• Sonuç bulunamadı

BİLİNÇ-İRADE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA HEGEL İN HUKUK FELSEFESİNDE SOYUT HAK KAVRAMININ MOMENTLERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "BİLİNÇ-İRADE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA HEGEL İN HUKUK FELSEFESİNDE SOYUT HAK KAVRAMININ MOMENTLERİ"

Copied!
121
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE TARİHİ ANABİLİM DALI

BİLİNÇ-İRADE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA HEGEL’İN HUKUK FELSEFESİNDE SOYUT HAK KAVRAMININ MOMENTLERİ

Yüksek Lisans Tezi

Çağatay ŞAHİN

Ankara - 2020

(2)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE TARİHİ ANABİLİM DALI

BİLİNÇ-İRADE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA HEGEL’İN HUKUK FELSEFESİNDE SOYUT HAK KAVRAMININ MOMENTLERİ

Yüksek Lisans Tezi

Çağatay ŞAHİN

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Ertuğrul Rufayi TURAN

Ankara - 2020

(3)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ’NE

Prof. Dr. Ertuğrul Rufayi Turan danışmanlığında hazırladığım “Bilinç-İrade İlişkisi Bağlamında Hegel’in Hukuk Felsefesinde Soyut Hak Kavramının Momentleri (Ankara, 2020)” adlı yüksek lisans tezimdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu, başka kaynaklardan aldığım bilgileri metinde ve kaynakçada eksiksiz olarak gösterdiğimi, çalışma sürecinde bilimsel araştırma ve etik kurallarına uygun olarak davrandığımı ve aksinin ortaya çıkması durumunda her türlü yasal sonucu kabul edeceğimi beyan ederim.

Tarih: / /2020 Çağatay ŞAHİN

(4)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ... i

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM HEGEL’İN BİLİNÇ FELSEFESİNİN TEMELLERİ 1.1. Hegel Felsefesinde Bilinç Kavramı ... 4

1.1.1. Hegel Öncesi Felsefede Bilinç Problemi: Descartes, Locke ve Kant ... 4

1.1.2. Hegel Felsefesinde Bilinç ve Öz Bilinç İlişkisi ... 11

1.2. Hegel’de Bilinç ve Öteki İlişkisi... 16

1.2.1. Hegel Felsefesinde Efendi-Köle Diyalektiğinin Yeri ... 16

1.2.2. Hegel Felsefesinde Tanınma, Korku ve Çalışma ... 26

1.2.3. Hegel Felsefesinde Öz bilincin Tarih ve Devlette Görünümü ... 32

İKİNCİ BÖLÜM HEGEL’DE SOYUT HAKKIN TEMEL AYRIMLARI 2.1. Hegel’de Soyut Hakkın Felsefi İçeriği ... 40

2.1.1. Hukuk Felsefesi’nin Önsözü: Kanun Karşıtlığı ve Felsefenin Görevi ... 40

2.1.2. Hegel’in Hukuk Felsefesi’ne Giriş: Bir İrade ve Özgürlük Problemi ... 48

2.1.3. Soyut Hak Kavramı ve Kavramın İçeriği ... 55

2.2. Hegel Felsefesinde Soyut Hakkın Momentleri ... 59

2.2.1. İradenin Kendine Dönme Hali: Zilyetlik ve Mülkiyet ... 59

2.2.2. Karşılıklı İradelerin Tanınması: Sözleşme ... 68

2.2.3. İradenin Kendisiyle ve Hukukla Çelişkisi: Haksızlık, Şiddet ve Suç ... 73

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM HEGEL FELSEFESİNDE SOYUT HAKKIN ÖZNE ve TOPLUM İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA İNCELENMESİ 3.1. Soyut Hakkın Öznesini Tartışmak ... 79

3.1.1. Hegel’de Soyut Hakkın Öznesi Üzerine Bir Değerlendirme ... 79

3.1.2. Hegel’de Soyut Hak Öznesinin Sübjektif Ahlaklılık Aşamasına Geçişi ... 85

3.2. Hegel’de Soyut Hakkın Toplumsallık İşlevi ... 91

3.2.1. Soyut Hakkın Diyalektik İşlevi: Tanınma/ Sözleşme ... 91

3.2.2. Soyut Hakkın Aile, Burjuva Toplumu ve Devlette Genel Görünümü ... 96

(5)

SONUÇ ... 103

KAYNAKÇA ... 107

ÖZET ... 115

ABSTRACT ... 116

(6)

GİRİŞ

Bu çalışma Alman filozof G.W.F. Hegel’in Hukuk Felsefesinin Temel İlkeleri1 isimli çalışmasının birinci kısmında yer alan soyut hak bölümünü, düşünürün temel eseri olan Tinin Görüngübilimi eseriyle bağlantılı olarak incelemek amacıyla yapılmıştır.

Hegel üzerine yapılan birçok çalışmada Tinin Görüngübilimi ile Hukuk Felsefesi arasında kavramsal açıdan bir kopuş olduğu tezi hâkimdir, bu sebeple çalışma bu iki eser arasında bir bütünlük olduğuna dair bir sorgulama yapacaktır; çalışmanın gördüğü bu ilişki odak noktasını teşkil etmektedir. Tinin Görüngübilimi’ndeki öz bilinç ile Hukuk Felsefesi’ndeki kendiliğinde ve kendisi için özgür irade kavramları arasında kurulacak bir ilişki Hegel felsefesinde toplumsallığın hukuk üzerinden kuruluşunun da kapısını aralayacaktır.

Bu ilişki Hegel’in hukuk felsefesinin temelinde yer alan mülkiyet hakkı kavramını da bu tartışmanın merkezine almayı hedeflemektedir. Hukukun antropolojik ve felsefi bir eksende neden zilyetlik veya mülkiyet fikri ile başlamak zorunda olduğu sorusu Hegel’in kavramsal arayışında açığa çıkarılmak zorundadır. Bir başka deyişle ötekiyle ilişkilenme fikrinin neden mülk sahibi bir öz bilinç ile başlama zorunluluğu olduğu burada önem

1 Bu eserin ismi sıklıkla kısaltılmış olarak Hukuk Felsefesi kullanılsa da Aziz Yardımlı eserin başlığını aslına uygun olarak çevirmiştir. bkz. Hegel, G. W. F., Anahatlarda Tüze Felsefesi ya da Doğal Hak ve Politik Bilim, İdea Yayınevi, Çev. Aziz Yardımlı, 2. Baskı, 2013, İstanbul. Bu çalışmada eserin Türkçedeki bir diğer tercümesi olan Cenap Karakaya çevirisinden faydalanılması tercih edilmiştir. Hegel, G. W. F., Hukuk Felsefesinin Prensipleri, Sümer Yayıncılık, Çev. Cenap Karakaya, 1. Baskı, 2015, İstanbul. Çalışmada Türkçe çeviri ile karşılıklı olarak yararlanılan İngilizce çeviri için bkz. Hegel, G. W. F., Elements of the Philosophy of Right, Çev. H. B.

Nisbet, Cambridge University Press: Cambridge, 2003.

(7)

kazanmaktadır. Avineri’nin de işaret ettiği gibi Hegel’in düşüncesinde soyut hak mülkiyet üzerinden anlaşılmaktadır ve eserin ilk bölümü mülkiyet ve sözleşmenin gerekçelendirilmesine ayrılmıştır2. Düşünürün soyut hakkın ilk momenti olarak özel mülkiyeti görmesi mülk sahibi iradelerin de birbirlerini tanıması ve bu sahipliğin onaylanmasıyla mümkün olmaktadır ve özgürlük anlayışına uygun eylemin gereği Hegel’de bu tanınma fikri üzerinden geçerlilik kazanmaktadır. Pinkard’ın da ifade ettiği gibi tanınma, ancak kendini öz bilinç olarak gören, dünyayı ve kendi pratik tasarılarını bu bakış açısıyla kavrayan birinden gelebilir3. Bu kapsamda Hegel felsefesinde öz bilinçler arası tanınma ilişkisinin kurucu rolü, hukuk açısından mülkiyet sahibi iradeden diğer mülk sahibi iradeye yönelecek sözleşme kavramıyla anlaşılmaktadır.

Bu kapsamda Hegel düşüncesinde hukuk, halkın özüyle uyumlu ve mülkiyet sahibi özgür iradeler tarafından sürekli sözleşme yapılarak varlığa sahip olan bir alandır.

Bu durumda mülkiyet sahibi özgür iradeler topluluğun diğer üyeleri tarafından tanındığı, onlarla ilişkilendiği zaman özgür irade esasen ortak irade doğrultusunda hareket etmiş olmaktadır. Buradan hareketle Hegel, modern toplumun özünde bireysel değil, toplumsal bağımlılık ilişkilerinin olduğunu ileri sürmüş ve toplumsal yaşamın başarıya ulaşmasının ancak bu karşılıklı ilişkilerin kabulüyle mümkün olduğunu açıklamıştır4.

2 Avineri, Shlomo, Hegel’s Theory of the Modern State, Cambridge University Press:

Cambridge, 1994, s. 135.

3 Pinkard, Terry, Hegel’s Phenomenology the Sociality of Reason, Cambridge University Press: Cambridge, 1996, s. 57.

4 “Hegel’in devlet kuramında, toplumsal ve politik kurumların asıl varoluş sebebi ve amacı, bu kabullenişin ve dolayısıyla özgürlüğün elde edilmesiydi.” Westphal, Kenneth, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Temel Bağlam ve Yapısı, Çev. Doğan Şahiner, Cogito, Sayı: 9, Yapı Kredi Kurumu Yayınları, İstanbul,s. 302.

