ve ideali ifade etmekle birlikte söz konusu bu ideal hiçbir zaman ve hiçbir yerde uygulamaya tam anlamıyla yansımamaktadır. Çünkü her toplumda, demokrasi uygulamaları o topluma has olan toplumsal, kültürel ve politik şartlardan etkilenmekte (Şaylan, 1998:5), bu etkilenme ise genelde olumsuz ve yozlaştırıcı bir yönde olmaktadır. Bu durum ülkemiz için de söz konusudur.

Bu anlamda, Türkiye’de demokrasiyi kurma gayretlerinin iki asırlık bir tarihinden söz etmek mümkündür (Dursun, 2001a:24). Fakat, Türkiye’de henüz demokrasinin kuruluşu tamamlanmış olmayıp, şahsiyetlerden ideolojilere dek uzanan çok sayıda kusurlar bu demokrasinin kurulmasına engel olmaktadır (Karpat, 1996:23). Bu kusurların kökenine

inilebilmesi için, Türkiye açısından demokrasinin gelişmesine bakıldığında

demokratikleşmenin iç dinamiklerin tabii bir neticesi olmaktan ziyade Batının gelişmesi ve Osmanlının geri kalmışlığı yenme gayretlerinin bir uzantısı olarak gündeme geldiği görülmektedir. (Yılmaz, 2000:344). Yani demokratikleşme, toplumsal gelişmelerin doğal neticeleri olarak değil oluşmuş demokratik hukuk kuralları ile kurumlarının ithali biçiminde oluşmakta, dolayısıyla bir elit projesi olmaktadır. Kültürel süzgeci ve anlayışı ile elit, oluşmuş örnekler içerisinden bir tanesini seçmekte, dolayısıyla ülkemizdeki demokratik gelişim elit-halk ve elit-elit ilişkisi ile çatışması çerçevesi içinde ortaya çıkmaktadır (Yılmaz, 2000:17). Bunun temel nedeni elitlerin gerek halka gerekse birbirlerine karşı takınmış oldukları tutumlardır.

Elit-halk çatışması anlamında, merkez içi muhalif olan aydının halka bakışı temelde seçkinci bir özelliğe sahiptir. Halkın tavırları da yalnızca onları onayladığı, desteklediği ölçüde kabul edilmektedir. Yani demokrasinin temel kuralını teşkil eden “halk tarafından yönetilen fikri” henüz aydın katında genel kabul görmüş değildir. Hatta birtakım halk tarafından yönetim düşüncesini, Türk aydını için henüz, “halkın kendi hayatını serbestçe düzenlemesi” düşüncesi dahi kabul edilebilir olmaktan uzaktır. Bu yönden demokrasi mücadelesi seçkinler arası bir mücadele olmakta ve çevre grupların siyasete etkisi artınca aydınlar tarafından buna karşı çıkılmakta (Yılmaz, 2000:384), elitler tarafından diğer insanlar yönetimde bu denli söz sahibi olamayacak bir durumda, yönetilmeye gereksinim hisseden kişiler olarak değerlendirilmektedir. Elit-elit çatışmasında ise karşımıza sivil- asker bürokrat çatışması çıkmaktadır.

Türkiye’de askerlerle sivil siyasi iktidarlar arasındaki ilişkiler günümüzde olduğu gibi geçmişte de sürekli sorunlu olmuş, birçok faktörün etkisi altında kalmıştır (Dursun,

1999:61). Türkiye’de Silahlı Kuvvetler politik yaşama, her defasında sandıksal demokrasinin Atatürkçü çizgiden sapmasına bir tepki olarak müdahalede bulunmuştur (Heper, 1998:224). Bunun sonucunda Türkiye, çok partili hayata geçtiğinden bu tarafa dört kez askerî müdahale yaşamıştır. Seçmen iradesinin sandığa yansıdığı ilk seçimlerin gerçekleştiği 1950 senesi esas alındığında, aşağı yukarı 10’ar senelik aralıklarla ilk üç müdahale (27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül) ve 17 senelik bir aradan sonra da dördüncü müdahale (28 Şubat) gerçekleşmiştir34 (Koçak, 2001:193). Bu müdahaleler demokrasiye büyük zararlar vermiş, demokrasinin aksamasına neden olmuştur. Ancak demokrasiye zarar veren sadece bu müdahaleler değildir. Neredeyse bu müdahaleler kadar zarar veren bir başka durum da mevcut siyasal yapı ve sergilenen siyasal tutumlardır.

