• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.5. İletişim Teknolojileri ve Kültürel Yaklaşımlar

1.5.3. Popüler Kültür

1.5.3.1. Tüketim Toplumu

“Malezyalı yerliler gökyüzünden geçen uçaklara hayran kalmışlardı. Ama bu

nesneler asla onlara doğru inmiyordu. Ancak beyazlar, onlar; bu nesneleri yakalamayı başarıyordu. Ve bu, onların havadaki uçakların dikkatini çekecek benzer nesnelere yerde belli mekanlar üzerinde sahip olmasındandı. Bunun üzerine yerliler, dallar ve sarmaşıklarla bir uçak simülakr inşa ettiler, geceleri özene bezene aydınlatacakları bir toprak parçasının sınırlarını çizdiler ve gerçek uçakların oraya inmesini sabırla beklemeye koyuldular” (Baudrillard, 2008: s.23).

“Tüketim Toplumu” adlı kitabından alınan bu öyküden, tüketim toplumu üzerine bir ders çıkarılacağını düşünen Jean Baudrillard, burada önemli olanın bir çözümleme yapmak olmadığını söyler , tüketimi yöneten büyülü bir düşünceden , günlük yaşamı yöneten mucizevi bir zihniyetten bahsettiğini ifade etmektedir, Bu zihniyet göstergelerin mutlak-gücüne duyulan inançlarda gizlidir. Bolluk ve “refah” aslında mutluluk göstergelerinin birikimidir. Nesnelerin kendilerinin verdiği tatminler, simülakr uçaklara, Malezyalıların küçültülmüş modellerine eşdeğerdir. Yani yanılsamadır.

Tüketim toplumu kavramı, özellikle Batı ülkelerinde sanayileşme sonrası ortaya çıkan toplum şeklini tarif etmek için kullanılmıştır. Seri üretimin artmasıyla hızla değişen arz-talep dengesi, üreticileri ve iktidar çevrelerini farklı politikalara itmiş, üretilenlerin hızlı tüketilmesini sağlamak maksadıyla değişik yollar denenmeye başlanmıştır. Her şeyin hızlı bir şekilde tüketildiği çağımızda, tüketim kavramı da farklı bir boyut ve anlam kazanmıştır. ”Tüketim artık bireyin özgün bir etkinliği değildir, birey için zorunluluğa dönüşmüş durumdadır. Böyle bir anlayışın egemen olduğu

112

tüketim toplumundaysa gerçek ihtiyaçlarla sahte ihtiyaçlar arasındaki ortadan kalmıştır”. (Baudrillard, 1997, akt. Rigel &ark., 2005: s.237).

“Malezyalı yerliler gökyüzünden geçen uçaklara hayran kalmışlardı. Ama bu nesneler asla onlara doğru inmiyordu. Ancak beyazlar, onlar; bu nesneleri yakalamayı başarıyordu. Ve bu, onların havadaki uçakların dikkatini çekecek benzer nesnelere yerde belli mekanlar üzerinde sahip olmasındandı. Bunun üzerine yerliler, dallar ve sarmaşıklarla bir uçak simülakrı inşa ettiler, geceleri özene bezene aydınlatacakları bir toprak parçasının sınırlarını çizdiler ve gerçek uçakların oraya inmesini sabırla beklemeye koyuldular” (Baudrillard, 2008: s.23).

Bir tüketim toplumunda bütün metaların işlevsel olmaları ölçüsünde kültürel değerleri vardır. Bunu modelleştirebilmek için yalnızca paranın değil anlamların ve hazların dolaşımının da söz konusu olduğu bir kültür ekonomisini içerecek şekilde bir genişlemeye ihtiyaç duyulur. Popüler kültür tüketicisi izleyici bir meta olmaktan çıkarak bir üretici, bir anlam ve haz üreticisi haline gelir ( Fiske, 2012: s.40). Bugün tüm çevremizde nesnelerin, hizmetlerin, maddi malların çoğaltılmasıyla oluşturulmuş ve insan türünün ekolojisinde bir tür temel dönüşüm oluşturan akıl almaz bir tüketim ve bolluk gerçekliği var. Her şeyin hızlı bir şekilde tüketildiği çağımızda, tüketim kavramı da farklı bir boyut ve anlam kazanmıştır. ”Tüketim artık bireyin özgün bir etkinliği değildir, birey için zorunluluğa dönüşmüş durumdadır. Böyle bir anlayışın egemen olduğu tüketim toplumundaysa gerçek ihtiyaçlarla sahte ihtiyaçlar arasındaki ortadan kalmıştır”. (Baudrillard, 1997, akt; Rigel ve ark., 2005: s.237). Bu toplum yapısı içinde, medya tarafından yansıtılan haberdeki anlamın da tüketildiği görülmektedir. Seri üretimin artmasıyla hızla değişen arz-talep dengesi, üreticileri ve hükümetleri farklı politikalara itmiş, üretilenlerin hızlı tüketilmesini sağlamak maksadıyla türlü yollar denenmeye başlanmıştır.

