• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.1.1. Geleneksel İletişim Teknolojilerinin Gelişimi

1.1.1.1. Söz ve Semboller

Auguste Comte’un ünlü sözünü hatırlatmanın tam yeri: “Öngörmek ve elde etmek için bilmek gerekir”. Öteden beri insan, doğru, eksiksiz ve taze haber açlığı içindedir. İnsanın sahip olunan haberleri saklamak, yaymak arzusu ile başkalarının elinde bulunan bilgileri öğrenmek ve yaymak isteği arasındaki diyalektik kaçınılmaz bir şekilde karşımıza çıkmaktadır (Jeanneney, 2006: s.19). Simge, iletişimin temel yapısal öğesidir. İnsan iletişimini simgelerden ayrı düşünmek mümkün değildir. Sesten söze, rastgele hareketlerden anlamlı jestlere ve mimiklere geçerek insanlar hem bir simge sistemi hem de iletişim sistemi oluşturmuşlardır. ( Güngör,2011: s.37). İlk insanın kendi doğası ve çevresiyle işaretlerle, oklarla, ağaç mızraklarla, taşlarla ve basit seslerle gerçekleştirilen yer bakımından aynı yerdeliğe” ve zaman bakımından ise “aynı andalığa” bağımlıdır. İlk insanın iletişimde kullandığı araçlar, doğada buldukları taşlar, ağaç parçaları ve kemikler gibi doğa tarafından işlenmiş maddelerdir ( Erdoğan, 2011b: s.104). Yazının henüz bilinmediği bir çağda, ağaçtaki bir çeltik, renkli bir çakıl taşı, kırık bir dal, ilkel insanın gözünde düşmanın yaklaştığını veya bir av hayvanının buradan geçtiğini ya da geçeceğini anlatırdı. Aynı kategoride çeşitli görsel işaretler, örneğin gündüzleri duman veya geceleri ateş yâda Afrikalıların tanıdık tam-tamı gibi işitsel işaretler de yer alır (Jeanneney, 2006: s.20). Yazının bulunuşundan önce bilginin aktarılabileceği tek kanal vardı: İnsan hafızasından destek alan söz. Sözlü dönemi en iyi simgeleyen olay maraton koşucusunun öyküsüdür: İsa’dan Önce 490 yılında, Yunanlıların Perslere karşı kazandıkları zaferden sonra haberci, Atina’ya kadar 42 bin 195 kilometre koşar, orada ülkesinin zaferini bir nefeste anlattıktan sonra ölür. Bu olay önemli haberlerin daha çabuk ve daha tehlikesiz bir biçimde iletilebilmesinin farklı yollarının aranmasına neden olmuştur. Birbirini gören yerlere yerleştirilmiş ve önceden belirlenmiş kol işaretleri ile mesajı ileten postacılar bu yöntemlere verilebilecek örneklerden en yaygın bilinenidir. Bir başka örnek, İnkalar zamanındaki Peru, etkinliğinin en ileri noktasına varacak bir yöntem geliştirmiştir. İspanyolların fethinden önce, büyük ölçüde merkezileşmiş geniş imparatorluk ne yazıyı ne de atları tanıyordu ve İnka imparatoru ülkesini yönetebilmek için sürekli olarak hızlı, doğru ve gizli bilgi