Bu doğrultuda, Türkiye’de demokratik bir siyasi rejimin olmazsa olmazı kabul edilen hemen hemen bütün kurum ve ilkelerin ortaya çıkmış olduğunu söylemek mümkündür. Buna karşın Türk demokrasisinin sorunlu olması, ciddi işlerlik darboğazları ile karşı karşıya gelmesi büyük oranda siyasi geleneklerden, siyasi kültürden kaynaklanıyor gözükmektedir (Şaylan, 1998:97). “Resmi ideolojisi ve bürokratik merkeziyetçi geleneğiyle devleti toplumun üzerine çıkaran ve buna bağlı olarak “demokratik”liği biçimsellikten kurtulamayan bir siyasal toplum yapılanması ve süreci bugün hâlâ ağırlığını koruduğu için” (Karaman, 1997:273) sorunlar ortaya çıkmaktadır. Siyasetçilerin merkeziyetçi ve tepeden inmeci bir yaklaşımla belirlenmesi, siyasetçi ile vatandaş ve yöneten ile yönetilen kesimler arasında yabancılaşmaya da sebep olmaktadır. Diğer taraftan, kamu hizmeti politikasının temelinde bulunması gereken, “vatandaş ihtiyaçlarının belirlenmesi ve tatmini” ilkesi yerini; iktidarı elde etme ve devam ettirme çabasından doğan popülist kaygıların alması, sağlıklı ve iyi işleyen bir siyasal-demokratik yapının kurulamadığını göstermektedir (Saran, 2004:132). Bu nedenle de, bugün Türkiye’nin siyasi sistemi ve demokrasisi problem çözememekte, krizlerin aşılmasında başarılı olamamakta, giderek içine kapanarak kendisi bir problem halini almaktadır

34 Türkiye’nin bürokrasi gelişmelerinin seyrine bakıldığında; Devletin, tümüyle bir askeri teşkilattan ibaret olduğu zamanlardan tutun da, askeri idarenin, sivil idare ve sivil siyasetin bir tab’ı olduğu zamanlara dek, “Ordu”nun -ve onun mensuplarının- Devlet hayatında, siyasi ve idari entellejensiyayı oluşturduğu görülür. Ordu, siyaseti tespitte, idari mekanizmayı bu siyaset üzerinde işletmekte çalışan kuvvetlerin egemen öğesi olmuştur (Savcı, 1961:39). Bizde askerler, ayrıca kendilerinin devrimlerin, ülkenin ve devletin bekçisi gördüklerinden ve Cumhuriyetin kurucusu olduklarından siyasi iktidara müdahale sık sık söz konusu olmaktadır. Askerlerin devletin koruyucusu olma misyonu ve ayrıcalığıyla, sivil yönetim ve kadrolara duymuş oldukları saygı ve güven azlığı birleştiğinde demokrasimizde sık sık kesinti yaşanmaktadır. Askerlerin söz konusu bu eğilimi Osmanlı’dan bu yana süren tarihi bir geleneğe de sahip olduğundan müdahale adeta siyasal ve askeri kültürün bir parçası görünümündedir (Yılmaz, 2000:366).

(Dursun, 2001b:291). Bu durumun düzeltilebilmesi için birtakım yenilik hareketlerine ve yenilenmelere de samimi olarak ve gerektiği şekilde gidilmemekte, gidilememektedir.

Bu noktada, temel sorun, Osmanlı döneminde başlayıp günümüze kadar uzanan yenileşme gayretlerinin bir türlü aşmayı ve gerçekleştirmeyi başaramadığı ‘zihniyet değişimi’ sorunudur; ortada görülen sorunlar ise bunun türevleridir (Büyükdüvenci, 1998:1061). Bunun neticesinde, Türkiye’de demokrasi bir hayat tarzı olarak gelişmemiştir. Devletin vatandaş tarafından denetlenmesi yerine devlet vatandaşı devamlı denetlemiştir35 (Çapoğlu, 1999:88). Böyle olunca da, Batı demokrasilerinde demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez öğeleri olarak kabul edilen menfaat grupları ve mesleki kuruluşlar, Türk toplumunda adeta zararlı örgütlenmeler olarak algılanmakta (Bektaş, 1998:845), etkin bir şekilde yönetime katılma istemleri, yönetimle ilgili yorumları hoş karşılanmamaktadır.

3.2.3. Kamu Yönetiminin Kendisini Halka Karşı Sorumlu Hissetmemesi,