(8)

Öz bilinçler arası tanınma ilişkisinin felsefe tarihinde oldukça tartışılan metaforu olan efendi- köle diyalektiğinde olduğu gibi ötekiyle olan ilişki temelde zordan zorunluluğa doğru giden bir mücadelenin ifadesidir. Bu ifade toplumsallığa geçişin efendi-köle ilişkisindeki gibi ancak karşıdakini tanımayla mümkün olduğunu göstermektedir. Diğer bir deyişle öteki öz bilinçle ilişki zor ve zorunluluk altındadır, soyut haktaki haksızlık da toplumsal ortamda bir zorunluluğun ifadesi olarak bulunmaktadır.

Alman idealizmi ile birlikte Hegel çalışmaları da son yıllarda ülkemizde ağırlık kazanmaya başlamıştır. Birçok çeviri ve tez çalışmasının basıldığı bu dönemde Hegel konusunda oldukça zengin bir literatür oluşmuş bulunmaktadır. Buna rağmen Hegel konusunda hukuk felsefesi alanında bir sessizlik hakimdir. Hukuk Felsefesi eserinin 200.

yıldönümüne yaklaştığımız bugünlerde hukuk felsefesi kavramının sahibi olan Alman düşünürün daha sık çalışılması ve Türkiye’deki hukuk felsefesi alanında hak ettiği değerle buluşması gerekmektedir.

Çalışmada Tinin Görüngübilimi ve Hukuk Felsefesi eserlerinin Türkçe çevirileri kullanılmıştır. Tinin Görüngübilimi eserinde Aziz Yardımlı’nın Almancadan çevirisi, Hukuk Felsefesi eserinde Cenap Karakaya’nın Fransızca’dan çevirisi tercih edilmiştir.

Bununla birlikte Hukuk Felsefesi’ne ilişkin okumalarda Aziz Yardımlı’nın Almancadan yaptığı çevirisinden de sıklıkla faydalanılmıştır. Hukuk Felsefesi eserinin bu iki çevirisi de hem felsefe hem hukuk terminolojisi açısından oldukça zor olmakla birlikte hukuk diline daha yakın olan Cenap Karakaya çevirisi temel alınmıştır. Bununla birlikte bazı terimlerin hukuk dilindeki kullanımı da gözetilerek tercihe bağlı birtakım değişiklikler yapılmış; aynı zamanda bu terimlerin yanında Almanca veya İngilizce karşılıkları da parantez içerisinde belirtilmiştir.

(9)

BİRİNCİ BÖLÜM

HEGEL’İN BİLİNÇ FELSEFESİNİN TEMELLERİ

1.1. Hegel Felsefesinde Bilinç Kavramı

1.1.1. Hegel Öncesi Felsefede Bilinç Problemi: Descartes, Locke ve Kant

Çalışmanın ilk başlığında felsefe tarihinde üç önemli düşünürün bilinç felsefelerine dair değerlendirmelere yer verilecek, Hegel öncesi felsefede bilinç problemindeki tartışmaların gelişimi anlaşılmaya çalışılacaktır. Bu kapsamda ilk olarak modern felsefenin üç büyük düşünürü olan Réne Descartes, John Locke ve Immanuel Kant’ın bu konuya ilişkin felsefi değerlendirmelerinin takip edilmesi uygun görülmüştür.

17. yüzyıl bilim, yöntem ve doğa tasarımı hususunda büyük bir değişimin yaşandığı, özneyle doğa arasındaki ilişkilerin teorik ve pratik temelden dönüşmeye başladığı bir çağ olmuştur5. Kartezyen dünya yüzyılı olarak da ifade edilen bu çağın simge düşünürü Réne Descartes (1596- 1650)’ın sisteminde ise yöntem, metafizik ve fizik felsefenin üç ana parçasını oluşturur6. Bu açıdan felsefe tarihinde Antik felsefe ve modern felsefe arasındaki ayrım konusunda sıklıkla Descartes’ın düşünen özne(cogito) merkezli

5 Bumin, Tülin, Tartışılan Modernlik: Descartes ve Spinoza, Yapı Kredi Yayınları, 6.

Baskı, İstanbul, 2014, s. 12- 13.

6 Bumin, 2014, s. 34. Descartes felsefesini bir bilgi ağacına benzeten Bumin’e göre bu ağacın kökünde metafizik, gövdesinde fizik ve dallarında onlardan gelen doğa bilimleri bulunmaktadır. Bumin, 2014, s. 38- 39.

(10)

felsefesine işaret edilmektedir7. Bu açıdan Descartes metafiziğinin temelindeki düşünen özne ile onun tasarımının konusu olan dünya arasındaki ilişki, kartezyen doğa tasavvurunun bir sonucudur8.

Kesin bir bilim yapma amacıyla geometrik yöntemi metafiziğe uygulayan Descartes’a göre matematikçilerin aksiyomlardan hareket etmesi gibi felsefenin de aklın yardımıyla oluşturulacak birtakım tanımlara ihtiyacı vardır, zira bir aksiyomdan zorunlu olarak çıkarılabilecek tüm önermeler o aksiyom kadar doğru olacaklardır9. Bu sebeple Descartes, tüm bildiklerinin duyular yoluyla geldiğini ve bunların da aldatıcı olduklarını görerek kesin bilimi elde etmek için şüpheci bir eğilimle hareket etmektedir;

skolastiklerin anlamak için inanmalarına karşın Descartes anlamak için şüphe ettiğini ileri sürmektedir10.

Descartes’a göre düşünen bir şey olmak öncelikle şüphe duymak, kavramak ve kavradığı şeyi doğrulayan bir kişi olmakla ilgilidir. Düşünen şey buradan hareketle kavradığı şeyi isteyen, çevresindekileri hisseden veya doğası gereği hayal kurabilendir11.

7 “Bu durumda Descartes’in felsefesi Klasik Alman İdealizminin ve dolayısıyla modern İdealizmin de başlangıç noktası sayılabilir.” Orman, Enver, Hegel’in Mutlak İdealizmi, Belge Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2018, s. 39.

8 “Rönesans, doğanın düşünülmeden önce duyulduğu ve bu duygunun Skolastiğin duymak yerine bilmek isteyen akla zorla kabul ettirdiği çerçeveleri yıktığı bir dönemdir.” Bumin, 2014, s. 18.

9 Weber, Alfred, Felsefe Tarihi, Sosyal Yayınlar, Çev. Vehbi Eralp, İstanbul, 1991, s.

215.

10 Weber, 1991, s. 215.

11 Descartes, René, Meditasyonlar, Say Yayınları, Çev. Engin Sunar, İstanbul, 2014, s.

62.

(11)

Bilinç böylece düşünen ve bu düşünceyle eylemde bulunan insanın tanımlanmasına dair bir çabayı gerektirmektedir ve var olmanın kabulüne ilişkin yargı, bu yargıyı kabul edenin kendine dair sorgulamasıyla anlam kazanmaktadır12. Yöntem Üzerine Konuşma (Discours de la Méthode) isimli ünlü eserinde kendi aklını nasıl yönettiğini göstermeyi amaçlayan Descartes, bu sebeple ortaya konulacak ilk ilkenin şüphecilerin dahi sarsamayacağı cogito ergo sum (Düşünüyorum öyleyse varım.) olduğunu ifade etmektedir13. Bu sebeple Fransız filozofa göre gökyüzü, yeryüzü, ısı, sıcaklık gibi bilincin dışındaki şeylerin düşüncesi onlar gerçek olsalar dahi insanın doğasına bağlı şekilde var olmaktadır14.

İkinci olarak John Locke (1632-1704) İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme (An Essay Concerning Human Understanding) isimli eserine zihinde doğuştan ilkelerin bulunmadığına yönelik iddiasıyla başlamaktadır. “Bir bilgiyi nasıl edindiğimizin gösterilmesi onun doğuştan olmadığını kanıtlamaya yeter.” diyen Locke’a göre bilgimizin doğuştan geldiği iddiası herkes tarafından kabul edilen ancak çürütülmesi gerekli bir yargıdır15. Genel kabullerimizin olması ve kabullere dayalı uslamlama yapmak, bunlar tüm insanların üzerinde uzlaştığı ilkeler de olsa, bu ilkelerin kanıtlandığı iddiasını kabul etmeyi gerektirmemektedir16. Bugüne kadar dünyada üzerinde

12 Descartes, 2014, s. 61- 62.

13 Descartes, René, Yöntem Üzerine Konuşma, Doğu Batı Yayınları, Çev. Özcan Doğan, Ankara, 2016, s. 45.

14 Descartes, 2016, s. 47.

15 Locke, John, İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, Ara Yayıncılık, Çev. Vehbi Hacıkadiroğlu, İstanbul, 1992.

16 Locke, 1992, s. 61.

(12)

uzlaşılabilmiş tek bir genel ilke olmadığı iddiasındaki Locke, bir şeyin neyse o olduğuna dair önermeyi dahi kuşkuyla karşılamaktadır17.

Locke’a göre zihnimiz bilmeyle işlemektedir, bir kavramın zihinde bilme mekanizması olmadan var olabilmesi kendi içinde çelişkilidir, bu aynı zamanda zihnin ileride bileceği bütün bilgiler için de şüphe götürmektedir18. Bu sebeple insanın bilgiyi ancak aklını kullanmaya başladıktan sonra kavrayabileceğine dair genel kabullerin çürütülmesi gerekir; çünkü aklın bilgiyi kavraması, bilginin bize doğuştan geldiği iddiasını kanıtlamaya yeterli değildir19.