18

akışına gereksinim duyuyordu. Bu nedenle, ülkesinin topraklarını Quito’dan Cuzco’ya kadar boydan boya geçen ve dağları devasa merdivenlerle aşan, 2 400 kilometrelik taş döşeli bir yol inşa ettirmişti. Bu ana yol, koşar adım, bir konak noktasından diğer konak noktasına, aralıksız olarak birbirini izleyen koşucular tarafından saatte ortalama on kilometre hızla aşılıyordu. Koşuculardan biri yirmi kilometre yaptıktan sonra yorulmaya başlıyor; o zaman, sırası gelen diğer koşucu ona katılarak yanında koşuyor; öteki ona mesajı ayrıntıları ile ezberden aktarıyor; o da iyice anladığını ve öğrendiğini doğrulamak için tekrar ediyor ve diğer konak noktasına kadar koşuya tek başına devam ediyordu. Böylece haberler ağızdan ağıza uçarak imparatorluğu baştanbaşa geçiyor ve 2 400 kilometrelik büyük yolu aşmak için onlara sadece on gün yetiyordu.( Jeanneney, 2006: s.22). Sadece Kızılderililerin değil, Milattan Sonra 150 yılında Romalıların da duman sinyallerini kullandığı bilinmektedir. Romalılar duman telgrafı ağı ile 4 bin 500 kilometre uzaklığa kadar haber iletebilmekteydi. Bu ağ askeri amaçlarla kurulmuş birbirini görecek mesafede yüzlerce kuleden oluşmaktaydı (Mattelart, 1994: s. 8). İlkçağ medeniyetlerinden beri, panayır, agora, forum veya tapınak gibi, haberlerin dolaştığı ayrıcalıklı yerler bulunmaktadır. Eski Yunan ve Roma’da günün haberleri agorada, pazar yerlerinde ilan edilirdi ( Jeanneney, 2006: s.23). Papalar, bu dönemde çok önceki tarihlerden başlayarak önemli rol oynadılar. Papaların etkin rol oynamalarının iki sebebi vardı, birincisi, Batı dünyası hakkında bilgi sahibi olma isteği, ikinci sebep ise keşişlerin varlığı ve bu sayede bütün Hıristiyan dünyasını gezerek bilgi alma güçlerini ellerinde bulundurmaktı. Yazının bulunuşu ve haberlerin dolaşım hızını arttırmayı sağlayan hayvanların da ehlileştirilmeye başlamasıyla, bu tablo değişti. Yazılı iletişim Asya, Eski Çin ve Amerika’da Maya ve Aztek uygarlıkları tarafından 5000 yıl kadar önce başlatıldı. Yazının icadı “zamanı gelmiş olan bir fikir “ değil, fakat birilerinin yaşam koşullarının zorlanması ile gelen bir sonuçtur. Eski imparatorlukların yazı sistemleri o zamanların kültürel ve düşünsel dünyasını anlamada önemli rol oynamaktadır; fakat yazının gerçek önemi ekonomik, yönetim ve ticaret alanındaki anlamında yatar. Tapınakların geniş kaynakları denetlemeleri gerekliydi, gelirler hesaplanmalıydı, genişleyen kaynakların kontrolü tek bir elden sağlanmalıydı ( Erdogan, 2011a: s.105) Yazının bulunması beraberinde doğal olarak onun hangi ortama kaydedileceği sorusunu da gündeme getirmiştir. İlk başlarda doğal ortamdaki taşlar, kil tabletler, ağaç kabukları ve yaprakları, Milattan Önce 3300’lü yıllardan itibaren papirüs

19

bitkisinden elde edilen ve aynı adı taşıyan kâğıtlar ve Bergama’da hayvan derisinden yapılan parşömen, yazı malzemesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yazı ve yazı malzemeleri yaklaşık 4000 yıllık bir süreç içerisinde yaygınlık kazanabilmiştir. Bu sürecin en önemli özelliklerinden biri de bilgi, olay ve olguların elle kaydedilmesidir. Yazının bulunması ile başlayan ve yaklaşık 5.000 yıldan fazla bir zaman dilimi içerisinde etkin hale gelebilen yazılı kültür geleneği, 19. Yüzyıl’ın son çeyreğinden itibaren hem kendi gelişimine katkıda bulunacak, hem de kendine rakip olabilecek yeni iletişim araçları ile karşı karşıya kalmıştır. Basım tekniğinde Uzak Doğu’da yaşanan bu gelişmelerden yaklaşık 500 yıl sonra Avrupa’da ilk matbaa 1444 yılında Gutenberg tarafından kullanılmıştır.