• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.4. Toplumsal Gelişim Süreçlerinde İletişim Teknolojileri

1.4.1. Toplum

1.4.1.3. Sanayi Toplumu Modern Toplum

Modern Çağ, XIV. yüzyıldan sonra başlayan, teknolojik yenilikler, kentleşme, bilimsel buluşlar ve küreselleşme gibi kavramların ortaya çıktığı bir döneme verilen addır. Erken ve geç modern dönem olarak iki bölüme ayrılır. Erken modern dönem, 15. yüzyılda Gutenberg matbaasının icadı ile başlayıp XVIII. yüzyıl Sanayi Devrimi’nin sonuna kadar devam eden süreci kapsar.

Alain Touraine’nün “ Aktör’ün Dönüşü ve Modernliğin Eleştirisi “ adlı eserleri, modernliği ve onun açılımı olan kapitalist gelişmeyi formüle eden, meşrulaştıran sosyolojik teorilerin kapsamlı eleştirilerini içermektedir. O’na göre modernlik olgusu bir çıkış noktasıdır (Touraine, 1999).

Tren ulus-devlet için ilerlemenin ve endüstriyel devrimin simgesidir. Gerçek anlamda ilk demiryolu yapımına 1830’da İngiltere’de başlanır. Demiryollarının düzenlenmesi evrensel saatin benimsenmesinde etkili olur. Yerel saatlerin farklılığına son vermek için ulusal saatin benimsenmesine gereksinim duyan trafik düzenlemesiyle İngiliz demiryolları, “yasal saat” lerini Greenwich meridyeninin saatine göre belirler. XIX. Yüzyılda Britanya İmparatorluğu, zenginlik akışının ve uzaktan iletişimin birleştiği yeni ekonomik ve mali kutup durumuna gelir. Diğer taraftan Fransa’da da iletişimin uluslararası alanda bir kurtarıcı olduğu görüşü geçerliliği kazanır. “Evreni sarmak”, “Her şey buhar ve elektrikle” sözleri Claude-Henri de Saint-Simon’un öğrencilerinin parolası olur. Saint-Simon, 1820’li yıllarda “evrensel endüstri ortaklığı” ütopyasını, yer kürenin aynı amaca ulaşmak için uğraşan “ortaklarca” kullanılması düşüncesini savunur. Saint-Simon’a göre dünya, sanayiciler tarafından “büyük bir endüstri şirketi” gibi “işletilmeli” , büyük bir devlet dünyaya “hükmetmemelidir”. Saint- Simon’un bu önermesi “pozitif bilgi” yi getirir. İletişim ağı, bu yeniden yapılanma tasarısında yeni toplumsal örgütlenmenin de simgesi olur (Mattelart, 2013: s.29-31).

75

Baudelaire’e göre yeni yaşam, kent yaşamı sanayi toplumu ile birlikte başlayan yeni biçiminde fragmanlara ayrılmış bir yaşam olduğu için bu yeni yaşamın insan tarafından algılanmasındaki bütünsüzlük ile, fragmanlaşma ile, ancak şokla algılanabilen kopuk anlamla ile bağlantılı bir değişimdir (Oskay, 2010: s.63). Yeni yaşam öylesine değişiktir ki artık, âşıkların bile birbirleri ile olan ilişkileri, onlar, aynı toplumsal çevrelerin insanları olsalar bile dünyaya bakışları değişik olabileceği için, sadece onların kendi aralarında bir ilişki olarak belirlenmemektedir.