Bazı bilgilerin zihinde kimilerine göre daha erken bulunduğunu reddetmeyen Locke’a göre bu bilgilerin oluşumu, çocukların zihinlerini kullanmaya başladıkları ilk andan itibaren kazandıkları temel beceriler ile mümkün olabilmektedir20. Çocuğun algılayamadığı fikirlerin zihnine önceden basılmış olduğunu söylemenin anlaşılmaz bir şey olduğunu ifade eden Locke’a göre “Bir kavramın zihne basılmış olduğunu fakat aynı zamanda zihnin onu bilmediğini ve onun henüz ayrımına varmadığını söylemek, bu izlenimi yok saymak demektir21.”

Locke ahlaki ilkeler meselesini de gündeme getirir ve tartışmaya açar. İngiliz düşünüre göre eğer zihinde doğuştan bilginin bulunamayacağına dair bir kabul varsa, onlardan daha şüpheli olan ahlaki ilkelerin doğuştan bizde bulunduğu iddiasının daha kuvvetle reddedilmesi gerekir22. Ahlak ilkelerine dair kapsamlı bir inceleme yapılırsa,

17 Locke, 1992, s. 61- 62.

18 Locke, 1992, s. 63.

19 Locke, 1992, s. 63.

20 Locke, 1992, s. 66.

21 Locke, 1992, s. 62.

22 Locke, 1992, s. 72.

(13)

dünyadaki sayısız topluluğun çok farklı ahlak ilkelerini benimsendiği de görülecektir, toplumlar ve eğitim değiştikçe birbirine karşıt ahlaki ilkeler de çeşitlenmektedir23. Böylelikle Locke şu temel ifadeye ulaşmaktadır: “İdeler doğuştan olmadıkça ilkeler de doğuştan olmaz24.” Bu iddiasını bir adım daha öteye götüren Locke, ahlaki idelerin de ötesinde tanrı idesinin sorgulanmaya muhtaç olduğunu düşünmektedir; zira dünyada tanrı kavramının bulunmadığı toplulukların var olması, tanrı idesinin insan zihninde doğuştan var olduğuna dair kabulü de temelden çürütmektedir25.

Üçüncü olarak Alman idealist felsefesinin ünlü düşünürü Immanuel Kant’ın(1724- 1804) insan aklının neyi, nasıl bilebildiğine dair görüşlerinin temel kaynağı olan Saf Aklın Eleştirisi (Kritik der reinen Vernunft) eseri, Kant kritiklerinin ilki olmasının yanında çalışmanın sonraki bölümlerle kuracağı ilgi açısından da önem arz etmektedir26. Kant’ın 1787’de eserin ikinci basımının önsözünde belirttiği gibi bilimde,

23 Locke, 1992, s. 73- 76.

24 Locke, 1992, s. 77.

25 Locke burada o dönemle ilgili olarak artan coğrafi keşifleri işaret ederek şu soruyu sormaktadır; “Eskilerin sözünü ettikleri ve tarih sayfalarında birer leke olarak kalan tanrısızlar bir yana, son zamanlarda denizciler, kendilerinde din kavramının da Tarın kavramının da bulunmadığı topluluklar bulmadılar mı?” Locke, 1992, s. 78.

26 Saf Aklın Eleştirisi’nin çığır açıcı olduğunu ifade edem Heimsoeth’e göre, bu yapıtın ardından bilgi teorisi hakkında yazılan bütün eserler bir şekilde Kant’ın yapıtını takip etmiş, ona karşı çıkmış veya Kant’ın ortaya koyduğu ilkelerin etkisi altında yazılmıştır. Heimsoeth, 2013, 42. Hegel’in metinlerinde Kant’ı okuduğunu gösterecek birçok kanıt olduğunu ifade eden Kılıçarslan’a göre Kant, Hegel’in Glauben und Wissen, Mantık Bilimi, Felsefi Bilimler Ansiklopedisi, Tin Felsefesi ve Felsefe Tarihi Dersleri’nde kapsamlı olarak ele alınmış ve değerlendirilmiştir.

(14)

akıldan gelen bir şeyin olanaklılığı deneyden bağımsız ‘a priori’ bir yanın bulunmasıyla mümkündür ve aklın bilgisi nesne ile onun kavramını belirlemek için iki türlü ilişki içerisine girer: teorik ve pratik bilgi27. Algısız kavramların boş, kavramsız algıların ise kör olduğuna dair savıyla Kant, saf kavramların kendi başlarına hiçbir bilgi sağlayamayacaklarını, bilginin ancak somut algılarla meydana geleceğini ifade etmektedir28. Algılar yalnızca duyulardan toplanmış veri yığınları değildir, bilginin düşünce bağlarıyla bağlanması, yorumlanması, anlaşılır hale gelmesi gerekir ve bu anlama yetisinin işidir29. Akıl bu doğrultuda teorik âlemde doğruyu, pratik âlemde iyiyi ve estetik âlemde güzelin duyusunu bize göstermektedir30.

Bilginin bir değil, iki kaynaktan geldiğini ifade eden Kant’a göre bu kaynaklar duyular ve anlama yetisidir31. Duyular insanların dış dünyayla bağlantı kurarak bilgi

Kılıçarslan şunları söylemektedir: “Hegel’in Kant’la ilişkisi sonsuz bir sevgi-nefret ilişkisi olarak tanımlanabilir. Hegel’in Kant’ı takdir ettiği gibi küçümsediğini de görürürüz. Felsefi bir dizgeyi doğru olarak kavramak bir şeydir, onunla anlaşmak, uyuşmak başka bir şeydir. İşin doğrusunu söylemek gerekirse Hegel pek çok önemli başlıkta Kant’tan oldukça ayrı düşünüyordu.” Kılıçarslan, Eyüp Ali, Hegel Tartışmaları, Bibliotech Yayınları, 1. Baskı, 2015, s. 147.

27 Kant, Immanuel, Seçilmiş Yazılar, Çev. Nejat Bozkurt, 4. Basım, Sentez Yayıncılık, Ankara, 2016, 133- 134.

28 Heimsoeth, Heinz, Kant’ın Felsefesi, Çev. Takiyettin Mengüşoğlu, 7. Basım, Doğu Batı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 77.

29 Heimsoeth, 2016, s. 78.

30 Weber, Alfred, Felsefe Tarihi, Çev. Vehbi Eralp, 4. Basım, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1991, s. 304- 305.

31 Heimsoeth, 2016, s. 78.

(15)

sağlamalarına yaramaktadır, anlama yetisi ise düşünme, kavram oluşturma ve yargılama yetisi olarak karşımıza çıkmaktadır32. Bu yönüyle Kant, kendinden önceki dönemde ampiristlerin gerçek bilginin duyuya dayalı yansımalar olduğuna dair sava katılmayacak, algının çeşitli duyu organlarınca sağlanan bir yığın olduğu tezinin aksine, algılanan yanında algılayanı da sürecin temel bir ögesi haline getirecektir33. Algının maddesiyle birlikte alıcının formları da burada değerlendirilir; duyu verileri ile birlikte ortaya çıkan bu formlar zaman ve mekân olarak açıklanır34. Birer kavram olmayan zaman ve mekân, duyulara dayanan algı formlarıdır, bu açıdan onlar ‘a priori’, saf algılardır35. Zaman ve mekan birer görü olarak mutlak gerçekliğe sahip olmayan varlıklardır ve bu şekilde insan bilincinin zorunlu kavrayış formlarına Kant zaman ve mekanın transendental idealitesi adını verecektir36.

Kant’a göre insan yalnızca zaman ve mekân içinde verileni bilebilir ve kavrayabilir, zaman ve mekan var olan şeylerin algılanma yolu, görünüş dünyasının formlarıdır37. Bu görüşüne transendantal idealizm adını veren Kant’a göre mekandaki tüm varlıklar hayal veya tasavvurdan ibaret değildir, maddi dünya insanın kendinden daha az gerçekliğe sahip olmayan ampirik bir gerçekliğin dünyasıdır38. Kant’ın düşüncesinde

32 Heimsoeth, 2016, s. 78. Kant’ın düşüncesinde saf akıl ile karşılaştırıldığında pratik akıl ahlakî ve dinî alana ait önemli sorunlarda gerçek hayatta olması sebebiyle daha üstün konumdadır. Weber, 1991, s. 32.

33 Heimsoeth, 2016, s. 78.

34 Heimsoeth, 2016, s. 78.

35 Heimsoeth, 2016, s. 79.

36 Heimsoeth, 2016, s. 80.

37 Heimsoeth, 2016, s. 81.

38 Heimsoeth, 2016, s. 82.

(16)

saf akıl idelerin alanında iken pratik akıl ahlaki ve dini alandadır, bu sebeple pratik akıl somut dünya içerisinde olması sebebiyle daha üstün konumda bulunmaktadır39.

1.1.2. Hegel Felsefesinde Bilinç ve Öz Bilinç İlişkisi

Georg Wilhelm Friedrich Hegel ünlü eseri Tinin Görüngübilimi (Phänomenologie des Geistes)’nin giriş bölümünde bilgi ile mutlağın gerilimli ilişkisi üzerinde durmaktadır40. Bilgi ile bilincin, nesne ile kavramın arasına konulacak ölçüte dair sorgulama, bilmenin ölçütünün ne olduğunun sorgulanmasını gerektirmektedir.

Nesnelerin değişimindeki kaçınılmazlık bilincin zorlukla karşılaşmasına ve bu zorluk bilincin kendi deneyimini bilmesinin bir problem olarak incelenmesi gerekliliğiyle ortaya çıkmaktadır. Hegel buna Tinin Görüngübilimi eserine ilk olarak koymak istediği başlıkla cevap verir; “Bilincin Deneyiminin Bilimi41.”

