• Sonuç bulunamadı

3.2. Hegel’de Soyut Hakkın Toplumsallık İşlevi

3.2.1. Soyut Hakkın Diyalektik İşlevi: Tanınma/ Sözleşme

Hegel felsefesinde ahlaklılık kavramına dair bu bölümden sonra soyut hak kavramının toplumsallık bağlamında nasıl bir rolü olduğu tartışılmalıdır. Buna göre soyut hak ve hakkın momentleri olan mülkiyet ve sözleşmenin modern toplumdaki işlevinin aydınlatılması gerekmektedir. Bireyden topluma giden bir çizgide özel mülkiyetin nasıl bir rolü olduğunun tespiti bu açıdan önemlidir. Böyle bir tartışma ilk bölümde Tinin Görüngübilimi’nde yer verilen öz bilinç, efendi-köle diyalektiği ve buradan geliştirilen tanınma kavramı da eklenmelidir.

Bu kapsamda öz bilincin toplumsallığı kurucu özelliğine436 tekrar dönmek gerekmektedir. İlk bölümde ortaya konulduğu üzere Tinin Görüngübilimi’nde bilinçten öz bilince geçişte istek kavramı özneler arası ilişkiyi kurması sebebiyle oldukça merkezi

434 Hegel, 2015, s. 164.

435 Copleston, 2010, s. 57.

436 Hegel’in toplumsallık anlayışıyla ilgili West’in ifadeleri dikkat çekicidir. “Bireyin toplumsal kuruluşu, aynı zamanda ahlakî ya da rasyonel iradenin doğal eğilime mutlak biçimde karşı olmadığı anlamına gelir. Ahlakî irade, doğal eğilimleri göz ardı etmenin ya da bastırmanın sonucu olmaktan çok, rasyonelleşmenin ya da toplumsallaşmanın sonucudur.” West, David, Kıta Avrupası Felsefesine Giriş, Paradigma Yayınları, Çev. Ahmet Cevizci-Hüsamettin Arslan, İstanbul, 2016, s. 58.

bir konuma sahiptir. Öz bilinç olabilmek için istek bir başka öz bilinçteki isteğe yönelmek zorundadır, başka bir öz bilinçteki isteğe dair bir yönelme gerçekleştirmelidir437. “Birey ancak başka birey yoluyla birey olabilir; varoluşunun kendisi onun ‘başkası-için-olması’ndan oluşur438.” İki öz bilincin karşılaşmalarına sahne olan efendi-köle diyalektiği bölümü ise tarihi başlatan bu amansız mücadelenin sonunda taraflar arasında bir tanıma ilişkisinin başlamasıyla karşılıklı ilişkinin nasıl kurulduğunu gösteren bir metaforun ifadesidir. Buradan hareketle doğal alandan toplumsal alana geçişte hak bilinci, insanın eylemde bulunmak için diğer öz bilince eylemini tanıtmak istemesiyle başlamaktadır, böylece irade nesnel bir anlam kazanma olanağına sahip olmaktadır439.

Hegel’e göre ilk soyut hak formu olan mülkiyet, devlet karşısında özgür irade sahibi bireyin şahıs olarak tanınmasını sağlayan haktır440. Hegel’e göre insan, doğası gereği bir nesneyi kendi varlığına katmak ihtiyacı hissetmektedir; bununla birlikte mülkiyet sahibi olarak bir hakkın öznesi de olabilmektedir441. Mülkiyetin Hukuk Felsefesi’nde kurucu rolü bu açıdan yabana atılmamalıdır, Hegel’e göre modern toplumun oluşması özel mülkiyet fikriyle başlamaktadır. Bir başka ifadeyle şahıs mülkiyetiyle şahıstır ve mülkiyetinden dolayı hukuk karşısında şahıs sıfatına sahip

437 Bumin, 2016, s. 30.

438 Marcuse, 2013, s. 83.

439 Altunbilek, Pınar, “J. Locke ve G. W. F. Hegel’de Hak Kavramı”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2014, Isparta, s. 203.