“Baudelaire’ın “yoksulların Gözleri” şiirinde uzun bir gün geçiren iki aşık yeni açılan bulvarlardan birindeki bir cafe-salon’a otururlar. Salon duvarlarındaki yaldızlı resimleri ve görgüsüz parlak dekoru ile “pisboğazların hizmetine koşulmuş” bir yerdir. Aşıklar, akşam yeni başlarken; Paris sokaklarındaki yeni havagazı lambaları yanmaya başlarken, cafe’ye girerler ve bulvara bakan ön cama yakın bir masaya otururlar. Aralarında konuşmaya başlayacakları sırada bulvardan geçen yoksullardan bir adam; kırk yaşlarında, sakalı kırlaşmış bir baba, iki elinde iki erkek çocuğu ile gelir. Camın önünde durarak içeriye, zengin dekorlara, eşyalara, duvarlardaki mitoloji sahnelerine bakarlar. Hepsi de paçavralar içinde bu üç insandan baba olanı, içeriye bakan gözleri ile, sanki “ne güzel! ne güzel! Yoksul dünyanın bütün altınları gelmişlerde bu duvarlara yerleşmişler …” der gibidir. Çocuklardan birinin gözleri ise, “ne güzel! Ne güzel! Ama, ancak bizim gibi olmayanların gidebilecekleri bir yer burası…” diyen bir ifade vardır. En küçüğünün gözleri ise, “şaşkın ve derin bir sevinç” ile doludur. Bu durum karşısında ,” Gözler Ailesi” ile karşı karşıya olmaktan utanamaya başlar Baudelaire. O ara, gözlerini sevgilisinin gözlerine çevirir ve “onlarda kendi düşüncelerini bulmak ister…” Ne var ki, o zamana kadar, şaire “ayın ruhu esmiş” gibi görünen sevgilisinin gözlerinde bu aradıklarını bulamaz. Sevgilisi, camdan bakan yoksulların “araba kapısı gibi açılmış gözlerinden “ rahatsız olduğunu söyler ve Baudelaire’den hizmetlerine bakan cafe- salon’un adamlarından bu insanları uzaklaştırmalarını istemesini diler. Ve şair bir daha görmek istemez sevgilisini. Ne varki, onu niçin terk ettiğini şiirinin sonunda, sanki ona sesleniyormuş gibi yazdığı şu cümle ile açıklar:”…anlaşmak böylesine güçtür işte, düşünceler böylesine birleşmez şeylerdir sevgili meleğim sevişenler arasında bile!” Bu şiir, aşıkların bile kendi aralarındaki ilişkilerinde dış dünyadan ne kadar etkilenmekte olduğunu göstermektedir. Bu ise 1850’lerdeki modern yaşamın bir yeniliğidir (Oskay, 2010: s.63-64).

76

Sanayi devrimine kadar gelen süreç içinde en dikkat çeken gelişmelerden biri olan ulaşım ve ulaşım teknolojisine bağlı olarak hızla değişen iletişim alanında yaşanmıştır. Ulaşım teknolojilerinde özellikle denizcilik ve kara ulaşımında yaşanan gelişmeler, insanların ortak bir dünya anlayışı edinmesinde önemli katkıda bulunmuşlardır. Buhar makinelerinden, demiryollarına, telgraftan, el aletlerinin yerini makinelerin almasına kadar geçen sürede teknolojide “nicel değişim” diye adlandırılan ve 19. yüzyıla kadar devam eden bir süreç yaşanmıştır( Oskay, 2010: s.6).

Homeros’un 9.yüzyılda anlattığı İlyada ve Odysseia adlı iki ayrı öyküsünde, insan ’ın kendine, toplumuna ve insanlaştırılmaya başlayan dünyasına bakışının değişmeye başladığı görülür. Bu iki destanda insan bir yandan çağının gelenekleri bir tüm olarak sosyalize ideolojik yapısı içinde yaşarken, bir yandan da dış dünyaya açılmanın, değişik kültürlerle tanışmanın hazırlığı içindedir. Homeros’un öyküleri, Batı uygarlığının kendisi için oluşturduğu ilk ortak dünyanın habercisidir. Ayrıca Oskay’a göre, bu öyküler yaşanan toplumdan daha gelişkinine nasıl geçileceğine dair ihtiyatlı bir yönlendirmenin örneği olması sebebiyle, “ism-olarak ideoloji” denilen ideolojik bir taraf sergilemektedir. İnsanın kendi dünyasını kendisinin değiştirebileceğine olan inancı her dönemde ivme kazanmıştır. Marx ve Engels, Komünist Manifesto metinlerinde, Aydınlanmanın geleneği içinde değerlendirdikleri burjuvazinin başarısının tüm insanlığın başarısı olduğunu söyleyerek, sanayi devriminin, insanın kendi geleceğini kendi elleri ile kurabileceğini sadece bir ütopya olarak canlı tutan Aydınlanma Düşüncesinin kanıtlanabilir gerçeklikleri olduğunu tüm insanlara gösterdiğini vurgulamışlardır (Oskay, 2010: s.3-4).

Bu yeni dönemde kentsel yaşam binlerce yıldan beri sürdüğü bazı özelliklerin yanı sıra artık, birçoklarının anlayamadığı fakat katılmaktan yaşamaktan kendilerini alıkoyamadıkları yepyeni özellikler kazanmıştır. “Kentlerde ilk kez yaya kaldırımları, vitrinler, havagazı ile çalışan sokak lambaları, büyük mağazalar, cafe’ler, omnibüsler, kent yaşamına geçen kitlelerin kent ile iletişimini kuran fizyolojiler, kentteki tuhaf kişileri, olayları, dedikoduları anlatan küçük risaleler, halkın satın alabildiği tefrika romanlı ve reklamlı gazeteler, sentimental edebiyat, operetler, dedektif öyküleri, orta sınıfa inen Drakula ve Frankeştayn hikâyeleri, kadın dergileri, “sanatta mekanik üretime direniş” amacıyla başlayıp kendi yenilgisi içinde giderek hırçınlaşacak olan “sanat için

77

sanat” ve “arı şiir” anlayışlarının uç örnekleri olan avantgarde’izm örnekleri, mimaride çimento ve demirin, müzikte mekanik kayıt ve yeniden üretim olanaklarının yarattığı yabancılaşmış müzik türleri, fotoğrafın getirdiği olanaklar, sinema, radyo ve televizyona, ileri iletişim donanımlarına varan yenilikler” (Oskay, 2010: s.7).