39 Kant’ta pratik aklın otoritesi teorik aklınki ile aynı rütbede bulunamaz, pratik akıl her zaman üstündür ve gerçek hayatta hakimiyeti elinde bulunduran da odur. Weber, 1991, s. 32.

40 Herbert Marcuse Tinin Görüngübilimi’nin Önsöz bölümü ile ilgili şunları ifade etmektedir: “Görüngübilim’e Önsöz tüm zamanların en büyük felsefi girişimlerinden biridir- bir girişim ki amacı felsefeyi insan bilgisinin en yüksek biçimi olarak, ‘Bilim’

olarak yeniden gerçek konumunda saptamaktan daha azı değildir.” Marcuse, Herbert, Us ve Devrim: Hegel ve Toplumsal Kuramın Doğuşu, İdea Yayınevi, Çev. Aziz Yardımlı,3. Baskı, İstanbul, 2013, s. 73.

41 Pöggeler’e göre Hegel öncelikle eserine bu başlığı vermiş ancak son baskıya girmeden önce bu başlığı çıkarmış ve Tinin Görüngübilimi başlığını koymuştur.

Pöggeler, Otto, "Tinin Fenomenolojisi’ni Anlamlandırma Girişimleri", Alman

(17)

Hegel bilinç (Bewusstsein) problemini algı, algı kesinliği ve anlama yetisi kavramlarıyla değerlendirmektedir. Dünyayı kavramanın evreleri olarak görülen bu ayrım, öz bilinçli aklın gelişim aşamaları olarak ele alınacaktır42. Algı kesinliğini bilincin nesneyle olan deneyimiyle ilişkilendiren Hegel’e göre bu deneyimin tarihi insanın algı kesinliğine dair tüm ilişkilerinin bir toplamıdır43. Nesnelerle girilen zorunlu ilişki ve onların sürekli devinim içerisinde olmaları Hegel’e göre bu incelemede temel problemi oluşturmaktadır.

Belirli bir zamanı ve mekânı imlemek Hegel’e göre evrensel ile tikel arasındaki gerilimin kaynağıdır. Dünyayı ilk olarak zamanda var olan devinimli bir süreç olarak gören bizler bir an için buradayızdır ve mekân olarak çevremiz adlandırdığımız tekil şeylerle (Sachen) doludur44. Örneğin şimdi hakkında konuşmak o an için gerçek olan olarak kabul edilir, ancak onu olmuş ya da o anın hemen sonrasında ortadan kaldırılmış olarak buluruz. Karşımıza ikinci bir gerçeklik çıkar ve az önceki şimdinin artık ortadan kaldırılmış olduğunu kavrarız; bu kavrama anı da ikinci gerçekliğin yitip gitmesiyle bizi şimdinin olduğu önermemize geri getirir45.

Zamanı bu şekilde örneklemek Hegel’i zaman ve mekânda bir çokluk problemi ve bu problem hakkında düşünmeye zorlamaktadır. Şimdi ve şimdinin gösterilmesi farklı zaman momentleridir, bu dediğimiz artık bir başkasıdır. Birinci zamanın ortadan

İdealizmi II: Hegel, (derleyen: Güçlü Ateşoğlu), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2013, s. 157.

42 Harris, H. S., ‘Bilinç’, Alman İdealizmi II: Hegel, (ed. Güçlü Ateşoğlu), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2013, s. 163.

43 Hegel, 2016, s. 49.

44 Harris, 2013, s. 163.

45 Hegel, 2016, s. 49.

(18)

kalkması, ortadan kaldıranı da değiştirmiş ve zaman döngüsel bir anlayışla ilkine geri dönmüştür46. Şimdi, artık bir şimdiki zamanlar birliği ve içinde birçok zamanın olduğu bir şimdiler çokluğudur47.

Hegel’in düşüncesinde bilincin zaman örneği üzerinden kurduğu ilişki bir yitip gidişin değil, ondan zorunlu bir ayrılış ve tekrar ona dönüşün anlatısıdır. Şimdi girdiği farklı zaman momentleriyle ilişki üzerinden nasıl anlatılırsa mekân da öyle anlaşılmalıdır.

Örneğin burası dediğimiz aslında gerçekte burası değil, bir ön-arka ile yukarı-aşağının ya da sağ-solun burası olarak koordinatlardır48. Şimdi nasıl bir şimdiler çokluğu ise burası da bir buralar çokluğu olarak anlaşılmalıdır49. Bilinç yönelme, imleme, belirtme ve süreci ortadan kaldırma halleriyle kendine dönüşün ifadesidir50.

Hegel buradan hareketle algının algılama sürecinde ayrım yapan olduğunun üzerinde durur. Hegel’e göre algılanan nesne kendini saf ve tekil olarak sunar ve bu sunuştaki evrensellik artık nesnenin tekilliği ile aşılmaktadır51. Nesnenin tekilliğini başkalarına karşıtlığında gören Alman düşünüre göre belirlilik yoluyla şey başkalarını dışlamaktadır52. Bilincin duyular üzerinden nesneler ile kurduğu ilişki, nesneler dünyasının tekil mi yoksa evrensel mi olduğu sorunu üzerinden Hegel’i anlama yetisine ulaştırır53. Tekillik ve evrensellik arasındaki bu karşıtlık, gerçeğin sürekli yeniden

46 Hegel, 2016, s. 49.

47 Hegel, 2016, s. 49.

48 Hegel, 2016, s. 49.

49 Hegel, 2016, s. 49.

50 Hegel, 2016, s. 49- 50.

51 Hegel, 2016, s. 52.

52 Hegel, 2016, s. 55-56.

53 Hegel, 2016, s. 58.

(19)

belirlenmesi ile ortadan kaldırılması üzerinden algının değişmeyen etkinlik bilincini oluşturur54.

Hegel’e göre bilinç bir şeyin bilincidir, dış dünyaya ait bir şeyin bilinci olmadan öz bilinç (Selbstbewusstsein) olamaz ve kendi bilincinde olan tek varlık olduğundan insan, öz bilinçtir55. Bu aşamada bilinç öz bilinçten önce geldiği için Hegel öz bilinci Tinin Görüngübilimi’nde ikinci kısımda incelemiştir56. Hegel’e göre öz bilinç, duyumsanan ve algılanan evrenin varlığından yansıma ve başka olandan geri dönüştür57. Algısal kesinliğin bilinç için olumsuz bir yan taşıdığı iddiasındaki Hegel’e göre bu durum bilinçler arası bir karşıtlık içerisindedir, öz bilinç burada bu karşıtlığın ortadan kaldırılarak kendi kendisi ile özdeşliğin belirginleştiği kavram olarak görünmektedir58.

54 Hegel, 2016, s. 59.

55 Bumin, Tülin, Hegel/ Bilinç Problemi, Köle-Efendi Diyalektiği, Praksis Felsefesi, Yapı Kredi Yayınları, 6. Baskı, 2016, İstanbul, s. 28.

56 Ateşoğlu’na göre Kojéve gibi kimi Fransız düşünürlerin özneye vurgu yapmak için Tinin Görüngübilimi’ni öz bilinçle başlatmak çabasında olmalarına karşın Hegel felsefesi bu yorumlardan farklılık arz etmektedir. Hegel bilincin karşılaştığı ilk nesneyle ve buradan hareketle kendisiyle nasıl bir dolayım kurduğu probleminin çözülmesini öncelikli olarak görmektedir. Ateşoğlu, Güçlü, Hegel Felsefesinde Metafizik, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2010, Muğla, s. 115.

57 Hegel, 2016, s. 76-77.

58 Hegel, 2016, s. 77.

(20)

Bir diğer deyişle akıl yoluyla düşünülen şey ile düşünülenin öz bilinç tarafından özdeşleştirilmesi söz konusu olmaktadır59.

Hegel’e göre bilincin ilk temel formu olan duyusal kesinlikten hareketle öz bilince geçiş zorunlu değildir60. Öz bilinç için varlığı olduğu halde açığa vuran bilincin dışında bir şeyden hareket etmek gerekir, bilgiden farklı olan bu etkin olmayan yönelme hali İstek (Begierde)’tir61. İstek, bilinçten öz bilince giden yolun başında ve onun için zorunlu bir koşuldur62. İnsana bir ben olduğu bilinci kazandıran, bilincin edilgen durumu değil, insanın gerçekliği içinde onu eyleme geçiren arzularıdır63. Örneğin yemek yeme isteği benim ile ilgili olup nesneyle ilişki kurmamı ve ona ulaşarak kendime ait kılmamı gerektirir64. İstek her zaman kendisini benim isteğim olarak açığa vurur ve bunun için kendimden yararlanmam gerekir65.

İsteğin öz bilinç için zorunlu bir koşul olması, Hegel felsefesinde biyolojik yaşamın insan var oluşu için zorunlu koşul olarak kabul edilmesiyle paralellik arz

59 Turan’a göre Batı felsefesinde bilinçten öz bilince geçiş aklın kendine verdiğini alabilme olanağıyla ilişkilidir ve akıl böylece kendisinden farklılık arz edeni kendinde örtüştürmektedir. Turan, Ertuğrul Rufayi, “Batı Metafiziği ve Savaş”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yıl: 6- Sayı: 24- Ağustos, Eylül, Ekim 2003 (Savaş ve Barış), s.

169.