440 Bumin, 2016, s. 145.

441 “Bu ‘hak düşüncesi’dir ve genel olarak özgürlük ile özdeştir. Ama hak ve özgürlüğün yalnızca düşüncesidir.” Marcuse, 2013, s. 131.

bulunmaktadır442. Bu hususta Avineri’nin de ifade ettiği gibi Hegel doğal hukukçular tarafından göz ardı edilmiş mülkiyeti doğal bir gereksinim ve fiziksel bir ihtiyaçtan fazlası olarak görmüş ve felsefi antropolojisinin önemli bir kavramı olarak incelemiştir443.

Hegel felsefesinde mülkiyet başka mülk sahipleri tarafından tanınmaya, kabul edilmeye toplumsallık gereği ihtiyaç duymaktadır ve bu ihtiyaç sözleşme kavramıyla çözüme ulaştırılmaktadır444. Karşılıklı ilişkinin bir ifadesi olan sözleşmeyle soyut hak kavramı insana dair sorunu, insanın özgürlüğünü varlığı yerine onun mülkiyet sahipliğine dayalı bir kavrayış ile ele almaktadır. Sözleşme böylelikle hem mülk sahibi yurttaşların devlet düzeninde kabul edildiği, hem de diğer mülk sahibi yurttaşlar tarafından da bu sahipliğin tanındığı bir olanağın ifadesidir. Diğer bir ifadeyle sözleşme, sözleşmedeki tarafların ortak bir irade etrafında buluştukları, birbirlerini tanıdıkları düzenin ifadesi olmaktadır445. Burada devlete formunu veren toplumun, bu toplumdaki üyelerin mülkiyetlerini değiş-tokuş ederek, satın alarak, kiralayarak veya ücret karşılığında bir eşyayı ihmal ederek sürekli bir ekonomiye dayalı toplumsal yaşam oluşturdukları fikri öne çıkmaktadır446.

442 “Sonuç olarak, Hegel tüm kişiler yasasını Mülkiyet Yasası olarak belirtir.” Marcuse, 2013, s. 131.

443 Avineri, 1994, s. 135.

444 Bumin, 2016, s. 145.

445 Kanat, 2017, s. 126.

446 Honneth’e göre Hegel, Platon ve Aristoteles okumalarıyla yeni bir siyaset felsefesi akımıyla tanışıklık kurmuş ve kamusal yaşamın özneler arası kavranmasına çağdaşlarının girişimlerine oranla çok daha büyük bir önem vermiştir. Bununla birlikte İngiliz ekonomisi üzerine çalışan Hegel, toplumun her örgütünün, malların üretim ve dağıtımının zorunlu olarak pazar aracılığıyla gerçekleştiği bir alana

Hegel burada mülkiyeti şahıslar arasında nesneden mülkiyeti dışlayan veya ondan vazgeçilen bir şey olarak görmekte, bunun yolunu da yine bir başka şahsa geçecek mülkiyette görerek sözleşme kavramında görmektedir. Burada iki veya daha çok özgür iradenin süreklilik içerisinde sözleşme yoluna gittikleri, ortak irade geliştirdikleri görülmektedir. Copleston’un deyişiyle “iki insan anlaşma yoluyla veriyor, satıyor ya da değiştiriyorsa, iki istenç bir araya gelmektedir447.” Bu kapsamda tanınma, toplumda zamanı ve yeteneği sınırlı olan farklı öznelerin sürekli gereksinimleri üzerinden anlaşılmalıdır448. Bir başka ifadeyle düşünür durumdaki bilinç statik durumdan çıkarak karşıdaki bilinçlerle ilişkilenerek bu şekilde örgütlenmiş aile, toplum ve devlete dahil olmaktadır449. Böyle bir sistem içinde Hegel devleti, şahsın özgürlüğünün son bulduğu yerden ziyade şahsa ait özgürlüğün gerçekleşme yeri olarak kurmaktadır, böylece şahsın özgürlüğü devlete karşıt değil, aksine onun için bir gereklilik halini almaktadır450.