Sanayi toplumunda, eşitlik, özgürlük ve laiklik kavramlarının insanları birleştirmeye başlamasıyla var olan feodal düzen çatlamaya başladı. İlk olarak gücünü yitiren din ardından toplumsal devrimler ile aristokrasi egemenliğinde ki rejimler oldu. Fransız Devrimi ile fiilen biten feodal yapı egemenliği yerini burjuva sınıfının ve paranın egemenliğine bıraktı. İlkel kabile toplumlarında insan, feodal toplumda toprak ve şimdi de para egemenlik unsuruydu. . Burjuva sınıfı önce egemenlik kuracağı toplumda milliyetçilik kavramının birleştiriciliğinden faydalanacağı ‘ulus-devlet’ yapılanmasına gitti. Bu yeni yapılanmayla feodal rejimler yerini her ulusun kendi devletini kurduğu rejimlere bıraktı. Hala krallıklarla birbirine bağlanan feodal din-tarım düzeni yerini ulusal yapılanmalara bıraktı. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ışığında ortaya çıkan Sanayi Devrimi bu yeni düzeninin ekonomik boyutunun oluşumunu büyük ölçüde etkiledi. Artık topraklardan çok o topraklara satılan mallar önem kazanmıştı. Tarım egemenliğini ve köylü sınıfının yerini bu dönemde şehirler ve işçi sınıfı aldı. Bu sanayileşmenin ortaya çıkardığı üretim giderek anamalcılık dediğimiz ekonomik ve siyasal sistem kapitalizmi oluşturdu. Kapitalizm tam anlamıyla bu evrelerden geçerek oluştu ve varlığını günümüzde de değişik şekillerde sürdürüyor.

Batı’da sanayi devrimi ile gelişen ve yakın zamanlarda antroposen ( yeni insan çağı ) diye adlandırılan dönemin felsefi arka planını oluşturan modern bilimsel düşünce, gerçekte insanın doğayı algılayış tarzında yaşanan bir dönemeçtir. Bu dönemecin başlıca öncüllerinden olan Bacon'ın felsefesinin merkezinde ise deney ve bilim vardır. Doğa ile akıl arasında bir bağ kurulabileceği fikri, Bacon sayesinde insanlığa mal olmuştur. Bacon'a göre doğanın özüne yönenilmelidir. Doğa ancak deneyle kavranabilir. Bacon, pragmatizmle sonuçlanacak olan deney temeline dayanan İngiliz felsefesinin tohumlarını atmıştır.

Sanayi devrimi ve 1789 Fransız devrimi ulus devletlerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. 1789 Fransa’sı, alışverişin yaratıcı gücü düşüncesini uygulanmaya geçirmek istedi. Hukuksal ilişkileri ve paranın, malın, kişilerin dolaşımını evrenselleştirerek,