60 Kojeve, 2015, s. 37.

61 Kojeve, 2015, s. 37.

62 Kojeve, 2015, s. 29.

63 Kojeve, 2015, s. 30.

64 Bumin, 2016, s. 29.

65 Kojeve, 2015, s. 37.

(21)

etmektedir66. İstek sahibi bilince içeriğini verecek olanın istenen nesne oluşu, iki gerçeklik arasındaki ilişki açısından problemli görünmektedir. Buna karşılık isteğe sahip olmayan bir taş, bir bitki öz bilince ulaşamaz; böylece hayvansal istek insansal var oluşun zorunlu ancak yeterli olmayan bir koşulu olmaktadır67. Bu açıdan hayvan, doğal bir varlık olarak kendisini gerçekten aşamamakta, kendisiyle arasına gerekli mesafeyi koyarak kendini açıklayamamakta ve böylece öz bilinç olamamaktadır68. Pinkard’ın da ifade ettiği gibi öz bilinç olmak yalnızca çevredeki şeylerin farkında olmakla açıklanamaz, bu aynı zamanda dünyada kendisi hakkında bir bakış açısına sahip olmayı gerektirir69. Bu kapsamda bir öz bilinç olmak için, isteğin doğal olmayan bir nesneye, bir başka isteğe yönelmesi yani bir başka insana yönelmesi gerekmektedir70. Böylece öz bilincin doğuşunun asıl önemi bilinçler arası ilişki sebebiyle toplumsal-politik insana dair antropolojik yorumlar taşıması ve pratik bilincin kuramsal bilince önceliğinin gösterilmesidir71.

1.2. Hegel’de Bilinç ve Öteki İlişkisi

1.2.1. Hegel Felsefesinde Efendi-Köle Diyalektiğinin Yeri

Hegel’in felsefe tarihinde en çok tartışılan kavram setlerinden efendi-köle diyalektiği, çağdaş özgürlük felsefeleri açısından en tartışmalı konulardan birini

66 Bumin, 2016, s. 29.

67 Kojeve, 2015, s 39.

68 Bumin, 2016, s. 30.

69 Pinkard, 1996, s. 55.

70 Bumin, 2016, s. 30- 31.

71 Bumin, 2016, s. 37- 38.

(22)

oluşturmaktadır. Bir öz bilincin ancak bir başka öz bilinç tarafından kabul edildiği ölçüde var olacağı savı, Hegel felsefesinin öz bilinci daha başlangıçtan itibaren bir toplumsallık ortamında ele almasıyla diğer bilinç felsefelerinden kesin olarak ayrılmaktadır72.

Diyalektik (dialektisch, dialectical) en basit tanımıyla düşüncenin statik olarak değil, karşıtlıklar içerisinden ilerlediğini ifade eden yöntemdir73. Bu kavram felsefe tarihinin de en önemli kavramlarından birisi olarak tartışılmıştır. Sokrates ile Platon’da soru-cevap vasıtasıyla felsefi sorgulamanın geliştirildiği bir tartışma yöntemi olan diyalektik, Kant için bir yanılsama hali, Hegel felsefesinde ise düşüncenin değişim ve gelişim yöntemi olarak görülmüştür74. Diyalektiği idealist bir zeminle kavrayan Hegel felsefesine göre karşıtların birliği anlamında diyalektik, dünyanın değişimine yol açan tin

72 Bumin, 2016, s. 138.

73 Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. 129.

74 Cevizci, 2005, s. 129. Georg Lukacs Hegel’in diyalektik konusundaki yeri hakkında şunları söylemektedir: “Kuşkusuz Hegel büyük felsefeciler arasındaki ilk bilinçli diyalektikçi değildi. Ama Herakleitos’tan bu yana çelişkinin, Schelling’in

“entelektüel kavramı”nda olduğu gibi, şu ya da bu biçimde aşılması gereken bir şey değil de nihai varlıkbilimsel (ontolojik) ilkeyi oluşturduğu ilk felsefeciydi. Bu nedenle felsefenin temeli açısından çelişkili bir yapı içeren Hegel düşüncesinin temelleri, gerçeklikle birleştiğinde aklın gerçekleşmesi olarak kendini gösterir. Bu ikisinin birleşimi Hegel’de mantık ve varlıkbilimini daha önce görülmemiş yakınlık ve yoğunlukla birlikte gelişmesi sonucunu doğurur.” Georg Lukacs, Sosyal Varlık Bilimine Doğru, s. 26.

(23)

ya da ideler arasında gerçekleşmektedir75. Var olan her şeyin çelişkisinin de kendisinde mevcut olduğu ve yaşama ilişkin devinimin merkezinde bu çelişkinin yattığı ifadesi Hegel diyalektiğinin de temelini oluşturmaktadır76. Bunun yanında toplumsal ve politik olarak Hegel felsefesinde diyalektik, insanın insan olmasına ve buradan hareketle topluluk halinde yaşamasının başlangıcına varılan bir evreyi ifade etmektedir77. Diyalektik bir kavram olarak daha sonra Karl Marx (1818-1883) tarafından 1844 El Yazmaları ve Das Kapital eserlerinde de doğrudan bir yöntem olarak uygulanmıştır78.

75 Cevizci, 2005, s. 129. Hegel yalnızca gerçekliğin değil, varlığı bilmeye yönelmiş düşüncenin, bireyin ve tarihin diyalektik yönde ilerlediğini sisteminde açıklamaktadır. Cevizci, 2005, s. 207.

76 Şeptulin, Aleksandr, Diyalektiğin Kategorileri ve Yasaları, Yordam Kitap, Çev.

Yakup Şahan, 1. Baskı, 2013, İstanbul, s. 38.

77 Kervégan, Jean-François, Hegel ve Hegelcilik, Dost Kitabevi, Çev. İsmail Yerguz, Dost Kitabevi, 1. Baskı, 2011, Ankara. s. 25. Egemen ile uyruk, efendi ile köle arasındaki ilişki bir başka deyişle yöneten-yönetilen arasındaki ilişki yalnızca felsefe tarihinin değil, edebiyat dünyasının da ele aldığı bir konu olmuştur. Hegel estetiği ile ilgili çalışmasında efendi-köle diyalektiğine ilişkin olarak Onur Bilge Kula, Hegel’in Fransız yazar Denis Diderot’nun “Kaderci Jacques ve Efendisi” adlı romanından etkilenerek Tinin Görüngübilimi’ne bu kavramı koyduğunu ifade etmektedir. Bu kavramın takipçileri daha sonra Karl Marx ve Bertolt Brecht olmuşlardır. Kula, Onur Bilge, Hegel Estetiği ve Edebiyat Kuramı 1, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1.

Baskı, 2010, İstanbul.

78 “Lenin’in Felsefe Defterleri ve Georg Lukacs’ın Genç Hegel’i ve Emeğin Ontolojisi adlı devasa çalışması ve son olarak da Hans Heinz Holz’un yeni çağda Diyalektiğin Sorun Tarihi ve Dünya Tasarımı ve Refleksiyon çalışmaları, Marx’ın kurduğu Hegelci

(24)

Marx ve Engels’in ardından geçtiğimiz yüzyılda Karl Korsch, Georg Lukacs, Vladimir İlyiç Lenin, Jean-Paul Sartre ve Theodor Adorno, Hegelci diyalektik yönteme eserlerinde yer vermiş önemli isimler olmuşlardır79. Efendi-köle diyalektiği Hegel’in ahlaki ve politik bilincin gelişimini açıklamak amacıyla geliştirdiği bir metafordur80. Bu kavramın Hegel’e dair güncel okumalarda bu kadar öne çıkmasının sebebi ise 1933-1939 yılları arasında Ecole Pratique des Hautes Etudes’te verdiği derslerde Tinin Görüngübilim’indeki bu başlığı Hegel felsefesinin ana teması haline getiren Alexandre Kojéve (1902-1968)’dir81.

diyalektikten esinlenen geleneğin neden ve nasıl devam ettirildiğinin birkaç önemli belgeleridir.” Göçmen, Doğan, “Hegel’in Felsefe Kavramı Üzerine Kısa Bir Deneme”, Modern Felsefe Tarihsel Anlamı, Güncel Mirası, Hegel ve Karl Marx İçinde, Vivo Yayınevi, İstanbul, 2015, s. 173.

79 Bal, Metin, "Bugün Hegel Okumak Neden Önemlidir?", Evrensel Kültür, Aylık Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, Kasım 2013, Sayı: 264. Aralık 2013. İstanbul: Doğa Basın Yayın. Ezgi Matbaası. s. 30-31.

80 Cevizci, 2005, s. 148. Kula’ya göre felsefe tarihinde Hegel’den önce Hobbes’un da benzer yönde yorumları olmuştur. Korku ile güvencesizlik bir egemenin yönettiği devlette önlenebilir olmaktadır, bunun için egemenin koruması karşılığında yurttaşlar da kendi haklarını karşılıklılık ilkesi içerisinde egemen bırakmalıdır. Barışın koşulu yurttaşların tanınma arzularını yenmelerinden geçmektedir. Kula, 2010, s. 306- 307.

81 Kervégan’a göre Kojève’in Hegel yorumu kavramlar açısından sorunlu gözükmektedir. Herrschaft ifadesi egemen olmaktan ziyade hüküm sürmeyle ilişkilidir, bu haliyle de köleleştirmeyi anlam olarak içermemektedir, bu açıdan

“egemen olan” ile “egemenlik altında olan” kavramlarından söz edilmesi daha uygundur. Kervégan, 2011, s. 25-26.