Modern insan hayatını daha az emek içinde üretimle, ama giderek daha fazla kendi ihtiyaçlarının ve refahının üretimi ve sürekli yenilenmesiyle geçirir. Modern toplumda insan, tüketimci potansiyellerinin ve kapasitelerinin tamamını seferber etmeye odaklanmalıdır. Eğer bunu unutursa, kendisine mutlu olmama hakkına sahip olmadığı kibarca ve ısrarla hatırlatılır. Dolayısıyla modern insanın edilgin olduğu doğru değildir; modern insanın sergilediği ve sergilemek zorunda olduğu sürekli bir etkinliktir.

113

Aksi halde modern insan sahip olduğuyla yetinme ve toplumdışı olma riskiyle karşı karşıya kalacaktır (Baudrillard, 2008: s. 32).

Frankfurt Okulu düşünürlerinden Herbert Marcuse göre kapitalist toplumsal yapının en altında yer alan birey, birer araca dönüştürülmüş ve gerek üretim ve gerekse tüketim sürecinde işte ya da boş zaman etkinliklerinde, sistemin kendisini yeniden üretmesine hizmet eder. Kapitalist toplumlarda her şey meta muamelesi görür. Kapitalist toplumun en gelişmiş hali olan tüketim toplumu tekelci kapitalist toplumun en üst düzeyde kendisini yeniden ürettiği toplum biçimidir “Tek Boyutlu İnsan” adlı eserinde Marcuse, iletişim araçlarının ideolojik amaçlı kullanıldığını, insanlara yanlış bilinç vererek yanlış fikirlerin yanlışlıktan muaf tutularak rasyonelleştiğini savunmaktadır ( Marcuse, 1997, akt. Yaylagül, 2010: s. 103-105).

Tüketim toplumu var olmak için nesnelere ihtiyaç duyar, daha doğrusu yok etmeye ihtiyaç duyar. Nesnelerin “kullanımı” sadece nesnelerin yavaş yavaş kaybolmasına götürür. Nesnelerin şiddetle yitirilmesinde yaratılan değer çok daha yoğundur. Bu yüzden yok etme üretime temel alternatif olarak kalır; Tüketim sadece üretimi yok etme arasındaki aracı bir terimdir ( Baudrillard, 2008: s.47). Her şeyin Pazar dolayımı ile birbirine eşitlendiği modern toplumsal sistemlerde bilimin ve sanatın da özgünlükten uzaklaşması; bilimde ve sanatta gerçeğin ve güzelin “pazarda paraya dönüştürülebilen” e indirgenmesi, bu alanda da sistemin varolan haliyle yeniden üretimine yarayacak bilimsel çalışmaları ve sistemi varolan haliyle benimsenmesine ya da alternatifinin varolan haliyle insanların benimsemesine ya da alternatifinin olamayacağı düşüncesine götüren estetik yoksunu sanat çalışmalarını öne çıkarmıştır. Bilimsel çalışmalar büyük olasılıkla, vaktiyle Kilisenin yaptığı gibi, varolan toplumsal sistemlerin egemenlik ilişkilerinin odaklandırdığı bu büyük kuruluşların içindeki erk sahibi çevrelerin denetimi altındadır. Bilimlerin teorik alanındaki gelişmelerinin hayata ne zaman ve ne yönle aktarılabilecekleceğine ilişkin Karar alma süreçleri de bu erk sahibi çevrelerin “takdirine bağlı bulunmaktadır ( Oskay, 2013: s.179).

114