78

ulusal birliğini ve ulusal kimliğini oluşturdu, bir yandan da kendine evrensel bir kimlik biçti. “Tek ulus, tek yasa, tek bir dil”. Dilin tekelleştirilmesi devrimci politikası, konumları dolayısıyla söylediklerini yalnızca kendileri anlayabilenlerle geri kalanların oluşturduğu kitle arasındaki dilsel engeli yıkarak farklılıkları yok etmeyi, feodal ve mutlakiyetçi ayrımları kaldırmayı amaçlıyordu. Dilde birlik, “Aydınlanma seline” güç verdi ve her yayıncıyı bir “kamu dili ve yasası” öğretmenine dönüştürdü. Chappe kardeşlerin optik telgrafı bulmaları, bir “işaret dili” arayışının ürünüdür. Bu dizge, dilsel bir ilkeye dayanmaktadır: Ne kadar çok işaret varsa, bir haberi aktarmak için o kadar az işaret gerekir ve aktarım o kadar çabuk gerçekleşir. 1794’de ilk hattın açılışında Bertrand Barere şöyle haykırdı: “Bu, Cumhuriyetin tüm bölümlerini sıkı ve anında bağlarla güçlendirecek bir araçtır. Çağdaş halklar baskı makinesiyle, barutla, pusulayla ve telgraf işaretleri diliyle insanların uygarlığı önündeki engelleri kaldırdılar.” Bu tekniğin sivil kullanım alanları konusunda çeşitli görüşler ortaya atılır, devrimci düşünürler Fransa’nın tüm yurttaşlarının “haber ve isteklerini iletmeleri” için hatları çoğaltmanın ve kodlanmış dili serbestleştirmenin yeterli olacağını savunurlar (Mattelart, 2013: s.15-16). Böylece tüm ulus toprağı ölçeğinde yunan agorasının koşulları yeniden üretilecek ve Jean-Jacques Rousseau’nun “büyük demokratik cumhuriyetler” in kurulmasının gerçekleşemeyeceği görüşü geçerliliğini yitirecektir. Sonrasında iletişim tekniğine askeri bir işlev yüklenerek, optik telgraf ağı ve onu takip eden tüm ağlar tıpkı yol ağları gibi başkent merkez alınarak, sınırlardaki savaş alanlarıyla, kıyı bölgelerle ve büyük şehirlerle iletişimi sağlayacak biçimde kuruldu (Mattelart, 2013: s.17). Tren ulus- devlet için ilerlemenin ve endüstriyel devrimin simgesidir. Gerçek anlamda ilk demiryolu yapımına 1830’da İngiltere’de başlanır. Demiryollarının düzenlenmesi evrensel saatin benimsenmesinde etkili olur. Yerel saatlerin farklılığına son vermek için ulusal saatin benimsenmesine gereksinim duyan trafik düzenlemesiyle İngiliz demiryolları, “yasal saat” lerini Greenwich meridyeninin saatine göre belirler. XIX. Yüzyılda Britanya İmparatorluğu, zenginlik akışının ve uzaktan iletişimin birleştiği yeni ekonomik ve mali kutup durumuna gelir. Diğer taraftan Fransa’da da iletişimin uluslararası alanda bir kurtarıcı olduğu görüşü geçerliliği kazanır. “Evreni sarmak”, “Her şey buhar ve elektrikle” sözleri Claude-Henri de Saint-Simon’un öğrencilerinin parolası olur. Saint-Simon, 1820’li yıllarda “evrensel endüstri ortaklığı” ütopyasını, yerkürenin aynı amaca ulaşmak için uğraşan “ortaklarca” kullanılması düşüncesini

79

savunur. Saint-Simon’a göre dünya, sanayiciler tarafından “büyük bir endüstri şirketi” gibi “işletilmeli” , büyük bir devlet dünyaya “hükmetmemelidir”. Saint-Simon’un bu önermesi “pozitif bilgi” yi getirir. İletişim ağı, bu yeniden yapılanma tasarısında yeni toplumsal örgütlenmenin de simgesi olur (Mattelart, 2013: s.29).

İnsanlık tarihini dönemlere ayırmış olan McLuhan’a göre Gutenberg’in buluşu toplumu basılı çağa taşımış ve böylece görsel bağımlılık daha da yaygınlaşmıştır. McLuhan’a göre basım devrimi endüstriyel devrimin öncüsü olmuştur. Ancak basım devrimi aynı zamanda toplumu parçalamıştır. Okuyucuların tek başlarına okuma fırsatı elde etmişleri zamanla onları toplumdan soyutlanmıştır. (Batuş ve ark.,, 2011: s.20). Harrold İnnis’ e göre ise matbaayla birlikte işitsel iletişimin yerini görsel iletişimin alması sesli okuma ile görsel okuma zihinsel süreçler arasında büyük uçurumlar açılmasına yol açtı. El yazması insanı ile matbaa insanı arasındaki fark en az el yazması okuru ile matbaa basımı okuru arasındaki fark kadar büyüktü( McLuhan,2001: s.130, akt; Güngör, 2011: s.155). Orta çağ Avrupa’sında oldukça yaygın olan gezgin öykü anlatıcıları, öyküleri resimler ve kısa resim altı yazılarla yazılı ve görsel materyale dönüştürerek tüm Avrupa’da diyar diyar gezerek şehrin meydanlarında toplanan kalabalığa resimleri göstererek, yazıları da sesli okuyarak öykülerini paylaşırlardı. (Burke, 1978, akt. Güngör, 2011: s.155). El yazmasından matbaaya geçişle insanlar yazınsal eserleri kendi kendilerine okumaya, zaman geçince tekrar yeniden okumaya yöneldiler. Böylece Tıpkı bir filmi Afrikalı insanın izlemesi ile Batılı bir insanın izlemesi arasında oluşan büyük fark gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Afrikalılar filmi gözleri ve kulakları ile izlerler ve filme katılırlar.

1.4.2. Küreselleşme ve Ağ Toplumu