(25)

Hegel efendi-köle diyalektiğini bir öz bilinç sorunu olarak görmüş ve öz bilinç önünde bir başka öz bilincin olduğu durumda efendi-köle diyalektiğinin başlayacağını ifade etmiştir82. Bu öz bilinçler arası ilk temas, iki hasımdan ancak birinin hayatta kalabileceği bir mücadeleyi gerektirmektedir83. Mücadele ilk olarak bir öz bilincin diğerini ortadan kaldırarak varlığını gerçekleştireceği bir görünüm taşır. Bu yönüyle ilişki iki yanlıdır ve Hegel’in dediği gibi eylem salt kendine karşı değil, ötekine karşı da bir eylem hüviyetindedir84. Hegel’in bu başlığı öz bilinçle bağlantılı olarak ele alması burada dikkat çekicidir; zira iki öz bilincin arasında başlayacak tanınma (die Anerkennung, recognition) kavramı85 da bu açıdan önem arz etmektedir.

Hegel’e göre öz bilinç ilk olarak kendi için varlıktır (Fürsichsein), başka her şeyin kendinden aynı olması yoluyla kendine özdeştir ve bir öz bilinç diğeriyle karşılaşana

82 Kervégan, 2011, s. 25. Bu konudaki çalışmasında Susan Bock-Morss, efendi- köle diyalektiğinin temellerinin Tinin Görüngübilimi’nden önce 1791- 1804 yılında gerçekleşen ve köle isyanlarının başarıya ulaştığı Haiti Devrimi’ne dayandığını ve Hegel tarafından geliştirildiğini ifade etmektedir. Morss, Susan Bock, Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih, Metis Yayınları, Çev. Erkal Ünal, 1. Baskı, 2012, İstanbul, s. 62.

83 Bumin, 2016, s. 36- 37.

84 Hegel, 2015, s. 81.

85 Göçmen’e göre Hegel’in tanıma kuramı temellerini Adam Smith’in 1759 yılında yayımlanan eseri Ahlaki Duygular Kuramı (The Theory of Moral Sentiments)’ndan almaktadır. Smith bu kuramı Avrupa felsefe tarihinde sistemli şekilde ele almış ilk düşünürdür. Göçmen, 2015, s. 182. Söz konusu bu eser için bkz. Smith, Adam, Ahlaki Duygular Kuramı, Pinhan Yayıncılık, Çev. Derman Kızılay, 1. Baskı, 2018, İstanbul.

(26)

kadar bir bireydir, kendi varlığı içinde bulunmaktadır86. Bir öz bilincin bir başka öz bilinçle karşılaşması, sonunda ölümle sonuçlanabilecek bir mücadeleye bizleri götürür.

Alman filozofa göre “iki öz bilincin aralarındaki ilişki önce kendileri ve ardından birbirleriyle bir ölüm- kalım mücadelesiyle birbirlerini “tanıtlamaları” ile mümkün olacaktır87.” Kojéve’in deyişiyle bu mücadelenin iki tarafın da hayatta kalacağı şekilde sona ereceğini varsaymak gerekir, hasımlardan birinin öteki tarafından bilinip tanınarak onun önünde sinmesi ve ona boyun eğmesi gerektiğini düşünmek kaçınılmazdır88.

Bu şekilde bu iki öz bilinçten biri kabul eden olurken, diğeri kabul edilen olacak ve bir köle ile bir efendi ortaya çıkacaktır89. Bu bizi Hegel felsefesinde antropolojik bir açıklamaya götürecektir; zira “ilk insan yalnızca bir insan değildir, o ya bir köle ya da bir efendidir90.” Bu Kojeve’e göre felsefede tarihin başlangıcının ve tarihin sonunun

86 Hegel, 2015, s. 81. Williams’a göre tanınma ilişkisi kendi için varlık ile başkası için varlık ayrımını belirginleştirmektedir. Burada efendi kendi için varlık olarak, başkası için varlığın üzerinde tahakküm kurandır. Buna karşılık köle ise başkası için varlık olarak kendi için varlık tarafından baskılanandır. Böylece kölelik ancak efendiye bağlılığı içinde anlaşılabilen bir şey olmaktadır. Williams, Robert R., Recognition Fichte and Hegel on the Other, State University of New York Press: New York, 1992, s. 177.

87 Hegel, 2015, s. 82.

88 Bumin, 2016, s. 42.

89 Bumin, 2016, s. 37.

90 Bumin, 2016, s. 37. Frederic Jameson’a göre Hegel köle-efendi diyalektiğinin sonu konusunda Kojeve’den daha ileridir ve Kojeve’nin efendi-köle arasındaki kişisel düzeyde mücadeleyle sınırladığı “tanınma”nın öneminin sürdüğüne dair daha üretken

(27)

işaret edilmesidir91. Böylece insanın yani öz bilincin tarihi, köle ile efendinin ilişkisinin ve birbirlerini etkilemelerinin de tarihi olarak anlam bulmaktadır92.

Hegel’e göre köle ile efendi arasındaki bu süreç, doğa ile de anlaşılması gereken bir diyalektik ilişki arz eder. Bir öz bilinç bir diğeriyle karşılaşmadan önce efendinin isteği köleyi doğaya bağımlı ancak nesneyle ilişkili olarak geçici kılmaktır93. Nesne efendi karşısında bağımsız, efendinin nesneyle ilişkisi ise geçici bir yapı içerisindedir94. Hegel’in felsefesi bu açıdan kendi doğasını aşan efendi ve aşamayan köleyi ayırmaktadır, ilk karşılaşma sonrası doğa karşısında takındıkları tutumlar, efendi ile köleyi tarihte başka

ipuçları sunar. Jameson, Fredric, Hegel Varyasyonları, İthaki Yayınları, Çev. Bülent O. Doğan, 1. Baskı, 2016, İstanbul. s. 121.

91 Hegel’in sıklıkla dile getirilen tarihin sonunu işaret ettiği ifadesi tartışmalı bir husustur. Hegel felsefesinde tarihi sonu tezinin olmadığını ifade eden Yalvaç’a göre tüm felsefesi çelişkilerin aşılması şeklinde ilerleyen Hegel’de tarihin sonuna dair bir işaret aramak hatalı bir yaklaşımdır. Yalvaç, Faruk, Hegel’in Uluslararası İlişkiler Kuramı: Dünya Tini, Devlet ve Savaş, Phoenix Yayınevi, 2. Baskı, 2008, Ankara, s.

111.

92 Bumin, s. 37. Bu konudaki çalışmasında Aksu, köle-efendi diyalektiğinin tarihin devindiricisi olduğunu ama tarihin onca ayrıntısını anlatmamıza olanak vermediğini ifade etmektedir. “Hegel 1807 yılında yayımladığı Tinin Görüngübilimi’nde köle- efendi diyalektiğine önemli bir yer ayırmasına karşın daha sonra yayımladığı Mantık ve Hukuk Felsefesinin İlkeleri’nde bundan çokça söz etmez. Kendinden sonra yayımlanan Tarih Felsefesi Notları’nda da köle-efendi diyalektiğini konu edinmez.”

Aksu, Şener, Hegel ve Tarih Felsefesi, Anı Yayıncılık, 1. Baskı, Ankara, 2006, s. 72.

93 Bumin, 2016, s. 38.

94 Bumin, 2016, s. 38.

(28)

konumlara sokmuştur95. Bu aynı zamanda ilk etkileşimin ve buradan hareketle insan olmanın da başlangıcıdır, Kojéve’in deyişiyle “insan ya efendi ya da köledir ve bir efendinin ve bir kölenin olduğu yerde gerçek insan vardır ancak96.”

Hegel’e göre efendi kendi için olan ve aynı zamanda kendi için var olan bilinçtir, bu var olma halinde öz bilinç olarak kendi için varlık dolaysız bir ilişkiyle dünyada bulunmaktadır97. Efendi Hegel’e göre hem nesne ile hem de köle ile bağlantı içindedir;

yani hem isteğin nesnesi şey ile hem de bir dolayım halindeki bilinç ile ilişki içerisindedir ve istek ile yararlanma bu iki ilişki biçiminden ortaya çıkmaktadır98. Bu aynı zamanda bir güç dengesi biçiminde de karşımıza çıkmaktadır. Nesnenin kendisinden bağımsız olması sebebiyle onun üzerinde hâkimiyet kuramayan efendi, köleyi nesne ile ilişki içerisinde tutarak onu bir geçiş unsuru yapmaktadır. Böylece efendi kendine şeyin yalnızca bağımlı yanını alarak ondan yararlanır, şeyin bağımsız yanını ise onun üzerinde çalışacak olan köleye bırakacaktır99. Efendi, köle ve şey bu ilişkideki üçlü yapıyı oluşturmaktadır.

Kojéve’e göre insanoluşturucu (anthropogene) kavramı bu hususta ayrımı belirginleştirmektedir. Fransız düşünüre göre isteğin insanoluşturucu olabilmesi, onun öncelikle bir başka isteğe, bir diğer öz bilince yönelmesiyle olanaklıdır100. İstek ancak kendi dışındaki bir başka isteğe doğru yönelmiş ise insan oluşturucu niteliktedir, bu

95 Bumin, 2016, s. 39.

96 Kojève, Alexandre, Hegel Felsefesine Giriş, Çev. Selahattin Hilav, Yapı Kredi Kurumu Yayınları, İstanbul, 2015, s. 44.

97 Hegel, 2016, s. 83.

98 Hegel, 2016, s. 83.

99 Hegel, 2016, s. 83- 84.

100 “İnsan-oluşturucu olması için isteğin, bir varlık- olmayana, yani bir başka isteğe, bir başka açgözlü boşluğa, bir başka Ben’e yönelmesi gerekir.” Kojéve, 2015, s. 40.