bağımlılığını da kavramıştı. Honneth bu iki ana yönelimin 18. yüzyıl başında Hegel düşüncesinde bir kanı olarak olgunlaştığını ve bir sentez oluşturduğunu ifade etmektedir. Honneth, Axel, Tanınma Uğruna Mücadele Sosyal Çatışmaların Ahlâki Grameri Üzerine, İthaki Yayınları, Çev. Özgür Aktok, 1. Baskı, 2016, İstanbul, s. 31- 32.

447 Copleston, 2010, s. 52.

448 Pinkard’ın deyişiyle kendi şarabı veya ayakkabısını sınırlı yeteneği ve zamanı sebebiyle kendi üretemeyen birisi, toplumsal düzende bunları kendisi için üretecek ve karşılığında bir şey vereceği diğer kişilere muhtaçtır. Pinkard, 1996, s. 54.

449 Holz, 2017, s. 173-174.

450 Akkurt, Mehmet, “İrade Problemi Zemininde Birey-Devlet Karşıtlığı: Hobbes, Rousseau, Hegel, Bosanquet”. Özne, 27 (Hegel Sayısı), 2017, s. 156.

Burada son olarak haksızlık kavramının da ahlaksal alandan soyutlanarak soyut hak altında ele alındığına değinmek gerekmektedir; zira mülkiyet sahiplerinin girecekleri ilişkilerde haksızlık ortaya çıkacaktır451. Özgür irade toplumdaki eylemlerin ana kaynağı olarak bireysel- evrensel geriliminde haksızlık yaratma olanağına sahip bulunmaktadır452. Burada haksızlık; haksız fiil, aldatma, hile, dolandırıcılık veya suç gibi farklı görünümler içerisine girerek ortak irade oluşturması beklenen şahıs tarafından hukukun ruhuna karşı gelinmiş bulunmaktadır453. Bununla birlikte Hegel, haksızlığı sayısız özgür iradenin kuracağı sözleşmelerde toplumsal hayatın akışı gereği bir fire, bir zorunluluk hali olarak görmektedir. Bu aynı zamanda Hegel’in burjuva devletin cezayla olan ilişkisinin zorunluluğunu görmesi açısından da anlamlı bir okumadır. Bu açıdan haksızlık kavramının soyut hakta sözleşmeden sonra gelişinin soyut hak kavramından kopuk olduğu savı doğruluk taşımamaktadır454.

Sonuç olarak soyut hakkın tanınma yoluyla hukuk karşısında insanı şahıs statüsüne yükseltmenin en temel basamağı olduğu görülmektedir. Soyut hak Hegel’in düşüncesinde bir kavram olarak aşılacaktır; ancak mülkiyet hakkının mülkiyet olgusu ile başlamasında olduğu gibi, toplumsallık fikri ile başlamış olduğu gerçeğinde soyut hak çok önemli bir yer oluşturmaktadır. Bu hususta toplumsal insanı hukuk karşısında bir şahıs olarak almak öncelikle soyut hak kavramına sahip olabilmekle mümkündür.

Hartmann’a göre Hegel soyut hak kavramının bu üç evresiyle mülkiyet hukuku, borçlar hukuku ve ceza hukukunun ortaya çıkışını ifade etmektedir. Devlet bu hak ayrımlarının koruyucusu, hak ve menfaat karşısında bir zorunluluk hali olarak ele alınmaktadır ve

451 Marcuse, 2013, s. 135.

452 Marcuse, 2013, s. 135.

453 Kanat, 2017, s. 139-140.

454 Kanat, 2017, s. 136-137.

gücünü nihai bireylerin özel menfaatlerindeki evrensel amaç birliğinden almaktadır. Bu kapsamda son bölümde devlet, kişisel hakların teminatını sağlayan ve varlığını bu hakların birliğinde bulan bir üst yetke olarak var olmaktadır455.