(29)

nitelik şeyle değil bir başka istekle kurulacak bağlantıyla mümkündür. Bu ise ilişki biçiminin kavranmasını ve bu bağlantının karşı öz bilinçte tanınmasını gerektirmektedir, hayvansal olandan insansal olana geçiş böyle bir tanınma ile mümkün olabilmektedir101.

Bir başka öz bilinç ile karşılaşan öz bilincin ilk isteği ötekine karşı kendi olarak var olabildiğini göstermektir; zira her bir öz bilinç öteki öz bilinci ortadan kaldırmayı istemektedir102. Bu Kojéve’in hayat ve ölüm için girişilen mücadele (Kampf auf Leben und Tod) dediği şeydir ve insan burada biyolojik olmayan isteğini doyuma ulaştırmak için hayatını tehlikeye atacaktır103. Birinin kendisine dair bilinci bu kendiliğin bir başka

‘kendi’ tarafından tanınmasını ister ve efendi-köle ilişkisi işte bu zorunlu tanınma ilişkisinden doğar104. “Efendi, köle ile bağımsız bir varlık yoluyla dolaylı olarak bağıntılıdır, çünkü köle ancak bununla köle olarak tutulur; bu onun zinciridir, kavgada ondan kurutulamamıştır105.”

Efendi tanınmak için Hegel’e göre iki şekilde de başka bir bilince muhtaçtır ve bunlar şey üzerinde çalışma ve belirli bir varlığa bağımlılık halleridir106. Bu ikili ihtiyaç

101 Kojéve, 2015, s. 40- 41.

102 Copleston, Frederick, Hegel, İdea Yayınları,Çev. Aziz Yardımlı, İstanbul, 2000., s.

31.

103 Copleston, 2010, s. 41.

104 Copleston, 2010, s. 31.

105 Hegel, 2015, s. 83.

106 Hegel, 2016, s. 84. Soll’a göre tanınma burada tanık olma ile ilintili bir kavramdır.

“Düşmanı öldürmek tanığı da yok edeceğinden, ötekini olumsuzlarken aynı anda onun tanıklık becerisinin de korunabileceği bir yol bulunmalıdır. O nedenle galip gelen, mağlup olanı kurban yapmak yerine tabî kılar.” Soll, Ivan, Hegel’in Felsefesine

(30)

en sonunda mücadelenin iki hasmın da hayatta kalacağı şekildeki bir varsayımla diyalektiği anlamayı gerektirir107. Hegel Tinin Görüngübilimi’nde bu başlıkta köleliği genel olarak efendi ile olan ilişkisine bağlı anlatmayı seçmiştir. Kölenin bilincinin bağımsız bilincin gerçekliği olduğunu söyleyen Hegel’e göre köle de nihayetinde bir öz bilinçtir, bu nedenle bağımsız olarak kendi için var olan bilinç onun için gerçekliktir108. Kölenin çalışma yoluyla değişikliğe uğrayacak durumu köleye de özgürlük ve öz bilincini verecektir109. Efendi savaşçıdır, nesneyi ve köleyi bu güç ilişkisinde ilk etapta altına almıştır; ancak çalışma bu ilişkiyi kökten değiştirecektir. Hegel’in ifadesiyle “köle şey üzerinde yalnızca çalışır. Buna karşı efendi için dolaysız bir ilişki bu dolaylılık yoluyla şeyin arı olumsuzlanması ya da yararlanım yoluyla olur110.” Burada son bir husus olarak efendiye insanın öz bilinç olarak doğuşu yolunda etkin bir görev verildiğini söylemek gerekmektedir, efendi burada sürece katkısı olmayan ancak onsuz da sürecin gelişemeyeceği bir etkiye sahiptir111. Bumin’in bu konudaki ifadeleri bu etkinin tarihsel rolünü şu ifadelerle anlatmaktadır: “Efendi çalışamaz, ama o olmasaydı kimse çalışmayacaktı112.”

Eleştirel Bir Giriş, Ayrıntı Yayınları, Çev. Tufan Karaağaç, 1. Baskı, 2019, İstanbul, s. 43.

107 Kojéve, 2015, s. 42.

108 Hegel, 2016, s. 84.

109 Bumin, 2016, s. 42.

110 Hegel, 2016, s. 83.

111 Bumin, 2016, s. 43.

112 Bumin, 2016, s. 43.

(31)

1.2.2. Hegel Felsefesinde Tanınma, Korku ve Çalışma

Hegel’e göre öz bilinç tanınma ile başlamaktadır, bir öz bilinç ancak tanınan bir şey olarak vardır113. Öz bilincin bir başka öz bilinçle kuracağı ilişki ilk etapta bu öz bilinci ve buradan hareket ile başkalığı ortadan kaldırma yolundadır114. Öz bilincin bir başka öz bilinç ile ilişkideki durumu yalnızca bir öz bilinç eylemi olarak görünmekle birlikte öz bilincin eylemi bir o kadar da diğer öz bilincin eylemi olarak Hegel’de karşılanmaktadır115. Bu açıdan tanınma karşılıklı açımlanan bir kavram olarak anlaşılmak zorundadır, zira tanınma anlamlı olabilmek için ikili ilişkiye muhtaçtır.

Hegel’e göre bilincin nesneyle ilişkisindeki deneyimine benzer şekilde öz bilinçler arasındaki tanınma ilişkisi de bu iki bilinç içindir, nesneyle ilişkisinde yalnız bilinçle iken burada her iki öz bilinç için çifte anlam taşımaktadır116. Başka bir öz bilinç tarafından tanınmak da öz bilinç içindir ve böylece iki öz bilinç “karşılıklı olarak birbirlerini tanıyarak kendilerini tanırlar117.” Bir öz bilinç ilk olarak yalnızca kendi için iken kendi için olan bir başka öz bilinç ile karşılaşır ve tanınma ilişkisi buradan doğmaktadır118. Burada tanınma ilişkisi bir özdeşliği içerisinde taşımaktadır, öz bilinç için başkası ne ise başkası için de öz bilinç o olmaktadır119.

Hegel felsefesi burada öz bilinçlerin eylemine geçiş yapmaktadır, zira tanınma sadece bilinçler arasında olup biten bir süreç olarak gelişmeyecektir. Bilinçler arasındaki

113 Hegel, 2016, s. 80.

114 Hegel, 2016, s. 80- 81.

115 Hegel, 2016, s. 81.

116 Hegel, 2016, s. 81.

117 Hegel, 2016, s. 81.

118 Hegel, 2016, s. 82.

119 Hegel, 2016, s. 82.

(32)

ilişki zorunlu olarak öz bilinçler arası ilişkiyi ve bu ilişki de kaçınılmaz şekilde kendini kabul ettirme uğruna mücadeleyi gerektirecektir120. Buradaki ikili eylem içerisinde başkasının eylemi ve kendi kendisi yoluyla eylem bulunmaktadır ve ikisi de bu karşılaşmada diğerinin ölümünü arzulamaktadır121. Kojéve’e göre bu ikili ilişki şayet bu öz bilinçlerden birinin ölümüyle sonuçlanırsa dünyada yalnızca bir insan mücadeleden galip çıkacaktır ve bu da bir insanın başka bir insan tarafından tanınması haricinde bir anlama sahip olamayacaktır122. Bu mücadele en nihayetinde gerçekleşmek zorundadır, kaçışın mümkün olmadığı bu mücadelenin sonunda yaşam tehlikeye atılacak ancak bunun sonunda özgürlük kazanılacaktır123. Yaşamını hiç tehlikeye atmamış birey hiç kuşkusuz kişi olarak tanınabilir; ama bağımsız bir öz bilinç olarak tanınmışlığın gerçekliğine erişmiş değildir124.

Hegel’e göre iki öz bilincin yaşamlarını tehlikeye atmaları kişi olarak tanınmalarında anahtar bir rol oynamalıdır, yaşamı tehlikedeyken karşıdakinin de yaşamına son vermeyi isteyen öz bilinç burada söz konusudur125. Ölüm burada karşılıklı ilişkiyi, tanınmayı ve mücadeleyi olumsuzlayan bir süreç olarak karşımızdadır. Ölümün bilincin olumsuzlanması olduğunu dile getiren Hegel’e göre bu mücadelede yaşam ortaya konulmuş ve karşılıklı olarak özgürlük kazanılmıştır126. Tanınma ilişkisindeki iki öz bilincin de farklı farklı konumlar almalarıyla sonuçlanan bu aşamanın sonunda iki öz

120 Bumin, 2016, s. 36.

121 Hegel, 2016, s. 82.

122 Kojéve, 2015, s. 42.

123 Hegel, 2016, s. 82.

124 Hegel, 2016, s. 82.

125 Hegel, 2016, s. 82.

126 Hegel, 2016, s. 82-83.

(33)

bilinçten ilki olan efendi bağımsızlığını kazanırken, başkası için yaşayacak ve çalışacak bağımlı bilinç ise köle olacaktır127.

Tanınma ilişkisi artık aynı zamanda bir çalışma ilişkisidir. Köle şey üzerinde çalışırken, efendi bu ilişkiden yararlanım ve doyum sağlayacaktır, şeyin bağımsız yanı köle tarafından kullanılırken, efendi şeyin bağımlı yanını uhdesinde bulunduracaktır128. Efendinin tanınma ilişkisi aslında yanılsama taşımaktadır, zira gerek çalışma gerek varlığa bağımlılık konusunda kendisi efendi olamamaktadır129. Bumin’e göre efendi uygarlığın bir koşulu olarak tarih boyunca otorite, baskı gibi kavramları temsil etmektedir; zira doğanın dönüştürülmesi ile nesnenin kullanıma hazır hale getirilmesi efendinin varlığı sayesinde mümkün olabilmektedir130. Buna karşılık doğa köle tarafından biçimlendirilirken köle özne olarak kendini tanımaya başlar, doğayla girilen ilişki doğanın dönüştürüldüğü ve kölenin de buradan hareketle kendisinin değişime uğradığı bir ilişkiye kapı aralayacaktır131.

Tanınma ilişkisi köleyi efendiden duyduğu korkuyla birlikte çalışmaya itecektir.

Kölenin çalışması emek vermesiyle mümkündür ve emek ile nesne dönüşecek, emek

127 Hegel, 2016, s. 83.

128 Hegel, 2016, s. 83- 84.

129 Hegel, 2016, s. 83- 84.

130 Bumin, 2016, s. 43- 44.

131 Bumin, 2016, s. 44. Hegel’in tanınma kavramının, Descartes ve Kant felsefesinden farkını ifade eden Bernstein, özgürlük ve öz bilinç üzerinden kurulan tanınma ilişkisinin insan ve insan olmayanlar arasında ayırt edici olduğunun altını çizmektedir.

Bu hususta öz bilinç, Kartezyen ve Kant felsefesindeki doğanın hakimi olan ve kendini yok edebilen özgür iradeye verilmiş bir cevap niteliğindedir. Bernstein, 1984, s. 39.

(34)

veren bilinç olan köle de kendi bağımsızlığını kazanmaya başlayacaktır132. Bu tanınma ilişkisinin Hegel felsefesinde toplumsal alana yükselişini de göstermektedir; zira nesneden farklı olduğunu, onu kendi tasarımı doğrultusunda dönüştürebildiğini gören köle, doğa karşısında kendi bilincini elde etmeye başlayacaktır133. Kojéve’e göre kölenin zor altında gerçekleştirdiği bu çalışma bilimin, tekniğin ve sanatın da temelini oluşturacak, aynı zamanda kölenin özgürleşmesinin de önünü açacaktır134. Çalışan köle doğayı farklı koşullar içinde dönüştürdükçe üretimi, buradan hareketle üretim araçları da gelişecektir ve köle böylece çalışarak tarihsel ilerlemenin başat gücü konumuna yükselecektir135.

132 Hegel, 2016, s. 85.

133 Bumin, 2016, s. 45. Hegel felsefesinde teorik öz bilincin aslında pratik öz bilincin soyut hali olduğunu ifade eden Bernstein, özgürlük ve öz bilincin de eylem üzerinden anlaşılması gerektiğini çalışmasında vurgulamaktadır. Bu kapsamda akıl, doğanın üstesinden gelerek özgürlüğünü kazanmış olan öz bilincin eylemiyle burada temellendirilmektedir. Bersntein, J. M., “From self-consciousness to community: act and recognition in master-slave relationship, The State and Civil Society Studies in Hegel’s Political Philosophy, Z. A. Pelczynski(Ed.), Cambridge University Press, 1984, s. 32.

134 Kojéve, 2015, s. 50.

135 Kojéve, 2015, s. 53. “Çalışan insan, verilmiş Doğayı dönüşüme uğratır. Demek ki, edimini tekrarladığında bu edimi başka koşullar içinde tekrarlayacaktır ve ediminin kendisi de böylece bir başka edim olacaktır. İlk baltayı ürettikten sonra insan, ondan, ikinci bir balta üretmek için yararlanacaktır ve bu durumdan ötürü ikinci balta başka ve daha iyi bir balta olacaktır. Üretim, üretim araçlarını dönüşüme uğratır, araçların

(35)

Tanınma ilişkisi köle ile efendinin arasındaki ölüm korkusunu da beraberinde getirmektedir. Köle kendi yaşamını bir öz bilinç olarak efendi karşısında arzularken efendinin korkusunu duymaktadır136. Burada kölenin kendi ölümü hakkında duyduğu korku söz konusudur; ölüm korkusu olan bu köklü duygunun aşılabilmesi, öz bilincin kendisi olmasıyla, yok olma kaygısıyla farklı olduğunu kavramasıyla yeni bir evreye geçmektedir137. Köle ölümden korktuğu için dünyayı efendiye bırakmış, bu mücadelede kendini köleleştiren korkusuyla hayatını sürdürebilmek için köle olmuştur138. Böylece özgürlüğünden vazgeçen köle için artık yaşamı efendinin ellerindedir139.

Hegel’e göre köleliğin kabulü ve çalışma olmadan korku içeriğinden yoksun kalacak, korku ve çalışma sayesinde köle doğayı biçimlendirecek ve varlığını bilinçli bir şekilde anlamlandırma imkânı bulacaktır140. Korku ve çalışma gerilimindeki tanınma ilişkisinde korku kölenin içinde duygusal bir tepki olarak bulunurken, çalışma öznenin dünyayı dönüştürmesini ve hem köle olarak kendisini hem de altında çalıştığı efendiyi aşmasını sağlamaktadır141. Korkusundan ötürü zorunlu çalışmaya başlayan köle doğayla

değişikliğe uğratılması da üretimi kolaylaştırır vs. Demek ki, Çalışmanın olduğu yerde, zorunlu olarak değişim, ilerleme, Tarihsel evrim vardır.”

136 Hegel, 2016, s. 84.

137 Bumin, 2016, s. 47- 48.

138 Kojéve, 2015, s. 19.

139 Williams’a göre efendinin ölüm korkusu yoktur. Köle, özgürlüğünden vazgeçerek efendi karşısında kendisini önemsiz bir eşya konumuna düşürmüştür ve artık ölüm korkusunun kölesi olmuştur. Williams, 1992, s. 175.

140 Hegel, 2016, s. 85.

141 Bumin, 2016, s. 48.

(36)

girdiği ilişkide bir kültürleşme sürecine girmekte ve süreç kölenin efendiye egemen olmasıyla sonuçlanmaktadır142.

Kölenin başkası için gerçekleştirirken doğa üzerinde üstünlük sağladığı ve sonucunda bir dünya yarattığı çalışma burada insansal eylem olmaktadır143. Bu açıdan korku ve çalışma yoluyla tanınma ilişkisi, rollerin değiştiği bir ilişkiye dönüşmektedir;

zira çalışma köle açısından olumlu bir yan da taşımaktadır. Başkası için çalışmak kölenin doyumuna ters eylemde bulunduğunu göstermektedir144. Bunun sonucunda çalışma köleye, efendinin mücadele sonrası kazandığı başarıya benzer bir şey getirmektedir, Kojéve bunu kölenin biyolojik varoluşunu aşarak doğal koşulların üstesinden geldiği bir evre olarak görmektedir145.

Korku ve çalışmayı merkezine almış bir tanınma ilişkisi bizi tarihe götürmektedir, Kojéve’in de işaret ettiği gibi Hegel felsefesi bilinç ve öz bilinç ilişkisi üzerinden diğer öz bilinçlerle ve doğa ile kurulmuş ilk ilişkinin izini sürmektedir. Öz bilincin doğuşu bir antropoloji sorunu olarak ifadesini bulmakta, efendi-köle diyalektiği ve tanınma ilişkisi de bu sorunun önemli yapı taşlarını oluşturmaktadır146. Hegel öncesi felsefe tarihinde gözlemlenen bilinç ve doğa karşıtlığı yerini bilinç ile doğanın girdiği ilk ilişkinin nasıl ve

142 Kervégan, 2011, s. 25. Doğadan kültürel yaşama geçişte normların oluşturulması ve tanınmasının kölenin eseri olduğunu ifade eden Bernstein, böylece doğal temele sahip olmayan istek ve arzuların toplumsal yaşama köle tarafından aktarıldığını ifade etmektedir. Bernstein, 1984, s. 31.

143 Kojéve, 2015, s. 43.

144 Kojéve, 2015, s. 49- 50.

145 Kojéve, 2015, s. 49- 50.

146 Bumin, 2016, 26-28.

Referanslar

Benzer Belgeler

Aynı şey suç ve yoksulluk için de doğrudur. Onunla her birinin ilişkilendiği özgürlük alanı/sferi  kendi  başına  alınırsa,  o  zaman  her 

Marx’ın eleştirilerinin akla getirdiği gibi, eğer Hegel realiteyi mantıksallaştırmakla suçlanacaksa, bu durumda Marx’ın da aynı şeklide

“Bilim olarak, gerçeklik kendinin kendi- gelişimindeki saf kendinin-bilincidir ve kendinin şeklini taşır; buna göre mutlağın gerçekliği bilinen Kavramdır ve genel

- Eğer inanç için rasyonel bir temel söz konusu değilse, Kierkegaard’a dayanarak söylenecek olan şey, içeriğinden bağımsız olarak, içeriği dikkate alınmaksızın,

Melankolide, yasta olduğu gibi, dünyadan benzer bir geri çekilme ve keder hâli görülür, fakat aynı zamanda “kendi­. ni önemseme duygularının anlatımını kendini suçlama ve

Nietzsche, “…bu yüzyılda Alman Kültürü için bu felsefenin, Hegel felsefesinin, çok büyük olan, bu ana değin sürüp giden etkisinden daha tehlikeli bir dönüm noktası,

 Dünya tarihi yalnızca bir tek usun görünüşüdür, kendisini açımlaığı tikel oluşumlarından biri, kendisini tikel bir öğe olarak, halklarda sergileyen bir

 Felsefi tarih: felsefi dünya tarihin genel bakış noktası soyut-genel değil, somut ve bugüne ait bir bakış noktasıdır..  Dünya tarihi tinsel bir zemin üzerinde